Dünyada Radyonun gelişimi

Download Report

Transcript Dünyada Radyonun gelişimi

RADYO VE TELEVİZYON
TARİHİ
Doç. Dr. Serdar ÖZTÜRK
RADYO

Radyo sözcüğü Latince radius (ışınlama) ve Yunanca fone
(ses) sözcüklerinin bir araya gelmesinden oluşan Radyofoni
sözcüğünün kısaltılmış halidir

Radyo yayınlarının başlangıç tarihi 1860’lı yıllara kadar
götürülse de, gerçekte bu tarih elektriğin keşfine kadar
indirilebilir (Tekinalp, 2003: 55).

Radyoya ilk adını verecek gerçek gelişme telsiz telgrafın
bulunuşudur. Bu, radyonun tarihinde ilk önemli adımdır.

1864’te genel bir elektromanyetik dalga teorisi kuran
İskoçyalı James Clark Maxwell (Jeanneney, 2006: 143),
1876’da telefonu bulan Alexander Graham Bell (Tamer,
1983: 8) radyonun gelişiminde önemli isimlerdir.

1877’de Alman Heinrich Hertz, kendi adını taşıyacak
dalgaları bulmuş ve üretmeyi başarmıştır.

1890’da Fransız Eduard Branly, ilk elektromanyetik dalga
iletkenini geliştirdi. İlk anten ise 1894’te yapıldı
(Jeanneney, 2006: 143).

Buluş, değişik ülkelerde aynı tarihlerde birbirinden habersiz
olarak gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle radyonun bulunuşu
ve gelişimi tek bir ülkeye mal edilemez (Tekinalp, 2003:
56).

Buna karşın az önce belirtilen elektrikli telgraf önemli bir
dönemeç noktasıdır. 1832-1835 yılları arasında Samuel
Morse elektrikli telgrafı geliştirdi.

1876’da telefonun keşfiyle insanoğlu artık sesini
kilometrelerce uzağa iletebilme imkanına kavuştu.

Telefonla iletişimden hemen sonra radyoyla iletişim ilkeleri
bulunmuş ve geliştirilmiştir.

Radyonun gelişiminde ikinci önemli adım Hertz dalgalarının
insan sesi taşıyabilmesinin keşfedilmesiydi.

Branly’nin 1894’teki anteninden sonra alıcıyla verici
arasındaki uzaklık artırılmıştır. İtalyan Marconi, 1899’da
Manş üzerinde yerleştirilen iki test istasyonu aracılığıyla ilk
radyo iletişimini kurdu (Tekinalp, 2003: 57).

Guglielmo Marconi’nin deneyleri çocukluğuna kadar gider. Kendi
içine kapanık bir çocuktur Marconi. Bunun da etkisiyle evde radyo
dalgaları üzerine deneyler yapar. Radyo dalgalarıyla alt kattaki zili
çalmayı başarır. Çevredeki çiftçiler, doğramacılar Marconi’ye
çalışmalarından yardım ederler.

Bir gün Marconi’nin isteği üzerine dağın tepesine anten kurarlar.
Antenin yanında ateşledikleri silahın sesi, Marconi’nin odasında
duyulur. Bunun üzerine ailesi Marconi’nin çalışmalarını ciddiye alır
ve İtalyan Posta ve Telgraf Bakanlığı’na bir mektup yazar. Bakanlık
konuyla ilgilenmez. Bunun üzerine İrlanda asıllı olan annesi
Marconi’nin buluşunu siyah bir kutuya koyarak Marconi’yle birlikte
İngiltere’ye gider. Buluş, ordu yetkililerini ve denizcileri çok
ilgilendirir.

Marconi, 1899’da ABD’den davet alır. Bu ülkede Marconi Wireless
Company of America şirketini kurar. Şirket, ticari ve askeri gemiler
için telsiz aygıtları üretmeye başlar. Aynı yıl, daha önce de
belirtiltiği gibi, Manş üzerinden ilk radyo yayınlarını
gerçekleştirmiştir (Tamer, 1983: 10).
RADYODA İLK AMATÖR YAYINLAR
 1912’de ses üretim yöntemlerinin telsiz telgrafla
birleştirilmesi sonucu radyo yayını bugünkü anlamda
gerçekleştirilmiştir. Bundan yaklaşık 10 yıl sonra da radyo
istasyonları kurulmaya başlandı (aktaran Tekinalp, 2003:
17).

Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrasında düzenli radyo
yayınlarının başlamasına kadar olan süre içinde radyo,
daha çok amatörlerin elinde gelişti (Kocabaşoğlu, 1980: 7).
Bu yıllarda deneysel radyo yayını programları yapıldı.
ABD’de öğrenciler haber bültenleri ve plaklar yayınlamaya
başladılar. Belçika’da bir konser yayını gerçekleştirilir.

Lee de Forest ise 1908’de Eyfel Kulesi’nden bir konser
yayınlar. Fransa’daki bu yayın günde iki defa gerçekleştirilir.
Yayında meteoroloji, bültenler ve borsa kurları gibi
programlar yer alır. Savaş sırasında ise bu yayınlar askeri
otoriteler tarafından kesilir (Barbier, Bertho Lavenir, 2001:
227).

I. Dünya Savaşı öncesinde telsiz telgrafın gemilerin güvenle
seyretmesinde ne kadar önemli olduğu 1912 yılında
yaşanan Titanik faciasıyla örneklenebilir. Saat 23.20’de bir
buzul dağına çarpan ve batmaya başlayan Titanik gemisinin
telsizi Acil Yardım Çağrısı gönderir ve konumunu bildirir. Bu
çağrı 710 kişinin kurtulmasını sağlayabilecek bir sinyaldir.
Ancak karşı tarafın telsizi kapalı olduğu için yüzlerce insan
hayatını kaybeder.
İLK DÜZENLİ RADYO YAYINLARI

I. Dünya Savaşı sonrasında aşağı yukarı tüm sanayileşmiş
ülkelerde radyo yayınları başlar. Başlangıç tarihi olarak
1921-1922 yıllarını vermek mümkündür (Barbier, Bertho
Lavenir, 2001: 226).

Savaş sırasında telsiz telgraf özellikle denizcilikte yerini
almış, sömürge imparatorlukları da böylece metropollere
yaklaşmıştır (Jeanneney, 2006: 144).

Yayınların çok sayıda ve tanımlanmamış alıcılara doğru
yönelmesi için 1920’leri beklemek gerekti. Bu, radyonun
tarihinde üçüncü önemli adımdır.

Hatırlanacağı gibi, radyonun tarihinde önemli ilk adım,
telsiz telgrafın bulunuşu, ikincisi hertz dalgalarının insan
sesi taşıyabileceğinin keşfedilmesiydi. 1920’lerdeki üçüncü
aşama ise devletlerin savaş sırasında sadece askeri
amaçlarla kullandıkları bir araçtan kısmen de olsa
vazgeçmeleriydi (Jeanneney, 2006: 143-5).

Böylece radyonun gelişiminde önemli olan “telsizci kitlesi”
ortaya çıktı. Dolayısıyla radyonun gelişiminde biçim,
içerikten önce geldi. “İçinden ne aktarılacağı bilinmeden
borular döşendi.” (Jeanneney, 2006: 145).
RADYO YAYINLARININ GELİŞİM AŞAMALARI

Radyo yayıncılığının gelişmesini beş aşamada
inceleyebiliriz. Başlangıç Devresi (1922-1927), Olgunluk
Devresi (1927-1945), 1945-1960 Devresi, 1960-1980
Devresi, 1980 Sonrası Devre (Aziz, 1996: 30).

Başlangıç Dönemini radyo yayınlarında deneme-yanılma
devresi olarak adlandırabiliriz. Bu dönemin yayın kalitesi ve
içeriği günümüzde olduğundan farklıydı.

1920’lerde kitlelere müzik ve söz yayınları yapılmaya
başlandı. Her ne kadar 1916 yılında Lee De Forest ABD
başkanlık seçimiyle ilgili haberler yayınlasa da bunlar geniş
kapsamlı olmaktan uzaktı.

Kısa süreli bu deneme yayınlarından bir diğeri de 1917
yılında Almanya’da cephede bulunan askerlere yapılan
müzik yayınıdır.

İlk düzenli radyo yayınları 1920 yılında ABD’de ve 1922’de
Hollanda’da yapıldı.

ABD’nin Pittsburg eyaletinde KDKA adlı bir istasyondan
yayınlanan seçim haberleri ilk düzenli yayındır. Bu haberleri
500-2000 arasında bir dinleyici kitlesi dinlemiştir. Bu
istasyon 2 yılı aşkın bir süre haber, müzik ve spor haberleri
yayınlamıştır.

1922 yılında istasyonların sayısı 392’yi geçmiştir. Aynı yıl
Hollanda’da ilk tecimsel yayın istasyonu kurulmuştur
(Tekinalp, 2003: 65).
RADYO YAYINCILIĞINDA İKİ GELİŞME
MODELİ

Radyo yayıncılığı konusunda Avrupa ile Amerika birbirinden
ayrı iki sistem oluşturdu.

Avrupa’da devlet, radyo yayıncılığına başından beri
egemenken, Amerika’da tecimsel yayıncılık öne geçti.

Bu iki sistem arasında yine Avrupa’da bazı ülkelerde kamu
sektörü ile devlet arasında özgün sistem belirdi.
Amerikan Tecimsel Yayıncılığı

Amerika’da radyo dalgaları ilk defa denizcilikte, daha sonra
amatör kişi ve kuruluşların elinde kullanılmıştır. Üçüncü
aşamada ise tecimsel amaçlarla yayıncılık yapılmaya
başlanmış ve bu gelişmenin sonucunda radyo yağın ağları
ortaya çıkmıştır. Amerika’da radyonun gelişimi birbirine
bağlı dört aşamada incelenebilir:

Radyo-Telgraf (telsiz): denizcilikte
Amatör Radyo: özel, kamusal
Tecimsel Radyo: kitle iletişim aracı olarak, özel
Radyo yayın ağları: özel, kamusal (Tekinalp, 2003: 82).




A. Radyo-Telgraf ve Amatör Radyo:

Başlangıçta radyo dalgalarıyla telgraf, denizcilikte
kullanılıyordu. 20. yüzyıla girildiğinde denizlerde hastalık,
yardım için bir gemiden diğerine, gemiden karaya, karadan
denize sinyal göndermek, radyo dalgalarıyla yapılıyordu. Ne
var ki bu konuda yeterince düzenleme olmadığı için zaman
zaman karışıklıklar ve kazalar olabilmekteydi. Daha önce
belirtilen Titanik faciası bunlardan birisiydi. Bu yayın
kargaşasını sona erdirmek için Amerikan Radyo Kuruluşu
RCA (Radio Corporation of America) kuruldu.

1919-1920 yıllarında radyo binlerce amatör kişi ve kuruluş
tarafından kullanılmaya başlandı. Kullanım, gelişigüzel ve
özgürceydi. Bu dönem, radyo dalgalarının anonim büyük
kitlelere ileti gönderebilmesini düşündürmesi açısından
önemlidir.

B. Kitle İletişim Aracı Olarak Özel Radyo:

Radyo-telgrafın gelişiminde spor, müzik, hava raporu ve
haber yayını yapan radyo operatörlerinin katkıları vardır.
Bunlar bilerek ya da bilmeyerek birbirlerine teknik bilgiler
sızdırdılar. Kısa süre içinde gazete, kilise, eğitim kurumları,
mağaza ve elektrik malzemeleri satan şirketlerin finanse
ettikleri yayın istasyonları büyük izleyici kitlelerine yayın
yapmaya başladı.

Bu yayınlar başlangıçta tecimsel değildi. Ancak halka bir
mesaj göndermek isteyen birisi, örneğin AT&T (American
Telephone and Telegraph Company) şirketine ücretini
ödemek koşuluyla bu şirketin işlettiği istasyondan birkaç
dakikalık yayın yapabilmekteydi.

Bu gelişme, tecimsel radyonun önünü açtı.

AT&T’nin işlettiği bir istasyon, 1923 yılında bir emlak
firmasına on dakikalık program satınca ilk tecimsel yayın
başlamış oldu.

Sonraki yıllarda tecimsel yayın ağları doğdu.

1940’ların başlarında NBC ve CBS yayın tekeli kurmuştu.
Bu dönem yayıncılığı, özellikle büyük kitlelere seslenen
eğlence programlarıyla ünlüdür.

Amerikan halkını büyük bunalımın umutsuzluklarından ve
Avrupa’da dolaşan savaş bulutlarının karamsarlığından
uzaklaştırmaya çalışıyordu. Çeşitli komediler, romantik
programlar sıkça dinleniyordu (Tekinalp, 2003: 84-5).

Ancak Amerika’da radyo yayıncılığının tecimsel olması,
devletin tümden bu alana ilgisiz olduğu anlamına
gelmemelidir.

Devlet, radyo yayıncılığına 1927’ye kadar müdahale
etmedi. Ne izin vermekte, ne de vericiler üzerinden vergi
almaktaydı.

Ancak bu “vahşi batı” atmosferi çok uzun sürmedi. Her
şeyden önce elektromanyetik dalgalar kısıtlıydı, her önüne
gelenin yayıncılık yapmasına izin verilemezdi. Nitekim
1927’de çıkarılan Radyo Yasası, artık bir verici yerleştirmek
için izin alınmasını zorunlu kıldı. Yasayla aynı zamanda
Federal Radyo Komisyonu kuruldu. Komisyon yayıncılığı
denetliyordu.


Günümüzde Amerika’daki radyo yayın ağları sadece
tecimsel değildir. Az da olsa kamusal yayıncılık vardır.
Kamusal radyolar, tüm radyo yayıncılığının ancak % 12’sini
oluşturur.
Tecimsel radyo istasyonlarının yarısından fazlası finansal
başarı için kendilerine paket program öneren danışman
şirketlere başvurur. Danışman şirketler yerel ve ulusal
beğenileri ölçecek pazar araştırmaları yaparlar. Bu
araştırmalar sonunda hangi programların, hangi saatlerde
yayınlanacağına, hangi reklamların hangi programlara
çekileceğine karar verirler.

Amerika’da yayıncılığın
tecimselleşmesinin somut ne gibi
sonuçları oldu?

Herşeyden önce programları halkın zevklerinin sınırlı
ortalamasına doğru çeken reklamın ezici ağırlığı kendisini
gösterdi.

Başka ülkelerde reklamlar, radyo programlarına yapılan bir
ekti. Gelgelelim Amerika’da programlar, reklamların
hizmetindeydi. Başat olan reklamdı, programlar reklamları
çekecek şekilde yapıldı (Jeanneney, 2006: 146-7).

Radyo reklamcılığının gelişkin olduğu Amerika’da dinleyici
ölçümleri geliştirildi. Başat amaç dinleyiciyi reklamcıya
pazarlamak olduğu için, dinleyicilerin kimlikleri, seçtikleri
programlar, dinleyici sayıları önemlidir.

Bir mühendis olan Arthur A. Nielsen, iki profesör tarafından
icat edilen ve radyo cihazına takıldığında dinleme saatlerini
ve dinlenen frekansları veren odyometre cihazını kullanır.

Dinleme ölçümlerinin sistematik gelişmesi Amerikan
tecimsel radyo tarzını derinden etkileyecektir. Programların
içeriğinin geliştirilmesi için reklam ajanslarına
başvurulacaktır (Barbier ve Bertho Lavenir, 2001: 233).

Radyo reklamlarının aşırılığı, aile derneklerinin tepkilerine
yol açmıştır. Reklam dünyası ise bu tepkilere başından beri
karşı koymuştur. Örneğin 1932’de çeşitli aile derneklerinin
yaptırdığı anket kayıplara karışmıştır (Jeanneney, 2006:
147).

Tecimsel radyo, reklamı dinleyicilerin günlük zaman
planlamalarının akışı içine sokmuştur.

Bir programın dinlenmesi günü biçimlendiren bir alışkanlık
halini alır. Reklamların en verimli şekilde idaresi için
dinleyici tutumlarına dair istatistik analizi geliştirilir.

1935’te Ohio’da genç bir üniversite üyesi, Colombia
Üniversitesi’nden Paul Lazarsfeld ile birlikte programların
yayına başlamadan önce değerlendirilmesini sağlayan bir
sistem geliştirir.

Bu sistemde test grubunun üyeleri dinledikleri programla
ilgili düşüncelerini kırmızı ve yeşil düğmelere basarak dile
getirirler. Reklam tarifelerinin hazırlanmasında bu sistem
temel oluşturur. Yöntem, daha sonra televizyona da
uygulanacaktır (Barbier ve Bertho Lavenir, 2001: 234).

Bu dönemin radyo dinleyicileri ve radyonun
etkileri ve içeriğine dair neler söylenebilir?

1930’lu yıllarda Amerika’da radyonun dinleyici üzerindeki
etkisine, Orson Welles’in “Dünyalar Savaşı” iyi bir örnektir.
Olay, 31 Ekim 1938’de meydana gelir. Amerikan halkı
uluslar arası ilişkilerin tutarsızlığı karşısında endişelidir. Bu
endişe genç Welles tarafından iyi değerlendirilir. Marslıların
Amerika’yı istilasını konu alan aynı adlı kitabı radyoya
uyarlar. Radyo tiyatrosunu iyice dramatikleştirmenin yolunu
arar. Marslıların dünyayı işgalini bir anonsla duyurur. Ancak
halk, bunu gerçek zanneder, panik yayılır, kuyruklar oluşur.
CBC radyosu bu nedenle daha sonra kendisine açılan
davalarla boğuşur. Bu program, radyonun gücünü ortaya
koyar (Jeannaney, 2006: 147-8).

Gündüzleri asıl dinleyici kitlesini kadınlar oluşturur.
Radyodaki arkası yarınlar, korkunç gerilimlerden büyük
ahlaki beceriler sayesinde kurtulan ailelerin hikayelerini
anlatır. Bu tür arkası yarınların mali destekleyicileri sabun
şirketleri olduğu için, bu dizilere soap opera denilir.
Radyonun yaygınlaşmasında soap operaların önemli
katkıları vardır.

Tiyatro eleştirmenleri, sosyologlar ve psikologlar kadın
dinleyicilerin, soap operalardaki bayan kahramanlarla
özdeşleşmesinden endişe duyarlar. Ancak soap operalar
1950’lere kadar radyonun hakimi olur (Barbier ve Bertho
Lavenir, 2001: 234-5).
Amerikan Tecimsel Radyo Yayıncılığı ve Basın
Arasındaki İlişkiler:

Amerikan radyosunda sadece eğlence yoktur, siyaset de yer
almıştır. Başkan Eisenhower, halka radyo konuşmaları yaptı.
Böylece sıradan insan ile iktidar arasında etkileşim oluştu. Bu
etkileşim aynı zamanda kamusal ve özel alanlar arasında da
kuruldu. Radyo yayını zamanla, daha önce basına bırakılmış olan
haberciliğe de girdi. Bu ise basın-radyo arasında birtakım
gerilimler oluşturdu (Barbier ve Bertho Lavenir, 2001: 236).

Aslında radyo, ilk zamanlardan başlayarak önemli olayları süratle
aktarmak için gazeteleri kullanmıştı. Ancak reklam bütçelerini
azaltan 1929 bunalımı, basın ve radyo arasındaki çekişmeyi
artırdı. Bu rekabet nedeniyle basın, bir süreliğine radyo
programlarının ayrıntılı ilanlarını kaldırma kararını aldı. 1930’ların
ortalarına gelindiğinde ise yazılı basınla anlaşmalar yapıldı:
Radyo, haber bültenlerini sınırlamaya ve dinleyicileri ayrıntıları
öğrenmek için yazılı basına başvurmaya yöneltti.
AVRUPA’DA RADYO YAYINCILIĞI

1.
2.
3.
Farklı gelişmişlik düzeyine sahip 19 Avrupa ülkesinde radyo
yayıncılığının doğduğu yıllarda şu genel eğilimler görülür:
Elektronik iletişimle ilgili düzenlemeler hemen tüm
ülkelerde 20. yüzyılın ilk 10 yılı içinde gerçekleştirilmiştir.
Ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerde radyo hızlı gelişmiştir.
Bu ülkelerdeki ticari ve sanayi kuruluşları hem bir iletişim
aracı hem de bir endüstri ürünü olarak radyoyla yakından
ilgilenmişlerdir.
Bu ülkelerin hemen tümünde amatör uğraşlar radyonun
gelişiminde etkili olmuştur.
4.
5.
6.
7.
8.
Düzenli radyo yayını yapan ilk örgütler, genellikle özel
girişime bırakılmasına karşın devletin sıkı denetiminde
kalmıştır. SSCB, Danimarka ve Finlandıya’da ise radyo
örgütleri devlet kuruluşlarıydı.
Devlet, iletişim alanını düzenlemiş ve sınırlandırmıştır.
Ülkelerin çoğunda elektronik iletişimin alt yapısı bir devlet
kuruluşu olan PTT’lerin elindedir.
1930’ların büyük bunalımında pek çok ülkede devlet,
radyo alanına doğrudan girmiştir.
SSCB’deki radyo deneyimi diğer ülkelerden farklı
gelişmişitr.
Türkiye’deki uygulama İtalya, Avusturya, Almanya,
Yugoslavya ve İsveç gibi ülkelerdekine benzemektedir. Bu
ülkelerdeki elektronik iletişim olanakları tümüyle devletin
elindedir. Yine devlet adına yayın yapma tekeli özel
şirketlere devredilmiştir. (Kocabaşoğlu, 1983:17-8).
Türkiye’de radyo yayıncılığı işlenirken bu konuya tekrar
değinilecektir

Avrupa’da yayıncılık Amerika’dakinin tersine genellikle
tecimsel değildi.

Almanya’da 1925’te eğitici yayınlar yapmaktan sorumlu
olacak bir radyo kanalı Deutcshe Welle kuruldu. Yayınların
kalitesi iyiydi ve halkın seviyesine inilmiyordu.

İtalya’daki örgütlenme de benzerdi. Devlet, 1924’te
kurulan bir şirketin çoğu hissesine sahipti. Faşistler
iktidardayken bir radyonun hakimi olmuştur. Reklam
yayınına sınırlı ve denetim altında izin verildi.

İngiltere’de yapı bir miktar özgündü. Hükümetle radyo arasında organik
bir mesafe mevcuttu. 1922’de kurulan BBC üzerinde başlangıçta hükümet
denetimi aşırıydı. Daha sonra yayıncılık özel sektöre bırakıldı fakat
hükümet doğan güçten endişe duymaya başladı. Amerika’ya gözlemciler
gönderildi ve radyoculukta baskın olan reklamın, programların sıradanlığı
üzerindeki etkileri titiz İngilizleri endişelendirdi. İngilizlere göre önemli
olan “halka istediğini değil, ihtiyaç duyduğunu vermekti. 1927 yılında on
yıl için radyo tekeli BBC’ye verildi. Devlet, kurumu satın aldı, kendi
mülkiyetine geçirdi. Almanya’da olduğu gibi vergi ve reklam yasaklandı.

İngiltere’deki yapının özgünlüğünün iki nedeni vardır. İngiltere’nin bir ada
devleti olması nedeniyle diğer Avrupa ülkeleriyle sık sık anlaşmalar
yapması gerekmesi ilk nedendir. İngiltere, Avrupa’yla frekans konularında
sık anlaşmalar yaptığı için radyo frekanslarının gelişigüzel kullanma
eğilimindeki özel sektörü devreden çıkarmış ve radyo yayıncılığını bir
kamu kurumu olan BBC’ye vermiştir. İkinci neden, radyo ve daha sonra
televizyona ulusun kültürel ve eğitsel alanda gelişebilmesi için işlev
biçilmesidir. Bu nedenle BBC 1927-1972 arasında radyo tekelini almıştır.
Tecimsel radyoya 1972’de izin verilmiştir. Ancak tecimsel radyo da ABD’de
olduğu kadar özgür değildir. Hükümet, radyo ve televizyon reklamlarının
miktarını ve içeriğini denetleyebilir (Tekinalp, 2003: 92-93).

Fransa’da ise mutlak liberalizm ve devlet denetimi
modellerinin ortası bir yayıncılık yapıldı. Başka ülkelerde
olduğu gibi Fransa’da da yayıncılığın kökeni askeriydi. İlk
verici istasyonlarından birisi Eiffel Kulesi’ndeydi ve
askerlere aitti. 1936’dan sonra eğitim yayınları artırıldı
(Jeanneney, 2006: 146-150).

1930’larda radyo dikta rejimlerinde tamamen devlet
kontrolünde propaganda yayını yaptı.
YAZILI BASIN-RADYO İLİŞKİLERİ

Yazılı basın, zaman zaman radyoyla rekabete girdi. İki
savaş arası dönemde gazetenin fiyatının artması ve
ekonomik bunalım rekabeti derinleştirdi. Basın, bu bunalım
nedeniyle radyoya çeşitli tepkiler geliştirdi. Bu konuda
zaman zaman başarıya da ulaştı. Örneğin günlük
gazetelerin satışı bittikten sonra radyoda reklam
yayınlamak gibi. Ya da Fransa’da 1930’larda saat 13.00’ten
önce radyoda haber bülteni yayını yasaktı. Bir başka tepki,
basının radyoda hissedar olma çabasıydı.

Basın ayakta kalabilmek için farklılığı yakalamaya ve
radyoyla rekabet etmeye çalıştı. Radyo taze ve akılda kalıcı
haber veriyordu. Ancak basın uzmanlaşmış yayıncılığa
geçerek buna yanıt verdi. Radyoyla rekabet edebilmek için
büyük röportajlar yaptı (Jeanneney, 2006: 159-161).
II. DÜNYA SAVAŞI’NDA RADYO

31 Ağustos 1939’da Almanya’da Polonya sınırına yakın
küçük bir kasabadaki bir radyo, Berlin’den yapılan yayınları
aktarmaktadır. Birden Polonya üniformalı altı adam
ellerinde silahlar radyoyu basarlar. Almanya’ya nefret kusan
bir bildiriyi Almanca ve Lehçe okurlar. Bu kişiler gerçekte
Polonyalı değil, Hitler’in istihbarat servisinin gizli
ajanlarıydı. Amaç Polonya’yı işgalin kılıflarını hazırlamaktı.
Goebbels bu olay üzerine “denetimden çıkan bazı
Polonyalıların baskını gerçekleştirdiklerini” açıkladı. Ertesi
sabah Hitler birlikleri Polonya’ya girdiler. II. Dünya Savaşı
böylece başlamış oldu. Bu Nazi propagandası öyküsü daha
işin başında, savaşta radyonun oynayacağı temel rolün
boyutları hakkında fikir veriyordu: Savaş, radyoların da
savaşı olacaktı.

Radyonun savaşta askeri birliğe bedel olacak kadar güçlü
bir araç olduğuna inanıldı. Savaşta radyonun böylesine
güçlü bir araç olacağına yönelik inancı önceleyen çeşitli
yayınlar bulunmaktaydı.

Bunlardan en ünlüsü Serge Tchakhotine’in 1939’da basılan
Siyasi Propaganda Yoluyla Kitlelerin Irzına Geçilmesi isimli
kitabıdır. Kitap, Pavlov’un köpek deneylerinin propaganda
ve kamuoyuna uygulanmasıydı. Belli ölçülerdeki
güdümlemenin halkta otomatik tepkilere yol açtığını
varsaydı. Bu düşünür, aslında Gustave Le Bon’dan
etkilenmiştir. Le Bon, Kalabalıkların Ruhu adlı eserinde,
kalabalıkların ruhunun kalabalıkları oluşturan bireylerden
farklı olduğunu yazmıştır. Kalabalıkları etkileyen güçler
olarak radyo ve basının düşünülmesi bu koşullarda daha iyi
anlaşılabilir.

Radyoya yönelik bu güçlü etki anlayışı askerler, siyasetçiler
ve kamuoyu tarafından paylaşılmıştı.

Çin’e saldıran Japonlar halka açık yerlere hoparlörler
yerleştirip yayın yaptılar (Jeanneney, 2006: 167-9).

Türkiye’deki yöneticiler de radyonun gücünün farkına
varmış olacak ki kamusal yerlere hoparlörler koydurarak
yayınlar gerçekleştiler (Öztürk, 2006).

İtalya, 1935’te Etiyopya’yı işgal etmişti. Milletler Cemiyeti
yarımadaya ekonomik ambargo uygulamaya karar verdi.
İtalya buna karşı koymak için Arapça dahil 10 dilde yayın
yapacak güçlü vericiler yerleştirdi (Jeannaney, 169-170).

Goebbels, “radyo sayesinde, rejimin her türlü isyan
düşüncesini ortadan kaldırdığını” söylemekteydi. Ona ve
Hitler’e göre “savaş zamanında, sözcükler birer silahtır.”

Bu nedenle ülke içinde ucuz radyo alıcıları temin edildi.
Birkaç yıl içinde, sadece Alman Propaganda Bakanlığı’nın
mesajlarını alabilen frekansta transistorlu radyoları
yaygınlaştırdılar. Halk, sadece merkezden yayılan iletileri
dinleyebiliyordu.

Bu dönemde ayrıca Goebbels, “en iyi Nazi militanlarını,
radyolarının ses ayarını yükseltmeye ve propaganda
yayınları yapılırken pencerelerini açık bırakmaya teşvik
ediyordu.” Bu, bir çeşit Japon hoparlörünün Alman
varyasyonuydu.

Sovyetler Birliği’ndeki radyo ise Almanya’ya göre daha
etkisizdi. Fakat Hitler 1941’de Sovyetlere savaş açınca,
Stalin’in ilk aldığı kararlardan birisi işgal tehlikesi altındaki
bölgelerin halklarına radyo alıcılarını en yakın polis
karakoluna teslim etmelerini dayatmak oldu (Jeanneney,
2006: 173-4). (Bu durumu PKK’nın teröristlerin elindeki
radyoları toplama uygulamasına benzetebiliriz. Teröristlere
yönelik af mesajlarına teröristlerin erişimini engellemek için
bir yoldur bu.) Karara uymayanlar ölüm cezasıyla tehdit
edildi.

Daha sonra Sovyet propagandası iki özgün buluştan
yararlandı. Birisi Japonlardan esinlenerek bulundu:
Saldırılar sırasında düşman hatlarına yayın yapan
hoparlörler yerleştirildi. İkinci özgün buluş ise Alman
askerlerinin yakınlarına seslenmekti. Radyoda özellikle esir
listeleri okunuyor, bu da endişeli aileleri Almanca yayın
yapan Sovyet yayınlarını dinlemeye itiyordu (Jeanneney,
2006: 174).

Savaş sırasında BBC, gerçeği aktarma yönelimli yayın
yaptı.

Amerika’da ise savaş öncesi uluslar arası bir radyo yayını
yoktu. Radyo, Roosevelt’e göre iyi bir demokratik araç
olabilirdi. Propaganda fikri onu rahatsız ediyordu.
Gelgelelim 1941 Pearl Harbour baskını Roosevelt’in bu
düşüncelerini değiştirdi. 1942’de kurulan Savaş
Enformasyon Ofisi, bugün Amerika’nın Sesi adıyla
bildiğimiz radyonun öncüsüdür. Ana fikir, etkili cevap
verebilmek için başka radyoların iyi dinlenmesi gerektiğiydi.

Kısaca bu dönemde radyo savaşları, cephede yürütülen
savaşların başarısını etkiledi. Örneğin tarihçi Asa Briggs’e
göre Fransa’nın yenilgisinde radyo yayınlarının büyük
katkısı olmuştur (Jeanneney, 2006: 179).
SAVAŞ SONRASI RADYO YAYINCILIĞI

Savaş sonrasında ABD’de televizyon yayıncılığı, halkın
radyoya olan rağbetini düşürdü. Radyo ise program
formatlarını değiştirdi, daha uzmanlaştı.

Avrupa’da ise radyo yayıncılığında devlet tekeli savaş
sonrasında devam etmekteydi. Özgürlük, çeşitlilik savaş
öncesinden başlayarak gerilemişti.

Buna karşın Batı Avrupa ülkelerinde televizyonun önemli bir
siyasi ve toplumsal araç olması 1960’ların başına kadar
mümkün olmadı. Bu nedenle 1945-1960 yılları tüm Avrupa
ülkelerinde radyo yayıncılığı son derece parlak geçti
(Jeanneney, 2006: 236-7).

Dolayısıyla bu yıllarda Amerika’da radyo yayıncılığı ve
dinleyiciliği gözden düşüp tv öne geçerken, Avrupa’da
radyo parlak dönemini devam ettirmekteydi.

1948’de ABD’de transistorlu radyonun icadının asıl
sonuçları 60’larda ortaya çıktı. Sistem asıl yaygınlaşmasını
bu yıllarda gerçekleştirdi. Transistorlu radyo alıcılarının
maliyeti düştü, boyutları küçüldü. Tek bir aile radyosundan
çok sayıda transistorlu radyoya geçildi.

Transistorlu radyo, yeni açılımlar yarattı. Cezayir’deki
Fransız askerleri ellerindeki transistorlu radyolar sayesinde
Fransa’da konuşma yapan cumhurbaşkanları De Gaulle’yi
dinlediler. İktidar ile çevredeki askerler arasındaki bağlantı
böylece kuruldu. Bu rolün benzeri 1968 öğrenci
ayaklanması sırasında radyonun öğrencilere şehir
stratejileri konusunda verdiği bilgilerle de sağlanmıştı.

Bu yıllarda radyo dinleme alışkanlıkları yavaş yavaş değişti.
Akşamları televizyon (çünkü sadece akşamları yayın
yapıyordu), gündüzleri radyoya aitti. Televizyonun radyoyu
asıl tehdit ettiği yıllar 60’larda başlayacaktı.
ÖZGÜR RADYOLAR

1960’larda özellikle Avrupa’da özgür radyolar ortaya çıktı.
Bu radyoların kökeni, 1960’da Hollanda kıyılarında
Flamanca yayın yapan Radio Veronica’ydı. 1964’te ise
İngiliz kıyılarında bir yük gemisinden Radio Carolina yayına
başladı. 15 yıl yayın hayatı süren bu radyo Beatles
müziğinin yapılmasına katkı yaptı.

İtalya’da özgür radyo kavramı 1968-9 yıllarına doğru
doğdu. Sicilya’da yurttaşların karşılaştıkları haksızlıkları
halka açıklayan gizli radyo yayını yapılıyordu. Bu radyolar
İtalya’da asıl olarak 1975’ten sonra gelişti. İtalya’da ortaya
çıkan tüm protesto hareketleri kendilerini yeni radyolarda
ifade ettiler: Feministler, işsizler, evsizler, askerlik karşıtları,
eşcinseller gibi. Ticari radyolar da yaygınlaştı. Ancak özgür
radyo ile ticari arasında bir fark vardı: Özgür radyolar daha
siyasiyken, ticari radyolar pornografikti.

1970’lerin sonlarından başlayarak iki büyük tartışma özgür
radyo bağlamında önce çıktı: Frekanslar ve reklam.
Frekansların sınırlı bir kaynak olması nedeniyle dağılımını
düzenleme üzerinde duruldu. Bu nedenle Yüksek Kurullar
kuruldu.

Özgür radyolarda reklama izin konusu da tartışmalıydı.
Çoğu kişi bu radyoların pazar baskılarından uzak
tutulmaları ve dinleyicilerin destekleriyle varlıklarını
sürdürmeleri gerektiğini savundular. Başkaları bunun bir
çelişki olduğuna inandılar: Reklama izin verilmezse bile
yine de reklam yapılacaktı. Sonuçta reklam alma bir
zorunluluk haline geldi. Örneğin Fransa’da devletin özgür
radyolara vermeyi öngördüğü yardım bu radyoları
yaşatmaya yetmezdi. 1984’te reklama evet dendi.
RADYO YAYINLARININ DÖNÜŞÜMLERİ
 Savaş sonunda Amerika’daki evlerin % 93’ünde radyo
vardı. Ancak büyük şirketler yatırımlarını televizyona
yönlendirir. Programlarda değişiklik görülür. Kurgulu
programlar, radyo oyunları, komediler ve çok sayıda
yarışma programı televizyona kayar. Radyo, müzik yayını
yapan bir araç olur.

Radyonun geliri 1950-1953 arasında durgunluğa uğrar.

Radyo, bu duruma karşı bölgeselleşerek yanıt verir.
Bölgesel radyolar çoğalır. İkinci dönüşüm frekans
değişikliğiyle yaşanır. FM alıcılar çoğalır ve transistorun de
icadı ve yaygınlaşmasıyla gençler arasında rock müziği
yaygınlaşır. Radyo, bireyselleşir.

Radyo yayın iki Pazar etrafında örgütlenir. Bir tarafta büyük
ağların ulusal çapta yaptığı uyarlamalar vardır. Diğer tarafta
da müziğin egemen olduğu bölgesel radyolar.

1995’te Oklahoma’daki federal bir binaya saldırı olur. Bu,
Amerika’da radyonun keşfedilmesinde dönemeç olur. Ultrakısa dalga istasyonları kamuoyu tartışmasının merkezine
oturur. Düşük maliyette ve işletilmesi kolay olan bu
istasyonlar kısa dalgalardan ve internet’ten sivil itaatsizlik
çağrıları yapar. Bomba reçeteleri dağıtan saldırgan gruplar
radyodan yararlanır. Aynı dönemde yerel radyo istasyonları
saldırıdan hemen sonra halkın ve büyük haber kurumlarının
başlıca haber kaynağı olur. Bu, radyo yayınlarının
kamuoyunu oluşturan kamusal alanı yaratmaya devam
ettiğini gösterir (Barbier ve Bertho Lavenir, 2001: 350351).
RADYO VE DEVRİMLER

Radyo, ucuzluğu, kolay işletimi, alıcı cihazların taşınmasının
kolaylığı açısından dünyanın en demokratik iletişim
araçlarından birisidir.

Radyonun bu yaygınlığı kriz dönemlerinde radyoyu öne
çıkarmıştır:

Örneğin 1968’de Varşova Paktı askerleri Prag Baharı’nın
bastırmak için Çekoslovakya’ya girmişler, radyo bir direniş
unsuru olarak ortaya çıkmıştır.
1973’de Şili’de Pinochet darbesine karşı direnenler seslerini
radyoda duyurmuştur.
Doğu Avrupa’da Hür Avrupa ve Amerika’nın Sesi radyoları
Berlin Duvarı’nın yıkılmasına kadar olan süreçte çok etkili
olmuştur. Radyo, basından ve televizyondan daha uzak
mesafelere seslenmiştir.



Radyonun bu etkililiği nedeniyle hükümet darbelerinde ilk
ele geçirilen kurumlardan birisi radyo olmuştur (Tekinalp,
2003: 73). Örneğin Türkiye’de 1960, 1971 ve 1980 askeri
darbelerinde ilk ele geçirilen kurumlardan birisi radyo
olmuştur.

Radyolar bir çok toplumsal olayda öne çıkmıştır. 1961’de
Cezayir’deki darbe askerler tarafından radyo aracılığıyla
hemen öğrenilmiştir. Askerler, bu darbeye karşı çıkmışlardır.
RADYO ÇERÇEVESİNDE KÜLTÜR TARTIŞMALARI

Yirminci yüzyılın başlarında basın ve sinemanın gelişimi ve
radyonun doğuşuyla birlikte aydınlar “kültür” merkezli
tartışmalar yapmışlardır. Bu tartışmalar “kitle kültürü”,
“kültür endüstrisi”, “popüler kültür”, “kitle medyası” gibi
kavramlar çerçevesinde geçer.

Gerek muhafazakar gerekse sol aydınlar radyo gibi kitle
iletişim araçlarının basit birer popüler eğlence aracı
oldukları gerekçesiyle eleştirilerini sıralarlar.

Bir kısım aydın ise eğlenceyi kutsar, tüketimci değerleri öne
çıkarır. Dolayısıyla bu ikinci gruptaki aydınlar radyo gibi
iletişim araçlarına olumsuz eleştiri yöneltmezler, tersine bu
araçları överler.

Radyoya olumsuz eleştiriler yöneltenlerin en önemli nedeni,
radyo içeriğinin aydınlar dışından belirlenmesi ve popüler
eğlencenin dar bir reklamcılar kadrosu tarafından
belirlenmesidir.

Diğer yandan aydınlar kültür üretiminin mekanikleşmesinin
fikir ve sanat eserlerinin doğasını değiştirdiğine
inanmaktadırlar. Elit kesimler, o zamana kadar kendilerine
yönelik olan eğlence biçimlerinin radyoda bayağılaşmasına,
popülerleşmesine karşı çıkarlar.

Radyoya eleştiri getirenlerin temel iddialarının ondokuzuncu
yüzyılın sonlarına giden kökleri vardır. Bu iddiaya göre halk,
kontrol edilemez iştahlılardan oluşan bir kitledir. Kitleyi
denetlemesi gerekenler eğitimli, bilge bir azınlıktır.

İçinde radyonun da yer aldığı yeni kitle iletişim araçlarına
eleştiri getirenler iki gruptan oluşuyordu.

İlk grup, muhafazakar, aristokratik değerleri benimsemiş
aydınlardı.

İkincisi ise modern endüstriyel kültüre eleştiriler getiren
radikal eleştirmenlerdir. Yeni kültürü üreten araçları
destekleyen ise çok farklı çevrelerden gelen aydınları
kapsıyordu.

Muhafazakar eleştiri yapanlardan en önemlisi Ortega y
Gasset’dir. Gasset, 1930’da yayımlanan Kitlelerin İsyanı
kitabında kapitalistlerin ve devletin cesaretlendirdiği, kendi
çıkarından başka bir şeyi düşünmeyen, rahatına düşkün “içteki
barbarlar” sürüsünün gelişmiş kültürü tehdit ettiğini savunur.
Çocuksu zevklere sahip kalabalıklar kendi zevklerini seçkinlere
dayatmakta, yüksek kültürü kitle pazarına çekmektedir.

Yüzyılın başından itibaren özellikle oy hakkı uygulamasının
yaygınlaşmasının kalabalıkların güdülenmesi konusunu
aydınların ilgi odağına çektiği muhakkaktır. Fransız psikolog
Gustave Le Bon, telkinin bireylerin makinelere çevirdiğini
yazmıştır.

Radikal aydınlar da kitle kültürü karşısında eleştirel
konumdadır. Frankfurt Okulu çevresinde toplanan Theodor
Adorno, Max Horkheimer ve Walter Benjamin gibi
düşünürler Amerikan pozitivist araştırmalarına uyum
sağlamazlar. Örneğin Paul Lazarsfeld, Adorno’yu radyoda
müzik programlarının kültürel etkileri üzerine bir araştırma
projesine ikna edemez. Adorno’ya göre sorgulanması
gereken öncelikle kültür kavramının kendisidir.

1940’lı yılların ortalarında Adorno ve Horkheimer kültür
endüstrisi kavramını yaratırlar. Kültürün bir meta olmasını
analiz ederler. Büyük kapitalist örgütlenmelerin seri ve
standart kültür üretimine karşı çıkarlar. Radyo da kültür
endüstrilerinden birisidir. Bu tür kültür endüstrileri işçi
sınıfına yanlış bilinç vermeye ve onları edilginleştirmeye
yönelik işlev görürler. Kitle eğlenceleri aşkınlık yerine seçim
tercihi yanılgısına yol açar. Sanatın mekanikleştirdiğini
belirtirler. Bir eserin çok sayıda nüshası yerine özgün olan
tek ve ilk nüshasının değerli olduğunu vurgularlar. Sanat,
çoğul ve yaygın olanı değil, biricik ve ilk olandır.

Kitle tüketimine yönelik eleştiriler İngiliz yazar George
Orwell’da da görülür. Kitle tüketimine ait totaliter bir
dünyayı eleştirir Orwell. George Orwell gibi birçok Avrupalı
düşünür için Amerika mekanik, yüzeysel ve kültürel
köklerden yoksun kültürü temsil eder.


Kitle tüketimini, eğlencesini olumlayanlar da vardır. Onların
bazılarına göre, kitle eğlencesi, sanayileşmenin ve şehir
yaşamının olumsuzluklarından kurtulmanın bir yoludur.
Sorun, işçi sınıfının kar amacıyla manipüle edilmesi değildir.
Kitle kültürü, kendini çalışma yaşamında ifade
edemeyenlerin korkularına, acılarına, neşelerine tercüman
olur.
Bu tür düşüncede olan düşünürlerin bir kısmı sıradanlığı
över, kitlelerle ittifak yapmanın gerekliliğinden bahsederler.
Halka onu eğitmek dışında bir amaçla gitmenin gerektiğini
savunurlar. Halkı sadece dinlemek amacıyla halka
gidilmelidir. Kitlelere siyasi eğitimden çok gündelik hayat
için ilgi duyarlar. Spor, sinema, radyo gibi kitle
eğlencelerinin övgüsünü yaparlar. Bazıları radyo ve sinema
gibi araçların halklar arasında köprüler kurduğuna,
demokrasiyi geliştirdiğini savunurlar. Ticari eğlencelerde
suçlanacak bir şey yoktur onlara göre. Örneğin diziler
kadınlara başka bir dünya sunar. Yeni eğlence kültürü
olumlu görülmelidir.
TÜRKİYE’DE RADYO
İlk Yayın Deneyleri
 Başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de radyo yayınlarını
ilk gerçekleştirenler amatörler olmuştur. Avrupa ile
Amerika’daki amatör radyoculuk farklı biçimlerde
uygulanmıştır. Avrupa’da amatör radyoculuk alıcı yaparak
çeşitli radyo istasyonlarını dinleme anlamına gelirken,
ABD’de radyo amatörünün küçük çapta bir radyo istasyonu
ile yayın yapması anlamına gelmektedir. Türkiye’deki
amatör radyo Avrupa’dakiyle aynı anlamdadır. Piyasadan
gerekli araçları satın alarak basit bir alıcı yapmak ve
yayınları izlemek radyo amatörlüğü olarak algılanmıştır.
Bu durum doğaldır, çünkü radyo Türk toplumunun yapısı içinde ve
o toplumun dinamiklerine bağlı olarak ortaya çıkan bir teknoloji
değildir. İletişim aracı olarak radyoya gereksinme duyacak
örgütlenme, ticaret, ulaştırma vb. toplumsal kurumlar
gelişmemiştir. Bu nedenle radyoyu üretecek bir sanayi de yoktur.
Diğer yandan yayın yapmak ve verici kurmak devlet tekelindedir.
Bu tekel daha sonra özel bir şirkete devredilse de tekel fiilen
yürürlüktedir. Böyle bir ortamda amatör olarak verici kurmaktan
söz edilemez.
 Telsiz telefonun (radyo) Türkiye’ye girişi telsiz telgrafın türevi
biçiminde olmuştur. Kurtuluş Savaşı sırasında iletişim alanında
büyük bir eksiğin olduğu görülmüştür. Bu boşluk öncelikle telsiz
telgrafla doldurulmuştur. Bu amaçla 1925’de “Telsiz Tesisi
Hakkında Kanun” çıkarılmıştır.
 Kanun çerçevesinde telsiz telgraf istasyonları kurmak için ihale
açılmıştır. İhaleyi Fransız T.S.F firması kazanmıştır. 1927 yılında
telsiz telgraf vericileri hizmete açılmıştır. Vericilerden ikisine radyo
yayını yapacak donanım da eklenmiştir. Türkiye’de 1927’de
başlayan radyo yayıncılığı bu donanımlar üzerinden yapılmıştır
(Kocabaşoğlu, 1983: 8-10).

Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi
 6 Ocak 1926’da hükümetçe TTTAŞ’nın kuruluşu onaylanmış
ve bu şirkete 10 yıl süreyle radyo yayını yapma izni
verilmiştir. Şirket, Türkiye içinde verici istasyonların
kurulup işletilmesiyle de uğraşacaktır. Şirket sermayesi, İş
Bankası, Anadolu Ajansı ve Falih Rıfkı, Cemal Hüsnü ve
Sedat Nuri beyler tarafından konmuştur. TTTAŞ tamamen
ulusal bir şirkettir. Verici istasyonları kurma yetkisinin
Fransız şirketine verilmesi bu gerçeği değiştirmez
(Kocabaşoğlu, 1983: 13-14).

Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunda radyo işletmeleri
de özel şirketlere devredilmiştir. Bunun Türkiye’de
radyonun özel bir şirkete devredilmesinde etkisi olabilir.
Yanı sıra program türleri, biçimleri, söz ve müzik
yayınlarının dağılımında da Avrupa’daki deneyim Türk
radyoculuğu üzerinde etkili olmuştur.

Ancak Kocabaşoğlu’nun savunduğuna göre buna Türk
toplumsal yapısı ve özellikleriyle ilgili iç belirleyicileri de
katmak gerekir. Hatta, iç dinamikler dış dinamiklere göre
Türk radyoculuğunu daha fazla biçimlendirmiştir. 1926’da
yayın tekelinin TTTAŞ’ne verilmesi, Avrupa’ya benzemek
yerine, devletin o günkü olanakları, iletişim ve ulaştırma
alanında başka özel şirketlerin bulunmaması gibi faktörlere
bağlıdır.
1926-1936 DÖNEMİNDE TÜRKİYE’DE
RADYO
Devlet ile TTTAŞ İlişkileri:
 Radyonun ilk yıllarında tüm ülkelerde genel eğilim olan
devletin radyo yayıncılığındaki sıkı gözetimi Türkiye için de
geçerlidir.
 Türkiye’ye radyonun girişine siyasal çevrelerden karşı
çıkanlar olmuştur. Karşı çıkmalarının başlıca gerekçesi
teknik eleman olmaması ve toplumun geriliği nedeniyle bu
yeniliği hazmedemeyeceğidir. Ancak Atatürk’ün bastırması
ile radyo yayınları başlamıştır. İsmet Paşa da bu konuda
Atatürk’le aynı görüştedir.

TTTAŞ’nin devletin izniyle yayına başlaması devlet denetimi
dışında olmayacağı anlamına gelmektedir. Aslında denetim baştan
sağlanmıştır, çünkü şirket sermayesi İş Bankası ve Anadolu Ajansı
yanı sıra siyasi iktidara yakın kişilerden kuruludur. Böylece “devlet
kendisi doğrudan yapmak istemediği bir hizmeti özel fakat
güvenilir bir şirkete yaptırmayı amaçlamış”tır. Bu durum devletin
de işine gelmektedir, çünkü devletin mali olanakları son derece
sınırlıdır (Kocabaşoğlu, 21-23).

TTTAŞ’nin gelirleri ruhsatiye ücretleridir. Abonelerden ruhsat
bedellerini PTT almakta, şirket bu işe aracılık etmektedir. Bir
başka gelir kaynağı, yeni alıcı fiyatının yüzde 25’inin damga resmi
vergi olarak verilmesidir. Her iki gelir kaynağı da alıcı ve abone
sayısına bağlıdır. Şirket gelir sorunu yüzünden sık sık mali
bunalım geçirmiştir. Bu nedenle devlet, zaman zaman şirkete
yardım etmiştir.

Siyasal iktidar 1930 yılından sonra radyoyla daha yakından
ilgilenmiştir. Ancak devletin bu yardımlarına karşın TTTAŞ birkaç
yıl hariç devamlı zarar etmiştir.