PowerPoint Sunusu
Download
Report
Transcript PowerPoint Sunusu
Kamu Hukukundaki Yaptırımlar
1. Anayasa Hukuku Yaptırımları
Anayasa'da bulunan bazı yaptırımlar,
kamu
hukukunun
özelliklerini
taşımaktadır. Anaysada güvence altına
alınmış olan temel hak ve özgürlüklerden,
Avrupa
İnsan
Hakları
Sözleşmesi
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine yapılacak olan
bireysel
başvurularda,
başvurunun
konusunu teşkil eden hakkın ihlal edildiği
kanısına varılırsa mahkemece ihlal kararı
verilir.
Tespit edilen ihlal herhangi bir
mahkeme kararından kaynaklanmış
ise, ihlalin giderilmesi için yeniden
yargılama yapılması öngörülebilir.
Ancak,
yeniden
yargılama
yapılmasında
hukuki
yarar
bulunmaması halinde başvurucu
lehine tazminata da hükmedilebilir.
2. İdare Hukuku Yaptırımları
Anayasa, 125. maddesinde idarenin
eylem ve işlemlerinin yargı denetimine
açık olduğunu bildirmektedir. Bu
denetim idare davalarıyla yapılır. Bu
davaları düzenleyen kurallar Danıştay
Kanunu ve Bölge İdare Mahkemeleri,
İdare Mahkemeleri ve Vergi
Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri
Hakkındaki Kanunda ve idarî
Yargılama Usulü Kanununda
düzenlenmiştir.
İdarî yargıda üç türlü dava açılabilir
(İYUK m. 2): İptal davası, tam yargı
davası ve idarî sözleşmelerden
doğaİdarenin tesis ettiği düzenleyici
veya bireysel işlemlerden menfaati
ihal edilenlerin işlemi yapan idareye
karşı açtıkları iptal davası
neticesinde, dava konusu edilen idari
işlemin yetki, şekil, sebep, amaç ve
konu unsurlarının hukuka aykırı
olması halinde verilen iptal hükmü,
dava edilen işlemin yapıldığı tarihten
itibaren hukuk aleminden
kaldırılmasını öngörür.
İdarenin işlem ve eyleminden ötürü
zarar görüp hakkı ihlal edilenlerce
idareye karşı açılan ve zararlarının
giderilmesini öngören dava
neticesinde verilen tam yargı hükmü
ise idarenin işlem ve eyleminden
zarara uğrayanların zararlarının
giderilmesini öngörür.
3. Disiplin Cezaları
Disiplin cezası hukukunun, ceza
hukukunun bir bölümünü ya da İdare
Hukukun bir alt dalını oluşturup
oluşturmadığı konusunda henüz tam bir
anlayış birliği oluşmuş değildir. Bunun
temelinde disiplin cezalarının idare
makamları tarafından verilmesine
karşılık disiplin cezasının özünde bir
ceza uygulaması olması yatmaktadır.
Devlet Memurları Kanununda disiplin
cezaları ağırlık derecelerine göre şu
şekilde belirlenmiştir:
aa) Uyarma: Memura, görevinde daha
dikkatli davranması gerektiğinin
yazılı olarak bildirilmesidir.
bb) Kınama: Memura, görevinde ve
davranışlarında kusurlu olduğunun
yazılı olarak bildirilmesidir.
cc) Aylıktan kesme: Memurun brüt
aylığının otuzda biri ile sekizde biri
arasında kesinti yapılmasıdır.
dd) Kademe ilerlemesinin
durdurulması: Memurun bulunduğu
kademede ilerlemesinin bir ile üç yıl
durdurulmasıdır.
ee) Devlet memurluğundan çıkarma:
Memurun bir daha Devlet memurluğuna
atanmamak üzere memurluktan
çıkarılmasıdır.
4. Ceza Hukukundaki Yaptırımlar
Uygulama ve öğretide yerleşmiş bir
kavram olan ceza hukuku teriminin yanlış
ve eksik olduğu, bunun yerine suç ve
yaptırım hukuku teriminin kullanılması
gerektiği; bu hukukun suçu, yaptırımı ve
güvenlik tedbirlerini kapsadığı ileri
sürülmektedir. ülkede yaşayan herkes için
geçerli normların yer aldığı genel ceza
hukukunun yanı sıra belli nitelikleri olan
ya da belli hukukî koşullarda bulunan
kişilere uygulanan ceza normlarının
oluşturduğu özel ceza hukukundan da söz
edilir.
Bunun en önemli görünümü olan askeri
ceza hukukudur. Bu bağlamda ifade
etmek lazım gelir ki, 5237 sayılı
Kanunun öngörüğü yaptırımlar ceza ve
güvenlik tedbiri olmak üzere ikiye
ayrılır. Ceza yaptırımı da hapis ve adli
para cezaları olmak üzere ikili bir
ayrıma
tabidir.
Hapis
cezaları;
ağırlaştırlmış müebbet hapis cezası,
müebbet hapis cezası ve süreli hapis
cezası
şeklindedir.
Ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası, hükümlünün
hayatı boyunca devam eder ve sıkı
güvenlik rejmine göre çektirilir.
Müebbet hapis cezasında, bundan farklı
olarak sıkı güvenlik rejimleri yoktur. Süreli
hapis cezaları ise, kanunda aksine hüküm
olmadığı hallerde bir aydan az yirmi yıldan
fazla olmayan cezalardır.Adli para cezası,
beş günden az ve kanunda aksine hüküm
bulunmayan hallerde yediyüzotuz günden
fazla olmamak üzere belirlenen tam gün
sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir
edilen miktar ile çarpılması suretiyle
hesaplanan meblağın hükümlü tarafından
Devlet Hazinesine ödenmesidir.
5. Vergi Hukuku Yaptırımları
Anayasa'nın 73. maddesi “Herkes, kamu
giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne
göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi,
resim ve harçlar ve benzeri mali yükümler
ancak kanunla konulur” hükmünü
koymuştur. Vergi yükümlülüğünü yasa
hükümlerine göre yerine getirmeyen
yükümlü hakkında 04.01.1961 tarih ve 213
sayılı Vergi Usul Kanunu 331'inci
maddesine göre vergi kaybı (vergi zıyaı)
cezası ve usulsüzlük cezaları ile diğer
cezalarla cezalandırılırlar.
HUKUK BİLİMİNİN AYRIMLARI
§8. Hukuk Biliminin Ayrımları
I. Genel Olarak
Hukuk kuralları bir toplumu yöneten ve
yaptırımı devlet gücü ile sağlanan
kuralların bütünüdür; Medenî Hukuk,
Ticaret Hukuku, Ceza Hukuku gibi.
Bunlara “pozitif Hukuk kuralları” da
denir.
Bunlar yazılı kurallar olabilir: kanunlar,
tüzük ve yönetmelikler yazılı hukuk
kurallarıdır. Ya da yazılı olmayan
kurallar biçimindedir: örf ve âdet
kuralları gibi.
Hukuk
kuralları
durgun,
statik
kurallarıdır.
Bu
bakımdan
bir
toplumdaki kişiler için yararlanma
olanağı tanıyan, soyut, genel hükümler
şeklindedir.
Özet olarak, haklar, hukuk düzeninin o
toplumda yaşayan kişilere tanıdığı
yetkiler olup, bu yetkilerin kullanılış
biçimi kişilere göre değişik ve çok
çeşitli bir görünüm taşır.
II. Olan Hukuk- Olması Gereken Hukuk
Ayrımı
Pozitif Hukuk ya da müspet hukuk
olarak da adlandırılan olan hukuk
deyimi,
bir
toplumda
yürürlükte
bulunan mevzuatı ifade etmek için
kullanılır.
Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu, Medenî
Kanun… gibi. Bunlar, kişilerin uymak
zorunda oldukları ve yaptırımı olan
kurallardır.
Pozitif Hukuk kurallarının karşıtı olarak
olması gereken (ideal) hukuk deyimleri
kullanılır. Pozitif hukuk kurallarının belirli
bir ülkede ve zamanda yürürlükte
olmasına karşılık, doğal hukuk, insanın
geçmişi ve geleceği kapsayan haklara
sahip bulunduğunu; olması gereken hukuk
ise, var olan hukuk kurallarının hep
üstünde bulunan ve erişilmesi olanaksız,
yaklaşılması gereken hukuk kurallarının
varlığını ileri sürer.
Doğal hukuk, başlangıçta ebedi
yürürlük değeri bulunan değişmez
kurallar olarak kabul edilmekte
iken, XX. Yüzyılın başında bu görüş
reddedilmiş
ve
doğal
hukuk
kurallarının zamana ve mekâna göre
değiştikleri kabul edilmiştir.
III. Özel Hukuk- Kamu Hukuku Ayrımı
•Kamu hukukunun yararlandığı
kavramlar ve ilkeler ile özel hukukun
yararlandığı kavramlar ve ilkeler
birbirinden farklıdır,
•Ayrım sayesinde değişik mahkeme
türlerinin yetki alanlarının saptanmasında
kolaylık sağlanır,
•Ayrımın liberal ekonomik yaşamın
gereksinimlerine uygun olması: Bu sayede
özel hukuk alanında devlet
müdahalelerinin en aza indirme olanağı
doğar.
Kamu hukuku -özel hukuk ayrımı, devlet
gücünün artması, devletin, kişilerin
üzerinde, egemen bir tüzel kişi olmaya
başlamasıyla bir zorunluluk halini
almıştır.
ÖZEL HUKUK–KAMU HUKUKU AYRIMINA
İLİŞKİN KURAMLAR
• Kamu hukuku Roma Devleti'ne; özel hukuk kişilerin menfaatine ilişkin hukuktur.
• Bir hukuk kuralı ile kamu yararı öngörülmüşse kamu hukuku, bireysel çıkar
öngörülmüşse özel hukuk kuralı söz konusudur.
• Örn.: Alım- satım, kira gibi ilişikleri düzenleyen kurallar özel hukuk kurallarıdır. Bir
kişinin vergi borcunu ödememesi, kamulaştırma halinde devletin menfaati vardır.
(Ulpianus, MS.170-228 Kamu hukuku kuralıdır.
Montesquieu 16891755)
• Kamu hukuku, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuktur
• Özel hukuk, yönetilenlerin kendi aralarındaki ilişkileri düzenleyen hukuk
kurallarıdır.
• Özel hukuk ilişkisinde taraflar (süjeler) arasında eşitlik söz konusu olduğu halde ,
kamu hukuku ilişkisinde taraflar arasında bir astlık-üstlük ilişkisi vardır.
• Örn.: Devlet kişiden vergi alır; kişiyi askere çağırır; suç işleyen kişiyi cezalandırır;
lüzum görüyorsa bedelini ödeyerek onun taşınmazını kamulaştırır. Burada devlet
ile özel kişi eşit durumda değildir.
IV. İç Hukuk- Dış Hukuk Ayrımı
İç hukuk, bir ülkenin sınırları içinde
uygulanan hukuk kurallarının bütününe
denir. Dış Hukuk ise, devletler arasında
yürürlükte olan hukuk kurallarıdır. Bunların
bir kısmı örf ve adet biçimindedir. Bazıları,
devletlerin aralarında uyuşmaları yoluyla
andlaşmalar yani yazılı hukuk kuralları
olabilmiştir. Bu kuralların tümünü inceleyen
hukuk dalına Devletlerarası Kamu Hukuku
denir. Bir de Devletlerarası Ceza Hukuku
vardır. Bir devletin vatandaşının başka bir
devlet ülkesinde suç işlemesi halinde
uygulanacak ceza hukuku kuralları hukukun
bu bölümünde incelenir.
§9. HUKUK ÖZNELERİ
§9. Hukuk Özneleri
I. Genel Olarak
Hukukun özneleri (süjeleri) kişilerdir. Eski
çağlarda insanlardan başka varlıklar
(hayvanlar, eşya) da birer özne olarak
kabul
ediliyor,
örneğin
hayvanlar
verdikleri
zararlardan
dolayı
yargılanıyordu. Bundan başka, insanlar
arasında eşitlik ilkesi henüz tanınmamış
olan çağlarda köle- hür ayırımı yapılıyor
ve bu iki tür insana tanınan haklar
farklılık gösteriyordu.
Bugün hukukun öznesi kişi olup, kişi
kavramı öncelikle insanı içermektedir.
Medenî Kanunun 8. maddesinde ifadesini
bulduğu gibi, bütün insanlar, Hukuk
düzeninin sınırları içinde, haklara ve
borçlara ehil olmada eşittirler. Ancak kişi
kavramının hukukî bir anlamı vardır. Çünkü
kişi kavramı yalnız insanları değil, fakat
insan
veya
mal
topluluklarının
oluşturdukları tüzel kişileri de kapsar.
Tüzel kişiler, kendilerini yaratan insan
veya mal topluluklarından bağımsız olarak
hak kazanabilirler ya da borç altına
girebilirler.
II. Gerçek Kişiler
Hukuksal anlamda gerçek kişi, hukuk
ilişkilerine taraf olabilen hak ve hukuk
öznesi olarak ortaya çıkar. Gerçek
kişiler, haklara sahip ve yükümlü
olabilen insan varlığına denir. İnsanlar
arasında hak sahibi olmak yönünden
eşitlik vardır.
A. Haklardan Yararlanma Ehliyeti
Bu ehliyet, hak sahibi olabilme
ehliyetidir.
Kamu
haklarından
yararlanma ehliyetinin koşulları kamu
hukuku ile ilgili kanunlarda, özellikle
Anayasa’da yer alır.
Hak ehliyeti (yararlanma ehliyeti) bir
hakkın kullanılmasına ilintili olmayıp,
bir hakka sahip olabilme ehliyetidir.
Bu bakımdan, kişinin pasif ehliyetini
oluşturur.
Hak ehliyetinin varlığı için sağ doğmuş
olmak yeterlidir. Gerek kamu haklarından,
gerek
özel
haklardan
yararlanmada
insanlar kural olarak eşittir.
B. Fiil (Hakları Kullanma) Ehliyeti
Hak ehliyeti (haklarda yararlanma ehliyeti)
insanın doğumu ile elde ettiği bir yetki
olmasına karşın, hakları kullanma (fiil)
ehliyeti sonradan kazandığı bir yetkidir.
Kamu hukukundan doğan kamu haklarının
kullanılması için gerekli ehliyet koşulları
ilgili yasalarda gösterilmiştir.
Özel hakları, kullanabilmek için ayırt etme
gücüne sahip ve ergin olmak ve bir de
kısıtlı olmamak gereklidir. Medenî hakları
kullanabilen bir kişi şu yetkilere sahip olur:
a)Ayırt etme gücüne sahip, ergin kimse
bağımsız olarak hukukî işlemler yapabilir.
Buna hukukî işlem yapma ehliyeti denir.
Hukukî işlem, tek taraflı irade beyanı ile
olabileceği gibi (örneğin takas beyanı ya
da
vasiyetname
gibi);
iki
tarafın
iradelerinin uyuşması biçiminde de olabilir
Buna da sözleşme (=akit) diyoruz.
b)Ayırt etme gücüne sahip ve ergin
kimsenin haksız eylem ehliyeti de
vardır. Yani kendisi TBK 49 vd.
maddelerde hükme bağlanmış bulunan
bir haksız eylem işlerse, bunun
sonuçlarından sorumlu olur.
c)Ayırt etme gücüne sahip ve ergin,
davacı veya davalı olma ehliyetini de
sahiptir.
d)Ayırt etme gücü ve erginlik medenî
hakların kullanılmasının
koşullarından olduğuna göre,
bunlardan birinin veya diğerinin
yokluğu halinde kişilerin kullanma
(fiil) ehliyeti de çeşitli ayrımlara
uğrar:
1. Ehliyetsizler
Bunları mutlak ve sınırlı ehliyetsizler
ayrımına tabi tutmak gerekir:
a. Mutlak (Tam) Ehliyetsizler
Bu gruba girenler ayırt etme gücü
olmayan kimselerdir (TMK m. 15). Yaşı
küçük olanlarla ergin olanlar arasında bu
bakımdan hiçbir ayrım yoktur. Bunlar
sonuç olarak medenî hakları kullanamaz.
Yaptıkları hukukî işlemler batıldır
(geçersizdir). Ayırt etme gücüne sahip
olmayan kimse ile sözleşme yapan kimse
aldığını geri vermek zorundadır. Ayırt
etme gücüne sahip de aldığını geri
vermeye zorunludur.
b. Sınırlı Ehliyetsizler
MK m. 16 gereğince, ayırt etme gücüne
sahip küçükler ile ayırt etme gücüne
sahip kısıtlılar bu kategoriyi oluşturur.
Bu kişiler de ehliyetsizlik asıl; ehliyet bir
istisnadır. MK m. 16 ve 449’da belirtildiği
gibi:
aa)Sınırlı ehliyetsizler bazı hukukî
işlemleri hiç yapamazlar: Kendi mallarını
bağışlamak, vakfetmek, kefil olmak gibi.
Bu işlemleri yasal temsilcileri aracılığı
ile de yapamazlar.
bb)Hiç yapamayacakları işlemler ile kişiye
bağlı hakları dışında kalan haklarını yasal
temsilcileri aracılığı ile talep edebilirler.
Yasal temsilci sınırlı ehliyetsizin yapacağı
hukukî işleme izin verir. İşlem yapılmışsa
onay (icazet) vermesi söz konusudur (TMK m.
451). İzin verilmezse yapılan işlem geçersiz
olup iki taraf verdiğini geri isteyebilir.
cc)Sınırlı ehliyetsizler yasal temsilcilerinin
iznine gereksinimleri olmadan karşılıksız
kazanımda bulunabilirler (TMK m. 16 II) ve
kişiye bağlı haklarını da kullanabilirler:
Yargısal erginlik istemi (TMK m. 12);
kişiliğin korunması ile ilgili tespit
davaları açılması (TMK m.24); nişanı
bozma (TMK m. 120); yasal temsilcinin
görevini yapması için yargıca başvurma
hakkı (TMK m. 461) buna örnek
gösterilebilir. Haksız eylemlerinden
dolayı
verdikleri
zararlardan
sorumludurlar (TMK m. 16/II).
2. Ehliyetliler
Bu gruptaki kişileri de tam ehliyetliler
ve sınırlı ehliyetliler olmak üzere ikiye
ayırmak gerekir.
a. Tam Ehliyetliler
Ayırt etme gücüne sahip, ergin ve
kısıtlanmamış kimselerdir (MK m. 10).
Bunlar kendi eylemleri ile bağlıdırlar ve
yaptıkları hukukî işlemlerden dolayı
hak kazanır, borç altına girerler (MK m.
9).
b. Sınırlı Ehliyetliler
Sınırlı ehliyetlilerde ehliyet asıl,
ehliyetsizlik bir istisnadır. Yani
yasanın öngördüğü belirli işlemleri
yapamazlar ise de, bunlar dışında
kalan hukukî işlemler için ehliyetleri
tamdır. Örneğin MK m. 429’a göre,
kısıtlanması için yeterli hacrine
neden olmadığı için kendisine yasal
danışman atanan kimse, orada
sayılan işlemler dışındaki işlemleri
serbestçe yapabilir.
III. Tüzel Kişiler
A. Genel Olarak
Hukukun özneleri yalnız insanlardan
ibaret değildir. İnsanların oluşturduğu,
fakat böylece onlardan bağımsız bir
nitelik kazanan mal ve kişi toplulukları
da tüzel kişi adı ile hukukun öznesi
sayılır. Bu varlıklar tarihi ve sosyal
gelişimin sonuçlarıdır. Nitekim bireyin
tek başına başaramayacağı ticari,
kültürel, siyasi, ekonomik etkinlikler,
daha güçlü olan bu topluluklar
tarafından başarılır.
Günümüz tüzel kişisinin kendisini
yaratan kurucularından, üyelerinden ve
organlarını oluşturan kişilerden ayrı,
bağımsız bir hak öznesi olma niteliği
belirginleşmiştir. Ortaya çıkan bu tarz bir
örgütlenme sonucunda, kendisine ait bir
mal varlığının sahibi sıfatıyla ve
organlarının hukukî eylemleriyle, kendi
adına ve hesabına alışveriş yaşamına
katılabilmektedir.
Böylece sözleşme kurup mülk edinebilen,
bağlılıklar kurup sorumluluklar üstlenebilen,
davacı veya davalı olabilen sürekli bir örgütle
karşı karşıya kalınır.
B. Tüzel Kişilerin Çeşitleri
Tüzel kişiler en başta kamu hukuku tüzel
kişileri ve özel hukuk tüzel kişileri olmak
üzere ikiye ayrılır. Bu ayrımdaki temel ölçüt
kamu tüzel kişilerinin kamu gücünün hiç
değilse bir ölçüde ve bazı alanlarda
kullanılabilmesine karşın, özel hukuk tüzel
kişilerinin tamamen eşit biçimde ilişkilere
girmesidir.
1. Kamu Hukuku Tüzel Kişileri
Kamu gücünü kullanan kamu tüzel kişileri,
kamu idareleri ve kamu kurumları olmak
üzere ikili bir ayrıma tabi tutulur. Kamu
idareleri olarak nitelendirilen kamu tüzel
kişileri devlet, il (vilayet), belediye ve köydür.
Sosyal, iktisadi, kültürel kamu kurumları ile
meslek kuruluşları ise kamu idaresi
niteliğinde olmayan kamu tüzel kişileri
olarak karşımıza çıkar.
Kamu tüzel kişileri, özel Hukuk tüzel
kişilerinden ayıran ölçü, yasayla kurulmuş
olmaları ve özel kişilerle aralarında ast- üst
ilişkisi bulunmasıdır.
2. Özel Hukuk Tüzel Kişileri
Bunlar, gerçek kişiler ile eşit haklara
sahiptirler. Tüzel kişileri kazanç amacı güden
tüzel kişiler ve kazanç amacı gütmeyen tüzel
kişiler olarak iki bölümde incelemek
mümkündür. Bu ayrımın temeli “amaç”
ölçütüdür:
a)Amacı Kazanç Elde Etmek Olan Tüzel
Kişiler: Bunlara ortaklık (şirket) denir.
İnsanların iktisadi amaçlarla bir araya
gelerek, emek veya mallarını ortak bir
amaca erişmek üzere, bir sözleşme ile
birleştirmeleri BK 520’de şirket olarak
tanımlanmaktadır.
Tüzel kişi ortaklıklar ise Ticaret Kanununda
düzenlenmiş olup, 136. maddeye göre
kollektif, komandit, anonim, limited ve
kooperatif olmak üzere beş türü vardır.
b)Amacı Kazanç Elde Etmek Olmayan Tüzel
Kişiler: Bunlar dernekler ve vakıflardır.
Dernekler, gerçek veya tüzel en az yedi
kişinin kazanç paylaşma dışında belirli ve
ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, bilgi
ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek
suretiyle oluşturdukları, tüzel kişiliğe sahip
kişi topluluklarını ifade eder.
C.Tüzel Kişilerin Hak ve Fiil (Kullanma)
Ehliyeti
1.Hak (Haklardan Yararlanma) Ehliyeti
Tüzel kişiler, tam anlamıyla gerçek
kişilere benzetilemez. Bu nedenle tüzel
kişilerin yararlanma ehliyetleri, gerçek
kişilerin yararlanma ehliyetinden
farklıdır.Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık
gibi yaradılış gereği insana özgü
niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün
haklara ve borçlara ehildirler.
2. Hakları Kullanma (Fiil) Ehliyeti
Gerçek kişilerin medenî hakları kullanmaları,
ayırt etme gücü ve erginlik yaşına
ulaşmalarına bağlıdır. Tüzel kişilerin bu gibi
yeteneklerinin olması düşünülemez.
Bunun yerine TMK m. 49 organ kavramını
getirmiş ve tüzel kişinin, yasanın ön gördüğü
organlara sahip olmakla medenî haklarını
kullanabileceğini açıklamıştır. Derneklerin
zorunlu organları genel kurul, yönetim kurulu
ve denetleme kuruludur (TMK m. 72/I). Vakfın
zorunlu organı ise “yönetim organıdır” (TMK
m. 109). Bu organlar, tüzel kişi adına hukukî
işlemler yapabilirler.
§10. HAK KAVRAMI VE TÜRLERİ
§10. Hak Kavramı ve Türleri
I. Hukuk ve Hak Kavramı
Hukuk, devlet gücü ile yaptırımı
bulunan ve toplumu yöneten
kuralların bütününe denir.Hak ise,
genel olarak hukuk düzeninin
kişilere tanıdığı yetki olup, kişiler bu
yetkiye dayanarak, bir istemde
bulunabilme olanağına
kavuşmaktadırlar.
A. Kamu Hakları
Kamu hakları, kişinin devlet karşısında,
kamu hukukundan doğan haklarına denir.
Bu tür hakların kaynağı kamu hukuku
kanunları, özellikle de Anayasadır.
Kamu haklarından Anayasa’da temel
haklar ve ödevler başlığı altında
düzenlenen haklara genel nitelikli kamu
hakları adı verilir. Bunlar kişisel kamu
hakları; siyasal kamu hakları ve sosyal ve
ekonomik kamu hakları olarak ayrılırlar.
Koruyucu haklar olarak da anılan kişisel
kamu hakları, kişinin serbestçe gelişimi
amacını güden ve bu alana Devletin
karışmasını önleyen haklardır. Bu nitelikleri
dolayısıyla da “negatif statü hakları”
olarak adlandırılırlar (AY m. 17–40).
Sosyal ve ekonomik kamu hakları, kişinin
yaşamında yer alan toplumsal ve ekonomik
etkinlikleri ile ilgili haklardır. Bu yapıları
dolayısıyla da “isteme hakları”, “pozitif
statü hakları” olarak da adlandırılırlar.
Ailenin korunması, sosyal güvenlik, eğitim
hakkı, sağlık hakkı, sözleşme özgürlüğü
gibi alanları kapsar (AY m. 41–65).
Siyasal kamu hakları ise, kişinin seçim
yoluyla Devletin yönetimine katılmasını
sağlayan haklardır. Bu anlamda “katılma
hakları”, “aktif statü hakları” olarak
adlandırılırlar. Vatandaşlık, seçme ve
seçilme, dilekçe hakları ve siyasi
partilerle ilgili haklar bu alandaki (AY m.
66–674) haklara örnek olarak
gösterilebilir.
B. Özel Haklar
Özel haklar, özel hukuk yasalarının kişilere
tanıdığı yetkilerdir. Bunlar; mutlak haklar,
nispî haklar ve yenilik doğuran haklardır.
Mutlak haklar, sınırlı olarak sayılan ve
sadece hukuki ilişkinin tarafına karşı değil,
herkese karşı ileri sürülebilen haklar
şeklindedir. Ayni haklar, kişinin maddi ve
manevi bütünlüğünün korunması, velayet
hakkı gibi haklar bu kapsamdadır. Nispi
haklar ise, sadece hukuki ilişkinin
taraflarına karşı ileri sürülebilen haklar
şeklinde karşımıza çıkar.
Yenilik doğuran haklar, sahipleri tarafından
bir defa kullanılmakla sona eren, bir hukuki
durumu kuran, değiştiren veya sona erdiren
haklar şeklinde karşımıza çıkar.
Özel Haklarla Kamu Haklarının
Karşılaştırılması
Özel haklar kişilere eşit yararlanma olanağı
tanır. Kamu haklarından yararlanmada aynı
eşitlik yoktur. Bu eşitsizlik özellikle yabancı
uyruklu kişilerin bir ülkede birçok kamu
haklarından yararlanamaması (seçmek,
seçilmek, çalışma gibi) sonucunu getirir.
Bundan başka kamu hakları Devlet’ten
istenir; özel haklar kişiler arasında istem
konusu olur.
§11. BORÇ KAYNAKLARI
§11. Borç Kaynakları
I. Genel Olarak Borç Kavramı
“Borç” kavramı Borçlar Kanununda
tanımlanmamış; Roma Hukukundan beri
gelen kavram biliniyor varsayılmıştır.
Ancak 6098 sayılı Borçlar Kanunu
öğretinin etkisiyle “borç ilişkisi”
kavramına verdiği özel önemi gösterecek
biçimde birinci bölümün başlığından
itibaren bu kavrama yer vermiş ve kavramı
özgün anlamına uygun olarak kullanmaya
özen göstermiştir.
Öğretide bu anlamlara yakın olarak
“borç iki taraf arasındaki borç ilişkisi
gereğince borçlunun alacaklıya bir
edimde bulunmasıdır” tanımı
verilmektedir.Borç kavramı hakkındaki
bu açıklamalarda yinelenen unsurlar
şunlardır:
Alacaklı: Borç ilişkisi gereğince bir şeyi
isteme hakkına (alacak hakkına) sahip
olan tarafa denir. Alacaklı ilişkinin
aktif (etken) tarafıdır.
Borçlu: Borç ilişkisi gereğince alacaklıya
bir edimi yerine getirmekle yükümlü pasif
(edilgen) taraftır. Borç, mal varlığının
pasifinde bulunur.
Edim (Eda): Alacaklının borç ilişkisine
dayanarak istemeğe hakkı olduğu,
borçlunun da yerine getirmekle yükümlü
bulunduğu şeye, yani borç ilişkisinin
konusuna denir.
Edim, bir verme borcu olabilir: Satılanın
teslimi, ödünç alınanın iadesi, para
borcunun ödenmesi vb. Bazen edim bir
yapma borcu olabilir: Elbisenin dikilmesi,
bir hizmetin görülmesi vb. Bazen de
yapmama borcu (katlanma borcu) edimin
konusu olarak karşımıza çıkabilir:
komşunun belli günlerde piyano
çalışması yapmamayı, satıcının satım
sözleşmesinde bir malı belirli fiyattan
yukarı satmamayı taahhüt etmesi,
rekabet etmemenin kararlaştırılması
gibi.
Verme” ve “yapma” edimleri olumlu
(müspet), “yapmama” edimleri ise
olumsuz (menfi) edimlerdir.
Edimi bizzat ifa etmekle borçlu
yükümlü ise buna “şahsî edim” denir.
II. Borç ve Borç İlişkisi Kavramları
A. “Borç” Kavramının Değişik Anlamları
“Borç” kavramı üç ayrı anlamda kullanılır:
1. Geniş Anlamda Borç
Geniş anlamda borç deyimi borç ilişkisini
anlatır. Hukukî işlemlerden, özellikle de
sözleşmelerden (TBK m.1), haksız fiilden
(TBK m. 49) ya da sebepsiz zenginleşmeden
(TBK m. 77) doğan hukukî ilişkiler bu
anlamda borç oluştururlar.
2. Dar Anlamda Borç
Geniş anlamda borç deyimi borçlunun
alacaklısına ifaya mecbur olduğu edimi
ifade eder.
3. En Dar Anlamda Borç
En dar anlamda borç deyimi ise, para
borçlarını ifade eder.
a)“Borç ilişkisi”, “borç” kavramından daha
geniştir. Örneğin bir alım-satım
sözleşmesinde alıcının satın alma bedelini
ödeme; satıcının da satılanı teslim borcu
vardır.Yani bu borç ilişkisi iki borcu da
kapsamaktadır. Bunlara aslî borçlar denir.
Bu tür borçlar geniş anlamı ie borç
ilişkisinin nitelendirilmesini sağlarlar ve
örneğin bir borç ilişkisinin sürekli borç
ilişkisi sayılıp sayılmayacağı,
borçlu temerrüdü nedeniyle sözleşmeden
dönme olanağının bulunup bulunmadığı, ifa
imkânsızlığına bağlanacak sonuçların
belirlenmesi gibi açılardan önem taşırlar.
Fakat borç ilişkisi bu borçlardan ibaret
olmayabilir: Nitekim asıl borçtan ayrı olarak
faiz, gecikme tazminatı (TBK m.126), cezai
şart (TBK m.180) gibi borcu (alacağı)
çoğaltan ve yine rehin hakkı (TMK m. 939),
hapis hakkı (TMK m. 950) , kefile rücu (TBK
m.585, 589) gibi alacağın güvencesi
niteliğindeki haklar da asıl borcun yanında,
ona bağlı fer’i haklardır.
Yine borç ilişkisi bazı fer’i görevleri
(yükümleri) de içerebillir. Bunlar,
yasadan, sözleşmeden veya özellikle
iyiniyet kurallarından doğabilir. Bu
görevlere hem borçlu hem de alacaklı
uymak zorundadır.
b) Borç ilişkisi borçluya def’i hakkı verir.
İki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde
eğer taraflardan birinin daha önce ifada
bulunma yükümlülüğü yoksa, kural
olarak taraflar borçlarını aynı anda ifa
etmelidir. Def’i hakkı yenilik doğuran
haklardandır.
c) Borç ilişkisi ile alacağın (dar anlamda
borcun) doğum zamanı birbirinden farklı
olabilir. Nitekim bir şart veya vadeye
bağlanmamışsa, sözleşmenin yapılmasıyla
borç ilişkisi doğmuş olur. Buna karşılık
alacak, borç ilişkisi ile aynı anda
doğabileceği gibi (örneğin peşin satımda
alıcının satış bedelini ödeme, satıcının da
satılanı teslim borcu) daha geç de doğabilir
(faiz, kira alacakları gibi). Hatta alacağın
doğumu belirli hukuki olayların ortaya
çıkmasına bağlanabilir (vekilin masrafının
giderilmesi isteminde bulunabilmesi için
harcama yapması gerekmesi gibi).
Borç ilişkisi sona erdikten sonra da
alacağın talep olunabilmesi mümkündür:
Kira, ariyet sözleşmeleri son bulduktan
sonra malikin şeyi iade talebinin saklı
olması ya da ödünç verme sözleşmesi son
bulduktan sonra faiz alacaklarının
istenebilmesi gibi.
d) Borç ilişkisi alacaklı ile borçlu arasında
devam ederken bu ilişkiden doğan münferit
alacakların üçüncü kişiye devri mümkündür:
Kira sözleşmesinden doğan kiralar veya
ödünç sözleşmesinden doğan faizlerin
devredilmesi gibi.
e) Borç ilişkisi ile borcun sona erme
nedenleri ayrıdır: İfa, ibra , yenileme
(tecdit), alacaklı ve borçlu sıfatlarının
birleşmesi, ifanın olanaksızlaşması,
takas; borç ilişkisini değil dar anlamda
borcu ortadan kaldıran nedenlerdir.
Zamanaşımı ise dar anlamda borcu sona
erdirmemekle birlikte alacak hakkına
karşı def’i hakkı ileri sürülmesi olanağı
tanır.
Özet olarak borç ilişkisi borca vücut
veren ve fakat bunun ötesinde çeşitli
fer’i hak ve görevleri de kapsayan bir
yapı (structure, Gefüge), sabit bir
çerçevedir (rapport de cadre
constant=konstante
Rahmenbeziehung). Bazı hukukçular
ise bu ilişkiyi bir organizma (uzviyet)
ilişkisi olarak tanımlamaktadırlar.
B. Borç İlişkilerinin Kaynakları
Borcun, hukukî işlem, haksız eylem ve
sebepsiz zenginleşme olmak üzere
başlıca üç ana kaynağı vardır. Bunlar
en temel borç kaynakları olup yıllar
içinde toplum yaşamında çok sık
karşılaşıldığı için yasa koyucu
tarafından özel olarak ele alınıp
düzenlenmişlerdir.
1. Hukuki İşlemlerden Doğan Borçlar
a. Hukuki Olaylar
Hukukî olay, hukukî sonuçlar doğuran
olaya denir. Hukuki olay, ya insanın
iradesi dışında doğar; ya da insan,
iradesiyle bu olaya varlık kazandırır.
aa. İnsanın İradesi Dışında Doğan Hukukî
Olaylar
Bunlar, hukukî sonuçlar ortaya çıkaran
doğal olaylardır.
bb. İnsan İradesi ile Gerçekleşen
Hukukî Olaylar
İnsanın iradesi ile gerçekleştirdiği
hukukî olaylara gelince, bunlara
hukukî eylemler adı verilir. Hukukî
eylemler, hukuk düzeninin olmasını
istemediği, onaylamadığı bir biçimde
ortaya çıkarsa buna hukuka aykırı
eylemler diyoruz.
b. Hukuki İşlemler
Hukukî işlem, bir hukukî sonuç elde etmek,
bir hakkı veya hukukî bir ilişkiyi yaratmak,
değiştirmek veya ortadan kaldırmak üzere
bir kimsenin iradesini açıklamasına denir.
Buradan anlaşıldığı gibi, hukukî işlemde
irade ve bir de bu iradenin açıklanması ayrı
unsurlardır. Nitekim irade öznel (sübjektif)
unsur olup, başlı başına, hukukî işlemin var
olmasına yeterli değildir;bu iradenin açığa
vurulması (izhar edilmesi) gerekir. Buna da
hukukî işlemin nesnel (objektif) unsuru
diyoruz, irade açıklanmadıkça hukukî işlem
niteliğini kazanamaz.
2. Haksız Eylemler (Haksız Fiiller)
Diğer bir borç kaynağı haksız
eylemlerdir. Haksız eylemler, hukuka
aykırı eylemlerdir: Birinin diğerini
yaralaması, malını çalması veya
dolandırması, gibi. Bu eylemleri yapan
kimse haksız eylem sorumlusudur. Bu
bakımdan, hukukî işleme aykırı
davranan kimsenin sorumluluğundan
farklı durumdadır.
a. Sorumluluk Kavramı
Sorumluluk, farklı hukuksal ilişkiler için farklı
anlamlarda kullanılmaktadır. Bir kişinin bir
başkasının uğradığı zararı gidermekle yükümlü
tutulduğu ilişkilere uygulanan Sorumluluk
Hukuku, sözleşme dışı olgulardan kaynaklanan
hukuksal ilişkiler olarak ele alınır. Bu anlamda
sorumluluk hukuku çeşitli ilkelere dayanır. Bunlar
genel olarak kusur sorumluluğu ve kusursuz
sorumluluk olarak ayrıma tabi tutulurlar. Kusur
sorumluluğu yasada doğrudan düzenlenen genel
bir hükme dayanır ve koşulları; fiil (eylem), zarar,
kusur, hukuka aykırılık ve illiyet bağıdır. Buna
karşılık kusursuz sorumluluk yasada düzenlenmiş
genel bir ilkeye bağlı değildir.
b. Kusur Sorumluluğu
İki türlü haksız eylem sorumluluğu
vardır. Bunlardan birisi, kusura dayanan
haksız eylem sorumluluğudur. Yani, bir
kimse, hukuka aykırı eyleminden dolayı
sorumlu tutulabilmesi için, eylem ile
sonuç arasındaki nedensellik (illiyet)
bağından başka, bir de bu eylemi
kusuru ile işlemiş olması gerekir.
Demek ki, kusura dayanan haksız eylem
sorumluluğunun koşulları şunlardır (TBK
m. 49):
aa. Eylemin Hukuka Aykırılığı
Ortada, hukuka aykırı (haksız) bir eylem
olmalıdır. Bu eylemler, kişilerin mal ve
kişi varlıklarını koruyan buyurucu bir
hareket tarzına aykırı davranıştır.
Kişilerin mal ve kişi varlıkları arasında
en önde mutlak hakları (mülkiyet, sınırlı
aynî haklar, fikri haklar, kişilik hakları)
bulunur ve hukukun bunlara tanıdığı
korumanın başkası tarafından ortadan
kaldırılması hukuka aykırı eylemi;
haksız eylemi oluşturur.
bb. Kusur
Hukuka aykırı bir eylem işleyen kimsenin bu
eyleminin sonuçlarından sorumlu tutulabilmesi
için, kusurlu olması gerekir. Kusur, herkesten
beklenen akla uygun davranış biçiminden
ayrılmak demektir. Bu ayrılma bilerek, isteyerek
olmuşsa, kasta dayanan kusur; isteyerek değil
de, sonuçları iyi değerlendirilmediği için
gerçekleşmişse, buna da ihmale veya
dikkatsizliğe dayanan kusur denir. Bir kimsenin
kusurlu hareket etmiş sayılması için kusur
ehliyetine sahip olması gerekir. Bu ise, ayırt
etme gücüdür. Küçükler ve kısıtlılar da, ayırt
etme gücüne sahip olmak koşuluyla, kusurlu
eylemlerinin doğurduğu zarardan sorumludurlar
(TMK m. 16/II). Hatta hakkaniyet gerektirirse,
ayırt etme gücü olmayan bir kimse bile haksız
eylemden sorumlu tutulabilir (TBK m. 65)
cc. Zarar
Bu kusurlu eylemden bir zarar doğmuş
olmalıdır. Zarar, bir kişinin maddi veya
manevi varlığında, sahibinin isteğine aykırı
gerçekleşen eksilme demektir. Bu tanıma
göre, zarar maddi veya manevi olabilir.
Maddi zarar, fiili zarar olabilir. Bu tür
zararda bir kimsenin mal varlığında fiili bir
eksilme gerçekleşir.
Manevi zarar, bir kimsenin manevi
varlığında gerçekleşen eksilmedir. Onur ve
haysiyet, beden bütünlüğü gibi değerlere
yapılan saldırıdan duyulan elem ve acılar,
manevi zararlardır.
dd. Nedensellik (İlliyet) Bağı
Eylem ile zarar arasında nedensellik (illiyet)
ilişkisi bulunmalıdır. Nedensellik,
mantığımızla vardığımız bir sonuçtur.
Haksız eylem sorumluluğunun diğer türü
kusursuz sorumluluktur. Kusursuz
sorumluluk olarak adlandırılan haller, bir
şey ya da faaliyetin yararlarını elde edenin
onun yol açacağı zararlara da katlanması,
tehlike yaratma, hakkaniyet, egemenlik
alanı, özen ödevinin objektif olarak yerine
getirilmemesi gibi düşüncelerden birine
dayanır.
aa. Tehlike Sorumluluğu
Bu sorumluluk özellikle ağır bir tehlike taşıyan
bazı faaliyetleri, işletmeler ya da işletenler için
genel olarak TBK m. 71’de v e bazı özel
kanunlarla öngörülen bir sorumluluktur.
bb. Fedakârlığın Denkleştirilmesi
Hukuk kurallarının çıkar çatışmalarını önleme ve
en az düzeyde tutma işlevine karşın, bazen bir
çıkarın diğerine tercih edilmesi gereken hallerle
karşılaşılır. İşte böyle bir tercih nedeniyle hukuk
düzeninin bir kişinin başkasına zarar vermesine
göz yumduğu durumlarda, zarar görenin
çıkarlarının korunması, fedakârlığın
denkleştirilmesi ile mümkün olur.
cc. Özen Yükümüne Aykırılık
Bu tür sorumluluklardan bir kısmı kendi
hâkimiyetine tabi kişiler ve mallar
bakımından, hâkimiyet sahibine
yüklenmiş bir objektif özen gösterme
yükümlüğünün yerine getirilmesine
dayanmaktadır. Bunlara olağan sebep
sorumluluğu halleri de denilmektedir.
Adam çalıştıranın sorumluluğu (TBK
m.66); hayvan bulunduranın sorumluluğu
(TBK m.67), ev başkanının sorumluluğu
(TMK m. 369) bu niteliktedir.
dd. Hâkimiyet Esası
Diğer bir kısım sorumluk ise bir şeyden en
üst derecede yaralanan kimse olmaktan
kaynaklanmaktadır. Bina malikinin
sorumluluğu (TBK m.69) ve taşınmaz
malikinin sorumluluğu (TMK m.730) gibi
hükümlerde kusursuz sorumluluğa yer
verilmiştir.
ee. Hakkaniyet Esası
Ayırt etme gücü bulunmayanların hukuka
aykırı bir fiille verdikleri zararın giderilmesin
yargıç hakkaniyet gerektiriyorsa karar
verebilecektir (TBK m.65). Bu da hakkaniyet
esasına dayana kusursuz sorumluluk halini
oluşturmaktadır.
3. Sebepsiz Zenginleşme
Sebepsiz zenginleşme Borçlar Kanununun
77-82. maddeleri arasında genel olarak
düzenlenmiştir. İki mal varlığından biri,
diğeri aleyhine hukukî bir sebep yokken
çoğalırsa, buna sebepsiz zenginleşme
diyoruz. Sebepsiz zenginleşen borçlu,
sebepsiz yoksullaşan ise alacaklıdır.
Sebepsiz zenginleşme, alacaklıya
borçlusunun zenginleştiği tutarı geri
vermeyi isteme hakkı verir. Borçlunun, mal
varlığına geçen şey aynen duruyorsa, bunun
geri verilmesi gerekir. Fakat sebepsiz
zenginleşme davası bu durumda bir istihkak
davası, aynî bir dava olmayıp; kişisel bir
alacak davası niteliğini korur.
Ancak, bu noktada sebepsiz
zenginleşme davası ile istihkak davası,
sonuçları bakımından birbirine
benzerler. Her ikisi de davalının mal
varlığında bulunan bir malın aynen geri
verilmesi amacına yöneliktirler. Fakat
içyapıları bakımından bu davalar
farklılık taşırlar. Çünkü istihkak davası
ile malın geri verilmesi fiili bir nitelik
taşır; sebepsiz zenginleşme davası ile
geri verme ise hukukî niteliktedir. Bu
fark, iflas hukukunda belirir.