PowerPoint Sunusu

Download Report

Transcript PowerPoint Sunusu

POZİTİF HUKUKUN AYRIMLARI
Hukuku önce iç hukuk; sonra da dış hukuk
ayrımına uyarak inceleyeceğiz. Bu hukuk
kuralları, bir toplumda veya toplumlar
arasında yürürlükte bulunan hukuku da
ifade eder.
I. İç Hukukun Ayrımları
A. Kamu Hukuku
Kamu hukuku, devletin kuruluşu ve işleyişi
ile ilgili Hukuk kurallarının bütünüdür.
Bunlar 1) Maddi Hukuk Kuralları: a) Anayasa
Hukuku, b) İdare Hukuku, c) Ceza Hukuku, d)
Mali Hukuk'tur.
2) Biçimsel Hukuk Kuralları: a)Ceza
Yargılama Hukuku b) Anayasa Yargısı
ve İdarî Yargı Hukuku'dur. Medenî
Yargılama Hukukunun karma bir
nitelik taşıdığı genellikle kabul
edilmekle birlikte İş Hukukunun
Kamu Hukukuna mı yoksa Özel
Hukuka
mı
girdiği
konusu
tartışmalıdır.
1. Maddi Hukuk Kuralları
a. Anayasa Hukuku
aa. Türk Anayasa Hukukunun Gelişimi
Anayasa, bir devletin siyasal kuruluş
düzenini gösteren kanundur. Bu düzeni
ve yasayı açıklayan hukukun adı da
Anayasa Hukukudur. Günümüzde
yürürlükte olan Anayasamız 2702
sayılı, 7.11.1982 tarihli Anayasadır.
bb. Yazılı Anayasa –Yazılı Olmayan
Anayasa
Anayasalar, yazılı olan ve yazılı
olmayan anayasalar diye bir ayrıma
tabi tutulur. Yazılı olmayan anayasalar
örf ve adet ile teamüle (öteden beri
olagelen davranışlara) dayanır. Yazılı
anayasalar monarşik devlet
sistemlerinde ya yalnız monark
tarafından yapılıp yürürlüğe konur;
buna “ferman” denir.
Monarkın, halkın da devlet yönetimine
ağırlığını koyduğu devrelerde, halk meclisleri
ile ortaklaşa hazırladığı Anayasa metinleri
ortaya çıkarılır. Bunlara da “misak”adı verilir.
Örneğin “Kral Yurtsuz Jan’ın asiller lehine
haklar tanıdığı Magna Carta Libertatum bir
misaktır.
cc. Yumuşak ve Sert Anayasalar
Anayasalar yumuşak anayasa ve sert
anayasa olarak başka bir ayrıma tabi tutulur.
Yumuşak anayasa, yürürlükteki diğer
kanunlardan farkı olmayan kanun metnidir.
Sert anayasa ise, sıradan kanunlardan
üstünlüğü olan Anayasadır.
Hiçbir kanun hükmü Anayasaya aykırı olamaz
(AY m. 11). Bir kanunun Anayasaya uygun
olup olmadığını denetlemek üzere Anayasa
Mahkemesi kurulmuştur (AY m. 146–153). Bu
mahkemenin 37.1964 tarihinde verdiği
kararda (64, 22/54 sayı) Anayasa
Mahkemesi, Anayasanın üstünlüğü ilkesi
gereğince, iki kanundan birisinin
uygulanması gereken hallerde kanun
hükmünü değil, Anayasa hükmünü uygular.
Sert anayasa değişmez bir kanun demek
değildir. Yalnız, değiştirilmesi diğer
kanunların bağlı olduğu yöntemden daha
farklı biçimde gerçekleşir.
Anayasanın 175. maddesine göre,
Anayasanın değiştirilmesi diğer
kanunlardan farklı olarak, meclis
üyelerinin 1/3 ünün yazılı önerisiyle,
iki defa görüşülerek, üye
tamsayısının 3/5 çoğunluğu ve gizli
oylamayla mümkündür. Anayasayı
değiştirecek organ da sıradan organ
değil, değiştirme organıdır.
dd. Anayasayı Yaratan Organ
Anayasayı hazırlayacak meclisler
kurucu meclis şeklinde toplanabilir. Bu
meclis işler, genel olarak bir siyasî
rejimin son bulmasından sonra yerini
başka bir siyasî rejimin alması üzerine
yeni devlet düzenini belirlemek üzere
toplanır.
ee. Türk Anayasası’nın Temel Özellikleri
Anayasa, devletin kuruluşunu gösteren
temel kanundur.
Klasik anayasalar, devletin kuvvetler
ayrılığı ilkesine dayanan organlarını
düzenler. Bunlar, yasama görevini
yapan yasama organı; kanunların
yürütülmesini sağlayan yürütme organı
ve
kanunların
uygulanmasından
çıkacak uyuşmazlıkları çözecek olan
yargı
organıdır.
Yargı
organını
mahkemeler (AY m.138 vd.), yürütme
organını Cumhurbaşkanı ve hükümet
(AY m. 101vd), yasama organını da
TBMM (AY m.75 vd.) oluşturur.
Yeni Anayasamızda, bir bakanın
milletvekili
olması
koşulu
aranmamış; dışarıdan bir kişinin de
bakan olabileceği kabul edilmiştir
(AY m.112/IV). Yargı organı da
yürütme organının denetiminden
çıkarılarak Hâkimler ve Savcılar
Yüksek
Kurulunun
denetimine
konmuştur (AY m.159).
Anayasamızda Devletin temel nitelikleri şu
şekilde belirlenmiştir:
BİRİNCİ KISIM
Genel Esaslar
I Devletin şekli
MADDE 1 – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
II Cumhuriyetin nitelikleri
MADDE 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun
huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve
sosyal bir hukuk Devletidir.
III Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı,
millî marşı ve başkenti
5. Vergi Hukuku Yaptırımları
Anayasa'nın 73. maddesi “Herkes, kamu
giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne
göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi,
resim ve harçlar ve benzeri mali yükümler
ancak kanunla konulur” hükmünü
koymuştur. Vergi yükümlülüğünü yasa
hükümlerine göre yerine getirmeyen
yükümlü hakkında 04.01.1961 tarih ve 213
sayılı Vergi Usul Kanunu 331'inci
maddesine göre vergi kaybı (vergi zıyaı)
cezası ve usulsüzlük cezaları ile diğer
cezalarla cezalandırılırlar.
HUKUK BİLİMİNİN AYRIMLARI
§8. Hukuk Biliminin Ayrımları
I. Genel Olarak
Hukuk kuralları bir toplumu yöneten ve
yaptırımı devlet gücü ile sağlanan
kuralların bütünüdür; Medenî Hukuk,
Ticaret Hukuku, Ceza Hukuku gibi.
Bunlara “pozitif Hukuk kuralları” da
denir.
MADDE 3 – Türkiye Devleti, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili
Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay
yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.
IV Değiştirilemeyecek hükümler
MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki
Devletin
şeklinin
Cumhuriyet
olduğu
hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki
Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi
hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi
teklif edilemez.
V. Devletin temel amaç ve görevleri
MADDE 5. – Devletin temel amaç ve
görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve
bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak,
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk Devleti ve
adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette
sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve
manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.
VI. Egemenlik
MADDE 6. – Egemenlik, kayıtsız şartsız
Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın
koyduğu esaslara göre, yetkili organları
eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette
hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa
bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet
yetkisi kullanamaz.
VII. Yasama yetkisi
MADDE 7. – Yasama yetkisi Türk
Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.
VIII. Yürütme yetkisi ve görevi
MADDE 8. – Yürütme yetkisi ve
görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar
Kurulu tarafından, Anayasaya ve
kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir.
IX. Yargı yetkisi
MADDE 9. – Yargı yetkisi, Türk Milleti
adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.
X. Kanun önünde eşitlik
Madde 10.– Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç,
din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek: 7.5.2004-5170/1 md.) Kadınlar ve
erkekler eşit haklara sahiptir .
Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlüdür. (Ek: 7/5/20105982/1 md.) Bu maksatla alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak
yorumlanamaz.
(Ek: 7/5/2010-5982/1 md.) Çocuklar,
yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife
şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve
gaziler için alınacak tedbirler eşitlik
ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa
imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
MADDE 11. – Anayasa hükümleri, yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri
bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
b. Genel Kamu Hukuku (Devlet Hukuku)
aa. Genel Kamu Hukukunun Konusu
Genel Kamu Hukukunun konusunu
devlet olgusu ve devlet karşısında
kişilerin hakları özgürlükleri, devlet
otoritesinin kaynakları, devletin temel
unsurlarının
neler
olduğu
oluşturmaktadır.Genel Kamu (Devlet)
Hukukunun öznesi, devletlerdir.
bb. Devlet Kavramı ve Devletin Unsurları
Yeni çağlarda devleti açıklamaya
çalışan öğretilerin çeşitli görüşleri
vardır. Liberalizm, faşizm, sosyalizm
gibi akımlar, devleti türlü yönlerden
inceler ve tariflere varır. Bunların
ayrıntıları Genel Kamu Hukuku –Devlet
Teorileri derslerinde incelenmektedir.
Çeşitli öğretilere göre tanımlanabilen
devletin belli başlı unsurları şunlardır :
aaa. Ülke
Ülke, sınırları belli ve üzerinde insan
topluluğu bulunan maddi dünya
parçasına denir. Bu parçanın kapsamına
kara ülkesi girdiği kadar deniz ve hava
ülkesi de girer. Devlet güvenliğinin
sağlanması amacıyla kıyıdan itibaren
belli genişlikte kabul edilen su şeridi,
karasuları olarak adlandırılır. Önceleri
her devletin karasuları kıyıdan itibaren 3
mil olarak kabul edilmekte iken, zamanla
bazı devletler bu mesafenin 6 hatta 12
mil olduğunu ileri sürmüşlerdir.
bbb. İnsan Unsuru (Halk, Ulus)
Devletin insan unsurunu halk ya da
ulus
olarak
adlandırılan
insan
topluluğu oluşturur. Kural olarak ulus,
ülke, dil, din, kültür birliği gibi
etkenlerle
kendisini
diğer
toplumlardan farklı bulan insan
topluluğuna denir. Ancak günümüzde
bu
anlayış
değişmiş
kültürel
birliktelik
ön
plana
çıkmaya
başlamıştır.
ccc. Egemenlik
Egemenlik, toplumun içinde örgütlenmiş
olan siyasî kudret ve hâkimiyeti, devletin
egemenliğini oluşturur. Yalnız devlet
egemen olabilir. devlet egemenliği, dışa
karşı bağımsızlığı; içeride de uyruklar
üzerinde devlet kudretini kullanmayı,
hukuk düzenine göre toplumu yönetmeyi
ifade eder.
c. Ceza Hukuku
aa. Genel Olarak
Ceza hukukunda ilkel devirlerden ve ilk
çağlardan sonra ulaşılan orta çağlarda
Avrupa Ceza Hukukunun gelişiminde
Roma Ceza Hukukunun etkisi büyük
olmuştur. Bugünkü ceza hukuku klasik ve
pozitivist ekollerin ve bunları uzlaştıran
düşüncelerin genel çizgilerine
dayanmaktadır. Yani, bir taraftan manevi
sorumluluk (kusur) esası, diğer taraftan
da suçlunun kişiliğini göz önünde
bulundurarak cezanın belirlenmesinde
yargıca geniş takdir yetkisi tanınması;
cezanın kişiselleştirilmesi ilkesi kabul
edilmiş ve bunun sonucu olarak, kusurlu
kimseye suçu oranında, kişiliği de göz
önünde tutularak bir ceza verilirken,
suçun önlenmesi için de güvenlik
tedbirleri getirilmiştir. Suç kavramı
kanun koyucunun bir buluşu olmaktan
çıkarılmış, suç sayılacak eylemler
kriminolojinin (suç bilimi) konusu
olmuştur. Kriminoloji: suç psikolojisi,
suç sosyolojisi, suç biyolojisi gibi ana
bölümlere ayrılmıştır. Bundan başka,
adli tıp, adalet psikolojisi gibi, yardımcı
bölümleri de vardır.
bb. Cumhuriyet Öncesi Dönem Ceza
Hukuku
Türk toplumu İslam Dinini kabul ettikten
sonra ceza hukuku kuralları da bu dinin
ceza kuralları olmuştur. Ceza Hukukuna
Ukubat adı verilir.
Şeriat Hukukunda Suçlar:
A) İnsana karşı işlenen suçlar,
• Katil suçu (cinayet'ün nefis),
• Yaralama (cerh).
B) Allah'a karşı işlenen suçlar:
Bunlar Kur'anda gösterilmiş olup,
* İslam dinini bırakma (irtidat),
* Zina yapmak ya da bu konuda
iftirada (karalamada) bulunmak,
* Şarap içmek ve
* Hırsızlık yapmaktır.
İslam Hukukunda suç olarak
gösterilmemekle birlikte, kişi ve kamu
yararına aykırılık oluşturan suçlar; bunlar
da taziren cezalandırılır.
Bütün bu suçların cezaları:
1) İnsana karşı işlenen suçlar için kısas
ve diyet;
2) Allah'a karşı işlenen suçlar için had;
3) Tazir cezaları ise azarlama ve
uyarmadan ölüm cezasına kadar giden
yaptırımlardır.
cc. Cumhuriyet Dönemi Ceza Hukuku
Günümüzde, ceza hukukunun ülkemizdeki
temel kaynağı, 1926 tarihli Türk Ceza
Kanununun yerine 1 Haziran 2005 tarihinde
yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunudur. Bu
yasanın amacı ve içeriği “kişi hak ve
özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini,
Hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi,
toplum barışını korumak, suç işlenmesini
önlemektir. Kanunda, bu amacın
gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun
temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik
tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir”
denilerek ilk maddesinde vurgulanmıştır.
İlkel toplumlarda cezaya yükletilen öç
alma amacı bugünkü ceza hukukunda
değişmiştir. Ceza vermekle, suç işleyenin
ıslah olacağı; bir daha suç işlemeyeceği
umulur. Islah edilemeyecek suçlular
hakkında ise toplumdan uzaklaştırıcı
cezalar verilir: müebbet hapis, süreli
hapis cezası gibi. Bundan başka, cezanın
suç işleme eğilimini önleme özelliği de
kabul olunmaktadır. Herkes suç işlediği
takdirde ceza göreceğini bildiğinden,
niyetinden vazgeçer.
dd. Modern Ceza Hukukuna Egemen Olan
İlkeler
Modern
Ceza
Hukuku,
cezaların
belirlenmesinde bazı ilkelere uyar:
aaa. Kanunîlik İlkesi (nullum crimen nulla
poena sine lege)
Yürürlükten kalkan Ceza Kanununun 1.
maddesinde bu konu düzenlenmiş
olmasına
karşılık
1961
ve
1982
Anayasalarımızdan önceki Anayasalarda
ise bu konuda bir hüküm yoktu. Buna
karşın cezaların Kanunî olması ilkesi,
ceza hukukunun vardığı bir aşamayı
gösterir.
Suçların yasa tarafından belirlenmesi (suçta
Kanunîlik) ve cezaların yasa tarafından
belirlenmesi (cezada kanunîlik) Ceza
Hukukunun ana ilke ve özelliklerinden başta
gelenini oluşturmaktadır. Bu ilkeye göre
yasada açıkça suç sayılmayan eylemden
dolayı kimse cezalandırılamaz. Aynı
zamanda yasada bir eylem için öngörülmüş
belirli cezadan daha fazlası suçluya
verilemez. Yeni Türk Ceza Kanununun 2.
maddesi bu ilkeleri içine alan bir hükümdür:
“Kanunun açıkça suç saymadığı bir eylem
için kimseye ceza verilemez ve güvenlik
tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı
cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka
bir ceza ve güvenlik tedbirine
hükmolunamaz.”
bbb. Kıyas Yasağı İlkesi
Bir eyleme kıyas yoluyla Ceza Kanunu’ndaki
başka bir hüküm uygulanamaz.
ccc. Belirlilik İlkesi:
Suç ve cezanın belirlenmesinde, hukukun genel
ilkelerine veya örf ve adet kurallarına
başvurulamaz. Örf ve âdet hukuku ancak dolaylı
bir kaynak olabilir.
ddd. Bireysellik (Bireyselleştirme) İlkesi
Cezalar bireyseldir. Nasıl aynı hastalığı çeken
kimselere aynı dozda ilaç verilemezse, aynı suçu
işleyenlere de aynı oranda ceza verilemez. Yargıç,
suçlunun sosyal durumunu, suçu işlemesine
yönelten etmenleri vs. değerlendirerek yasanın
belirlediği aşağı ve yukarı ceza sınırları arasında
takdir hakkını kullanır.
eee. Kişisellik İlkesi
Cezalar kişiseldir. Anayasa (m. 38/II)
“ceza sorumluluğu şahsîdir” kuralını
benimsemiştir. Yani bir kimseye verilen
ceza başkasına çektirilemez. İlkel
toplumlarda, suçlunun yerine başka bir
kimse (akraba, köle) cezayı çekebiliyordu.
Bununla birlikte para cezalarının dolaylı
olarak suçlunun yakınlarını ekonomik
bakımdan etkilediği de bir olgudur. Ceza
hukukçuları bunu, “dolaylı etki”;
“kaçınılması mümkün olmayan arızî bir
netice” olarak nitelemektedirler.
fff. Kanunu Bilmemek Mazeret Sayılmaz
ilkesi
“Bir kimse Ceza Kanunu’nun hükümlerini
bilmediği için suç işlerse, cezasız kalmalı
mıdır?” sorusu uzun Yüzyıllar boyunca
tartışılmıştır. Pratik olarak, hem suçun
işlendiğini, hem de eylemin suç
oluşturduğunu, suçlunun bildiğini
kanıtlama güçlüğü, kanunu bilmemenin
mazeret olamayacağı (ignorantia juris
non excusa) kuralının kabulü sonucuna
getirmiştir. Yeni TCK’nın 4. maddesi de bu
kuralı tekrarlamaktadır.
ee. Kabahatler Hukuku
5326 sayılı Kabahatler Kanunu da Türk
Ceza Kanunu gibi 1 Haziran 2005
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu yasanın
2. maddesine göre kabahat deyiminden;
kanunun, karşılığında idarî yaptırım
uygulanmasını öngördüğü haksızlık
anlaşılır. Bu yasa ile güdülen amaç da 1.
maddede belirtilmiştir.
Buna göre bu yasada toplum düzenini, genel
ahlâkı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik
düzeni korumak amacıyla;
a)Kabahatlere ilişkin genel ilkeler,
b)Kabahatler karşılığında uygulanabilecek
olan idarî yaptırımların türleri ve sonuçları,
c)Kabahatler dolayısıyla karar alma süreci,
d)İdarî yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun
yolu,
e)İdarî yaptırım kararlarının yerine
getirilmesine ilişkin esaslar,
Belirlenmiş ve çeşitli kabahatler
tanımlanmıştır.
Ceza Kanununda yer alan “kanunîlik
ilkesi” aynı zamanda Kabahatler Kanunu
için de geçerlidir. Kanunîlik ilkesi başlıklı
4. maddeye göre “Hangi fiillerin kabahat
oluşturduğu, kanunda açıkça
tanımlanabileceği gibi; kanunun kapsam
ve koşulları bakımından belirlediği
çerçeve hükmün içeriği, idarenin genel ve
düzenleyici işlemleriyle de doldurulabilir.
Kabahat karşılığı olan yaptırımların türü,
süresi ve miktarı, ancak kanunla
belirlenebilir.”
ff. Suç
Hangi eylemlerin suç oluşturacağı sorunu,
ceza hukukunun inceleme konusudur. Özet
olarak denebilir ki, suçun bir genel unsurları;
bir de özel unsurları vardır. Genel unsurlar
kanunda suç sayılan bütün eylemlerde
gerçekleşmesi gereken unsurlardır ve
kanunun genel hükümlerinde düzenlenir.
Özel unsurlar ise, her suçta kanun
koyucunun aradığı özel niteliklerdir. Bunlar
kanunun özel hükümlerinde düzenlenir.
Örneğin hırsızlık eyleminin taşınır eşya
üzerinde olabileceği gibi (TCK. m.141).
Suçun genel unsurları söyle belirlenebilir:
SUÇUN
UNSURLARI
KANUNİ
UNSUR
MADDİ
UNSUR
MANEVİ
UNSUR
HUKUKA
AYKIRILIK
d. İdare Hukuku
aa. Genel Olarak
İdare Hukuku, devlet ile kişi arasındaki
ilişkiyi, kamu hizmetleri açısından
düzenleyen ve yargılama ile yasama
hizmetleri dışındaki alana uygulanan
hukuk kurallarını inceleyen kamu
hukuku dalıdır. İdare Hukuku, hukukun
diğer ayrımlarına oranla yenidir.
bb. İdare Hukukunun Özellikleri
İdare Hukukunun özelliklerini şöyle
özetlemek olanaklıdır :
-İdare Hukuku bir ayrıcalık hukukudur.
-İdare Hukuku bir eşitsizlik hukukudur.
-İdare Hukuku kuralları kamu yararını
sağlamaya yönelmiştir.
cc. Kamu Hizmetlerinin Görülmesi
İdare Hukuku, devletin toplumda en
güçlü makam olarak ortaya çıkması ile,
uygulama alanı çok genişlemiştir.
Devlet, kamu hizmetlerini yüklenmiştir. Bu
hizmetler her gün çeşitli gereksinimler
biçiminde ortaya çıkmakta ve uygar bir
toplumda sayısız yönlerden belirmektedir.
Devletin bu hizmetleri karşılayabilmesi
için devlet örgütüne, devlet personeline ve
devlet mallarına gereksinimi vardır.
aaa. Devlet Örgütü
Bu hususta iki sistem vardır: Merkezden
yönetim ve yerinden yönetim. Merkezden
yönetim kamu idaresi başında bulunanlar
arasındaki hiyerarşik düzenin tek
merkezden idare edilmesine denir.
Yerinden yönetim, kamu idaresi ile
ilgili icrai kararların merkez
örgütüne dâhil olmayan diğer
organlar tarafından alınması
demektir.
bbb. Merkezden Yönetim Örgütü
i. Cumhurbaşkanı
Merkezden yönetim örgütünün
başında yürütme organı; yani
Cumhurbaşkanı ile Bakanlar Kurulu
bulunmaktadır.
ii. Bakanlıklar ve Bakanlar
Bakanlıklar ve bakanlar, o hizmet
alanında devletin tüzel kişiliğinin
organlarıdır. Yani bu kuruluşlar devletin
tüzel kişiliğinden ayrı tüzel kişiliğe sahip
değildir.Bakana ve Bakanlığa verilen
görevlerin yerine getirilmesinde Bakana
yardımcı olmak üzere Bakan Yardımcısı
atanabilir. Bakan Yardımcıları bu
görevlerin yerine getirilmesinden Bakana
karşı sorumludur.
Bakan Yardımcıları Hükümetin görev
süresiyle sınırlı olarak görev yapar;
Hükümetin görevi sona erdiğinde, Bakan
Yardımcılarının görevi de sona erer.
Bakan Yardımcıları gerektiğinde
Hükümetin görev süresi dolmadan da
görevden alınabilir.
Bakan Yardımcılarına en yüksek Devlet
memuruna mali haklar kapsamında
yapılan ödemelerin yüzde yüzellisi
oranında aynı usul ve esaslar
çerçevesinde aylık ücret ödenir.
iii. Bakanlar Kurulu ve Başbakan
Bakanlar Kurulu, Başbakan ve
Bakanlardan kurulur, (AY m.109).
Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulunun
üyesi değildir. Gerekli hallerde Bakanlar
Kuruluna başkanlık yapar. (AY m. 104).
Başbakan Cumhurbaşkanı tarafından
TBMM üyeleri arasından seçilir.
Başbakan bakanları seçerek
Cumhurbaşkanının onayına sunar.
Bakanları Cumhurbaşkanı atar (AY m.
109 III).
ccc. Ülke Örgütü (Mülki Teşkilat)
Merkezden yönetim örgütü (merkezî idare
kuruluşu), Türkiye'nin coğrafî durumuna,
ekonomik koşullara ve kamu
hizmetlerinin gereklerine göre, illere,
illerin de diğer kademeli bölümlere
ayrılacağı, Anayasada gösterilmiştir (AY
m.126).
a) Vali: İl yönetimlerinin başında vali
bulunur. Valilerin görev ve yetkileri de
5442 sayılı Kanunda gösterilmiştir. (m. 9).
b) Kaymakam: İlçelerde Kaymakam
bulunur. Kaymakamın görev ve yetkileri
de 5442 sayılı Kanunun 27– 40.
maddelerinde gösterilmiştir.
c) Bucak Müdürü: Bucaklar, aralarında
coğrafi ilgi bulunan kasaba ve köylerden
meydana gelen yönetsel bolümdür.
Başında Bucak Müdürü vardır. Bunlar,
kaymakamın yetki ve görevlerin sahiptir.
Her il, ilçe ve bucakta, en büyük idare
amirine (vali, kaymakam, bucak
müdürü) yardımcı olmak üzere idarî
şubeleri ve başkanlarıyla; il ve ilçelerde
ayrıca birer idare kurulu bulunur.
Bunlardan başka, 5442 sayılı Kanuna
göre, bucaklarda bir de bucak meclisi
ve bucak komisyonu vardır.
ddd. Yerinden Yönetim Teşkilatı
Bunlardan bir kısmı Anayasada
“Mahalli İdareler“ deyimi ile geçer. Üç
çeşit mahalli idare (yerel yönetim)
vardır: İl özel idareleri, köy, belediye.
i. İl Özel İdaresi
İl, bir taraftan coğrafî bölünüşü gereği
merkezden yönetimin tüzel kişiliğine
sahip, bağımsız bir kuruluştur. Diğer
taraftan da Anayasanın 127. maddesine
göre, il halkının ortak yerel
gereksinimlerini karşılayan ve genel
karar organları halk tarafından seçilen
kamu tüzel kişiliğidir.
ia. Vali
5302 sayılı Kanuna göre vali, il özel
idaresini başıdır. Vali, il özel idaresinin
kurumsal stratejilerini oluşturup il özel
idaresini bu doğrultuda yönetir. İl Daimi
Encümeni’ne başkanlık yapar. Tüzel
kişiliğin temsilcisi konumundadır. Vali,
bir taraftan merkezden yönetim
gereğince ilde Devleti temsil etmekte;
diğer taraftan da, mahalli örgütün başı
ve il tüzel kişisinin organı ve temsilcisi
sıfatını taşımaktadır.
Valinin görev ve yetkileri şunlardır (5270
sayılı Kanun m.30):
a) İl özel idaresi teşkilâtının en üst amiri
olarak il özel idaresi teşkilâtını sevk ve idare
etmek, il özel idaresinin hak ve
menfaatlerini korumak.
b) İl özel idaresini stratejik plâna uygun
olarak yönetmek, il özel idaresinin kurumsal
stratejilerini oluşturmak, bu stratejilere
uygun olarak bütçeyi, il özel idaresi
faaliyetlerinin ve personelinin performans
ölçütlerini hazırlamak ve uygulamak,
izlemek ve değerlendirmek, bunlarla ilgili
raporları meclise sunmak.
c) İl özel idaresini Devlet dairelerinde ve
törenlerde, davacı veya davalı olarak da
yargı yerlerinde temsil etmek veya vekil
tayin etmek.
d) İl encümenine başkanlık etmek.
e) İl özel idaresinin taşınır ve taşınmaz
mallarını idare etmek.
f) İl özel idaresinin gelir ve alacaklarını
takip ve tahsil etmek.
g) Yetkili organların kararını almak
şartıyla sözleşme yapmak.
h) İl genel meclisi ve encümen
kararlarını uygulamak
i) Bütçeyi uygulamak, bütçede meclis ve
encümenin yetkisi dışında kalan
aktarmaları yapmak.
j) İl özel idaresi personelini atamak.
k) İl özel idaresi, bağlı kuruluşlarını ve
işletmelerini denetlemek.
l) Şartsız bağışları kabul etmek.
m) İl halkının huzur, esenlik, sağlık ve
mutluluğu için gereken önlemleri almak.
n) Bütçede yoksul ve muhtaçlar için ayrılan
ödeneği kullanmak.
o) Kanunlarla il özel idaresine verilen ve il
genel meclisi veya il encümeni kararını
gerektirmeyen görevleri yapmak ve yetkileri
kullanmak.
ib. İl Genel Meclisi
İl özel idaresinin diğer organı, il genel
meclisi'dir. il genel meclisi yerel bir organ
olup, halkın seçtiği kimselerden oluşur.
Meclis üyelerini ilçeler halkı seçer. Meclis
başkanı, meclisin ilk toplantısında meclis
üyeleri arasından gizli oyla seçilir.
İl genel meclisi, il özel idaresinin karar
organıdır ve ilgili kanunda gösterilen esas
ve usullere göre ildeki seçmenler
tarafından seçilmiş üyelerden oluşur.
iii. Belediye
Belediye, beldenin ve belde sakinlerinin
mahalli ve ortak ve medenî
gereksinimlerim düzenlemek ve gidermek
ile görevli, idarî ve mali özerkliğe sahip
bir tüzel kişidir.
Nüfusu beş binden fazla olan yerlerde
Belediye kurulabilir. Kanuna göre
belediyenin kurulması için İçişleri
Bakanlığı’nın önerisiyle müşterek
kararname gereklidir. Belediye Kanunu,
belediyelerin medenî ihtiyaçları
karşılamak üzere yapmakla görevli
kılındıkları işleri sayar. Kentsel altyapı,
temizlik, zabıta, itfaiye, acil yardım,
turizm ve tanıtım, ağaçlandırma, okul
binalarının inşaatı ve bakımı, sağlıkla
ilgili her türlü tesisin açılması vs.
eee. Hizmet Yerinden Yönetim Kuruluşları
Yerinden yönetim teşkilatının diğer bir kısmı da,
“hizmet yerinden yönetim teşkilatı” adını alır.
Bunlar şöyle bir ayrıma tabi tutulur:
i. Kamu Kurumları
Bunlar, mahallî idarelerden, konularının sınırlı
olmaları ile ayrılır. Kamu kurumlarının tüzel kişiliği
vardır. Bunlara, 5 Haziran 1935 tarih ve 2262 sayılı
Kanunla kurulmuş olan Vakıflar Genel Müdürlüğü,
8.31950 tarih ve 5590 sayılı Kanunla kurulmuş
olan Ticaret ve Sanayi Odaları, 3460 sayılı Kanunla
ve buna ek 23 sayılı Kanunla ve 233 sayılı KHK ile
kurulu İktisadi Devlet Teşekküllerini, Ticaret ve
Sanayi Odalarını (8.3.1950 tarih ve 5590 sayılı
Kanun), Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve
Borsalar Birliğini örnek göstermek mümkündür.
ii. Üniversiteler
Üniversiteler de hizmet yerinden yönetim
kuruluşlarıdır. Bizde 1470 tarihinde kurulan
üniversiteler (Medreseler), Tanzimat'tan sonra
Darülfünun olmuş, 1919, 1922 yıllarında mali ve
idarî özerkliğe kavuşmuş, 1933 yıllında reform
yönüne gidilmiş; 13 Haziran 1946 tarih ve 4936
sayılı Üniversiteler Kanunu daha geniş özerlik
esasları getirmiştir. 27 Mayıs Devriminden sonra
çıkarılan 27 Ekim 1960 tarih ve 115 sayılı
Kanunla Üniversiteler Kanunu değiştirilmiş ve
Anayasanın 120. maddesinde “Üniversitenin
bilimsel ve idarî özerkliği, öğretim üyeleri ve
yardımcılarının Üniversite organları dışındaki bir
makam tarafından uzaklaştırılamayacağı”
hükme bağlanmıştır.
fff. Kamu İdaresi Personeli
Devlet hizmetlerinin görülmesi
memurlarla mümkündür. Memurların
seçimi, kaliteli memur yetiştirilmesi,
tayinleri, terfileri, disiplinleri gibi
sorunlar da İdare Hukukunun ilgilendiği
konulardandır. Anayasanın 128. maddesi
idareyi yöneten kişilere “kamu
personeli”, “kamu görevlileri” demekte;
bazen “kamu hizmeti görevlileri “ deyimi
kullanılmaktadır.
Kamu görevlisi, kamu kesimindeki kamu kurum veya
kuruluşunda çalışan kişidir. Her kamu hizmeti yapan
kişi (eğer bir kamu kurum ve kuruluşunda görevli
değilse) kamu görevlisi sayılmaz. Örneğin serbest
meslek sahibi avukat, doktor, taksi şoförü de kamu
görevi yapmakla birlikte, kamu görevlisi değildir.
Anayasa'nın 128. maddesi, “Devletin, Kamu İktisadi
Teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel
idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle
görülür” diyor. Bu suretle Anayasaya göre memurlar
ve (özel hukuka göre değil) kamu hukuku kurallarına
göre çalışanlar, asli ve sürekli görevleri yürütebilir.
örneğin savcılar, hakimler, üniversite öğretim
elemanları, Türk Silahlı Kuvvetleri personeli, Devlet
memurlarından ayrı bir statüye sahip olup, memurlar
gibi asli ve sürekli kamu hizmeti yaparlar.
ggg. Kamu Malları
Bu mallar, kamu hizmetlerinin görülmesine
ayrılmış ve devletin hüküm ve tasarrufunda
bulunan mallardır. Yollar, köprüler, binalar,
göl, ırmak, akarsular vb. Bu mallar
devredilemez, zaman aşımı ile kazanılamaz
ve kamulaştırılamaz.
hhh. İdarî İşlemler
İdarî işlemler devletin yasama ve yargı
işlemler dışında kalan ve idarî fonksiyonun
yerine getirilmesini sağlayan işlemleridir.
İdarî işlemler tek yanlı işlem ve çok yanlı
işlem olmak üzere iki ana bölümde ele alınır.
2. Biçimsel (Şekli) Hukuk Kuralları (Usul
Hukuku Kuralları)
Maddi hukukun nasıl uygulanacağını Usul
Hukuku kuralları gösterir. Bu kurallar kamu
hukuku ve özel Hukuk kurallarının
uygulanmasını göstermek üzere ayrı ayrı
gelişmiş ve kanunlaşmıştır. Kamu
hukukunda, idarî, mali ve cezai hukuk
kurallarının uygulanması hakkında; özel
hukukta ise, medenî , ticari maddi hukuk
kurallarının uygulanması hakkında ayrı usul
kanunları vardır. Özellikle kamu
hukukundaki usul kanunları çeşitlidir: Vergi
Usulü Kanunu, Ceza Muhakemeleri Kanunu,
özel usul kurallarını kapsayan Danıştay
Kanunu gibi.
a. Ceza Yargılaması
Ceza Yargılaması Hukuku, özel hukuk
yargılamasından ayrılmaya başlayınca, sadece
ceza kurallarının uygulanması hakkındaki
hükümler haline geldi.
aa. Ceza Yargılamasının Yürüyüşü
Ceza yargılaması suç haberinin alınmasıyla
başlar. Yapılacak ön soruşturma aşamasında
eğer bu haberin ciddi olmadığına karar verilirse
bu durumda kovuşturmama (takipsizlik) kararı
verilecektir. Savcılık suç haberinin ciddi olduğu
kanısına varırsa, kamu davası hazırlanmaya
başlanır. Bu aşamada suç haberi ciddi, eylemi
yapan kişi (fail) ve yapılan eylem (fiil) belli ise
savcı bir iddianame düzenleyecektir.
Bu aşamada dava koşulları olarak
adlandırılan bazı durumların da varlığı
gereklidir. Bütün koşulların varlığı halinde
ara yargılama (muhakeme) denilen evre
başlar.
bb. Ceza Yargılamasına Egemen İlkeler
1- Hukuk Devleti İlkesi: Anayasa’nın 2.
maddesinde de belirtilen Hukuk devleti
ilkesi, “Egemenlik” adı verilen yasama,
yürütme ve yargı gücünü Ulus adına
kullananların, bu gücünü yalnızca hukukun
genel ilkeleri, Anayasa ve kanunlar
çerçevesinde insan onurunu korumak, insan
hakları ile temel hak ve özgürlükleri
gerçekleştirmek,
adaleti ve hukuk güvenliğini sağlamak
amacıyla kullanabilmesi temellerine
dayanmaktadır.
2- İnsan Onurunun Korunması İlkesi: İnsan
onuru öğretide “bilinçli olma, kendi
kaderini tayin etme ve kendi çevresini
şekillendirme yeteneği veren ve
kişiliksizliği ortadan kaldıran ruh, manevi
güç” olarak tanımlanmaktadır. Bu durum
Anayasanın 5. maddesinde “Devletin
temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak,
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve
adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette
sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve
manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır”
denilerek bu temel ilkeye yer verilmiştir.
3- İşkence Yasağı: İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesinin (İHEB) 5. maddesi, İnsan
hakları Avrupa Sözleşmesinin (İHAS) 3 ve
Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesinin
(MSHS) 7. maddeleri ile uluslararası
alanda kabul edilen “hiç kimseye işkence
ve eziyet yapılamayacağı” ilkesi
Anayasanın bir önceki paragrafta
değindiğimiz 17/III hükmü ve Türk Ceza
Kanununun 148. maddesinde de açık bir
biçimde ifade edilmiş yine 94. maddede
işkence ağır bir suç olarak düzenlenmiştir.
4- Adil Yargılama İlkesi: Bu ilke, ceza
yargılaması işlemlerinin, kandırma,
yanıltma ya da zorlama gibi irade
serbestîsini engelleyen ya da savunmayı
kısıtlayan yollara sapılmadan, Hukuk
devleti ilkesi gereğince, önceden
kanunla öngörülmüş bulunan esaslar
çerçevesinde yapılması anlamına gelir.
Adil yargılanma ilkesinin, bağımsız ve
tarafsız mahkeme önünde yargılanma,
hakkaniyete uygun yargılanma, aleni
yargılanma ve makul sürede yargılanma
gibi alt unsurları bulunmaktadır.
5- Bağımsız ve Tarafsız Yargıç İlkesi:
Bağımsız ve tarafsızlık kimseden emir
almamak, iddia ve savunma makamları
bakımından nesnel davranarak birini ya da
diğerini kayırmamak anlamına gelir. Bu ilke
de Anayasa (m. 138 vd.) ve diğer
uluslararası metinlerde düzenlenmiştir.
6- Meram Anlatma İlkesi: Bu ilke “her
sanığın derdini anlatabilmesini, ne
istediğini söyleyebilmesini, hiç veya gereği
gibi dinlenilmeden mahkûm edilmemesini,
öne sürülen iddiaları ve aleyhine olan
delilleri çürütebilmesini” ifade eder.
7- Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi: Bir
Hukuk devletinin olmazsa olmaz
ilkelerinden olan bu ilke, yapılan ceza
yargılaması sonunda eylemin sanık
tarafından gerçekleştirildiğinde hiçbir
kuşku kalmamışsa ancak o zaman
mahkûmiyet kararı verilecek, eğer çok
küçük de olsa bir kuşku varsa sanık
hakkında beraat kararı verilecektir.
8- Halka Açıklık İlkesi: Bu ilke
yargılamanın halkın girebileceği yerlerde
yapılması ve yargılama tutanaklarının
halka açıklanması anlamına gelir.
Duruşmaların bir bölümünün ya da
tamamının kapalı yapılması ancak ayrık
durumlarda ve genel ahlâkın veya kamu
güvenliğinin sağlanmasının kesin gerekli
kıldığı hallerde söz konusu olabilir.
9- Özel Yaşamın Gizliliği İlkesi: Anayasaya
göre, özel yaşama ve özel yaşamın
gizliliğine dokunulamaz (m. 20). Bireylere
tanınmış maddi ve manevi varlıklarını
diledikleri gibi geliştirip
biçimlendirecekleri özgür bir yaşam alanı,
devletin müdahalesine kapatılmıştır (Bkz.
AY m. 20, 21, 22).
10- Maddi Gerçeğin Araştırılması İlkesi:
Ceza yargılaması Medenî yargılamadan
farklı olarak biçimsel gerçekle yetinmeyip
esas gerçeği bulup çıkarmayı amaçlar. Bu
anlamdaki gerçek, “akla uygun, realist,
olayın bütününü
veya bir parçasını temsil eden
kanıtlardan veya kanıtların bütün olarak
değerlendirilmesinden ortaya
çıkarılmalıdır. Bir takım varsayımlara
dayanılarak sonuca ulaşılması, ceza
yargılamasının amacına aykırıdır.”
11- Davasız Yargılama Olmaz İlkesi: Bu
ilke, bir eylemin yargılanmasına
başlanabilmesi için, kural olarak o
eylemin suç oluşturduğunun ve eylemin
cezalandırılması gerektiğinin ileri
sürülmesi anlamına gelir.
12- Vasıtasızlık İlkesi: Bu ilke gereğince
yargıç kararını kanıtlarla doğrudan
doğruya kendisi temasa geçerek
vermelidir. Buna göre kararı verecek olan
mahkeme ya da yargıç, sözlü kanıtları
dinleyerek, yazılı kanıtları okuyarak,
eşya ve iz biçiminde ise görerek kararını
oluşturacaktır (Bkz. CMK m. 217/1).
13- Sözlülük İlkesi/Yazılılık İlkesi:
Duruşmada ancak sözlü olarak
söylenenlerin karara temel kabul
edilmesine sözlülük ilkesi;
yargılamada yazılı olarak ne söylenmişse ancak
onun karara temel kabul edilmesine de yazılılık
ilkesi denir. Ceza yargılamasında soruşturma
evresine kural olarak yazılılık ilkesi egemendir.
14-) Kovuşturma Zorunluluğu ilkesi/Amaca
(Maslahata) Uygunluk İlkesi: Kovuşturma
zorunluluğu ilkesi, bir eylemin işlendiği haberinin
alınmasıyla, bu eylemleri takibe yetkili
makamlarca derhal soruşturma evresi
başlamasını (CMK m. 160/1), bunun sonucunda
ceza ve güvenlik tedbiri takibini gerektirecek
konularda fiilin ve failin belli olması, kuşkuların
ciddi olduğunun belirlenmesi ve dava koşullarının
gerçekleşmiş olması durumunda, yetkili makam
tarafından kamu davasının açılmasını (CMK m.
170) ve sonuç olarak açılan kamu davasının
yargılama sonuçlanıncaya kadar savcılıkça
yürütülmesini ifade eder.
b. Medenî Yargılama Hukuku
aa. Medenî Yargılama Hukukunun Niteliği
Devlet, hukukun uygulanmasında başlıca
sorumlu olduktan sonra, Hukuk kurallarının,
kanunların uygulanması için bir yargılama
hukuku, muhakeme usulü gelişti. Bugünkü
gelinen aşamada mahkemelerin işleyişi ile
mahkeme ve taraflar arasındaki ilişkiyi
düzenleyen Medenî Usul Hukuku ilkeleri ortaya
çıkmıştır. Hukuk yargılamasında usul kuralları
ceza yargılamasından ayrılık taşır: Savcının
açtığı ceza davasında yargıcın görevi gereği
(re’sen) davranma zorunluluğu daha geniş
olduğu halde hukuk usulünde dava kural olarak
ilgili taraflarca yürütülür.
bb. Medenî Yargılama Hukukunda
İspat (Kanıtlama)
Medenî yargılama hukukunda önemli
olduğunu düşündüğümüz ispat
konusunu daha yakından incelemeyi
yararlı görmekteyiz.
İki taraf, gerek dış dünyada ortaya
çıkan gerekse iç dünyada gerçekleşen
maddi veya manevi olgular üzerinde
anlaşamayabilir; ya da bu olgular
hakkında uyuşmakla birlikte, bunların
hukukî sonuçlarını başka türlü
düşünebilirler.
tarafların uyuşmazlığa düştükleri
hususlarda yargıca kanaat vermek
üzere iddialarını kanıtlamaları gerekir.
Yani, tutundukları olguların veya
bunlara ait sonuçların doğruluğunu
göstermeye, kanıt yükümlülüğü adı
verilir. Taraflar, yalnız olguyu ve
sonuçlarını kanıtlamaya zorunlu olup,
kanıtladıkları hususa uygulanacak
hukukî neticeyi göstermek zorunda
değillerdir. Bu görev, mahkemeye aittir.
cc. Deliller
aaa. Kesin Delil
Bunlara Kanunî deliller de denir. Bunlar
koşulları ve hükümleri kanun tarafından
saptanan ve bu koşulların varlığı halinde
yargıcın bağlı olup bir takdir hakkının
olmadığı delillerdir. Bunlar kesin hüküm
(HMK m. 303), senet (HMK m. 199 vd) ve
yemindir (HMK m. 225 vd.).Bu yöntem
hakkın ancak belirli bir delille
kanıtlanabilmesi anlamına gelir.
bbb. Takdiri Delil
Takdiri delile, yargıcın mahkemeye
sunulan delili takdir etmesi olanağı
bulunan durumlarda başvurulur. Tanık,
bilirkişi, keşif, takdiri delillerdir.
ccc. Doğrudan Doğruya Delil- Dolayısıyla
Delil
Kanıtlanacak olgu hakkında açık ve
kesin olarak gösterilen delile denir.
Bunlar fiili karineler olup, olgunun tam
anlamıyla kendisine değil, bir olgunun
çıkarılacağı başka bir olguya ilişkindir.
dd. Kanıt (İspat) Yükü
Davada bir olgunun kim tarafından
kanıtlanacağı, kanıt yükü sorununu
ilgilendirir. Fakat kanıt yükü bütünüyle
Usul Hukuku konusu değildir. Nitekim
bunun maddi hukukta da yer alması
gerektiği kanısı Medenî Kanunun
hazırlanmasında etkili olmuş ve Medenî
Kanunun 6. maddesi kanıt yükü hakkında
bir hüküm koymuştur.
ee. Medeni Yargılama Hukukuna Egemen
Olan İlkeler
Medeni Yargılama Hukukuna egemen olan
ilkeler Hukuk Mehakemeleri Kanununun 2433. Maddeleri arasında düzenlenmiştir.
Bunlar şu şekildedir:
1- Tasarruf ilkesi: Bu ilke gereğince yargıç,
iki taraftan birinin talebi olmaksızın,
kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve
karara bağlayamaz. Yine kanunda aksine bir
düzenlem olmadıkça, hiç kimse kendi lehine
olan davayı açmaya veya hakkını talep
etmeye zorlanamaz.
2- Taraflarca getirilme ilkesi: Kanunda
öngörülen istisnalar dışında, yargıç, iki
taraftan birinin söylemediği şeyi veya
vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve
onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi
bulunamaz. Kanunla belirtilen durumlar
dışında, hâkim, kendiliğinden delil
toplayamaz.
3- Taleple bağlılık ilkesi: Yargıç, tarafların
talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına
veya başka bir şeye karar veremez. Ancak
takdir yetkisini kullanarak, duruma göre, talep
sonucundan daha azına karar verebilir.
Kanunda yargıcın tarafların talebiyle bağlı
olmadığına ilişkin hükümler söz konusu
olduğunda bu ilke uygulanmayacaktır.
4- Hukuki dinlenilme hakkı: Davanın
tarafları, müdahiller ve yargılamanın
diğer ilgilileri, kendi hakları ile
bağlantılı olarak hukuki dinlenilme
hakkına sahiptirler. Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi
sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate
alarak değerlendirmesini ve
kararların somut ve açık olarak
gerekçelendirilmesini, içerir.
5- Aleniyet ilkesi: :Bu ilke duruşma ve
kararların bildirilmesinin kural olarak
herkese açık olacağı anlamına gelir.
Duruşmaların bir kısmının veya
tamamının gizli olarak yapılmasına
ancak genel ahlâkın veya kamu
güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı
hâllerde, taraflardan birinin talebi
üzerine yahut resen mahkemece karar
verilebilir.
6- Dürüst davranma ve doğruyu söyleme
yükümlülüğü: Taraflar, dürüstlük kuralına
uygun davranmak zorundadırlar. Taraflar,
davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin
açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde
yapmakla yükümlüdürler.
7- Usul ekonomisi ilkesi: Yargıç,
yargılamanın makul süre içinde ve
düzenli bir biçimde yürütülmesini ve
gereksiz gider yapılmamasını
sağlamakla yükümlüdür.
8- Hâkimin davayı aydınlatma ödevi: Yargıç,
uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu
kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki
açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü
hususlar hakkında, taraflara açıklama
yaptırabilir; soru sorabilir; delil
gösterilmesini isteyebilir.
9- Yargılamanın sevk ve idaresi: Yargılamayı,
yargıç sevk ve idare eder; yargılama
düzeninin bozulmaması için gerekli her türlü
tedbiri alır. Okunamayan veya uygunsuz
yahut ilgisiz olan dilekçenin yeniden
düzenlenmesi için uygun bir süre verilir ve bu
dilekçe dosyada kalır. Verilen süre içinde
yeni bir dilekçe düzenlenmezse, tekrar süre
verilemez.
10- Hukukun uygulanması: Yargıç, Türk
hukukunu görevinden ötürü (resen) uygular.
Yani tarafların bu konuda her hangi bir
talepte bulunması gerekmeksizin bu görev
yargıca kanunla verilmiş bir görevdir.
B. Özel Hukuk
Kamu hukukunda devlet ve birey arasında bir
eşitlik gözetilmediği halde, özel hukuk eşit
kişiler arasındaki ilişkileri düzenler. Özel
hukuk da, kamu hukuku gibi bölümlere
ayrılmıştır. Ancak, bu bolümler temel olarak
Medenî Hukuku esas alır. Bütün özel hukuk
kuralları kendilerine özgü kuralları dışında,
Medenî Hukukun kurumlarına dayanır.
1. Medenî Hukuk
Medenî Hukuk deyimi bütün dillerde
ortaktır (Droit civil = Zivilrecht = Dritto
civile = civil law). Bugün yürürlükte olan
Türk Medenî Kanunu, İsviçre’den iktibas
edilen 1926 tarihli “Türk Kanunu
Medenîsi”ni temel almış, yasa koyucu
geçen zaman içinde gerçekleşen
değişiklikleri ve anlayışları yeni yasaya
yansıtmaya çalışmıştır.
Eski ve Yeni Kanunlar arasındaki yakın
ilişkiye karşın, yeni Medenî Kanun
eskisine oranla pek çok yeni hükmü
içinde barındırmaktadır . Bunların en
önemlileri aile hukuku alanında
gerçekleşmiştir. Günümüzdeki çağdaş
anlayışa uygun olan bir kadın-erkek
eşitliği olgusu ise kanunun her alanında
gözetilmiştir. Kanun dilinin
arılaştırılarak ifadelerin anlaşılabilir
hale getirilmesi de önemli diğer
değişiklik olarak ortaya çıkar.
2. Medenî Kanunun Sistematiği
Medenî Kanun, bir başlangıç ile dört kitaba
ayrılır. Aile Hukuku, Miras Hukuku ve Eşya
Hukuku kitapları ayrıca kısımlara, kısımlar
bölümlere, bölümler de ayrımlara ayrılmıştır.
Birinci kitap olan “Kişiler Hukuku“ kitabında ise
kısım ve bölümden sonra “ayrım”a yer
verilmemiştir. Medenî Kanun toplam 1030
maddeden oluşmaktadır.
a. Başlangıç Hükümleri
Medenî Kanunun 1–7. maddeleri kanunun bütün
maddelerinin uygulanmasında göz önünde
bulundurulacak ilkeleri koymaktadır. Bu
hükümler Medenî Hukukun kaynaklarını ve
uygulanma yöntemini (m.1), dürüstlük (m. 2) ve
iyi niyet (m. 3) kurallarını; yargıcın takdir
yetkisini (m.4); Borçlar Kanunu ile olan ilişkisini
(m. 5) ve ispat kurallarını (6, 7) içerir.
b. Kişiler Hukuku
Bu kitap, 8–117. maddeler arasında
düzenlenmiş olup, 109 maddedir. Kişi, bütün
hukukun öznesi olarak, statüsü kanunda
öncelikle ele alınmıştır. Kişi, haklara sahip
olabilen ve haklardan yararlanabilen varlıktır.
Medenî Kanunda iki çeşit kişi vardır:
aa. Gerçek Kişiler
Canlı olarak hak elde etmeye ve borç altına
girmeye yalnız yetkilidir. Hayvanlar kişi
değildir, kişilikleri yoktur. Eski devirlerde
köleler, özgür kişilerden farklı bir toplumsal
konuma sahip idiler.
Bugün böyle bir ayrım kalkmıştır.
Medenî Kanun, gerçek kişilerin Medenî
haklardan yararlanmaları ve bu hakları
kullanmaları, eşit olmaları, ayırt etme
gücü, yerleşim yeri, adı, doğumu, ölümü
hakkındaki hükümleri içermektedir (MK
m.8-35); ve kişisel hallerinin belirtilmesi
için kişisel durum siciline ilişkin
hükümler de içermektedir (MK m. 3646).
bb. Tüzel Kişiler
Medenî Kanun, gerçek kişilerin yanında,
bunlara medenî ehliyetleri ile benzeyen;
fakat yaş, cins, hısımlık gibi yalnız
insana özgü niteliklere sahip
olmadıkları için, onlardan ayrılan
varlıklar hakkında da hükümler
koymuştur. Kanun, tüzel kişileri gerçek
kişiler gibi kabul eder. Bu varlıklar,
organları aracılığı ile hukukî işlemler
yaparlar. Tüzel kişiler dernekler (kişi
toplulukları) ve vakıflar = (mal
toplulukları) olmak üzere ikiye ayrılır.
c. Aile Hukuku
Medenî Kanun, ikinci kitabında aile kurumuna
düzen getirmiştir.
Ailenin kuruluşu girişimi nişanlılık
hükümlerinde düzenlenmiştir. (m. 118-123);
bundan sonra evlenme ehliyeti ve engelleri (m.
124- 133); evlenme başvurusu ve töreni ( m.134144); batıl olan evlenmeler ( m. 145-160);
boşanma (m.161-184); evliliğin genel hükümleri
( m.185-201); ve ailenin mali yükü (eşler
arasındaki mal rejimleri) ( m. 202-281) hakkında
hükümler konmuştur.
d. Miras Hukuku
Bir kişi normal olarak aile kurar, ekonomik
faaliyetlere girişir ve bir malvarlığı (mamelek)
edinir. Nihayet yaşama veda edip, ölünce bu
malvarlığı onun terekesini oluşturur. Yani
tereke, kişinin sağlığında elde ettiği hak ve
borçlardan oluşan malvarlığına ölümden
sonra verilen addır. Miras Hukuku bu
terekenin hukukî geleceğini belirleyen, bir
gerçek kişinin ölmesi veya gaipliğine karar
verilmiş olması halinde, para ile ölçülebilen
bütün hak ve borçlarını, yani malvarlığını
düzenleyen hukuk dalıdır.
e. Eşya Hukuku
Medenî Kanunun bu kitabı, insanın hukuken
tasarruf edilebilen eşya üzerindeki haklarını
açıklar ve hükme bağlar. Aynî hakların sayısı ve
türleri bellidir. Bunlar, tarafların anlaşması ile
azaltılıp çoğaltılamaz (numerus clausus
=kapalı sayı ilkesi). Aynî haklar, mülkiyet (MK
m. 683 -778) ve sınırlı aynî haklar (MK m. 779 972) olarak iki kısma ayrılmıştır. Mülkiyet,
taşınır ve taşınmaz mülkiyeti olarak ayrılır.
Sınırlı aynî haklar ise, irtifak hakları (aynî
irtifaklar, kişisel irtifaklar, karma irtifaklar),
taşınmaz yükü ve rehinler (taşınır rehni ve
taşınmaz rehni) olarak sınıflandırılabilir.
3. Borçlar Hukuku
Borçlar hukuku iki veya daha fazla kişi
arasındaki borç ilişkilerini düzenler. Yani
Borçlar Hukukunun temel konusunu borç ve
borç ilişkisi kavramları oluşturur. Bu hukukun
temel kaynağı ise Medenî Kanunun ayrılmaz
bir parçası olan Borçlar Kanunudur. Borçlar
Kanunu İsviçre Borçlar Kanununun Fransızca
metninin hemen hemen aynen Türkçeye
çevrilmesi sonucunda ortaya çıkan metnin
1926 yılında yasa olarak kabul edilmesi ile
yürürlüğe girmiştir.
4. Devletler Özel Hukuku
Devletler Özel Hukuku, iki ayrı ülke
uyruğu arasındaki hukukî
uyuşmazlıklara uygulanacak kanunu
belirleyen kuralları inceleyen hukuk
koludur. Yani, bu hukuk dalının asıl
konusu, “kanunlar çatışması”dır.
a. Vatandaşlık Hukuku
Uyrukluk, bir kişi ya da bir şeyi devlete
bağlayan siyasî ve hukukî bağdır.
b. Yabancılar Hukuku
Her yabancı, vatandaşlara tanınan haklardan
yararlanamaz. Yabancıların hangi haklardan
yararlanabileceklerini yabancılar hukuku
inceler . Dar anlamda kanunlar çatışması,
yasama yetkisi uyuşmazlıklarını kapsar. Yani
bir uyuşmazlığa hangi devlet kanununun
uygulanacağını gösterir. Geniş anlamda
kanunlar çatışması ise, yargı yetkisi
uyuşmazlıklarını da içine alır, yani bu
uyuşmazlığın hangi ülkenin mahkemesinde
görüleceği inceleme konusu olur.
c. Kanunlar Çatışması
Kanunlar çatışması, kişi ya da yer
açısından yabancılık unsuru taşıyan bir
özel Hukuk ilişkisinden doğan
uyuşmazlıkların çözümlenmesinde
uygulanması gereken Hukuk
kurallarının hangileri olduğu (hangi
devlete ait olduğu) ve bu davalara
nerede - hangi devlette bakılması
gerektiği konularını inceler.
5. Ticaret Hukuku
a. Genel Olarak
Ticaret Hukuku, Medenî Hukuktan ayrı, üretim,
değişim ve tüketime yönelik ticari faaliyetleri
düzenleyen hukuk dalıdır. Ticaret Hukuku ticari
işletmenin bütün konularıyla ilgilenir.
b. Ticari İş, Ticari İşletme ve Tacir Kavramları
“Bir tacirin borçlarının ticari olması asıldır. Ancak,
gerçek kişi olan bir tacir, işlemi yaptığı anda
bunun ticari işletmesiyle ilgili olmadığını diğer
tarafa açıkça bildirdiği veya işin ticari
sayılmasına durum elverişli olmadığı takdirde
borç adi sayılır.
Taraflardan yalnız biri için ticari iş niteliğinde olan
sözleşmeler, Kanunda aksine hüküm
bulunmadıkça, diğeri için de ticari iş sayılır.”
c. Tacir Kavramı
Bir ticari işletmeyi kısmen dahi olsa,
kendi adına işleten kimse tacirdir. Tacir,
gerçek veya tüzel kişi olabilir.
aa)Şirketler
bb)Amacına ulaşmak için ticari işletme
işleten dernekler ve vakıflar
cc)İktisadi Devlet Teşekkülleri gibi,
(Devlet, il, belediye vb.) tarafından
kurulan (233 sayılı KHK) teşebbüsler
(TTK m. 16).
dd) Donatma iştiraki (TTK m. 1064)
olarak sayılabilir.
d. Ticaret Şirketleri
Ticaret Kanunun ikinci kitabı (m.127- 644),
ticaret şirketlerini düzenlemiştir. Bu
kitapta önce tüm ticaret şirketlerine
uygulanması söz konusu olan genel
hükümlere, bunu takiben de kollektif,
komandit, anonim, sermayesi paylara
bölünmüş komandit ve limited şirketlere
ilişkin özel hükümlere yer verilmiştir. 2004
yılında 5146 sayılı Kanunla Kooperatifler
Kanunu hakkında yapılan değişiklikler
gereği kooperatiflerin şirket olduğu
açıklanmış ve bu konuda ileri sürülen
tartışmalar sonlandırılmıştır.
En az iki kişinin ekonomik bir ortak
amaca ulaşmak için emek ve/veya
mallarını yapacakları bir sözleşmeyle
(şirket sözleşmesi) birleştirmek yoluyla
oluşturdukları topluluğa şirket (ortaklık)
denir. Eğer meydana gelen bu
topluluğun kendisini oluşturan
kişilerden ayrı bir kişiliği yoksa ortada
bir adi şirketin varlığından söz edilir.
• e. Kıymetli Evrak
• aa. Genel Olarak
• Ticaret Kanununun üçüncü kitabında (m. 645849) kıymetli evrak başlığı altında kıymetli
evraka ilişkin genel hükümler, nama, hamile
yazılı senetler, kambiyo senetleri, kambiyo
senetlerine benzeyen senetler ve diğer emre
yazılı senetler ile emtia senetleri
düzenlenmiştir. Taşıma işleri adlı dördüncü
kitapta taşıma işleri ve taşıma senetleri de
ele alınmıştır. Kıymetli evrak olarak
nitelendirilen kambiyo senetleri (ticari
senetler) uygulamada en çok karşılaşılan
kıymetli evrak türüdür. Bunlar, bono, poliçe
ve çekdir.
bb. Nama – Hamile-Emre Yazılı Kıymetli Evrak
Nama yazılı senet TTK m.654’ de: “Belli bir
kişinin adına yazılı olup da onun emrine kaydını
içermeyen ve kanunen de emre yazılı
senetlerden sayılmayan kıymetli evrak nama
yazılı senet sayılır. ” biçiminde tanımlanmıştır.
Hamile yazılı senet ise TTK m. 658/I’de
tanımlanmıştır. Bu tanıma göre “Senedin metin
veya şeklinden, hamili kim ise o kimsenin hak
sahibi sayılacağı anlaşılan her kıymetli evrak;
hamile (hamiline) yazılı senet sayılır.”Emre
yazılı senet ise TTK m. 824’de “Emre yazılı olan
veya kanunen böyle sayılan kıymetli evrak,
emre yazılı senetlerdendir” biçiminde
tanımlanmıştır.
cc. Taşıma İşleri, Deniz Ticareti ve Sigorta
Hukuku
Türk Ticaret Kanununun dördüncü kitabı (m. 850930) taşıma işlerine ayrılmıştır. Bu ksımda; eşya
taşıma, taşınma eşyası taşıması, değişik tür araçlar
ile taşıma, yolcu taşıma ve taşıma işleri
komisyoncusu düzenlenmiştir. Beşinci kitap (TTK m.
931- 1400) ise deniz ticaretine ayrılmıştır. Bu
kitapta gemi, donatan ve donatma iştiraki, kaptan,
deniz ticareti sözleşmeleri, deniz kazaları, gemi
alacakları, sorumluluğun sınırlanması ve petrol
kirliliği zararının tazmini, cebri icraya ilişkin özel
hükümler hakkında düzenlemelere yer verilmiştir.
Altıncı kitabında ise, sigorta hukuku ile ilgili
konular düzenlenmiş ve ilk olarak genel hükümler
başlığı altında sigorta sözleşmesi tanımlanmış,
uygulanacak hükümler gösterilmiş ve koruyucu
hükümlere bağlanmıştır. Bundan sonra sırasıyla
zarar sigortaları ve can sigortaları ele alınmıştır.
II. Dış Hukuk Kuralları
A. Uluslararası Hukuk (Devletler Genel
Hukuku)
1. Uluslararası Hukukun Temeli
Uluslararası hukuk kuralları, iç hukuk gibi
büyük bir kısmı ile yazılı kurallar değildir. Bu
kurallar daha çok örf ve adetler halindedir.
Fakat yazılı hukuk kuralları da kabul
edilmeye başlanmıştır. Bu hukuku, iç
hukuktan ayıran önemli farklardan biri,
yaptırım konusunda ortaya çıkmıştır. Bir
devletin, bir Uluslararası hukuk kuralını
saymaması halinde ona yaptırım
uygulanabilecek uluslararası bir organ
kolayca kurulamamıştır. Bu yüzden kurallar
sayılmadıkça taraflar bizzat hak alma yolunu
seçmiş ve savaş tek yaptırım sayılmıştır.
2. Uluslararası Hukukun Kaynakları
Yukarıdaki açıklamalardan da
anlaşılabileceği gibi, uluslararası
andlaşmaları uluslararası hukukun en
önemli kaynaklarından birisini
oluşturmaktadır. Bu kaynağın yanı sıra
uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan örf
ve adetlerle, teamüller ve hukukun
genel ilkeleri bu Hukuk dalının
kaynakları arasında yer alır.
3. Uluslararası Hukukun Gelişimi
Bu gelişim, devrelere ayrılarak incelenir. İlk
devre, yazının icadından Batı Roma
İmparatorluğunun yıkıldığı zamana kadar
devam eder. Bu çağlarda devletlerarasında
bir hukuk düzeni olduğunu söylemek kolayca
mümkün değildir. İkinci devre Westfalya
Barışına kadar olan zaman parçasıdır. Bu
devrede devletler hukukunun prensipleri
belli olmaya başlamış; eşitlik, ahde vefa,
barış yoluyla uyuşmazlıkların çözümlenmesi
gibi önemli konular tartışılmaya
başlanmıştır.
Üçüncü devre 24 Ekim 1648 tarihli
Westfalya Barış Antlaşmaları ile başlar.
Bu antlaşmalar, Devletler Hukukunda
geniş ufuklar açmış, devletler
arasındaki eşitlik, devletlerin
bağımsızlığı, din farkı gözetilmemesi
gibi esasları güçlendirmiştir. Bu
devrede 1789 Fransız Devrimi de yer
alır. Bu devrim, eşitlik ve egemenlik gibi
kavramların kökleşmesine yardım
etmiştir.
Dördüncü devre 9 Haziran 1815 Viyana Kongresi
ile başlar. Devletler arasında kongreler çağı bu
devrenin ürünüdür. Nitekim 1818 tarihli Ex la
Chappel Kongresi, 1820 Troupau Kongresi, 1856
Paris Kongresi. 1878 Berlin Kongresi. 1907 La
Haye Barış Konferansları dördüncü devrede
gerçekleşmiştir. Besinci Devre 28 Haziran
1919'da imzalanan Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i
Akvam) Misakı ile başlar. Birinci Dünya
Savaşından sonra, devletlerin ilişkilerini savaşçı
yoldan değil, barışçı bir şekilde çözümleme
çabaları arttı. Locarno andlaşması ile savaşın
yasaklanması sağlanmak istendi. Sömürgeciliğin
denetlenmesi düşüncesi gelişti. Adalet Divanı
kurularak devletler arası uyuşmazlıkların sürekli
çözüm yeri yaratıldı.
Fakat bu iyi niyetler kısa sürdü ve ikinci
dünya savaşı başladı. Yine devletler,
savaşın bir çözüm yolu olamayacağına bir
kez daha karar vererek 26 Haziran 1945
yılında San Francisco'da Birleşmiş
Milletler Anayasasını imzaladılar. Bu
anayasa, meşru müdafaa dışında her türlü
savaşı yasaklamakta ve buna uymayanlar
hakkında yaptırımlar öngörmektedir.
Devletler arasındaki uyuşmazlıkların
barışçıl yoldan çözümlenmesi için daha
önce kurulmuş olan mahkeme, Milletler
Arası Adalet Divanı adıyla faaliyetlere
devam etmektedir.
B. Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkileri
1. Avrupa Birliğinin Gelişimi
Avrupa birliği bağımsız bir devletin
şartlarını taşımasa da, anayasası
sayılabilecek bir andlaşması olan;
Komisyon ve Bakanlar Konseyi yasama
organı aracılığı ile tüzük, yönerge
(direktif) çıkarabilen, tavsiyelerde
bulunabilen ve karar alabilen, Adalet
divanında bağımsız yargı işlevini
kendine özgü bir şekilde yürütebilen bir
kuruluştur.
1992 yılında imzalanan ve 1993 yılında
yürürlüğe giren Maastricht Andlaşması,
Avrupa Birliği sürecinde önemli bir aşamadır
ve Avrupa Birliği Andlaşması’dır. Maastricht
Andlaşması ile topluluğun ekonomik
birleşmeden sonra siyasal birleşme boyutu
da ön plana çıkmaya başlamıştır . Bu
andlaşma ile artık Avrupa Ekonomik
Topluluğu’nun adı, Avrupa Topluluğu olarak
değiştirilmiştir. Tek ve ortak para
politikasının, siyasi bütünleşmenin temelleri
atılmış; topluluğun yetki ve faaliyet alanları
genişletilmiştir. Avrupa Birliği kavramı ilk
kez bu andlaşmanın birinci maddesinde
kullanılmıştır.
Birliğin uluslar üstü bir niteliğe de sahip
olduğu bu andlaşma ile belirtilmiştir. Ortak
dış ve güvenlik politikası belirlenmesinden
ve adalet ve içişleri politikalarında
işbirliğinden söz edilmiştir.
AET’yi kuran ve Avrupa Birliği’nin temeli olan
Roma Andlaşması bugün, Avrupa Tek Senedi,
Avrupa Birliği Andlaşması (Maastricht
Andlaşması) ve Nice Andlaşması ile yapılan
değişikliklerden sonra altı bölümden
oluşmaktadır. İlk bölümde birliğin amaçları
ve ilkeleri, ikinci bölümde birlik vatandaşlığı,
üçüncü bölümde birlik politikaları, dördüncü
bölümde denizaşırı ülke ve toprakların
ortaklığı, beşinci bölümde birlik organları ve
son bölümde ise, genel hükümler
düzenlenmiştir.
Andlaşmanın ikinci bölümünde
Maastricht Andlaşması ile getirilen AB
vatandaşlığı kavramı, siyasal birlik için
oldukça önemlidir ; ancak AB
vatandaşlığı için ön koşul üye bir
devletin vatandaşı olunmasıdır. Buna
bağlılık ilkesi denmektedir. Birlik
vatandaşlığı bu şekilde ulusal
vatandaşlığı tamamlayan bir
vatandaşlıktır.
Genişleme süreci nedeniyle gereksinim
duyulan kurumsal değişikliklerin
yapılması amacıyla 2000 yılında
imzalanan Nice Andlaşması, 2003
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Nice
Andlaşması, AB kurumlarının işleyişini,
genişlemeleri de dikkate alarak
düzenleyen andlaşmadır. AB Anayasası
yürürlüğe girene kadar da kurumların
işleyişi bu şekilde olacaktır.
2. Avrupa Birliğinin Kurumları
Topluluğu kuran Paris ve Roma Andlaşmalarıyla
topluluk kurumları, yasama, yürütme ve yargı
şeklinde oluşturulmuştur. Bu şekilde ulusal bir
devletin kurumlarına benzeyen yapısının nedeni,
ileride birleşik bir Avrupa devleti yapılanmasına
gidilebileceği düşüncesidir . Birliğin kurumsal
yapısında dikkati çeken nokta, kurumların
uluslar üstü bir nitelik taşıdığıdır. Bunun nedeni
de birliğin uluslarüstü (supranasyonal) bir örgüt
olarak yapılanmasıdır . AB kurumları birbirinden
bağımsız olarak çalışırlar. AB organlarına, organ
yerine kurum denmesinin nedeni de organların
bağımsız olarak çalışması ve uluslarüstü
niteliklerinin olmasıdır.
Birliğin kurumsal yapısı, asli
kurumlardan ve işlevsel kurumlardan
oluşur. Asli kurumları, Avrupa
Parlamentosu, AB Bakanlar Konseyi,
Avrupa Komisyonu, Avrupa Toplulukları
Adalet Divanı ve Avrupa Sayıştayı’dır.
İşlevsel kurumları ise, Ekonomik ve
Sosyal Komite, Bölgeler Komitesi,
Avrupa Yatırım Bankası, Avrupa Kamu
Denetçisi (Ombudsman) ve Avrupa
Merkez Bankası’dır.
a. Avrupa Birliğinin Asli Kurumları
aa. Avrupa Parlamentosu
Birliğin asli kurumlarından olan Avrupa
Parlamentosu, üye devletlerin temsilcilerinden
oluşan bir organdır. Üye devletlerin her biri beş
yılda bir yapılan seçimle, parlamentoya temsilci
gönderirler.
bb. Avrupa Komisyonu
Avrupa Komisyonu, birliğin uluslarüstü bir organ
olduğunun en belirgin olduğu kurumdur . 20
üyeden oluşan kurumun üyeleri, Avrupa
Parlamentosu tarafından atanır; ancak
atamaları üye devletlerin uygun bulması aranır.
Komisyon birliğin yürütme organıdır ve birlik
hukukunun uygulanmasını gözetir. Mevzuatın
hazırlanması ve uygulanması yetkisine sahiptir.
Uluslararası toplantılarda birliği temsil eder.
cc. Bakanlar Konseyi
Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi, bütünleşme
sürecinde üye devletlerin ve birliğin yararlarının
korunmasına hizmet eder. Nihai karar organıdır
aynı zamanda. Üye devletler, bakan düzeyinde
hükümet temsilcileri tarafından temsil edilirler.
dd. Adalet Divanı
Avrupa Toplulukları Adalet Divanı, Avrupa Tek
Senedi ile kurulmuştur ve birliğin yargı
organıdır.
ee. Avrupa Sayıştayı
Avrupa Sayıştayı, Maastricht Andlaşması ile
birliğin asli kurumu haline gelmiştir. Birliğin
işlemlerini denetler, gelir ve giderlerini inceler.
b. Avrupa Birliği’nin İşlevsel Kurumları
aa. Ekonomik ve Sosyal Komite
İşlevsel kurumların başında ise Ekonomik ve
Sosyal Komite vardır. Komite, Bakanlar
Konseyine ve komisyona yardımcı olan bir
organdır. Daha çok danışma organı niteliği
vardır.
bb. Bölgeler Komitesi
Bölgeler Komitesi, başka bir işlevsel kurum
olup Maastricht Andlaşması ile kurulmuştur.
Yerel ve bölgesel nitelikli toplulukların
temsilcilerinden oluşur. Yerel ve bölgesel
sorunlara ve ihtiyaçlara yanıt verilmesini
hedefler.
cc. Avrupa Yatırım Bankası
İşlevsel kurumlardan Avrupa Yatırım
Bankası, tüzelkişiliğe ve mali özerkliğe
sahip bir kurumdur. Finans kurumu
niteliğindedir. Birlik çalışmaları için gerekli
yatırımları finanse eder. Projelere finansal
destek sağlar.
dd. Kamu Deneticisi
Kamu deneticisi (Ombudsman), Maastricht
Andlaşmasıyla kurulan işlevsel kurumdur.
ATAD’ın yargı yetkisi dışında kalan
konularda, üye devletlerdeki gerçek ve
tüzelkişilerin kötü idare ve hukuka aykırılık
iddialarını denetler. Avrupa Merkez Bankası
ise birliğin para politikasını oluşturmak ve
yönetmekle yükümlü olan bir kurumdur.
3. Avrupa Birliği Hukuku
a. Birlik Hukukunun Genel Özellikleri
Birlik kurumlarının çıkardığı tüzük, yönerge
karar biçimindeki hukuk kuralları uluslar
üstü bir nitelik taşırlar. Bu kurallar üye
devleti ve aynı zamanda vatandaşlarını da
bağlar. Yerel-ulusal- yargı yerleri ve
yönetim millî hukuku ile bu tür uluslar üstü
hukuk kuralları arasında çatışma varsa,
öncelikle birlik kuralları uygulanacaktır.AB
Hukuku dogmatik bir Hukuk olmakla
birlikte içtihat hukuku özelliği de
göstermektedir.
Birlik Hukuku her ne kadar birden fazla
andlaşmaya da dayansa, bir bütünlük
içindedir.Üye devlet hukuklarından bağımsız
niteliktedir ve doğrudan uygulanabilirliğe
sahiptir. Salt Birlik Hukukuna dayanılarak bir
takım haklar elde edilebilir, yükümlülükler
konulabilir.
b. Birlik Hukukunun Temel Kaynakları
Birlik Hukukunun birincil kaynağı kurucu
andlaşmalardır. İkincil kaynak ise tüzükler
(Verordnung, Regulation), yönergeler
(Directives, Richtlinien), kararlar
(Entscheidungen, decisions), tavsiyeler ya da
görüş açıklamalarıdır (Recommendations or
opinions; Empfehlungen oder
Stellungnahmen).
AB Hukukunun ikincil kaynakları, birliğin
kurumları tarafından düzenlenen kuralları
kapsamaktadır. İkincil kaynaklardan olan tüzük,
Bakanlar konseyi ya da komisyon tarafından
çıkarılır. Üye devletler için kanun gücü taşırlar
ve devletler tarafından ayrıca kabule ihtiyaç
göstermezler, doğrudan doğruya uygulanırlar.
Tüzükler, birlik kurumlarını, üye devletlerin
vatandaşlarını bağlar. Üye devletlerin ulusal
mahkemelerinde bu tüzüklerin uygulanması
gerekir.
4. Türkiye’nin AB Üyeliği Süreci
Türkiye 31 Temmuz 1959 tarihinde
Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ortaklık
başvurusunda bulunmuştur. 28 Eylül
1959’ da başlayan görüşmeler sonunda,
12 Eylül 1963’te Toplulukla, Ankara
Andlaşması, geçici protokol, mali
protokol ve son senet imzalanmıştır.
Ana metne eklenen geçici protokolle
tarafların karşılıklı olarak izleyeceği
ticaret politikaları düzenlemiştir. Mali
protokolle ise Türkiye’ye sağlanacak
mali olanaklar düzenlenmiştir.
Ankara Andlaşması, 1 Aralık 1964 tarihinde
yürürlüğe girdi. Andlaşmanın amacı, Türk
halkı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu içindeki
halklar arasında daha sıkı bağlar kurmak ve
Avrupa Topluluğu arasında hızlandırılmış bir
ekonomi ve uyumlu bir alışveriş ilişkisi içinde
Türkiye’nin ekonomik durumunu düzeltmek
ve topluluk üyesi devletlerle arasındaki
mesafeyi, azaltmak; Türkiye’ye ekonomik
yardım yapmak, Avrupa Topluluğu’nun Türk
halkının yaşam seviyesini iyileştirme
çabasına getireceği katkı ile ileride
Türkiye’nin Topluluğa katılmasını
kolaylaştırmak; bu doğrultuda Topluluk
Andlaşması’ndaki amacı birlikte izleyerek
barış ve özgürlük güvencesini pekiştirmektir.
Hazırlık döneminin sona ermesinden
sonra 1973 yılında Katma Protokol
imzalanmıştır. Katma Protokol geçiş
dönemine ilişkin düzenlemeleri yapar.
Ankara Andlaşması’nın 4. maddesine
göre geçiş dönemi 12 yıl sürecektir. Bu
dönemde kademeli olarak gümrük birliği
oluşturulacak ve Türkiye’nin ekonomik
politikası topluluk politikalarına
yakınlaştırılacaktır. 1 Ocak 1996’da
Türkiye ile AB arasıda Gümrük Birliği
yürürlüğe girmiştir.
Türkiye, 14 Nisan 1987 yılında Avrupa
Birliği’ne tam üyelik başvurusunda
bulunmuştur. Bu başvuru, Roma
Andlaşması’nın 237; Avrupa Kömür ve Çelik
Topluluğu Andlaşması’nın 98, Avrupa Atom
Enerjisi Andlaşması’nın 205. maddeleri ile
Ankara Andlaşması’nın 28. maddesi
hükümlerine uygun olarak yapılmıştır. 17
Aralık 2004’te yapılan AB Konseyi
Zirvesi’nde Türkiye ile müzakerelerin 3 Ekim
2005 ‘te başlayacağına oybirliği ile karar
verilmiştir ve bu tarihte de müzakereler
başlamıştır. Müzakere çerçeve belgesi
oluşturularak görüşülecek konular
kararlaştırılmış ve çeşitli başlıklar altında
toplanmıştır.
AB’ye adaylık sürecinde Türk Hukuk sistemi
ile AB hukuk sisteminin uyumlaştırılması
çerçevesinde yasalarda değişiklikler
yapılmaktadır. 2001 yılında başlayan bu
değişikliklerle ve uyumlaştırma
çalışmalarının nedeni AB’nin her anlamda
birliğin sağlanmasını istemesidir. Bugün
uluslarüstü bir konumda olan Birlik, siyasal,
ekonomik ve hukuki birliğini birliğini
tamamlama yolunda ilerlemekte ve aday
ülkelerden de bu doğrultuda beklentileri
olmaktadır. Türkiye de üyelik sürecinde
müzakere çerçeve belgesiyle belirlenen
konularda kriterleri tamamlamaya
çalışmaktadır.
D. Uluslararası Ceza Hukuku (Devletler
Arası Ceza Hukuku)
Bu hukuk kolu, devletlerin ceza hukuku
kurallarının uygulanmasını inceler.
Uluslararası alanda gerçekleşen
gelişmeler sonucunda 15–17 Temmuz
1998’de Roma’da yapılan uluslararası
konferans sonucunda 1 Temmuz 2002
tarihinde yürürlüğe giren, 139 ülke
tarafından imzalanan Roma Statüsü ile
Lahey’de bir Uluslararası Ceza
Mahkemesi (UCM) kuruldu. Türkiye bu
statüye çekimser oy kullanmıştır.