KUYUDAKİ BİLMECE O ile O Yazan ve Çizen zeki zikrullah kırmızı [email protected] www.okumaninsonunayolculuk.com Aralık 2010 I Avucundaki çakıl taşına neredeyse tüm ömrünü verdi.

Download Report

Transcript KUYUDAKİ BİLMECE O ile O Yazan ve Çizen zeki zikrullah kırmızı [email protected] www.okumaninsonunayolculuk.com Aralık 2010 I Avucundaki çakıl taşına neredeyse tüm ömrünü verdi.

Slide 1

KUYUDAKİ BİLMECE
O ile O
Yazan ve Çizen
zeki zikrullah kırmızı
[email protected]
www.okumaninsonunayolculuk.com
Aralık 2010


Slide 2


Slide 3

I
Avucundaki çakıl taşına neredeyse tüm ömrünü verdi. Varlığını;
avucu içindeki bu küçük çakıl taşının ya da sözlüklerde aransa da
asla bulunamayacak som, kapalı, sıkı, ancak kendisi kadar olan
sözcüğün açıklayabilmesi, açıklayamasa bile içinde böyle sezgili
bir bilincin durduk yerde kendiliğinden oluşumuna yol vermesi, her
zaman olmasa da ara ara onu ürpertiyordu. Sanki taşıyamayacağı,
hak etmediği nesneydi, sözdü o. Sanki biri vermiş de, veren her an
geri alabilirmiş gibi. Tedirgindi.
Ama artık yaşamının burasında, elinde olan şeyden (çakıl ya da o
biricik söz ya da…adı dilinin ucunda* olandan), istemese de şimdi
geçici efendisi olduğu bu varlık-nesne-sözden kurtulabilir, ondan
vazgeçebilirdi. Çünkü şuna inanmamak elinden gelmez, yaşamının
temel önermesi olan şu bilgiyi bundan böyle artık tartışamazdı:
Çakıl çakılaydı ya da sözcük sözcüğeydi.
* Adı Dilimin Ucunda, Pascal Quignard, Sel, 2005


Slide 4


Slide 5

II
Çakıl çakıla ya da sözcük sözcüğe…
Böylece kuyu da yakına geldi. Hatta neredeyse çakıla (söze)
geldi. Kuyu, üzerine, ömrünün en has/sas çekirdeğine, avucunda
kapalı tuttuğu şey ne ise onun üzerine atladı, hep geldi, sardı ve
içine aldı.
O’nunsa elinden başka hiçbir şey gelmezdi. Bu yüzden bıraktı
kendini kuyunun içine . Sonra eğildi, kulak verdi, ömrüm, dedi,
bakalım, nereden ses verecek? Bu sesi işitmeyi tutkuyla, yana
yakıla, hem de ölümüne istedi, istedikçe kabardı kulağı, büyüdü,
iyiden kulağa kesti.


Slide 6


Slide 7

III
Ömrünü bu sese, anlamaya verdiğini şimdi biliyor, şimdi umut
ediyordu. Ses gelecek; derinden, boğuk, belirsiz de olsa; aşk bu,
böyle bir şey olmalı ve buna değdi, iyi ki böyleydi, iyi ki!..
diyecekti. O zaman konuşmayı da sökecek, dili çözülecek, o
zaman anlatacaktı kendi öyküsünü, ama daha önce değil.


Slide 8


Slide 9

IV
Ses bir türlü gelmedi. Zaman kendini unuttu. Kulak, duymak
istediği sesi… Unutmak kendini unuttu.


Slide 10


Slide 11

V
Ses yine de gelmedi. Taş ya da söz; aşkla, umut ve
umutsuzlukla, öfkeyle, sonsuz düşüşünü sürdürüyor.
Taş düşüyor ve taş düştükçe kuyu derinleşiyor ve kuyu suyunu
daha diplere, daha gerilere çekiyor.
Siz isterseniz, taş yerine söz deyin, buna aşk deseniz de olur.
Ömrün bedeli, özeti, çağrısı, nedeni sayın onu. Ne derseniz
odur.


Slide 12


Slide 13

VI
O, kuyuyu, kuyuya bıraktığı taşı, taşı taşlayan avucu, avucu
avuçlayan teni, en son teni tenleyen kendini de unuttu.
Kuyu öyle derin, öyle dipsiz, öylesine gerekçesizdi. Bitmeyecek
bekleyişin ta kendisi... Kuyu beklemeydi. Arada bir, içinde yol
alan çakıla verirdi (verir vermez de geri almak üzere) uğursuz,
karanlık düşüncelerini:
Ben de O’nu beklemedim mi? Sesinin elmas sertliğini, genliğini,
tutkuyla titreşimini. İçime bırakacağı çakılı, çakılın sonsuz
seyrini, kuzeyini.
Ben de kendi kuyuma verdim kendimi. Kuyuluğumun kuyuluğuna
kestim.
Ben de bekliyorum. Bekledim.


Slide 14


Slide 15

VII
O, orada. Dilsiz kuyunun önünde... O kuyunun, kuyu O’nun
içinde.
Çakıl taşı düşüyor.
Ses yok. Yanıt yok. Yankı yok.


Slide 16


Slide 17

VIII
O da, kuyu da bir yanılsama, hiç.
Ya bekleyiş?.. Umut?
Ya aşk?
Kuyunun şifresi…
Neydi ki?