Ek Dosyayı İndir

Download Report

Transcript Ek Dosyayı İndir

Sosyoloji Nedir?
Sosyoloji, “insanın toplumsal yaşamının, insan
grupları ile toplumlarının bilimsel incelemesidir”.
(Giddens, 2008:38),
modern toplumlarda insan gruplarının ve
toplumsal yaşamın sistematik ve planlı olarak
çalışılması” (Browne,1998:1)
“insan toplumlarının ve toplumu oluşturan
gruplardaki insan davranışlarının bilimsel olarak
incelenmesidir” (Kornblum ve Smith 2008:4)

Sosyoloji Nedir?
 Sosyoloji
makro düzeyde toplumsal kurumların
ya da toplumların yapısını ve değişimini, mikro
düzeyde grupları, gruplar arasındaki etkileşimi ve
toplumsal rolleri inceler (Kornblum, 2008:5-6).
 Yüz
yüze etkileşim hâlindeki gündelik
davranışların
incelenmesine
genellikle
mikrososyoloji, siyasal sistem ya da ekonomik
düzen gibi büyük ölçekli toplumsal düzenlerin
çözümlenmesine ise makrososyoloji adı verilir
(Giddens, 2008:60).





Sosyolojinin Önemi:
Kültürel farklılıklar hakkında, bizim toplumsal
dünyayı birçok bakış açısından görebilmemizi
sağlayan bir farkındalık sağlar.
Kendi kendimizi aydınlatabilmemizi, kendimizi
daha iyi anlayabilmemizi sağlar.
İçinde bulunduğumuz toplumu analiz
ederken kendimizi daha sağlıklı bir yerde
konumlamamıza yardımcı olur.
Tarihi, siyasi ve ekonomik ilişkilerin arkasında
cereyan eden toplumsal olayları anlamamızı
kolaylaştırır.
SOSYOLOJİNİN TEMEL
KAVRAMLARI
 Toplum: Toplum, belirli bir kültürü ve bir takım
toplumsal kurumları paylaşan insanlar arasındaki
ilişkilerden meydana gelir. Başka bir deyişle toplumu
oluşturan şey bireylerden çok bireylerin arasındaki
ilişkiler, paylaştıkları değerler ve davranış kalıplarıdır.
 Toplumsal
Grup: üyeleri arasında ortak amaç
ve çıkarlar olan, üyelerinin karşılıklı ilişki
içinde olduğu ve bir sürekliliği olan insan
topluluğudur (Özkalp, 2007:257). Toplumsal
gruplara örnek olarak aile, bir sınıftaki
öğrenciler, arkadaşlar, bir iş yerinde birlikte
çalışan insanlar verilebilir.
Toplumsal Rol: her statüdeki insanın belirli
bir şekilde davranmasını bekler ve bu
davranış rol olarak adlandırılır. Roller,
toplumdaki statüye uygun hak ve
ödevlerden meydana gelir. Bütün insanlar
bir takım statülere (anne, öğretmen, sınıf
annesi, komşu, polis vs) sahip olur ve
bunların hepsi kendi rolünü içinde taşır.
 Rol Çatışması: Toplum içerisinde birçok
role sahip olan bireyin bu rollerinden
birinin başka bir rolüyle çatışması.


Rol Çatışmasına Örnek: bir baskında
suçluların arasında kendi çocuğunu gördüğünde rol çatşması yaşayacaktır. iyi bir
baba gibi davranırsa iyi bir polis gibi davranmamış olacak, iyi bir polis gibi
davranırsa iyi bir baba gibi davranmamış
olacaktır (Coser, 1983:86-87).
 Değer:
Değerler, davranışlarımızı yargılarken
ve
hayattaki
amacımızı
seçerken
başvurduğumuz; toplumsal olarak paylaşılan,
amaçlarımızı ve davranışlarımızı belirlemede
bize neyin doğru, neyin yanlış olduğunu
söyleyen standartlardır (Coser, 1983:69;
Bozkurt, 1999:93). Değerler toplumdan
topluma değişebilir.
 Örnek: Alçakgönüllülük mütevazilik bir
toplumda
değerliyken,
rekabetçi
bir
toplumda mütevazilik bir zayıflık göstergesi
olabilir.

Norm: Normlar, belirli durumlarda
insanların nasıl davranmaları gerektiği
konusunda yaptırımı olan beklentilerdir
(Bozkurt, 1999:101). Normlar, değerlere
dayalı olarak geliştirilen kurallardır.
Örneğin toplumun önemli değerlerinden
biri dürüstlükse, yalan söyleme davranışı
yaptırımı olan kurallarla engellenmeye
çalışılır. 3’ gruba ayrılır.


1-) Halk Yordamı Normlar: nispeten zayıf
normlardır. Uygun kıyafet giymek, yemeği
düzgün yemek, selam verilince almak gibi
kurallarda görülür ve yaptırımları şiddetli
değildir.
2-) Örfi Normlar: Örfler toplumun güçlü ve
önemli normlarıdır, toplumun üyeleri
tarafından toplumun devamlılığı için bu
normlara uyulmasının şart olduğu düşünülür
ve yaptırımları son derece ağırdır. Yamyamlık,
ensest ya da cinayet, örfe örnek verilebilir.
3-)Yasalar: Yasalar, toplumun siyasal otoritesi
tarafından tasarlanan, sürdürülen ve dayatılan yazılı
normlardır. Yasalar, hız sınırını aşmaktan vergi
ödememeye, uygun olmayan yerlere çöp
dökmekten cinayete kadar birçok davranışa ilişkin
yaptırımı olan kurallardır.
 Yaptırım: toplumun üyelerinin normlara uymasını
sağlamak için kullanılan, kurala aykırı davranılması
hâlinde öngörülen sonuçtur. Başka bir deyişle
toplumsal olarak onaylanan standartlara uyumu
sağlamak için kullanılan araçlardır. Yaptırımlar,
beklentilere uyan davranışların ödüllendirilmesi
gibi olumlu ya da beklentilere uymayan
davranışların cezalandırılması gibi olumsuz olabilir
(Marshall, 1999:810).

Toplumsal Olgu: Toplumsal gerçeklik
olarak da adlandırılan toplumsal olgu,
toplumsal olayların tekrar etmesiyle
doğan, mekandan ve zamandan bağımsız
kavramlardır.
 Örnek 1: Ahmet ile Ayşe’nin evlenmesi bir
toplumsal olayken evlilik bir toplumsal
olgudur.
 Örnek 2: Ali’nin işsiz olması toplumsal bir
olgu değildir. Ama toplumda işsizlik belli
başına bir durum/problem arz ediyorsa bu
bir toplumsal olgudur.


Toplumsallaşma (Sosyalleşme):
Bireylerin üyesi oldukları topluma ait değerleri, tutumları, bilgi
ve becerileri, kısacası o toplumun kültürünü öğrendikleri
etkileşim süreci toplumsallaşma olarak adlandırılır.
 Birey, doğumundan itibaren aile, öğretmenler, arkadaşlar,
meslektaşlar gibi davranışlarına yön veren diğer insanlarla
etkileşime girerek toplumsal rolleri, norm ve değerleri
öğrenir. Toplumsallaşmanın iki fonksiyonu vardır, bunlardan
biri benliğin gelişmesini sağlamak, ikincisi ise kültürün bir
nesilden diğer nesle aktarılmasını sağlamaktır. Toplumlar,
değerlerini, toplumsal davranışlarını, kültürel miraslarını
nesilden nesle aktararak kendilerini yeniden üretirler (Coser
vd.,1983:106).
 Toplumsallaşma aracılığıyla her toplum, her yeni neslin o
toplumun değerlerini ve normlarını öğrenerek büyümesini,
böylece toplumun kendisinden beklediği davranışları yerine
getirmesini sağlar.


Anna Örneği: (Kingsley Davis)

Çalışmadaki çocuklardan biri olan Anna, gayrimeşru bir
çocuktu ve annesi bu nedenle doğduğu günden beri onu
tavan arasında saklamıştı. Anna diğer insanlarla nadiren
karşılaşmış ve çok düşük düzeyde bakım görmüştü. Altı
yaşında bulunduğunda Anna konuşamıyor, yürüyemiyor ve
kendi kendine yemek yiyemiyordu. Kendisine yönelik
konuşmalara cevap, davranışlara tepki vermiyordu, bu nedenle
başlangıçta sağır ve kör olduğu zannedilmişti. Anna’nın
gördüğü fiziksel ve zihinsel zarar kolaylıkla onarılamamış, dört
yıllık eğitimden sonra Anna zar zor yürüyebilir, birkaç kelime
konuşabilir ve oyuncak bebeğine ilgi gösterir hale ancak
gelebilmişti. 11 yaşınnda öldüğünde Anna ancak 2 ya da 3
yaşında bir çocuğun seviyesine ulaşabilmişti (Coser,
1983:107). Bu örnek toplumsallaşma sürecinin toplum
açısından olduğu kadar bireyin gelişimi açısından da son
derece önemli bir süreç olduğunu göstermektedir.
SOSYOLOJİK İMGELEM
(SOSYOLOJİK BAKIŞ AÇISI)

Wright Mills’in ortaya attığı sosyolojik
imgelem (imagination) kavramsallaştırması,
yaşamlarımızın (bireysel), toplumsal ve
tarihsel boyutları arasındaki bağlantıları
göz önünde bulundurmayı ifade eder.
Sosyolojik imgelem bizim yalnızca bireyi
ilgilendirir görünen pek çok olayın
gerçekte daha geniş sorunları/anlamları
yansıttığını görebilmemizi sağlar.
Kahve Örneği: Kahve sadece bir içecek
değildir. Sosyolojik imgelem yoluyla kahve
içmenin bir çok anlamı olabilir.
 1-) gündelik toplumsal etkinliklerimizin bir
parçası olarak simgesel bir değer taşır.
Toplumsal bir etkileşimin ve törenin
sembolü olarak görünür. Bir fincan
kahvenin kırk yılı hatırı vardır gibi
 2-) Keyif verici bir maddedir.
 3-) Ekonomik ve ve toplumsal ilişkiler
kümesinin içinde yer almak.

4-) Siyasal bir içerik kazanması. Üçüncü
dünya ülkelerinde en çok üretilmesi fakat
birinci dünya ülkelerinde en fazla
tüketilmesi
kahvenin
ülkeler
arası
bağımlılığın bir göstergesi olması.
 5-) Kültürler arası değişimin göstergesi.
Batı kökenli bir içecek olmamasına
rağmen Kahvenin Avrupa’nın sömürge
politikaları neticesinde Afrika’dan, Güney
Amerika’dan Avrupaya taşınması gibi.


Sosyolojik İmgelem Örnek 2:
Boşanma kişisel bir sorun gibi görünse de
boşanmanın bir toplumda yaygınlık kazanmış
olması bizleri sosyolojik imgelem vasıtasıyla
boşanmanın bir tür toplumsal sorun olduğu
gerçeğine götürür.
İşsizlik, başörtüsü sorunu, vs. de Sosyolojik
imgelem yoluyla toplumsal bir problem
olarak algılanılabilir.
 Sosyolojide
İlk Kuramcılar
1-)Auguste Comte: (1798-1857)
 “sosyoloji” kavramını icat etmiş
ve sosyolojide pozitivist sosyoloji
olarak bilinen geleneği kurmuştur.
Bu nedenle bazı çevrelerde
Comte sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilir.

Sosyolojide Comte tarafından geliştirilen pozitivist yaklaşım
toplumsal yaşamın doğal yaşama benzer bir nesnel gerçekliği
olduğu yönünde temel bir varsayıma dayanır. Bu aç›dan
pozitivizm doğa bilimlerinde kullanılan niceliksel bilgiye dayalı
bilimsel yöntemin sosyal bilimlerde de kullanılabileceğini
savunur. Bu yönteme göre yalnızca gözlenebilen, ölçülebilen
ve sınıflanabilen olguların bilimsel bir gerçekliği vardır ve
toplum hakkındaki doğru gerçekler ancak bilimsel
yöntemlerle keşfedilip analiz edilebilir.

Comte fiziksel dünyada olduğu gibi (örneğin, yer çeki- mi
yasası), toplumsal dünyada da olayları temellendiren belirli
toplumsal yasalar olduğuna inanıyordu. Bu nedenle doğa
bilimsel yöntemlerle bu yasaların keşfedilebileceğine ve
topluma daha iyi yön verilebileceğini savunuyordu.

Bu bağlamda Toplumsal Fizik terimini ilk kullanan düşünür
Auguste Comte’dur.
Auguste Comte toplumu evrimci bir bakış
açısıyla açıklar ve geliştirmiş olduğu
evrimsel modelle insan düşüncesi ve insan
toplumlarının üç temel aşamadan geçerek
ilerlediğini dile getirir. Buna 3 aşama yasası
denir.
1-)Teolojik Aşama: insan düşüncesi her şeyi
doğaüstü güçlerle açıklamaya çalışır.
2-)Metafizik Aşama: insan düşüncesi sosyal
veya fiziksel tüm olgu ve olayları soyut
güçlerle açıklamaya çalışır.

3-) Pozitif Aşama: insan düşüncesi nihayet
bütün olgu ve olayları bilimsel (evrensel
yasalara dayalı) olarak açıklamaya çalışır.
Comte’a göre bu aşamada insan düşüncesi
pozitif bilim sayesinde doğaüstü ve soyut
güçleri
reddederek
gözlemlenebilen
olgular arasındaki mevcut ilişkileri açığa
çıkarmaya ve bu ilişkileri evrensel yasalar
içerisinde sistemleştirmeye çalışır.
Ulaşılabilecek en üst aşamadır. Din ve
metafiziğin yerini pozitivizm almıştır.
2-) Emile Durkheim (1858-1917):
Durkheim toplumu bir bütün oluşturmak amacıyla
farklı işlevler üstlenmiş parçalardan oluşan
biyolojik bir organizmaya benzetir. Bu açıdan da
toplumun
onu
oluşturan
bireylere
indirgenemeyecek nitelikte bağımsız bir gerçekliği
olduğunu düşünür.
 Durkheim çalışmalarında toplumun bireylerden
bağımsız bir gerçekliği olduğunu savunmakla
kalmaz ayrıca bireylerin üstünde (yani bireylerden
daha önemli) ve üzerinde bir gerçekliği olduğunu
da savunur. Toplumun bireyler üzerinde kolektif
nitelikteki toplumsal olgular (gerçeklikler) aracılığı
ile yaptırım gücüne sahip olduğunu vurgular.

Durkheimde Sosyoloji:
 Örnek: 11 Kişiden oluşan bir futbol
takımını var eden şey 11 tane bireyin bir
araya gelmesi değildir.
Önemli olan
bireyler arasındaki ilişkilerdir. Tek tek bir
futbolcunun anlamı yoktur ama 11 kişiden
olan bir takımın sosyolojik anlamı vardır.
Dolayısıyla takım bireylere indirgenemez
ve futbol takımının (olgu bazında) birey
üstü bir gerçekliği vardır.




işlevselci bir toplum modeli benimseyen
Durkheim için toplumsal düzen ve dayanışma
bir
toplumun
işlevsel
öncelikli
gereksinimlerinin en başında gelmektedir.
Ona göre toplumda düzen ve dayanışmanın
kaynağı işbölümü ve uzmanlaşmadır. İş
bölümü arttıkça bireylerin birbirlerine olan
bağımlılığı da artmaktadır.
Durkheim evrimci işlevselci bir bakış açısı
sergilediği
Toplumsal
işbölümü
adlı
çalışmasında hem toplumsal düzen ve
dayanışmanın hem de toplumsal değişmenin
sırasıyla mekanik ve organik adı altında iki
farklı ideal tipinden söz eder.
Mekanik Dayanışma:
 benzeşmeye dayalı basit bir iş bölümünün
olduğu geleneksel toplumlarda söz
konusudur. Bu düzen ve dayanışma tipinde
kolektif bilinç ve kolektif kimlik bireysel
bilinç ve kimliklerden daha güçlü ve
baskındır.
 Organik Dayanışma: farklılaşmaya dayalı
karmaşık bir iş bölümü ve uzmanlaşmanın
olduğu
modern
toplumlarda
söz
konusudur.
(Sanayi tipi toplumun
oluşmasını sağlayan dayanışma modeli).

 Durkheim’in
İntihar İncelemesi:
psikolojik nedenlere bağlı bireysel bir eylem gibi
görünen intiharın bile aslında nasıl toplumsal
nedenlere bağlı bir toplumsal olgu olduğunu intihar
oranlarındaki değişmeleri inceleyerek kanıtlamaya
çalışır. Buna göre farklı toplumsal koşullara sahip
gruplarda intihar oranları da farklılaşmakta ve özellikle
hızlı toplumsal değişmelerin yaşandığı dönemlerde
intihar oranları değişmektedir. Bu da intiharın
toplumsal nedenlere bağlı bir toplumsal olgu
olduğunu göstermektedir.
 Durkheim intiharı bütünleşme ve düzenleme şeklinde
iki bağımsız değişkenle açıklar. Bir toplumda her iki
değişkenin aşırı düzeyde ya da yetersiz düzeyde
bulunması intihara yol açar.


Durkheim toplumsal gruplarla güçlü bir
biçimde bütünleşen, istek ve hedefleri
toplumsal normlar tarafından düzenlenen
insanların intihara kalkışma olasılıklarının
daha
düşük
olduğuna
inanıyordu.
Bütünleşme ile düzenlemenin görece var
olmasına ya da olmamasına bağlı olarak
dört tür intiharı tanımlamıştır.


1-)Bencil İntiharlar: Toplumla düşük biçimde
bütünleşme ile nitelenir ve birey yalıtılmış ya
da bir grupla olan bağları zayıflamış ya da
kopmuş olduğunda gerçekleşir. Örneğin dini
gruplar arasındaki (katolikler) intiharların
nispeten düşük olması.
2-)
Anomik
İntihar: Bir
toplumsal
düzenlemenin olmadığı durumlar yol açar.
İnsanların toplumdaki hızlı değişme ya da
istikrarsızlık yüzünden ‘normsuz’ kaldıkları
anomik toplumsal koşullara gönderme
yapmaktadır.
Normlar ve İstekler için sabit bir referans
noktasının ortadan kalkması kişinin
koşulları ile istekleri arasındaki dengeyi
bozabilir.
**Anomik:
Süreklilik
duygusunu
kaybetmekte olan, kişisel ve toplumsal
yükümlüklerini ve bağlarını yitirme
durumunda olan bireyin yaşadığı ruhsal
boşluğa denir.

3-) Özgecil İntihar: Bir bireyin ‘aşırı
bütünleşmesi’ durumunda –toplumsal
bağların çok güçlü olduğu- ve toplumu
kendisinden daha değerli tuttuğunda
gerçekleşir. Böyle bir durumda, intihar
‘daha yüce bir iyilik’ için bir fedakarlık
haline gelir. Japon kamikaze pilotları ya da
islamcı intihar komandoları özgecil intihar
örneklerindendir.
4-) Kaderci İntihar: Bireyin yaşamının
toplum tarafından gereğinden çok
düzenlendiğinde ortaya çıkan intihar
türüdür. Bireyin baskı altında tutulması,
kader ya da toplum karşısındaki güçsüzlük
duygusuna yol açar ve bireyin intiharına
yol açar.
3-) KARL MARX (1818-1883)

Sosyolojide on dokuzuncu yüzyılda Karl
Marx tarafından geliştirilen ve tarihsel
materyalizm olarak bilinen teorinin önemli
bir etkisi olmuştur. Marx, görüneni değil
görünenin ardında yatan toplumsal
dinamikleri açığa çıkarmayı amaçlayan
eleştirel bilim yaklaşımına yakın bir bilim
anlayışına sahiptir.
Marx’ın materyalist tarih felsefesine göre
insanların varlıklarını bilinçleri belirlemez
aksine toplumsal varlıkları bilinçlerini
belirler.
 Ona
göre insan yaşayabilmek için
öncelikle yiyecek, giyecek, barınacak yer
ve benzeri materyal şeyler üretmek
zorundadır. Ancak Marx’a göre insan bunu
ancak toplumsal emek aracılığı ile
yapabilen ve bu sayede hem kendini hem
de toplumu üretebilen sosyal bir varlıktır.

Marx’ta Toplumsal Değişme:
Marx’a göre toplumlar bugüne kadar (Sanayi
Devrimi toplumuna kadar) 4 değişik
aşamadan geçerek son aşamaya yani
komünist aşamaya geçecektir. Bunlar;
1-) İlkel Komünal Toplum
2-) Köleci Toplum
3-) Feodal Toplum
4-) Kapitalist Toplum
5-) Komünist Toplum

İlkel Komünal Toplum:Komünist eşitlikçi
toplumdur. Özel mülkiyetin olmadığı bu
toplumda toplum sınıf merkezli inşa
edilmemektedir.
 Köleci Toplum: Köle sahibi olanlarla köle
konumunda olanlardan oluşan bir toplum
düzeni mevcuttur. Özel Mülkiyetin ilk
tohumları bu toplumda atılmaktadır.
 Feodal Toplum: Toprak sahipleri ile
serflerden oluşan toplum biçimidir.

Kapitalist Toplum:Tüccar ve zanaatkarların
(Burjuva) ortaya çıkmasıyla son bulan
Feodal Toplumdan sonra ortaya
Çıkmış toplum şeklidir. Kapitalist üretim
biçimine sahip olan bu toplumda üretim
araçlarına sahip olanlar (Burjuva) ve bu
araçlardan mahrum olanlar(Proleterya/İşçi
sınıfı) toplumun temel dinamiklerini
oluşturmaktadır.
Komünist Toplum: Burjuva Sınıfına karşı
İşçi sınıfının yapacağı devrimle geçilecek
nihai toplum biçimidir. Sınıfların olmadığı,
herkesin yeteneğine göre ürettiği ve
herkesin ihtiyacına göre üretimden pay
alacağı ekonomik bir düzenin olduğu
toplumdur.
 *** Marx’ ta toplumsal değişme ilkel
toplumdan köle toplumuna geçişte olduğu
gibi evrimsel bir süreçle geçilebileceği gibi
Kapitalist toplumdan Komünist topluma
geçişte görüldüğü gibi devrimle de olabilir.

Toplumu değiştiren en önemli unsur
insanların benimsedikleri düşünceler ya da
inançlar değil. Bunun yerine, toplumsal
değişmenin birincil nedeni ekonomik
etkilerdir.
İlkel komünist toplumlar hariç diğer bütün
toplumlarda sınıflar mevcuttur. Dolayısıyla
Marx’a göre ‘bütün insanlık tarihi, sınıf
çatışmalarının tarihidir’.

Toplumsal Sınıf Analizi:
Marx’ta toplumsal değişme kendi ifadesiyle
farklı üretim biçimleriyle karakterize edilen
diyalektik bir süreç izler. Bu diyalektik
değişme sürecine göre toplumsal tarih
çelişkiler taşıyan bir süreçtir ve bu bakımdan
her üretim biçimi kendi içinde taşıdığı
çelişkiler tarafından başka bir üretim
biçimine dönüşür. Marx tarihsel gelişme
sürecinde ortaya çıkan son çelişkili üretim
biçimi olarak tanımladığı burjuva (veya
kapitalist) üretim biçimine özel bir önem
atfeder.
Kapitalist üretim biçiminde/ Kapitalist
toplumda iki tür sınıf vardır. Bunlar;
 Üretim araçlarına sahip olan Burjuva ve bu
üretim
araçlarından
mahrum
kalan
Proleterya yani işçi Sınıfıdır.
 Marx’a göre kapitalist üretim tarzının
çelişkileri sonucunda Kapitalist toplum işçi
sınıfının yapacağı devrimle son bulacak ve
yerine
sınıfsız
komünist
toplumlara
geçilecektir.

MAX WEBER (1864-1920):
Weber pozitivistlerin aksine sosyolojide doğa
bilimlerinde kullanılan yöntem ve kavramların
aynısının kullanılmasına karşı çıkmaktadır.
Ona göre düşünebilme yetisine sahip olan
insan toplumsal yaşamda başkalarının
düşüncelerini ve tepkilerini de hesaba katarak
hareket eden kültürel bir varlıktır. Kültürel varlıklar
olarak biz insanlar toplumsal yaşamda genellikle
belirli değerlere yönelik olarak hareket ederiz. Bir
başka ifadeyle toplumsal yaşamda genellikle
başkalarına yönelik olarak belirli anlamlar taşıyan
eylemlerde bulunuruz.
İşte bu açıdan Weber’e göre insan eylemi
‘toplumsaldır’ ve bu nedenle toplumsal
eylemi açıklamaya yönelik her çalışmanın
öncelikle toplumsal eylemi temellendiren
anlamı anlaşılır kılması gerekmektedir.
 Marx’tan farklı olarak tarihin materyalist
yorumunu reddetmiş ve sınıf savaşını,
Marx’ın düşündüğünden daha az önemli
diye görmüştü. Weber’e göre ekonomik
etkenler önemlidir ama düşünce ve inanç
da aynı şekilde toplumsal değişme üzerinde
etkilidir.

Weber’in sosyolojik bakış açısının önemli
bir bileşeni, ideal tip düşüncesidir. İdeal
tipler, dünyayı anlamak için kullanılabilen
kavramsal ya da analitik modellerdir. İdeal
tipler sabit referans noktaları hizmeti
görürler.
 Weber sosyolojik analizinin temeli olarak
gördüğü ideal tipleri bütün çalışmalarında
kullanır. Dolayısıyla Weber’de ideal tip bir
anlamda sosyolojik bir metodolojidir.



Toplum analizinde toplumsal eylemleri ve
buna paralel olarak toplumsal ilişkileri ve
toplumsal oluşumları da tipleştirir. Toplumsal
eylemi analiz etmek üzere geliştirdiği eylem
tipolojisinde Weber geleneksel, duygusal,
değerle ilişkili akılcı ve amaçsal akılcı olmak
üzere dört toplumsal eylem tipinden söz
eder.
Toplumsal oluşum tipolojisinde de otorite ve
örgüt tiplerinden söz eder. Burada da Weber
toplumsal eylem tipolojisine büyük ölçüde
paralel olarak geleneksel otorite, karizmatik
otorite ve yasal-ussal otorite olmak üzere
ideal tipte üç otorite ve örgüt biçiminden
söz eder.
1-)Geleneksel Otorite: Değerler ve
inançların otoriteyi belirlediği bir otorite
çeşididir.
 Önderlerin inançları kutsal sayılmaktadır.
Geleneksel otorite de sadakat esas alınır.
Çoğunlukla babadan oğula geçmektedir.
Dolayısıyla
yönetimde
akrabaları,
tanıdıkları, yakınları gözetme şansı
bulunmaktadır.

2-) Karizmatik Otorite:


Meşruiyetini olağanüstü olaylardan almaktadır. Yani
karizmasından almaktadır. Liderin karizmatik
özelliklere sahip olması ona karşı bağlılığı
arttırmaktadır. Kritik zamanlarda mevcut sistem
işlemez
hale
gelmektedir.
Bu
buhranlı
dönemlerden kurtulmak için karizmatik liderler
ortaya çıkarılır.
Karizmatik lider kurulu olan düzeni yıkar. Yeni
yaşam yolları açmaya çalışır. Eski sistemi yıkarak
başka bir sistem ortaya çıkarmaya çalışmaktadır.
Kendisi öldüğü zamanda arkasından gelenler onun
koymuş olduğu sistemi kutsallaştırırlar. Böylece bu
sisteme
karşı
gelme
imkansızlaşır.
3-) Yasal/Ussal Otorite:

Yasal otorite de ise insan önemli değildir.
Önemli olan bulunduğu pozisyondur. İnsanlar
görevleri gereği bir takım işleri yapmaları
gerekmektedir. Otoritenin yapısı yasal kurallar
etrafında değişmektedir. Her türlü işler,
yönetmelikte yazan kurallara bağlanmaktadır.
Kadrolar belirlenmektedir. Bu da kurallar
sayesinde olur. Kurallar konularak ona göre
otorite sağlanmaya çalışılır. Yasal otorite
modern toplumlarda hakim olan bir otorite
tarzıdır.
WEBER’de Ussallaşma:
Weber’e göre aklcı/rasyonel eylem açıkça
belirlenmiş bir amaca kilitlenmiş ve bu amaca
ulaşmayı sağlayacak en uygun araçları seçmiş
hesaplı ve planlı düşünmeye dayalı bir eylem
tipidir.
Bilimin, modern teknolojinin ve bürokrasinin
gelişimi Weber tarafından toplu bir biçimde
ussallaşma, toplumsal ve ekonomik yaşamın
etkinlik ilkelerine göre ve teknik bilgiye
dayanarak düzenlenmesidir.
Sanayi toplumlarında insanların hurafe, din,
töre
ve
uzun
süredir
varolan
alışkanlıklarına
dayanan
geleneksel
inançlardan uzaklaşmışlar ve bunun yerine
aklı ön plana çıkarmışlardır.
 Weber bürokraside de aynı mantığın
işlemesi neticesinde insanlar daha çok
akılcı ve ussal davranmaya başladığını dile
getirir.



Böyle bir toplumda (Sanayi toplum ve
kapitalist toplum) egemen olan şey,
Marx’ın inandığı gibi sınıf savaşımı değil,
bilim ile bürokrasinin gelişmesidir.
Fakat Weber Ussal/yasal yöntemlerle
gelişen çağcıl toplumların katı yasalara ve
kurallara bağımlı işlemesini demokrasi
adına
olumsuz
değerlendirmektedir.
Esneksiz
yasaların
bürokraside
uygulanması Weber’in Demir Kafes diye
nitelendirdiği katı bürokratik anlayışı
yansıtmaktadır.
Benzer şekilde Weber, ussallaşmanın
sonuçları konusunda bütünüyle iyimser
değildi.
 Toplumun
her alanını düzenlemeye
kalkarak insan ruhunu yok edecek bir
sistem
diye
çağcıl
toplumu
eleştirmektedir.
