Türkiye`de Radyo 1 - Prof. Dr. Serdar ÖZTÜRK
Download
Report
Transcript Türkiye`de Radyo 1 - Prof. Dr. Serdar ÖZTÜRK
TÜRKİYE’DE RADYO
PROF. DR. SERDAR ÖZTÜRK
İlk Düzenli Yayınlar
İlk deneme yayınları müzik ağırlıklıdır. 1927 yılının başından
Mayıs ayına kadar olan bu deneme yayınları, yerini Mayıs
başlarında İstanbul’daki düzenli yayınlara bırakmıştır. İlginç bir
şekilde basın, olaya hak ettiği yeri vermemiştir. Basının bu
ilgisizliği karşısında TTTAŞ, 1927 yılında Telsiz dergisini
yayınlatmıştır. Aslında basın, benzer bir direnişi BBC’nin
doğuşunda ve ABD’de radyoya karşı göstermiştir.
Basının radyoya yönelik ilgisizliğinde iki temel neden
varsayılabilir. Radyonun hemen tüm ülkelerde birer ticari girişim
olarak ortaya çıkması, reklam olanaklarını yitirebilmeleri
gerekçesiyle gazeteleri endişeye sevk etmiştir. İkinci bir neden
olarak basının haber verme işlevini radyoya kaptıracağı
korkusudur (Kocabaşoğlu, 1983: 30).
Radyo Alıcıları
Verici istasyondan uzaya gönderilen elektromanyetik
sinyalleri alıp bunları sese dönüştüren aygıta radyo alıcısı
denir. İlk dönemlerde sesler yalnızca kulaklıkla
dinlenebiliyordu. Bunlar lambasız ve hoparlörsüz kristal
dedektörlü alıcılardı. Sonraları lambalı alıcılar yaygınlaştı.
Alıcılar radyo iletişiminin kitle iletişimi niteliğine
bürünmesinde en önemli öğedir. Alıcısız iletişim
düşünülemez.
Türkiye’de düzenli radyo yayıncılığından önce de piyasada
az sayıda alıcı vardı. Düzenli radyo yayınlarının
başlamasıyla TTTAŞ’ne abone kimselerden çoğu
Türkiye’deki yabancılar ve Türkçe bilmeyen azınlıklardan
oluşmaktaydı. Bunların gereksinimi için 1927’den önce az
da olsa alıcı satılmıştır. Ancak alıcı satışları 1927’den sonra
hızlanmıştır. Bu yılın sonlarında Türkiye’de 2000 dolayında
Radyo Alıcıları
radyo alıcısının var olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakımın
yarısı bile ruhsatlı değildir. 1930’a gelindiğinde ruhsatlı alıcı
sayısı ancak 1500’dür.
Oysa alıcı sayısı TTTAŞ için önemlidir çünkü şirketin geliri
ruhsatiyelere ve alıcı satışları üzerinden aldığı paylara
dayanmaktadır. Bu nedenle şirket alıcısı sayısını
yaygınlaştırmak için değişik yöntemler denemiştir. Örneğin
daha yayıncılığın başlangıç aşamasında gazetelere ilan vererek
radyo alıcısı satanları bir birlik oluşturmaya davet etmiştir.
Başka bir ilanda da, şirketin alıcı kullanma fırsatı vermediği
kimselere, içinde alıcıların da olduğu radyoya dair hiçbirşey
satılmaması istenmiştir. Böylece TTTAŞ, radyo satıcısı
piyasasına egemen olmaya çalışmıştır. Bununla yetinmemiş
kendi bünyesi içinde “Telsiz Telefon Pazarı” ismiyle limited
şirket kurarak doğrudan alıcı piyasasına girmiştir.
Radyo Alıcıları
Bütün bunlara karşın TTTAŞ, bir türlü abone sayısını
artıramamıştır. Bu nedenle başka bir önleme
başvurmuştur. Bu, İstanbul dışındaki yerlerde abone
işlemlerinin doğrudan PTT tarafından yapılmasıdır. Bir
başka önlem güvenlik makamlarına kaçak alıcıları tespit
etmeleri doğrultusunda başvurmaktır. 1933’te kaçak
radyo kullanan 200 kişi yakalanmıştır. Bu önlemler
sayesinde 1933’te abone sayısı 5000’e çıkmıştır.
Kültür Emperyalizmi ve Alıcılar
Kültür emperyalizminin iki boyutu vardır. İlki teknolojik,
ikincisi içerikle ilgilidir. Teknolojik boyut, iletişim
teknolojisi açısından geri ülkelerin teknolojik açıdan
gelişmiş ülkelere bağımlı olmasıdır. Bu bağımlılık aynı
zamanda içerik bağlamında da geçerlidir. Yeterli ve
nitelikli programları üretemeyen çevre ülkeler, maliyet
açısından düşük çok sayıda programı merkez ülkelerden
ithal etmektedir. Böylece merkez ülkelerin kültür
değerleri de içeriye taşınmaktadır. Sonuçta teknolojik
bağımlılık kültür bağımlılığını da beraberinde
getirmektedir. Teknolojik bağımlılığı, kültür
emperyalizminin dışında düşünmek yanlıştır.
Kültür Emperyalizmi ve Alıcılar
Türkiye’de radyo alıcıları üretilemediği için bu bakımdan
daima bir teknolojik bağımlılık söz konusudur. Sonuçta
tecimsel bir meta olan alıcı, tecimsel sömürünün de bir
aracıdır. Bu sömürü dış ve iç olmak üzere iki katlıdır.
İthal edilen alıcıları içeride pazarlayanlar da büyük karlar
elde etmiştir. Örneğin Vehbiç Koç, gramafon plakları ve
“Philco” radyoları satan büyük şirketin Ankara
temsilciliğini yapmış, çok mal satarak birinci sınıf bir
acenta haline gelmiştir. Türkiye’de siyasal iktidar sürekli
olarak halka ucuz alıcı sağlamanın gayreti içerisinde
olmasına karşın acentaların yüksek karla alıcı
satmalarının önüne pek geçememiştir. Buna karşın
Kültür Emperyalizmi ve Alıcılar
örneğin Halkevi gibi kültürel ve ideolojik kurumlarda
bulundurulacak radyo ve sinema makinelerini gümrük
vergisinden muaf tutmuştur. Tüccar ise sürekli olarak
gümrük vergisinin ağırlığından şikayet etmiş, verginin
kaldırılması ya da azaltılmasıyla alıcı fiyatlarının
düşeceğini iddia etmiştir. Oysa o dönemde tüccar, yurt
içine soktuğu bir alıcıdan yüzde yüz kar elde etmektedir.
Bu nedenle tüccarın gümrük vergisi-alıcı fiyatı ilişkisine
dair iddiası geçerli değildir. Radyo alıcısı bir lüks tüketim
aracı olarak görülmüş ve bu gibi mallar tüccara en çok
karı sağlamıştır.
Yayınlar
Yayın Saatleri ve Süreleri: Radyoculuğun ilk yıllarında,
başka ülkelerde yayın süreleri çok kısıtlı idi. Yayınlar
genellikle akşam saatlerinde yapılıyordu. Buna karşın
Türkiye’de radyoculuğun ilk aylarında yayın süresi 6
saatti. Bu uzun süreyi doldurmak zor olduğu için birkaç
ay sonra süre yarıya indi. Yapılan bir istatistiğe göre
1927-1936 arasında günlük yayın ortalaması İstanbul
radyosu için yaklaşık 4,5 saat, Ankara radyosu içinse
yaklaşık 3 saattir (Kocabaşoğlu, 1983: 57).
Bu uzun süreleri doldurmak için neler yapılmıştı?
Yayınlar
O dönemde hazır program ithal etme uygulaması henüz
yerleşmemişti. Bu nedenle üç düzeyli önlemler alınarak
yayın saatleri dolduruldu:
1) En önemli ve anlamlı önlem, müzik ve söz
programlarının yapım olanaklarını artırmaktır. Her ne
kadar bu konuda istenen düzeye ulaşılamasa da
özellikle 1934 yılı içinde yapımda hareketlilik
gözlenmiştir.
2) Yayın sürelerini program olanaklarına göre
sınırlandırmaktır.
3) İkinci önlemin yetersiz kalması durumunda yayın
süreleri gelişigüzel doldurulmuştur.
Yayınlar
Sonuçta yayın saatlerinin nasıl doldurulacağı radyo
yöneticileri için önemli bir sorundu. Bir taraftan da
sayıları az ama nitelikli dinleyici, yayın sürelerinin
artırılması ve yayınların çeşitlendirilmesi için TTTAŞ’ye
baskı yapmıştır. Bir radyo yöneticisinin basına yansıyan
şu sözleri bu durumu özetlemektedir:
“… biz her şeyden evvel tüccarız. Müşterinin istediğini
sağlamaya mecburuz. Fakat bir şarkı azami üç dakika
sürüyor. Senede Türkiye’de kaç yeni şarkı çıkar
dersiniz? Yüz tane desek 300 dakika eder. Peki bunlarla
her gün dört uzun faaliyet saatini nasıl dolduralım? Hep
aynı şeyleri mi çalalım?” (akt. Kocabaşoğlu, 1983: 60-1).
Gerçekten de radyoda hep aynı şeyler çalınmıştır.
Yayınların Özellikleri (1927-1936)
(Kocabaşoğlu, 1983: 74 v.d).
Yayınların bu dönemdeki özelliklerini daha iyi kavramak
açısından, radyoya yönelik egemen algılamanın ne olduğu
sorusunu yanıtlamak gerekir.
Dönemin Telsiz dergisi incelendiğinde radyonun “asrın
mucizesi” ve “asri” bir eğlence aracı olarak görüldüğü
anlaşılmaktadır. Radyo, “çok zevkli, ucuz” bir “eğlence” aracı
olarak algılanmıştır. 1927’de telsiz telefonun teknik özelliklerini
anlatan bir kitapta, telsiz telefonun (radyonun) yararları şöyle
anlatılmıştır: “İstanbul’un büyük telsiz telefon istasyonu
stüdyosunda her akşam bir ahenktir gidiyor. Söz dinlemek için
tam bilmem nelere kadar gitmek, avuç dolusu paralar sarf
etmek… Kalabalık, havası bozuk salonlarda, tiyatrolarda zevk
edeceğim, keyif süreceğim diye kahrolmak çekilir şey değil,
değil mi?”
Aslında radyoya yönelik bu bakış ilk dönemlerde Batı
toplumlarında radyonun algılanışından farklı değildir.
Buna karşın radyonun uyarıcı-aydınlatıcı işlevi
konusunda da görüşler ileri sürülmüştür. Türkiye’de
radyonun bu son sözü edilen işlevleri üzerine zaman
zaman yurtdışı dergilerinden alıntı yapılmıştır.
Dolayısıyla radyonun topluma ilk sunuluşunda
“eğlendirici” özelliği öne çıkmış, daha sonra “eğitici”
özelliği de katılmıştır. Eğitici işlevler olarak tarımın
geliştirilmesi, okullarda radyoyla dersler verilmesi ve
toplu dinleme merkezleri kurulması önerileri vardır.
Dolayısıyla Türkiye’de radyo yayınları konusunda, örnek
olabilecek 2 seçenek vardı. İlki, akşam evine dönen ve
çalgılı gazinoya gitme olanağı bulamayan kişileri
rahatlatmak amacı güden eğlence içerikli radyoculuktur.
İkincisi ise toplu dinleme ortamları yaratarak halkı
eğitecek, toplumsal sorunlardan haberdar edecek ve
bilinçlendirecek nitelikte radyo yayıncılığıdır.
Bu iki anlayıştan birincisi daha çok ABD’de tercih
edilirken, ikincisi bazı Avrupa ülkelerinde ve özellikle
SSCB’de benimsenmiştir.
Uygur Kocabaşoğlu’na göre Türkiye’de radyoculukla
ilgilenenler bu iki yaklaşımı da bilmelerine karşın 19271936 döneminde daha çok birinci uygulamanın yolundan
gitmişlerdir (1983: 77).
Gelgelelim radyoda müzik yayınlarına büyük ağırlık
verilmesine karşın bu alanda bile başarısız kalınması
radyo yayınlarına karşı 1933’lerden sonra eleştiri
kampanyalarını başlattı. Bu eleştiriler birkaç etkenin bir
araya gelmesiyle ortaya çıktı.
Eleştirilerden, radyonun Türk radyo alıcılarının sayısı ve
vericilerin gücü gibi niceliksel ile
programların kalitesi gibi niteliksel yönden istenen düzeyi
tutturamadığı anlaşılmaktadır.
Eleştiriler ve Çözüm Önerileri
Radyoya yönelik eleştiri ve çözüm önerileri
başlıca üç noktada toplanmaktadır:
1) Türkiye’de radyo yanlış anlaşılmış ve yanlış bir tarzda
uygulamaya konmuştur. “Radyo eğlencedir, radyo
lükstür, radyo olmasa da olur, radyo eğlendirmekten
başka bir işe yaramaz, radyo yayınları halkın keyfi için
çalışmalıdır.” gibi görüşler bu yanlış değerlendirmelerin
örneğidir. Türkiye’de radyo yalnızca müzik aracı olarak
anlaşılmıştır. Oysa radyo yayınlarının müzikten ibaret
olmadığı artık anlaşılmıştır. Radyoyu bir eğlence olarak
değerlendirmek yanlıştır. Özel şirketin mali ve kültürel
imkanları, radyoyu bir kültür aracı yapmaya yetersizdir.
Eleştiriler ve Çözüm Önerileri
2) Yabancı uyarlamaları örnek alma: Bu dönemde
Sovyetler Birliği’nin radyoyu nasıl eğitim ve propaganda
aracı olarak kullandığına yönelik haber ve yorumlar
vardır. Bunun yanı sıra Nazilerin radyoyu propaganda
aracı olarak kullanmaları da Türk aydınlarınca
izleniyordu. Dolayısıyla Türk aydınına göre radyo her
şeyi öğretebilir, kültürü yükseltebilir ve devrimlerin
hizmetinde olabilirdi.
.
Eleştiriler ve Çözüm Önerileri
3) Bir eğitim-öğretim aracı olarak radyo: Türkiye’de
radyonun yaptıklarının ya da yapamadıklarının ve diğer
ülkelerin radyodan yararlanmada gösterdikleri başarının
karşılaştırılması, 1934’lerde radyonun eğitici ve öğretici
işlevlerinin fark edilmesine yola açtı. İktidar ve aydınlar
böylece üst yapı kurumlarındaki kimi değişikliklerle
toplum yapısını değiştireceklerine inandı. Bu görüşte
olanlar, radyoya gereken önemin verilmediği, halkı
eğitme ve uyandırmada radyodan yeterince
yararlanılmadığını savundular.
Sonuç olarak 1927-1936 yılları arasında
radyoya bakışın çelişkili olduğu ve
zamanla algılayışın değiştiği
görülmektedir. 1934 ve sonraki yıllarda
radyo yayınlarındaki göreli iyileşme,
değişen bu algılayışın ve radyoya yönelik
eleştirilerin bir sonucudur.
Müzik Yayınları
1927-1936 döneminde “alaturka” ve “alafranga” müzik
konusunda tartışmalar olmuştur.
Bu tartışmanın taraflarından bir kısmına göre tek ve asıl
müzik “Batı” müziğidir. Türk müziği terk edilerek, Batı
müziği benimsenmelidir. Çünkü Batı müziği çok seslidir.
İkinci görüşe, en mükemmel müzik Türk müziğidir. Türk
müziği Türkiye’ye yeterdir.
Üçüncü görüş Batı müziğinden yararlanılarak Türk
müziği iyileştirilebileceğini savunur. Bu görüşler radyo
çevrelerinde uzun yıllar sürmüştür.
Müzik Yayınları
Bu arada bu dönemde radyodaki müzik yayınlarına
bakıldığında halk müziğinin yönetici kesim tarafından çok
az bilindiği görülür. Özgün halk müziği o yıllarda
derlenmemiş ve notalara geçirilmemiştir.
Radyodaki müzik yayınlarına yönelik eleştiriler 1934’te
doruğuna varmıştır. Örneğin Hakimiyeti Milliye
gazetesinde bir yazar şöyle der:
“Hele ince saz kısmı büsbütün yürekler acısı, evlere
şenlik bir şeydi. Zurnanın en çatlağından, darbukanın en
patlağına kadar… Sesin en ayaklasından, gazelin en
öksürüklüsüne, tıksırıklısına kadar… Neler, ne bangırtılar
dinlemedik (akt. Kocabaşoğlu, 1983: 89-90). Bu anlayış,
siyasal iktidar katında da çoğunlukla paylaşılmıştır.
Müzik Yayınları
Örneğin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya şöyle demiştir:
“Şarkılar kahvelerden çıkıp, radyolara,
plaklara intikal ettikten sonra devletin
vazifesinin daha büyük olması lazım
gelmiştir… Bizim alaturka şarkıları
dinlemek için kulakların çok nasırlaşmış
olması lazımdır. Hele şimdi, cinsi hevesleri
tahrike çalışmayan şarkılar nadir işitiliyor”
(aktaran Kocabaşoğlu, 1983: 90).
Müzik Yayınlarına Yönelik
Eleştiriler
Eleştirilerin böylesine sert olması üç nedene bağlanabilir.
İlk olarak radyodaki müzik yayınları giderek
yozlaşmaktadır.
İkincisi, müzik alanında devrime girişen siyasal iktidar,
radyoya ilişkin girişmek istediği değişikliklerde bu
eleştirilerden güç almak isteyebilir.
Üçüncü olarak siyasi iktidarın şirketle sözleşmesi
1936’da bitmektedir ve radyonun devletleştirileceği
kesinleşmiştir. Buna bir kılıf hazırlanıyor olabilir
(Kocabaşoğlu, 1983: 91).
Müzik Yayını Yasağı
1934’te Atatürk’ün Türk müziğinin evrensel şekilde
inceltilmesi gerektiğine yönelik bir konuşması, yanlış
yorumlanarak radyodan Türk müziği yasaklandı. Alt yapıda
değişikliklere girişilmeden müzik gibi alanlardaki
değişimlerin kolay olacağı varsayılmaktaydı. Aynı zamanda
bu değişikliklerin ülkeyi modernleştireceği düşünülüyordu.
Bu yasak 2 yıl sonra kaldırıldı.
Yasağın kaldırılmasında, radyo alıcısı sahiplerinin Mısır
Radyosu’nu dinlemeye başlaması etkin olur. Siyasal iktidar,
bunun sakıncalı olduğunu düşünmüş olabilir. Ancak yasağın
kalkmasında Atatürk’ün de etkisi olmuştur. Köşkte birisinden
Rumeli türkülerini dinleyen Atatürk, bu tür Türk müziğinin
radyodan yayınlanmasını ister.
Söz Yayınları
TTTAŞ’nın yayıncılık işlevinde söz programlarının da en
az müzik programları kadar ağırlıklı olması sözleşmede
belirtilmiştir. Ancak uygulama böyle olmamıştır.
1934’te radyodan Türk müziği kaldırılana dek söz
programları, tüm radyo yayınları içinde % 20’yi
geçmemiştir. Yasaklamadan sonra söz yayınları bir kat
artmıştır.
Söz yayınları içinde en fazla yeri haber bültenleri ve haber
programları taşımıştır. Radyo haber bültenlerinin tek
kaynağı Devletin resmi organı olan Anadolu Ajansı idi.
Anadolu Ajansı aslında gazetelerin diline uygun haber
üretmekteydi. Ne var ki bu haber bültenleri radyoda hiçbir
değişikliğe uğramadan 1960’lara kadar sürmüştür.
Söz Yayınları
Söz programlarıyla ilgili söylenebilecek en önemli nokta,
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar gibi siyasal
iktidarın temsilcilerinin nadiren radyoya çıktıklarıdır. Onlar
sadece önemli gün ve haftalarda radyoda konuşma
yaparlar.
Haber yayını dışında kalan söz yayınları dört başlık
altında toplanabilir.
Yabancı dil dersi ağırlıklı eğitici programlar ve
konferanslar birinci kategoriyi oluşturur.
İkinci bölümde kültür ve sanat içerikli yayınlar yer alır.
Üçüncü kategoriyi sağlık, kadın, ev yaşamına ilişkin
programlar oluşturur.
Dördüncüsünü ise eğlence ve spor programları teşkil eder.
1927-1936 Döneminde Devletin
Radyoya Karşı Tutumu:
1930 yılı başına kadar devletin radyoya yönelik tutumunu
kuşkulu ancak radyoya yardım edici olarak niteleyebiliriz.
Kuşkunun iki temel nedeni vardı:
a) Böylesine teknik bir iş başarılabilir miydi?
b) Özünde telsiz haberleşmesi olan radyo, casusluk ve
ulusal güvenliğe aykırı biçimlerde kullanılamaz mıydı?
1927-1936 Döneminde Devletin
Radyoya Karşı Tutumu:
Kuşkulardan birincisi daha işin başında giderilmiştir.
TTTAŞ’nin sermayedarları arasında Cumhuriyete inanmış
kişilerin olması, Cumhuriyetin kurucularının radyo lehinde yer
alması bu kuşkuyu gidermiştir.
İkinci kuşku radyo yayınlarının başlamasına engel olacak
kadar güçlü olmamıştır.
Devlet, radyoya iki şekilde yardımcı olmuştur. Elindeki telsiz
haberleşme olanaklarını TTTAŞ’nin emrine vermiş, şirkete bu
alanda tekel hakkı tanımıştır. Ayrıca şirketin her türlü parasal
bunalımında ona yardım etmiştir.
Devlet, 1930’lardan sonra radyoyla daha fazla ilgilenecektir.
Bu dönemde, 1930 SCF deneyiminin iktidar için uyarı niteliği
taşıması, ekonomide devletçilik yönelimli politikalar radyoya
1927-1936 Döneminde Devletin
Radyoya Karşı Tutumu:
Devlet, bu bağlamda radyoya yardımcı olmuştur. Örneğin
Halkevlerine alınacak radyo alıcıları için gümrük muafiyeti
getirmiştir. Devlet, Halkevleri aracılığıyla resmi ideolojiyi,
dönemin kültür ve sanat politikalarını halka iletmeyi amaç
edinmektedir. Bu doğrultuda radyonun Halkevinde bulunması
önemlidir. Radyo da aynı doğrultuda çalıştığı için radyonun
Halkevinde bulunması daha etkin bir aktarım için gereklidir.
1927-1936 Döneminde Devletin
Radyoya Karşı Tutumu:
Devletin bu yıllarda radyoya ilişkin ikinci önemli adımı radyoyu
“Devletleştirme” yolunda attığı adımdır. 1933’te modern
radyoevi kurulmasına başlanmış, 1934’te Matbuat Umum
Müdürlüğü kurulmuştur. Bu kurum, radyo, film ve tiyatronun
denetlenmesini üzerine almıştır. Ayrıca radyo programlarını
düzenleyecek, yurt dışında radyo ile propaganda olanaklarını
yaratacaktır.
Ne var ki bu dönemde söylemde radyonun kültürel açıdan
önemli olduğu vurgulanmasına karşın uygulamada bu araçtan
ciddi ve etkin biçimde yararlanılamadığını görmekteyiz.
Bunun birinci nedeni vericilerin gücü, alıcıların sayıları,
fiyatları, elektrik yetersizliği gibi etkenlerdir.
Radyodan Beklentiler
TTTAŞ’nin asıl amacı kar elde etmektir. Kar elde etmenin
yolu ise abone sayılarını artırmaktır. Abone sayılarını artırmak
için TTTAŞ, radyoya eğlence niteliği kazandırmaya
çalışmıştır.
Aydınların bir bölümünün radyodan beklentisi TTTAŞ’ninkiyle
aynı değildir. Onlara göre radyoda eğitici-öğretici programlara
ağırlık verilmelidir. Radyo, eğlenceden ziyade bu yönüyle öne
çıkmalıdır.
İktidarın radyodan beklentisi de genellikle halkı eğitme,
aydınlatma yönelimli olmuştur: Bu beklenti özellikle
1930’larda artmıştır.
Radyo Çevre İlişkileri
TTTAŞ döneminde genellikle Batı ülkelerinin radyoculuk
uygulamaları örnek alınmıştır. İkinci olarak Türk radyo
dinleyicilerinin çeşitli ülkelerin radyolarını dinlemelerinde
sakınca görülmemesi, aksine bu konuda onlara yardımcı
olunmasıdır. Paris, Viyana, Moskova radyolarının programları
günlük basında yer almaktadır. Bunun nedeni, radyo
dinleyicilerinin daha çok müzik yayınlarını takip etmeleri, dil
bilmek gerektirdiği için söz programlarını dinleyememelidir.
Bu uygulama II. Dünya Savaşı sonrasının Soğuk Savaş
ortamında sakıncalı görülecektir.
Radyo Çevre İlişkileri
Türk radyoculuğunun ilk günlerinde dinleyici ile oldukça yakın
ilişkiler kurulmuştur. Bu ilişki için TTTAŞ, Telsiz dergisini
çıkarmıştır. Ancak dergi 18 sayı yayınlanabilmiştir.
TTTAŞ, anket aracılığıyla da dinleyici ile birkaç kez iletişim
kurmaya çalışmıştır. Bunun dışında basındaki okuyucu
mektuplarını geri besleme olarak değerlendirmiştir.
TTTAŞ’nın Miras Bıraktığı
Olumsuzluklar:
Temeli atılan ilk olumsuzluklardan birisi bazı söz
programlarının radyo dışından kişilere hazırlatılmasıdır.
Radyo, parasal ve personel açısından yetersiz olduğu için bu
yola başvurmuştur. Müzik yayınları ise radyo içinde
üretilmiştir.
Radyoculuk kendine özgü bilgi ve becerileri gerektiren bir
meslek olarak kabul edilmemiştir.
Bir başka olumsuz anlayış ve uygulama, programların yapım
üretim olanaklarının yayın süreleriyle uyumlu olmamasıdır.
Radyo yöneticileri bu nedenle yayın saatlerini plak
yayınlarıyla ve radyo dilini bilmeyen kişilere ve kuruluşlara
programlar yayınlatarak tamamlamıştır.
TTTAŞ’nın Miras Bıraktığı
Olumsuzluklar:
Bir üçüncü olumsuzluk, protokol haberciliğinin bu dönemden
miras kalmasıdır. Önemli gün ve haftalarda siyasal figürlerin
sık sık mikrofona çıkması ve haber değeri olmayan gezi,
açılış gibi olaylara çok fazla önem verilmesi bu dönemde
temelleri atılan uygulamadır.
Son olarak radyonun, dinleyici ile ilişkilerinde daha bilimsel
yöntemler yerine genellikle sadece okuyucu mektuplarına
bağımlı kalması TTTAŞ’nın miras bıraktığı olumsuzluklar
arasındadır.
TTTAŞ Dönemiyle İlgili Genel
Sonuçlar:
Bu dönemde kendi başına ayrı bir meslek olarak ortaya
çıkmış bir radyoculuktan söz edilemez.
Siyasal iktidar radyo ile özellikle 1930’lardan sonra daha fazla
ilgilense de bu araçtan yeterince yararlanamaz. Radyodan
Milli İktisat ve Tasarruf seferberliğinde yoğun bir şekilde
yararlanılır. Bunun dışında Türk Dili, Türk Tarihi
çalışmalarında da radyodan faydalanılır.
Radyo bu dönemde alıcı ve verici sayısı açısından yetersizdir.
Radyo alıcıları fazla yaygınlaştırılamamıştır. Türkiye, bu
alanda içinde bulunduğu bölgenin en geri ülkesidir.