dosyayı indir - abdullahhoca.com

Download Report

Transcript dosyayı indir - abdullahhoca.com

FARABİ


870 yılında Türkistan'da Siderya (Seyhun) nehri ile Aris'in birleştiği
yerde kurulmuş olan eski bir yerleşim merkezi Farab'da doğmuştur.
Babası Mehmed bir kale komutanıydı. Farabi hakkında sağlam ve
detaylı bilgi pek yoktur ne yazık ki. Zaten filozof, bilgin ve sanatkar
olarak yaşadığı yıllarda bugün tanındığı kadar tanınmıyordu.
Hakkında bilgi veren kaynaklar kendisinden 150-200 yıl sonra
yazıldığı için, güvenilir değiller. Efsanelerle süslenerek anlatılan bir
ilim ve sanat adamıdır. Ebu Nasrı Farabi, Aristo'nun bütün eserlerini
açıkladığı ve incelediği için Ustad-ı Sani, Hace-i Sani, Muallim-i Sani
gibi sıfatlar almıştır. Bunlardan başka Ebu Nasri Farabi-i Türki,
Hakim Farabi gibi isimlerle de anılır. Asıl adı Ebu Nasr Muhammed
bin Muhammed bin Turhan bin Uzlug'dır. Batı kaynaklarında adı
‘Alpharbius ya da Alphartabi' olarak geçmiştir.

İlk öğrenimini doğduğu yerde yapan Farabi, gençliğinde Türkistan'dan
göç ederek bir süre İran'da dolaştı. Daha sonra o zamanın ilim ve
sanat merkezi olan Bağdat'a gelerek yüksek öğrenimini burada
tamamladı. Böylece anadili olan Türkçe'den başka Farsça ve
Arapça'yı hristiyan hocalardan ilim dili olan Latince ve Eski Yunanca'yı
öğrendi. Çağının ünlü bilginlerinden Ebu Bişr bin Yunus'tan Mantık,
Ebu Bekr Ibn el Sarrac'dan dilbilgisi dersleri aldı. Bundan sonra
Harran Üniversitesi'ne giderek felsefe çalışmaları yaptı ve burada
Yuhna bin Haylan'dan Mantık bilgisini ilerletti. Aristo üzerindeki
çalışmalarını burada yaptı. Bağdat'a döndükten bir süre sonra Mısır'a
gitti. 941 yılında Mısır'dan Halep'e gelerek Emir SeyfüddevIe
Hemedani'nin sarayında bulundu. Zamanının devlet adamlarından
saygı gördü. Mütevazi bir hayat süren Farabi, Emir'in teklif ettiği
yüksek maaşı kabul etmeyerek, Dört Dirhem'lik küçük bir ücretle
yaşamayı yeğledi. Mısır'da kaldığı sürece Türk kıyafeti ile dolaşırdı ve
Türkçe konuşurdu.
Eski Yunanlı filozof ve bilim adamlarının eserlerinin Arapça'ya
çevrilerek öğrenilmesi Farabi ile başlamıştır. Önce Abbasiler, sonra
endülüs medeniyeti içinde yetişen islam bilginleri bunları batıya
tanıtmıştır. Ortaçağ avrupası bu filozofu Arap dilinden, özellikle
Kurtuba'lı İbn-i rüşd'den öğrendi. Batılı bilginler İbn-i Rüşd'ü öğrenmek
isterken Farabi'yi okumak zorunda kaldılar.
Farabi'nin eserlerinin yüzyıllarca Avrupa'da tanınmasının nedeni
budur. Bütün ortaçağ boyunca Avrupa'da böylesine tanınan, hatta XX.
yüzyılda bile hakkında araştırmalar yapılan, eserleri yayınlanan
Farabi, 950 yılında Şam'da öldü ve Babüssagir'e gömüldü. Cenaze
Filozof Farabi
Doktor ve filozof olmasına rağmen, onun bütün sıfatları felsefeyle ilgili yönü için
kullanılmaktadır. Felsefeyi öğrendikten sonra, görüşlerini Aristo felsefesi
doğrultusunda geliştirdi ve bunları bir temele oturtarak kendine özgü bir okul
kurdu. Olgun eserler yazmaya koyuldu. Psikoloji, metafizik, mantık, zeka,
madde, zaman, vahdet, boşluk, mesafe ve sayı gibi kavramlarla ilgili
görüşler ileri sürdü. İyi bir matematikçi oluşuyla da ünlüdür.
Felsefeye mantık yolundan girerek metafizik üzerinde durdu. Din ile
felsefenin ayrılmaz bir bütün olduğunu gördükten sonra islam felsefesinin
kurucusu oldu. Farabi'ye göre din ile felsefe arasındaki uyuşmazlık temelde
değil, dışta kalan yorumlarla düşüncelerin değerlendirilmesindeki farklılıktan
ileri gelir. Böylece mantık ve kavramcılığı geliştirdiğinden, bu etki ile Kelam
gibi İslami bilim dalları kanıtlarını mantıktan almaya başlamıştır. Bu yoldan
hareket eden Farabi, o zamanki ilim dallarını ikiye ayırır. Ona göre mantık,
metafizik gibi ilimler teorik; ahlak, siyaset, matematik, musiki ise ameli yani
pratik ilimdir.
Eserlerinin sayısı yetmişe yakındır. Yazılarını tenha yerlerde, su kıyılarında,
ağaç altında yazdığı, eserlerindeki boşlukların, defterlere yazmayıp
kağıtlara not etmesinden, daha sonra bunların bir bölümünün
kaybolmasından ileri geldiği söylenir. En tanınmış alanları Ed-Talimü's Sani
ile İhsanü'l-Ulüm'dur. Sonuncusu ise Doğu dünyasında yazılmış ilk
ansiklopedik eserdir
İBN-İ SİNA

İbn-i Sina filozof, hekim ve çok yönlü Fars bilim adamıdır. Samanoğulları sarayı katiplerinden
abdullah Bin Sina'nın oğlu olan İbn-i Sina, babasından, ünlü bilgin Natili'den ve İsmail Zahit'ten
ders aldı. Geometri, mantık, fıkıh, sarf, nahif, tıp ve doğabilim üstüne çalışmalar yaptı. Farabi'nin
el-İbane's aracılığıyla Aristoteles felsefesini ve metafiziğini öğrenip, hastalanan Buhara prensini
iyileştirince saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuştu. Babası ölünce, Cür-can'da
Şiraz'lı Ebu Muhammed'ten destek gördü ve çağında tanınan bütün Yunan filozoflarının ve
Anadolu doğacılarının yapıtlarını incelemiştir.
Metafizik
İbn-i Sina gazili kendisinden önceki filozofların görüşleriyle kelamcılarınkini uzlaştırmaya
çalışmış, Aristoteles'in metafiziğiyle kelamcıların ve yeni eflatuncuların düşüncelerini birleştirerek
yeni bir bireşim ortaya koymuştur. İbn-i Sina'ya göre metafiziğin temel konusu, vücudu mutlak
olan Allah ile yüce varlıklardır. Vücut üçe ayrılır; olası varlık ya da ortaya çıkan ve sonra yok olan
varlık; olası ve zorunlu varlık; özü gereği gerekli olan varlık. İbn-i Sina Allah'ı “Vahdet-i Vücud”
yani varlığı zorunlu olan olarak belirtir ve bu fikir ona hastır. Varlık'ı temel konu alan metafizik,
gerekli bir bilim dalıdır.
Akıl
Bu konudaki görüşleri Aristoteles ve Farabi'den farklı olan İbn-i Sina'ya göre akıl beş çeşittir.
Olası akıl açık-seçik ve zorunlu olanları bilebilir, bilmeyi ve anlamayı sağlar, aklın en yüksek
aşamasıdır ve her insanda bulunmaz, kendisinde bulunanı-kendisine verileni algılar ve makulleri
yani kazanılmış verileri kavrar. İbn-i Sina akıl konusunda, Eflatun'un idealizmi ile Aristoteles'in
deneyciliğini uzlaştırmaya, birleştirici bir akıl görüşü ortaya koymaya çalışmıştır.
Bilimlerin Sınıflandırılması
İbn-i Sina'ya göre bilimler madde ve biçim ilişkisi bakımından üçe ayrılır. Doğa bilimleri ya da
aşağı bilimler, maddesinden ayrılmamış biçimlerin bilimi, metafizik, mantık ya da yüksek bilimler
maddesinden ayrılan biçimlerin bilimleridir. matematik ya da orta bilimler ancak insanın zihninde
maddesinden ayrılabilen, bazen maddesiyle birlikte, bazen ayrı olan biçimlerin biçimidir.
Kendisinden sonraki Doğu ve Batı filozoflarının çoğunu etkileyen İbn-i Sina, müzikle de
ilgilenmiştir. 250′yi aşkın yapıtının başlıcası olan Şifa ve Kanun, felsefenin temel yapıtı sayılarak,
uzun yıllar boyunca pek çok üniversitede okutulmuştur.

ÖMER HAYYAM

Asıl adı Giyaseddin Ebul Feth Bin İbrahim El Hayyam dır.18 Mayis 1048de İran’ın
Nişabur kentinde doğan Ömer Hayyam bir çadırcının oğluydu. Çadırcı anlamına
gelen soyadını babasının mesleğinden almıştır.Fakat o soyisminin çok ötesinde
işlere imza atmıştır. İlgilendiği ilimler:matematik ,fizik,astronomi, şiir, tıp,müzik.
Horasanın yıldızı; İranın; Irakı Acemi ve Irakı Arabi olmak üzere her iki Irakın
dahisi, feylesofların prensi Ömer! Daha yaşadığı dönemde İbn-i Sinadan sonra
Doğunun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul ediliyordu. Tıp, fizik, astronomi,
cebir, geometri ve yüksek matematik alanlarında önemli çalışmaları olan Ömer
Hayyam için “zamanın bütün bilgilerini bildiği” söylenirdi. O herkesten farklı olarak
yaptığı çalışmaların cogunu kaleme almadi, oysa O ismini çokça duyduğumuz
teoremlerin isimsiz kahramanıdır. Elde bulunan ender kayıtlara dayanılarak Ömer
Hayyamın çalışmaları şöyle sıralanabilir: Yazdığı bilimsel içerikli kitaplar arasında
Cebir ve Geometri Üzerine, Fiziksel Bilimler Alanında Bir Özet, Varlıkla İlgili Bilgi
Özeti, Oluş ve Görüşler, Bilgelikler Ölçüsü, Akıllar Bahçesi yer alır. En büyük eseri
Cebir Risalesidir. On bölümden oluşan bu kitabın dört bölümünde kübik
denklemleri incelemiş ve bu denklemleri sınıflandırmıştır. Matematik tarihinde ilk
kez bu sınıflandırmayı yapan kişidir. O cebiri, “ sayısal ve geometrik
bilinmeyenlerin belirlenmesini amaçlayan bilim” olarak tanımlardı.Matematik bilgisi
ve yeteneği zamanın çok ötesinde olan Ömer Hayyam denklemlerle ilgili başarılı
çalışmalar yapmıştir. Nitekim, Hayyam 13 farklı 3. dereceden denklem
tanımlamıştır. Denklemleri çoğunlukla geometrik metod kullanarak çözmüştür ve
bu çözümler zekice seçilmiş konikler üzerine dayandırılmıştır. Bu kitabında iki
koniğin arakesitini kullanarak 3. dereceden her denklem tipi için köklerin bir
geometrik çizimi bulunduğunu belirtir ve bu köklerin varlık koşullarını tartışır.Bunun
yanısıra Hayyam, binom açılımını da bulmuştur.Binom teoerimini ve bu açılımdaki
katsayıları bulan ilk kişi olduğu düşünülmektedir. (Pascal üçgeni diye bildiğimiz şey
aslında bir Hayyam üçgenidir )
BİRUNİ

Birunî Eserlerindeki yüksek fen bilgileri, kendinden sekiz asır sonra gelen fen bilim
adamlarını dahi hayrette bırakmış, bugünkü fennin mimarlarının rehberi olmuş büyük
fen ve islâm âlimidir. Arapça yazdığı kitaplarda sık sık Türkçe kelimeler kullanması ,
ilk astronomi gözlemlerini Türklerin oturduğu bölgelerde yapması onun Türk
olduğunu göstermektedir, ve bu yüzden Türk bilgini olarak tanınmaktadır. İsmi
Muhammed bin Ahmed el Birunî el- Harezmi olup künyesi Ebû Reyhan’dır. Birunî ya
da Beyruni ismiyle ün yapmış olup, batı dünyasında Ali Boron adıyla tanınmaktadır.
Çok yönlü bir bilgin olan Birunî matematik, astronomi, tıp, trigonometri, fizik,
doğabilim, eczacılık, jeoloji, sosyoloji, tarih, coğrafya, felsefe, etnoloji , dinler tarihi,
filoloji , botanik, mineraloji gibi alanlarda 100 den fazla eser vermiştir. Birunî Türkçe,
Arapça, Farsça, Sanskritçe, Yunanca, İbranice bilmekteydi ve sadece İslâm aleminde
değil tüm dünyada tanınmakta ve saygıyla anılmaktadır. Vasili V. Bartold tarafından
“en büyük İslâm bilgini” olarak nitelenen Birunî akılcı ve nesnel yöntemiyle yalnız
İslam dünyasının değil, çağının en büyük bilginleri arasında yer alır. Eserlerinin çoğu
batı dillerine çevrilmiş ve defalarca basılmıştır. 1973 yılında doğumunun 1000.
yıldönümü olması nedeniyle UNESCO’nun önayak olması ile bütün dünyada
anılmıştır. Hayatı Birunî 973 (H. 362) yılında Zilhicce ayının üçüncü günü Kas’da
doğmuştur. Küçük yaşta iken babasını kaybetmiş çok zor şartlar altında yetişmiştir.
Daha çocuk yaşta üstün kabiliyeti ve keskin zekası ile dikkatleri üzerine çekmiş,
Harezmşah hanedanından meşhur âlim ve matematikçi Ebu Nasr Mensûr bin Ali Irak
onu himayesi altına almıştır. Onun aracılığıyla Harizm sarayına girerek dönemin ünlü
bilginlerinden matematik ve astronomi öğrenimi görmüştür. Ebu Abbas memnun bin
Muhammed Kas kentini alarak Batı Harizm Sülalesinin egemenliğine son verince
(995), bir süre Rey’de kaldıktan sonra Cürcan’a yerleşerek Sultan Kabus Vüşmgir’in
sarayına girmiş, orada el-Âsâru’l-bâkiye ani’l kuruni’l-haliye adlı tarih ve kronoloji
alanındaki ünlü yapıtını sultana sunmuştur
EBUBEKİR ER-RAZİ

Asıl adı Muhammed bin Zekeriya olan ebu Bekir el Razi Rey kentinde İS
864 yılında doğmuş ve yine aynı kentte İS 925 yılında ölmüştür. Fizik,
felsefe, tıp, kimya alanlarında eserler vermiştir.
Türk ve Acem olduğu konusunda tartışmalar olan Ebu Bekir El Razi,
doğduğu şehir olan Rey'de felsefe, matematik, doğa bilimleri ve astonomi
eğitimi yaptıktan sonra Bağdat ve başka İslam şehirlerinde öğrenimini
tamamladı. Daha sonradan da tıp öğrenimi gördü. Rey ve Bağdat
hastanelerinde başhekim olarak çalışan Razi'nin eserlerinin neredeyse
hepsi Latinceye çevrilmiştir. Tıp alanında yazdığı el-Havi adlı ansiklopedi
17. yüzyıla kadar en önemli başvuru kaynağı olmuştur.
İlk göz ameliyatı, sülfirik asidin keşfi, alkol ve tıpta kullanımı, su çiçeği ve
kızamığın ilmi esaslarla birbirinden ayrılması, modern kimya ile kimya
mühendisliğinin arasındaki geçişin kurulması, allerjik astım üzerine yazılan
ilk makale gibi bir çok çalışmayla tanınır.
Ebu Bekir el Razi'nin önemi İslam dünyası içinde ilk defa doğa felsefesini
savunan kişi olmasıdır. İS 750 yılından sonra Türk ve Pers kültürlerinin
katılmasıyla kozmopolit bir hal alan İslam her alanda ilerleme kaydetmeye
başlanmıştır. Bu dönemde birçok İslam şehrinde büyük kütüphaneler
kurulmuştur. Bunlar aynı zamanda araştırma merkezleridir. Antik çağa ait
birçok kitabın çevirileri yapılmıştır.

Antik çağda Thales'le başlayıp gelişen doğa felsefesinin İskenderiye
kütüphanesinin yakılmasıyla kesintiye uğramasından sonra İslam uygarlığı
içinde tekrar doğuşu Ebu Bekir el Razi ile olmuştur. Bunun yanı sıra
Aristoteles ve idealizm felsefesinin takipçisi Farabi'ye ve idealizm ve doğa
felsefesini birleştirmeye çalışan İbn-i Sina'yı önemli isimler arasında
sayabiliriz.
Ebu Bekir el Razi İslam içindeki önemli akımlarla çatışmaya girmiş ve İslam
uygarlığı içinde thales benzeri bir gelenek kuramamıştır. Daha sonraları
Moğol istilası ve Haçlı seferlerinin sonucu olarak bu gelişme durmuştur.
Bilhassa Moğol istilası bu elde edilen gelişmelere büyük darbe vurmuştur.
Sadece Sivas kütüphanesinin yakılmasında 250.000 kitap yok olmuştur.
Bu dönemde İslam uygarlığının en önemli başarısı Budistlerden aldıkları
rakamlarla antik dönem eserlerden elde ettikleri geometriyi sentezleyerek
analitik geometri ve cebiri geliştirmeleridir. İspanya'daki endülüs uygarlığı
aracılığıyla bilhassa İbn-i Rüşd ve diğer bilim adamlarının eserlerinin
Latinceye çevrilmesi Bertrand Russell'in deyimiyle Avrupa uygarlığının
doğuşu olmuştur. Tahran yakınlarında kurulan Razi Enstitüsü onun adına
kurulmuştur ve doğumu olan 27 Ağustos günü her yıl İran'da tıp bayramı
olarak kutlanır
EL KİNDİ

Kısaltılmış adıyla Kindi veya tam adıyla Ebū-Yūsuf Ya'kūb ibn Ishāk elKindī. Ortaçağ Avrupası'nda ‘Alchindus' adıyla tanınan, ilk islam filozofudur.
Platon, Aristoteles ve Plotinos'un görüşlerinin bir sentezini yapmıştır.
Felsefenin yönteminin kanıtlama, kanıtlamanın hedefinin maddeye biçim
kazandıran özleri bilmek, felsefenin amacının ise Tanrı'ya erişmek
olduğunu öne süren El-Kindi'ye göre, felsefi bilginin ilk basamağı
akılyürütmedir. İnsanın akılyürütme yoluyla adım adım basitten bileşiğe ve
en yetkin olana doğru yükseldiğini öne süren filozof, varlığa akılcı bir
açıdan yaklaştığı için, Tanrı'nın özüne ait sıfatları inkar etmiştir. Tanrı'nın
sıfatlarının ancak olumsuz bir biçimde bilinebileceğini savunan el-Kindi'ye
göre, Tanrı mutlak bir'dir. Mutlak varlık olması sebebiyle, Mutlak Bir'in şekli,
niteliği, niceliği, maddesi yoktur ve O göreli bir varlık değildir.
Soylu bir ailenin çocuğu olarak Küfe'de doğmuştur. Dedesi Eş'as, Güney
Arabistan'ın en büyük kabilelerinden biri olan Kinde'nin hükümdarıydı.
Müslüman olduktan sonra kabilesinin ileri gelenleriyle Küfe'ye yerleşmişti.
Babası İshak b. es-Sabbah yıllarca Küfe valiliği yaptı.

Küçük yaşta babasını yitiren Kindi, çocukluk ve gençlik yıllarını Küfe
ve Basra'da geçirerek geleneksel temel eğitimden sonra dil ve
edebiyat alanında eğitim gördü. Halife Me'mun'un 830′da kurduğu
Beytü'l-hikme'deki bilginler topluluğu arasında yer aldı. Mutezili
devlet yöneticilerinden destek gören Kindi Ehl-i Sünnet yanlısı
Mütevekkil-Alellah'ın iktidarında saraydan uzak kaldı.
Kindi felsefeden tıbba, matematikten astronomiye, ilahiyattan
siyasete, psikolojiden diyalektiğe, astrolojiden kehanete ve optikten
kimyaya kadar yirmi ayrı dalda eser vererek sayıları 277′yi bulan bir
külliyat oluşturmuştur.
Akla büyük bir yer veren Meşşai felsefe akımını ilk başlatan da
Kindi'dir. 17 eseri Latince'ye, 4′ü İbranice'ye tercüme edilmiştir.
Ayrıca izafiyet teorisini bulan ilk kişidir. Mekan ve hareketin izafi
olduğunu, zamanın cisim ve hareketten ayrı düşünülemeyeceğini
söylemiştir. Yavaş dediğimiz şey, uzun zaman içinde belli bir
mesafenin kat edilmesidir. Hızlılık ise kısa zaman içinde aynı
mesafeninkat edilmesidir.
El-Kindi kriptoloji biliminde Jül Sezar tarafından bulunan ve
uygulanan tek alfabeli yerine koyma şifreleme yöntemini geliştirerek
frekans analizini bulan kişidir.
GAZALİ

Ebu Hamid İbn Mehmed ibn Mehmed Gazzali, zamanının en ünlü kelamcısı, eleştirmeni
ve imancı filozofuydu. Şafii mezhebindedir. Horasan'daki Tus kentinde, 1058′de doğdu.
Oradan Nişabur'a öğrenime gitti. Genç yaşında büyük bir yetenek olduğunu gösterdi.
Kelam ve felsefedeki derin bilgisi, Selçukluların büyük veziri Nizamül Mülk'ün dikkatini
çekti. Nizamül Mülk, Bağdat'ta kurmuş olduğu Nizamiye Medresesi'nin yönetimini ona
verdi. Gazzali o zaman 33 yaşındaydı ve oldukça büyük bir ün kazanmıştı. Birkaç sene
sonra hacca gitmek için görevini bıraktı. Dönüşte zaman zaman Kudüs, Şam,
İskenderiye'de araştırmalar ve çalışmalar yaptı. İskenderiye'den Mağribe giderek
Murabitin hükümdarı Yusuf bin Taşfin'i ziyaret ettiği söylenir. Yusuf'un ölümünden sonra
yeniden Kudüs'e döndü ve orada inziva hayatı yaşamaya başladı. Bu sırada pek çok eser
yazdı. Bu eserlerin genel konusu islamiyetin diğer dinlere üstünlüğü, dinin felsefeye
üstünlüğünü savunmadır.
Gazzali, yaşamının sonlarına doğru inzivasını bozdu ve Nişabur'a döndü. Bağdat
medresesinin yönetimini yeniden üstlendir. Bir süre yeniden öğretim hayatına girdi. Fakat
bu uzun sürmedi ve Kudüs'e dönerek orada mutasavvıflar için bir tekke kurdu. 1111′de
ölünceye dek bu inzivada kaldı. Gazzali'nin yaşamı ve düşüncelerinin gelişimi
konusundaki bilgiyi kendisinin yazdığı El-Munkiz'den öğreniyoruz. Felsefe tarihinde bu
tarzda hayatıtla eseri arasındaki sık bağlantıyı gösteren pek az örnek vardır. Bunun için
yalnız Saint Augustin'in Confessions'u ile Descartes'in discours'unu gösterebiliriz.
Gazali'nin asıl katkısı din, felsefe ve tasavvufta yatmaktadır. Çok sayıda Müslüman filozof,
Neoplantonik felsefe dahil, Yunan felsefesinin çeşitli bakış açılarını izlemekte ve
geliştirmektedir. Birkaç islami öğretiyle uyuşmazlığa yol açmaktaydı. Öte yandan, tasavvuf
hareketi, İslam'ın namaz ve görevlerinin zorunlu yerine getirilmesinden kaçınmak gibi aşırı
tenasüpleri üstlenmekteydi. Şüphe götürmez alimliği ve kişisel mistik deneyimini esas
alarak, Gazali hem felsefede hem de tasavvufta bu eğilimleri düzeltmeye çabaladı. İbni
Sina'ya karşı dinin doğrularını savundu.

Gazzali, Eşariliğe büyük bir hamle vermiş ve kelamın en büyük üstatlarından
sayılmıştır. En büyük esiri altı ciltlik nakli ilimler ansiklopedisi ve önemli kelam
kitaplarından biri olan İhya'dır. Meşşai felsefesini özetlemeyen Makasid-ülfelasife ile bu felsefeye karşı yapılan şiddetli saldırı içeren Tefahüt-ül-felasife ve
mantığa dair risaleni burada anmalıyız.
Gazzali, El-Munkiz'de bir dostunun sorularına yanıt vermek için çeşitli doktrinler
arasında gerçekle hatayı ayırmanın güçlüklerini, 20 yaşından beri gerçek
bilgiye ulaşmak için yaptığı mücadeleleri anlatıyor. Bütün dinsel ve felsefi
doktrinleri sırayla inceledikten sonra sonunda her şeyden şüphe ederek mutlak
septisizme ulaşıyor.
Bizi çok kere çelişkili hükümlere sevk eden zekadan ve idrak galatlarıyla
aldanan duygulardan şüphe ediyor. Akıl da ona güven vermiyor. Zira onun
prensipleri kesin olan hiçbir şey ifade etmez. Uyanıklık halinde gerek duyuların
idraki gerek zeka ile doğru zannettiğimiz şey ancak içinde bulunduğumuz hale
göre doğrudur. Başkasının varolmayacağından emin miyiz? Örneğin uyanıklık
halimizin uykudaki halimize oranı bu halin uyanıklığa oranının aynısı olabilir. O
durumda aklımızla doğru sandığımız bu yeni hal gerçekte rüyadan ibaret
olabilir.
Bununla birlikte Gazzali, felsefeye yöntem olarak kullandığı bu şüphecilikten
geri dönüyor. Fakat bu dönüş, Descartes'te olduğu gibi aklın zaferi ile
sonuçlanmıyor. Gerçeği hararetle ararken kelamcıların, Batınilerin, filozofların,
mutasavvıfların doktrinlerini derinden derine tahlil ediyor. Onların gerçeğe
ulaşmak konusundaki yetersizliklerini açıklıyor. Bu tahliller arasında en
önemlisi Gazzali'nin akla dayanan disiplinleri yani riyaziyet mantık, doğa
bilimleri ve felsefeyi eleştirisidir. Varılan sonuç şudur; bunlardan hiçbiri, mutlak
gerçeğe ulaşmak için kesin bir yol göstermiyor. Bunlardan örneğin riyaziyet,
mantık ve felsefeye ilişkin bazı eleştirilerini görelim.
Mantık Konusu


Mantık, herhangi bir şeyi ispata yarayan bir araçtır. Bu araç aynı fikrin hem lehinde
hem aleyhinde kullanılabilir. Kelamcılar ve filozoflar birbirlerini reddetmek için aynı
aleti kullanıyorlar. Eğer obje olarak gerçeği göstermeye yeterli olsaydı, yalnızca tek
bir amaca hizmet etmeliydi.
Felsefede, Gazali matematik ve asıl bilimlerin yaklaşımını tamamen doğru olarak
onayladı. Bununla beraber, Aristotelesçi mantığın tekniklerini ve Neoplatonik
yöntemleri benimsemiş ve bu araçları, Aristotelesçi ve aşırı usçuluğun negatif
etkilerini azaltmak için o zaman hüküm süren Neoplatonik felsefe kuraklığının kusur
ve eksikliklerini açıkça ortaya koymak için kullandı. Farabi gibi bazı Müslüman
filozofların tersine, mutlak ve sonsuzu kavramak için aklın yetersizliğini savundu.
Usun hakikate ulaşması olanaksızdı ve izafi olanın gözlemlenmesi ile sınırlıydı.
Birkaç müslüman filozof, aynı zamanda evrenin boşlukta sonlu; fakat zamanda
sonsuz olduğunu savunmuşlardır. Gazali, sonsuz bir zamanın sonsuz bir boşluk ile
ilişkili olduğunu iddia etmiştir. düşünce açıklığı ve iddia gücüyle, us ile dini inanç
arasında bir denge yaratabildi ve bunların ardışık kürelerini sırasıyla sonsuz ve sonlu
olarak tanımladı.
Dinde, özellikle mistisizmde, tasavvufun yaklaşımını aşırılıklarını temizlemiş ve
geleneksel dinin otoritesini yeniden yerleştirmiştir. Yine de, mutlak hakikate ulaşmak
için gerekli yol olduğunu iddia ettiği gerçek tasavvufun önemini vurguladı.
Felsefe konusunda Gazzali'nin itirazları daha esaslıdır. Bunlardan yalnız ElMunkiz'de değil, daha birçok eserinde uzun uzadıya açıklar. Bu itirazlara özellikle
makasid-ül-felasife ve Tehafüt-ül-felasife adlı kitaplarını ayırmış olup bu eserlerden
ikincisi batıda çok tanınmıştır. Birinci Kitapta Gazzali, filozofların kuramlarını açıklıyor
ve asıllarını gösteriyor. İkincisinde onları kendi doktrini bakımından eleştiriyor.
Makasıd 12. yüzyılda Gundissalvi tarafından Latince'ye çevriliyor.


Gazzali, duyuların ve zekanın eleştirisini yaptıktan sonra akli bilgi derecesinde
yalnız matematikte saf kesinliği buluyor. Matematiğin ilkelir konusunda
herkesle birleşir. Mantığın temelleri de genellikle doğrudur ve hata yüzdesi
azdır. Metafiziğin hükümlerinde çok farklı görüş vardır ve genellikle gerçeğe
aykırıdır. Riyaziyat ve mantıktan sonra metafiziğe bu hücum Kant'ın kuramsal
akıl eleştirisnde yaptığı hücumun aynı tarzındadır. Kant, mantığın, metafiziğin
ve fiziğin hudutları iyi çizilmiş olduğunu; fakat metafiziğin hudutları
sınırlandırılmadığı için onda aynı kesinlik ve yakınlığın bulunmadığını
açıklamaktadır.
Fizikte gerçek ve hatta Gazzali'ye göre karışık olarak bulunur. Böylece bütün
eserini filozofların metafiziğe ait görüşlerini eleştirmeye adıyor.
1. Bütün eski filozofların doktrinlerini tartışmaya girmediği için onların en ünlü
olan Aristo'nun fikirlerini tenkitle başlıyor. Metafizik doktrinlerinin hiçbir zaman
mantık ve matematik gibi kesin ve reddedilmez düşüncelere dayandığını iddia
ediyor. Bu bakımdan İslam filozoflarının en moderni Gazzali'dir. Fikirlerinde
şüphecilik ile imancılık arasında bulunur. Aristo'nun eserini her şerh eden aynı
şekilde anlamıştır ve aralarında hiçbir ilişki yoktur. Bunlardan en önemlisi olan
Farabi ile İbn-i Sina'nın fikirleri arasındaki çelişkileri gösterir. Gazzali'ye göre
ikisi de Aristo'ya dayanmaktadır.
2. Filozofları kullandıkları bazı kavramlar örneğin yaratıcı için cevher veya ilk
sebep demek gibi kavramlar üzerinde tartışmıyor. Çünkü özellikle kavrama
verilen anlamda anlaşmak söz konusudur. Cevher deyince kendi varlığıyla
varolan şeyin anlaşıldığını bilmek yeterlidir. Gazzali, Descartes gibi başlar
ama Pascal gibi bitirir. Şüpheciliği aklın yetersizliğini işler, yerine imanı
koymaya çalışır.
İBN-İ HALDUN

İbn Haldun 1332-1406 yılları arasında yaşamış bir islam filozofudur. Tam adı
Abdurrahman b. Muhammed b. ebu Bekr Muhammed b. Hasan'dır. İbn Haldun 1.
Ramazan ayında 1332 yılında Tunus'ta, nesli sahabilerden Vail b. Hacer'e uzanan, Arap
bir ailede doğdu. Aslı Yemen kabilelerinden Hadramut'a kadar uzanır. Dedelerinden, ilk
olarak Halid b. Osman, Endülüs'teki Karmuna'ya hicret etti. Endülüs halkının adeti
olarak Halid olan ismine u ve n harfleri eklenerek ismi Haldun'a dönüştü.
İbn Haldun'un yaşamı çok iyi şekilde belgelenmiş ve özgeçmişini arapça bir isimde
anlatılan kitap 1951 yılında Kahire'den Muhammad ibn-Tawit at Tanji tarafından
yayınlanmıştır. İbn Haldun banü chaldün isminde asil ir aileden, birkaç kuşak Carmona
ve Sevilla, Endülüs'de yaşamışlardır. Zaten Haldun aile ismi kökeni öncülleri Halid'ten
gelmektedir. Özgeçmişinde İbn Haldun, kökeninin İslam Peygamberi Muahmmed
Mustafa sav. zamanında arap-yemen kabilelerinden Hadramut'a kadar uzandığından ve
ailesinin İslami fetih başlarında İspanya'ya geldiğinden bahseder.
Ailesi İbn-i Haldun'un Afrika'da en iyi öğretmenlerden eğitim almasını sağlamıştır. Kaliteli
bir arap eğitimi olan, Kur'an, Arap Dilbilimi, Hadis ve İslam hukuku alır. Ayrıca tasavvuf,
matematikçi ve filozof al-Abili'den Matematik, Mantık ve Felsefe eğitimini alır. 17
yaşındayken üç kıtayı, tabii ki tunus şehrini de, etkisi altına alan Büyük Veba Salgınında
ailesini kaybeder. Eğitimi bitince Tunus şehrinde Hafsid hanedanından sultan abu İshak
İbrahim II. al-Mustansır'ın yazmanı olarak çalışır. Daha sonra Tunus'tan Fas'a taşınır ve
20 yaşına geldiğinde siyasal meslek hayatı başlar. Sultan Abu İshak emriyle İbn
Tafragin'in yanında idari işler görevi verilir.

İbn-i Haldun özellikle köy-kent farklılaşması hakkında toplumsal
çözümlemeler getirmiştir. Ünlü eseri Mukaddime'nin 2. bölümünde,
göçebe-köy toplumsal yaşamıyla yerleşik-kent toplumsal yaşamı
arasında önemli saptamalar yapmıştır. Ona göre, göçebe-köy
toplumsal yaşamı, yerleşik-kent toplumsal yaşamından önce
başlamıştır. Köy halkı, kent halkından daha sağlam, mert, özgüveni
daha fazla, özgür, köklü ve az bozulmuştur. Köy aile yaşamı, kent
aile yaşamından daha dengeli, daha sağlam ve daha huzurludur.
Toplumsal bilinç ve duyarlılık, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma
köy toplumsal yaşamından da fazladır. ayrıca yaşlılara ve kadınlara
verilen saygı ve değer de çok daha fazladır. İbn-i Haldun tüm
krallıkların da tıpkı canlı organizmalar gibi doğum, gelişme,
duraklama ve ölüm evreleri olduğunu, doğum ve gelişme gibi
evrelerin göçebe yaşam kültür ve ahlakının sonucu olduğunu,
zamanla kent yaşamına alışan uygarlıklarınsa gerilemeye ve ölmeye
başladıklarını ileri sürmüştür. Ondan önceki tüm tarihçiler olayları tek
tek ele alıp, hikaye gibi anlatmış, bir senteze gidememişlerdir. İbn
Haldun ise tek tek fenomenlerden yola çıkarak ünlü tarih tezini öne
sürmüş, böylelikle de sosyoloji adını verdiğimiz bilim dalı kendisiyle
başlamıştır.
İBN-İ RÜŞD

İbn Rüşd Endülüslü Arap felsefeci ve hekim, bir felsefe, fıkıh, matematik ve
tıp alimi. Kurtuba'da doğdu ve Marakeş, Fas'ta öldü. İbn Rüşd, Maliki
mezhebinden fakihler yetiştirmiş bir aileden gelir, dedesi Ebu El-Velid
Muhammed hanedanının Kurtuba'daki en yüksek dereceli hakimiydi. Babası
Ebu El-Kasım Ahmed, aynı makamı Muvahhidler'in 1146′daki hakimiyetine
kadar işgal etti.
Yusuf el-Mansur'un veziri İbn tufeyl tarafından sarayla ve büyük İslam
hekimlerinden sonradan arkadaşı olacak İbn Zuhr ile tanıştırıldı. 1160′da
Sevilla kadısı oldu ve hizmeti boyunca Sevilla, Kurtuba ve Fas'ta birçok
davaya baktı. Aristo'nun eserlerine şerhler ve bir tıp ansiklopedisi yazdı.
Eserlerini 1200lerde, Yakob Anatoli Arapça'dan İbranice'ye tercüme etti.
En önemli orjinal felsefi eseri Çelişkilerin Çelişkileri / İnsicamsızlığın
İncisamsızlığı ismini taşır ve Gazali'nin Tehafüt-ül Felasife isimli kitabındaki
kendiyle çelişme ve İslami mugayir olma iddialarına karşı Aristo felsefesini
savunur. Faslu'l-makal ve el-Keşf an minhaci'l-edille isimli iki risalesi de
felsefe-din ilişkilerini konu alır. Endülüs'ü 12. yüzyılın sonralarında yayılan
fanatiklik dalgasıyla, sahip olduğu bağlantılar kendisini siyasi problemlerden
uzak tutmamış ve Kurtuba yakınlarında bir yerde tecrit edilmiş ve
ölümünden kısa süre önce Fas'a gidinceye dek gözetim altında tutulmuştur.
Mantık ve metafizik alanında verdiği eserlerin çoğu müteakip sansür
döneminde kaybolmuştur.
İbni Rüşd Felsefesi

İbn rüşd'e göre, felsefe öğrenmek dini bir zorunluluktur. Din, var olanlara akılla
bakmayı ve değerlendirmeyi zorunlu tutmaktadır. Başka dinlerin ve idolojilerin
fikirlerini öğrenmek de aynı şekilde zorunludur. Gerçek her neredeyse alınır ve
yararlanılır. Eskilerin kitaplarındaki bilgilerle, dinin bildirdikleri amaç bakımından
benzemektedirler.
İbn Rüşd, felsefe ile uğraşanların ve olaylara akılcı açıdan bakanların
sapıttıklarını ileri sürenleri eleştirir. Ona göre, akıl ve felsefe, gerçeğe ulaştırıcı
en önemli yaşamsal enstrümanlardır. Ona göre islamla felsefe arasında bir
çatışma yoktur. Kişinin hem felsefe, hem de din doluyla doğruya ulaşabileceğini
düşünmüştür. Kainatın ebediyete ve formların ezeliyetine inanırdı.



Felsefenin temel konusunun varlık olduğunu, felsefenin varolanı, genel bir
bütünlük içinde insana verileni incelemeye, açıklamaya çalıştığını savunan İbn
Rüşt, bütün varlık türlerinin en tepesinde bulunan yüce bir varlık olarak Tanrı'ya
yalnızca var olandan, beş duyu ile algılanıp akıl ilkeleri ile açıklanan varlıklardan
yola çıkarak gidebileceğimizi belirtmiştir. Felsefenin, varlık kavramı altında
toplanan bütün nesneleri konu edinen disiplin olduğunu belirtmiştir. bu nedenle
düşünce sisteminde felsefe, teolojiden önce gelir. Bununla birlikte, felsefe ve
teolojiden her birinin kendisine özgü bir fonksiyonu olduğunu söylemiştir.

İbn rüşt en çok Aristo'nun yaptığı, bugün Batı'da pek çoğu unutulmuş,
tercüme ve şerhleriyle ünlüdür. 1150′den önce Avrupa'da Aristo'nun
eserlerinin birkaç tercümesinden başkası yoktu ve bunlar da din adamlarınca
rağbet görüp, incelenmiyorlardı. Batı'da Aristo'nun mirasının yeniden
keşfedilmesi, İbn rüşt'ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latince'ye
tercümesiyle başlamıştır.
İbn Rüşt Aristo üzerine çalışmaları otuz yıllık bir dönemi kapsar ve bu dönem
içinde, erişemediği politika dışında bütün eserlerine şerhler yazmıştır.
Eserlerinin İbranice tercümeleri de İbrani Felsefesi üzerinde kalıcı bir etki
bırakmıştır. İbn Rüşt'ün düşünceleri, hristiyanlık skolastik gelenekten,
Aristo'nun mantık çalışmalarına değer veren Thomas Aquinas ve diğerleri
tarafından özümsenmiştir. Thomas Aquinas gibi meşhur skolastik filozoflar,
ona ismi yerine “Şarih” ve Aristo'ya da Filozof diyecek yüksek derecede önem
veriyorlardı. İslam dünyasında bir okul bırakmamış ve ölümü endülüs'teki
serbest düşünce hayatının grubunu işaret etmiştir.
Orta Çağ'ın Avrupalı skolastiklerinin kendisine gösterdikleri saygıdan ötürü,
Dante İbn rüşt'ü İlahi Komedya'da diğer büyük pagan filozoflarla beraber,
iltifatın üne borçlu olunduğu Limbo'da tasvir etmiştir. İbn Rüşt, Jorge Luis
Borges'in İbn Rüşt'ün Arayışı isimli hikayesinde trajedi ve komedi
kelimelerinin anlamlarını ararken resmedilir.

MUHYİDDİN EL ARABİ

Ünlü mutasavvıf, İslam düşünürü ve şairdir. Muhyiddin İbn-i Arabi, Muvahhidun
döneminde 27 Ramazan 560′da Mursiye, İspanya'da doğdu. Bilinmeyen bir sebeple 8
yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye'ye geldi. Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu. Yakın
cedleri hakkında fazla bir şey bilinmiyor olsa bile, anne ve baba tarafından nüfuz ve
itibar sahibi kimseler olduğu anlaşılıyor. Akrabaları arasında tasavvufi bilgilere sahip
kimseler vardı. Dayısı EbüMüslim el-Havlani'de, kutubuların büyüklerinden sayılır.
İlk tahsilini bu şehirde yaptı, uzun bir süre burada kaldı. Çocuk yaşlarında ahmed
İbnu'l Esiri adında genç bir Sufi ile arkadaş oldu. İbnu'l-Arabi, bu tahsil sırasında bir
aralık Halvet'e çekilmiş her sahada ve özellikle tasavvufi marifetler sahasında hiçbir
şey bilmezken ve bu hususta hiçbir kitap da okumadan, keşif ve keramet yoluyla
birçok şeylere muttali olarak halvetten çıktı.
Endülüs'te bir süre daha kaldıktan sonra, seyahate çıktı. Şam, Bağdat ve Mekke2ye
giderek orada bulunan tanınmış alim ve şeyhlerle görüştü. 1182′de İbn-i Rüşd ile
görüştü. Bu görüşmeyi eserinde anlatır. Bu İbnu Rüşd'ün akıl yoluyla elde edileceğini
söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır. 17 yaşındaki genç, Muhyiddin gerçek bilginin
sadece aklımızdan gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok ilham ve keşf yoluyla elde
edilebileceğine inanmıştı.
Bu yıllarda Şekkaz isminde bir şeyhle tanıştı. Küçük yaşlardan itibaren ibadete
başlayan, allah korkusu taşıyan, hayatında bir kerecik olsun ben dememiş olan ve
uzun uzun secde bir kimsedir. Muhyiddin o ölene kadar onunla sohbete devam etti.
1182-1183′de İşbiliyye'ye bağlı Haniyye'de Lahmi isimli bir şeyhden, bu zatın adını
taşıyan bir mescidde Kur'an dersi almıştır.

1184-1185′de Ureyni isimli bir şeyhle tanıştı. Eserlerinde Ondan ilk hocam
diye bahseder, çok yararlandığını söyler. Ureyni kulluk meselesinde derin bir
bilgiye sahipti. Bu yıllarda Martili adlı bir şeyhten de istifade etti. Ureyni O'na
sadece Allah'a bak derken Martili sadece nefsine bak, nefisn hususunda
dikkatli ol, ona uyma diye öğüt vermişti. Martili'ye bu zıt önerilerin içyüzünü
sordu. Bu zat, kendi nasihatının doğrultuluğunda ısrar edecek yerde,
“Oğlum, Ureyni'nin gösterdiği yol, yolun ta kendisidir. Ona uyman lazım.
Bizim ikimiz de , kendi halimizin gerekli kıldığı yolu sana göstermiştir.” dedi.
Bu yıllarda İşbiliyye'de Koedovalı Fatma adında yaşlı bir kadına 14 yıl
hizmet etti. Bu kadın, erkek ve kadınlar arasında müttaki ve mütevekkile
olarak temayüz etmişti. Çok iyi bir kimseyle evliydi. Yüzü o kadar güzeldi ki,
İbn Arabi onun yüzüne bakmaktan utanırdı. 1189′da Ebu Abdullah
Muhammed eş-Şerefi adında biriyle tanıştı. Kendisi doğu İşbiliyye'li olup,
Hatve ehlindendi. Beş vakit namazını Addis Camii'nde kılardı. İbadete aşırı
düşkünlüğünden namaz kılmaktan ayakları şişerdi.
Arabi, İşbiliyye'deyken hastalandı. Okuma kabiliyetini kaybetti. 2 yıl bu halde
kaldıktan sonra 589′da Sebte Şehri'ne giderek orada ahlak makamına
erdiğini söyleyen İbnu Cübeyr ile tanışmıştır. Bir süre sonra İşbiliyye'ye
döndü. aynı yıl Tlemsen'e geldi. Burada Ebu Medyen hakkında gördüğü bir
rüyayı anlattı.

1196′da Fas'a gitti. Orada yaptığı Seyahatler sırasında büyük şöhret
kazandı. 1198′de tekrar Endülüs'e geçti. Gırnata Şehri dolaylarındaki Bağa
kasabasında Şekkaz isimli bir şeyhi ziyarete geldi. Onun Tasavvuf yolunda
karşılaştığı en yüce kimse olduğunu söyler. 1199-1200′de ilk defa Hac için
Mekke'ye gitti. Hac'dan sonra Mağrib'e, oradan da Ebu Medyen'in şehri olan
Becaye'de bulundu. Bir süre sonra tekrar Mekke'ye geldi ve “Ruhu'l-Quds”,
“Tacu'r-Rasul” adlı eserlerini yazdı.
1204′de Medine, Musul, Bağdat'ta bulundu. Musul'da, “Et-Tenezzülatu'lMusuliyye”‘yi yazdı. Musul'dan ayrıldıktan sonra Konya'ya geldi. Orada
tanıştığı Sadreddin Konevi'nin dul annesi ile evlendi. Konya'dayken
“Risaletü'l-Envar”‘ı yazdı. Selçuk Meliki tarafından hürmet ve ikram gördü.
Sonra Mısır'a geçti. Orada Futuhat-ı Mekkiye'deki sözlerinden ötürü Mısır
uleması tarafından hakkında verilen idam fetvasıyla yüzyüze gelince gizlice
oradan kaçtı. Tekrar Mekke'ye geldi ve burada bir süre kaldı. Mekke'de elFutuhatu'l-Mekkiye, Fusus'u rüyada gördüğü peygamberin emriyle ve onun
istediği şekilde yazdığını bu eserin önsözünde belirtmektedir. “Veriler
bilgilerini, peygambere vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan almaktadırlar.
Bağdat ve Halep'te bir süre dolaştıktan sonra 612/1215′de tekrar Konya'ya
geldi. 617′de Şam'a yerleşti. Zaman zaman civar şehirlere seyahatler yaptı.
638′de 22 R.Ewel'de Şam'da öldü. Kabri Şam şehri dışında Kasiyun Dağı
eteğindedir. 1516 yılında Sultan Selim, Şam'ı Osmanlı toprağı yaptığında
oraya türbe, camii ve imaret inşa ettirdi. Medfun bulunduğu türbenin
kubbesinde İbn Arabi'nin kendisine ait olduğu iddia edilen bütün yüzyıllar
yetiştirdikleri büyük insanlarla tanınır, benden sonraki yüzyıllar benimle
anılacak mealindeki bir beyit yazılıdır.
 ARZU
 9-B
 165
SONTUR