F*LM ANAL*Z* VE F*LM KURAMI

Download Report

Transcript F*LM ANAL*Z* VE F*LM KURAMI

 Sinema kalbe, zihne seslenen önemli bir sanattır.

Aynı türden sadece bir film izlediğinizde size pek fazla bir şey ifade etmeyebilir. Aynı türden birçok film izlediğinizde ancak gözünüzde yeni bir dünya oluşabilir.

Filmde anlatılmak istenen nedir? Bazen gerçekten hiçbir şey hiçbir mesaj verilmeyebiliyor. Yani yoruma açık. Bir filmden iki farklı zıt yorum çıkabiliyor.

 Gerçeği anlatan filmler.(?) Konusunu gerçek olaylardan alan filmler.

Gerçek nedir? İki farklı yönetmen kırmızı başlıklı kız masalını çok değişik biçimlerde ele alabilir. Örneğin birisi kızı, kızın masumluğunu savunmasızlığını vurgulayarak bir film çeker. Diğeri kurda vurgu yaparak, kurdu önemseyerek bir film yapar. Dolayısıyla gerçek yönetmenin gösterdiği yönde değişebilir.

Örneğin bir belgesel filmi vardı. Çin deki toprak heykellerin görüntüsüyle başlıyor. O heykeller gerçek, yani gidenler oraya onları görebilir. Birçok belge gösteriyor o çağların insanlarıyla görüşüyor . Ama belgesel şöyle bitiyor bu belgesel filminde izlediğiniz hiçbir şey gerçek değildir.

SİNEMANIN BEŞ ÖĞESİ:

 Kurgu,  mekan(alıcının yeri),  alıcının hareketi, (kendi ekseni etrafında, rayların üstünde vb.)  çekim ölçekleri,  zaman

KURGU: birçok çekimin arasından seçilenlerin birleştirilmesine kurgu denir.

Uzun süreli çekimler var birde. Çekimi hiç kesmiyor yani 10 dakika boyunca diyelim çekiyor kamerayla. Sonra kesiyor. Ama yarım dakikanın içinde elli çekime yer veren yönetmenlerde var.

Kurgusuz film olur mu peki. ? Olur. Kameranın düğmesine bastığın andan itibaren hiç kesmeden çekersen kurgusuz olur.. Hiç kesmeden bir adamın uykusunu çekilmiş sekiz saat. Bu kurgusuz bir filmdir. Çünkü tek çekim var. Kurgu deyince akla ilk gelen öykü kitap kurgusu olmamalı. Çekimlerin birleştirilmesi .

ALICININ YERİ(mekan): Alıcı figürün aşağısında ise figür heybetlidir büyüktür.

Örneğin bir polis şefi ,oyuncu zaten büyük birde aşağıdan çekince iyice heybetli görünüyor. Ama polis şefi zamanla çete işlerine karıştı diyelim, o zaman alıcının yeri yükseliyor ve yönetmen şefi yukarıdan çekiyor, daha küçültücü daha yukardan bakıyor.

Bir film vardı .Kadın çocuğunun parasını çaldığını düşünüyor. Odaya doğru gidiyor. Giderken alttan çekim var, çünkü güç onun elinde. Odaya giriyor ve alttan çekim devam ediyor. Çocuğa tokat atıyor alıcının yeri yüz hizasında. Ağlamaya başlıyor, devreye yukarıdan çekim giriyor.

Yine aşağıdan çekim korku filmlerinde de kullanılan bir yöntem.

 

Sinemasal mekan:

Örneğin bir adam sağdan sola doğru yürüyor. Bir kadın soldan sağa doğru yürüyor. İkisi de başka başka yerlerden geliyorlar. Çok farklı bir yerde buluşuyorlar.

Adam beyaz bir kuleyi işaret ediyor. İşaret ettiği yer beyaz saray. Merdivenlerden çıkıyorlar. Merdivenler Moskova’da bir sarayın merdivenleri.

Değişik mekanlarda gerçekleştirilen çekimler birleştirilip aynı mekanmış gibi gösterildiğinde sinemasal mekan oluyor.

Örneğin bir şelale var. Şelale gerçekten var. Adam atlıyor. Sonra adam stüdyoda bir havuzda boğulma rolünü oynuyor. Hepsi birleşince gerçekte olmayan bir sinemasal mekan oluşuyor.

Uzak çekim-yakın çekim: Yakın çekim göğüs ve üstü çekim, bel ve üstü çekimi, ve boydan çekim olmak üzere üç tanedir.

Yakın çekimde figürle daha yakın bir ilişki kuruyoruz doğal olarak.ve yakın çekimde çevre eksik kalıyor. Nasıl bir çevredeyiz nerdeyiz onu anlayamıyoruz. Bir film vardı çete gençlerini anlatan o filmde sürekli yakın çekim vardı nerdeyiz nasıl bir yerdeyiz bir türlü anlayamıyorsunuz.

Öznel çekim: öznel çekimlerde sahneyi birisinin gözünden görüyoruz. Ama sonra gören kişiyi de görürüz genelde çünkü insan kimin gördüğünü merak eder. Sadece öznel çekimle gerçekleştirilmiş çok az film vardır. Adam birini dövecekse alıcıya vurmak zorundadır, öpecekse yine alıcıyı öpmek zorundadır.

Yine otomatik portakalda bir intihar sahnesi vardır orada yönetmen kamerayı köprüden aşağı atmıştır. Ama kameranın dümdüz şekilde atılması gerekmektedir. Çünkü düşenin gördüklerini vermesi gerekir. Bunun için kamerayı çok defa atmışlar. Kubrick de gördüğüm en sağlam alıcıydı kırılmadı demiş. Bu çekim örneği de öznel çekime giriyor . Düşenin gözünden gördüğümüz için.

ALICININ HAREKETİ: dikkati belli bir yere çekmek için önemli. Örneğin birde alıcının ileri geri gitmesi zamanın geçmişe yahut geleceğe gitmesini sağlayabiliyor .

 Çerçeveyi nasıl doldurduğun önemli. Üç boyutlu bir dünyayı iki boyutlu bir dünyaya sığdırmaya çalışıyoruz çünkü.

Örneğin Korkunç İvan adlı filmde, krala yalvarmak için gelen halk sahnesi. Kral kulede. Aşağıda Halkı dümdüz sıra halinde göstermek yerine kıvrımlı dizilmiş şeklinde gösteriyor ki daha kalabalık gözüküyor.

Yine ışık önemli.kralın büyüklüğünü göstermek için duvara vuran gölgesinden yararlanılıyor. Korku efekti için yada karakteri kötü göstermek içinde ışık etkili bir yol.)

 Sinemasal zaman: örneğin gelecekten başlıyor film. Geçmişe doğru gidebiliyor.

Bir filmde bir adam var geçmişi hatırlıyor sürekli. Geçmişte farklı zamanlara denk gelen olayları bölük pörçük parça parça hatırlıyor. İzleyici ise ancak filmin sonunda adamın neler yaşadığını anlayabiliyor.

Bir de görüntü geçmişe aitken ses şimdiki zamana ait olabiliyor. Yine ulisin bakışında adam geçmişi hatırlarken yanındaki adamın şimdiki sesini duyuyor .

 (Birde mesela dalgaları büyük göstermek için yanına bizim ölçüsünü bildiğimiz bir şey koymalıyızki daha büyük gözüksün.büyük dalganın yanında insan figürü.birşeyin büyüklüğüne dikkat çekmek için: caminin, klisenin yanında insan figürü. Dinlerin büyüklüğüne işaret yine büyük heykellerin yanında insan figrü.) Birde karşıtlıklardan anlam çıkarma var . bir zengin olanı bir fakir olanı gösteriyorsun oradan bir anlam çıkıyor.

Birde filmdeki objeler var. Örneğin adam odaya giriyor. Sonra başka bir çekim. Masada tabanca. Sonra tekrar adam .Böylece Kurguyla dikkati silaha çekmiş oluyorsun. Direk genel olarak masayı da çekebilirdi ve isteyende silaha dikkat ederdi. Bu yönetmenin tercihi.

 

(Ya da Afili Adıyla Söyleyecek Olursak: Film Teorisi)

Kuram her ne kadar soyut bir kavram olsa da, yaşadığımız dünyadan kopuk açıklamalar olarak görülmemeli. Aksine, kuram belli bir konunun derinlerindeki gizli anlamları bulup ortaya çıkararak açıklamaya yarayan varsayımlardır, yani yaşadığımız dünya ile doğrudan ilişkilidir.

 Aynı mantıkla sinemada da kuramlar, yüzeysel bakışla görülemeyecek anlamları keşfederek sinemanın bir sanat olduğunu ispatlamaya yöneliktir. Sinemanın özünde var olana ulaşmaya ve onu açıklamaya çalışır. Sinemanın diğer sanatlarla, seyirciyle, toplumla ve gerçeklikle olan ilişkisini sorgular. Yönetmenin sezgileriyle yaptıklarını rasyonalize ederek hem yönetmenin kendisine, hem de seyirciye aktarır, ama bunu yaparken tek tek filmlere bakmaz. Kuram, genel ile ilgilenir. Bütün filmleri içinde barındıran sinemayı bir sistem olarak ele alır. Bir araya gelerek sistemi yapılandıran tüm parçaları tek tek ayırır ve onları yeniden birleştirerek sinemanın özündeki anlamı gösterir. Yani, bir kadavrayı parçalayarak tüm parçalarını tek tek inceleyen ve sonra parçaları yeniden birleştirerek insan vücudunun sırlarına ulaşan bir doktor gibi kamerayı, sinema salonunu, seyirciyi, yönetmeni, senaryoyu, kurguyu, mizanseni, sinematografiyi ve daha birçok unsuru tek başına değerlendirerek yeniden bir araya getirir ve sinemanın genel düzeyde ne olduğunu açıklar.

 Kuram, sanat eserini takip eder. Sanatta yeteri kadar özgün ürün üretilmeden kuramın ortaya çıkabilmesi mümkün değil. Sanatın disiplinine uygun yöntemlerle özgün bir anlayış ve bu anlayışa bağlı eserler ortaya çıktıktan sonra kuram gelir ama kuram sanatı tamamıyla kapsayamaz. Mutlaka kuramla ters düşecek örnekler bulunur. Zaman içerisinde sanat gelişeceği ve değişeceği için bu aykırı örneklerin sayısı da git gide artar. Bu durumda kuram, sanatın peşinden gider ve o da yenilenir ama eski kuramlar asla ölmez. Onlar yenileri için birer dayanak noktası olarak kalırlar. Kuram sanatı kapsayamasa da bu onu önemsiz yapmaz, çünkü her haliyle kuram sanatın nasıl anlamlandırılabileceğine dair yol gösterir. İşte bu yüzden sinemayı hem yapanlar, hem de seyredenler açısından kuramlar önemlidir.

 Sinemada kuramın ortaya çıkışı sinemanın icadından hemen sonra, 1910’lu yıllardadır. İlk başlarda sinemanın eğlendirici özelliğinden başka bir anlamı olmadığı düşünülüyordu fakat zaman içerisinde sinema üzerine düşünülmeye başlandı ve ilk kuramlar sinemanın basit bir teknolojik icat olmadığını, sanatın yedinci dalı olarak diğer sanat dalları kadar değerli olduğunu ispatlamak amacıyla ortaya çıktı.

 Bu amaç doğrultusunda ilk düşünenlerden biri Vachel Lindsay’dir. Lindsay filmleri üçe ayırır: Aksiyon filmleri, samimi filmler ve şahane filmler. Her ne kadar şu an gözümüze ilkel görünse de, Lindsay’in sinemaya bütüncül bir bakışı olduğu aşikar. Diğer yandan şematize etmesi de bilimsel bir yöntem olarak değerlendirilebilir.

 Hugo Munsterberg ise sinemanın ilk büyük kuramcısı. Sinemayı bir anlatım aracı olarak gören Munsterberg, henüz 1916 yılında sinema ve psikoloji arasında bağlantı kurarak sinemayı entelektüel bir yapıya kavuşturma yolunda önemli adımlar attı. Biçimci kuramcıların da ilki olarak kabul edilen Munsterberg ile ilgili olarak Jean Mitry’nin şu sözleri onun değerini net olarak gösteriyor: “Bu kadar uzun yıllar boyunca onun teorisini nasıl bilemedik? 1916’da bu adam sinemayı neredeyse hiç kimsenin anlayamayacağı kadar anlamış.”

 Munsterberg’in ardından gelen başta Eisenstein , Pudovkin ve Arnheim , Balazs ve Vertov olmak üzere Sovyet sinemacılarla biçimci kuram tam olarak ortaya konulmuş oldu. Biçimcilere göre sinema bir tasarım ve anlatı formudur. Kendine özgü bir dile sahiptir. Biçimciler bu dili deşifre edip baştan kurdular. Görüntünün değişimi ile seyircinin algısının nasıl etkilendiği üzerine çalışmalar yaptılar. Bu noktada en fazla kurgudan yararlandılar.

 Biçimci kuramla birlikte sinema ve gerçek sorusu ortaya çıkmış oldu ve biçimcilerin ardından gerçekçi kuram geldi. Gerçekçiler, sinemanın gerçeği ne kadar yansıtabileceğine ve sinema ile gerçeğin yakalanabilir olup olmadığına baktılar. Biçimi tamamen reddetmiyorlardı ama sinemayı hayata benzettikleri ve sinemanın hayatın taklidi olduğunu düşündükleri için “Sinema hayatın ta kendisi olabilir mi?” diye araştırdılar.

 Kracauer ve Bazin ‘in başı çektiği gerçekçi kuramda, gerçeği olduğu gibi kaydedebilmektir önemli olan. Özellikle Kracauer sinemanın gerçeği olduğu gibi verebileceğini öngörüyordu. Diğer yandan Bazin ise her ne kadar sinemanın gerçeğe çok çok yaklaşabileceğini düşünse de, asla gerçek olamayacağını kabul ediyordu. Sinema onun gözünde İsa’nın yüzüne dokunan Veronika’nın mendiliydi. Bir ölüm maskesiydi. Gerçeğe dokunabilen ama asla gerçek olamayan bir maske.

 Bana kalırsa, Lumiere kardeşlerin ilk filmlerini seyreden insanların, perdede üstlerine doğru gelen treni gördüklerinde birden heyecanla kaçışmaları boşuna değildi. O insanlar için bu içgüdüsel ve doğal bir hareketti. Seyirciler, o anda perdedekinin sadece bir projeksiyon olduğunu unutuverdiler ve gerçek sandılar, çünkü sinemanın doğasında gerçeğe yakınlık vardır. Sinema ne kadar istenirse istensin, gerçeklikten tamamıyla koparılamaz. Öte yandan Bazin’in de söylediği gibi sinema asla gerçeğe %100 ulaşamaz, yani hayatı olduğu gibi yansıtamaz.

 Bu durumda sinema gerçekliği kendi yöntemleriyle yeniden üretmek zorundadır. Onun kendine göre bir gerçekliği vardır. Hayatın gerçeğine bakar ve onu kendi yöntemleriyle – senaryo, mizansen, sinematografi, kurgu vs. – yeniden biçimlendirerek seyirciye sunar. Zamanı, mekanı, hikayeyi istediği gibi bozar (ki dijital teknoloji çağında bunu kolaylıkla yapabiliyor), böylece kendi sinemasal gerçekliğini yaratır. Sinemasal gerçeklik hayatın gerçekliğinden farklıdır. Sinemasal gerçekliğin düzeyi, hayatla ne kadar benzeştiğine değil; aksine sinemasal yöntemlerle gerçekliği biçimlendirme başarısına bağlıdır.

 70’lere gelindiğindeyse sinema kuramının altın çağı başladı. Bu yıllarda göstergebilim, yapısalcılık, psikanaliz, Marxizm, feminizm gibi farklı anlayışlar sinemayı anlamlandırmak üzere kullanıldı ve böylece modern kuramlar ortaya çıkmış oldu.

 Tüm bunlar, açıkça gösteriyor ki kuramlar sadece var olanı açıklamakla kalmıyor, olması gerekeni de öne sürüyor. Sessiz film döneminde kuramcıların sesli film tasarımlarının sinema için yol gösterici olduğu yadsınamaz ya da bugünkü 3D teknolojisinin çıkış noktasının, Bazin’in sinemada gerçeklik argümanlarına dayandığını söylemek mümkün. İşte bu şekilde sinemanın gelişimi için yol gösteriyor olması, kuramın en az sinemayı anlamlandırması kadar önemli bir özelliği.

ALPEREN KÜPÇÜK