Transcript Ders 5

İKİ AYDINLANMA DÜŞÜNÜRÜ: JOHN LOCKE –
JEAN JACQUES ROUSSEAU
Macchiavelli (1469-1527), Bodin (1530-1596) ve Hobbes (15881679), mutlak monarşi kuramcıları olarak anılır. Mutlak monarşi,
siyaset tarihinde, feodal siyasal birimlerin çok parçalılığının yerine
bir siyasal birlik (ulus devlet) kurma amacının sonucu olarak görülür.
Bu üç kuramcının kuramları ile feodal çok parçalılıktan çıkılmış,
Avrupa ülkeleri bütünlüklü bir siyasi yapıya kavuşmuştur. Mutlak
monarşilerin tarihsel misyonu bu olmuştur.
1
İKİ AYDINLANMA DÜŞÜNÜRÜ: JOHN LOCKE –
JEAN JACQUES ROUSSEAU
Ancak
mutlak
monarşiler
de
bir
amaç
uğruna
kuramsallaştırılmışlardı. Bu amaç, yeni gelişen burjuva sınıfının
siyasal iktidarı tek başına ele geçirmesidir. Mutlak monarşiler, her
şeye rağmen, yine de feodal düzenin bazı aristokratik özelliklerini
barındırmaktaydı. Ancak gelişen burjuvazi için bu kalıntıların da
tasfiyesi gerekiyordu.
İşte, John Locke ve Jean Jacques Rousseau bu tasfiye sürecinin
kuramcılarıdır.
2
JOHN LOCKE (1632-1704)
Locke’un Genel Düşünce Yapısı:
John Locke, daha sonra David Hume (1711-1776) tarafından
iyice billurlaştırılacak olan, burjuvazinin dünya görüşü ve
özellikle bilgiye dair teorisi olan ampirizmin temellerini
atmıştır.
Yanısıra,
burjuvazinin
siyasal
görüşlerini
sistemleştirmiştir.
3
JOHN LOCKE (1632-1704)
16. ve 17. yy’larda, deneysel bilimlerin başarısına da bağlı olarak, bilgi teorisi
(epistemoloji) daha ziyade ampirizm çerçevesinde çözümleniyordu. Bu ise doğal bir
gelişmedir. Zira, sanayileşme ile beraber insan, maddi yani dış dünya ile daha içli
dışlı bir ilişki içine girmiştir. Feodal düşünürler için bilgilerimizin kaynağı deney
öncesidir (a priori). Bu da onları sabit ve verili, durağan yani dogmatik bir bilgi
anlayışına götürmüştür. Onlara göre, doğru bilgi Kutsal Kitap’ta mevcuttur.
Kutsal Kitap’ta yazılmayanlar ise, yazılanlardan hareketle ve kurulan benzerlik
ilişkileri dolayımıyla çözülmektedir. Ancak özellikle sanayi alanındaki tüm teknik
buluşlar ve ilerleyişler, bilginin Kutsal Kitap’tan ya da onu kavrayacak bir akıl
küpünden değil, deneyden ve gözlemden elde edilir olduğunu göstermiştir.
4
JOHN LOCKE (1632-1704)
Locke, işte bu iklimin de etkisiyle, deney ve gözlem öncesi bir
bilginin olmadığı, tüm bilgilerin kaynağının dış dünyayla olan
ilişkilerimizde yattığını savundu. Yani o, bilginin doğuştan
gelmediği görüşündedir.
Ona göre insan zihni boş bir levha (tabula rasa) ‘dır. Bu levha
üzerinde etki eden şey ise izlenimlerdir. Zihinde, izlenim öncesi
hiçbir şey bulunmaz. İzlenimler, zihin denilen boş levhayı
biçimlendirir ve doldurur.
5
JOHN LOCKE (1632-1704)
Locke’un Hukuk ve Devlet Anlayışı:
Doğa Durumu:
Locke da, tıpkı Hobbes gibi, bir toplum sözleşmesi
kuramcısıdır. O da, Hobbes gibi, bir doğa durumu tasviriyle
işe başlar. Ancak Hobbes’tan çok farklı bir doğa durumu
tasvirine sahiptir.
6
JOHN LOCKE (1632-1704)
Locke’a göre insanlar, uygar bir toplum olmadan önce, ilkel bir
doğal durum içinde yaşamaktadırlar. Hobbes, kötümser bir doğa
durumu tasviri yaparken Locke iyimser toplum sözleşmecilerinin
en parlak örneğidir. Ona göre:
“Doğa durumu, insanların kimseden izin almadan ve başka birinin
iradesine bağlı olmadan, doğa yasasının sınırları içinde eylemlerini
düzenlemek, mallarını uygun buldukları gibi kullanmak konusunda yetkin
bir hürriyet durumu, bir eşitlik durumudur.”
7
JOHN LOCKE (1632-1704)
Görüldüğü gibi Locke’un doğal yaşama verdiği anlam Hobbes’un
yaklaşımından oldukça farklıdır. Locke’a göre doğal yaşama dönemi
özgürlüğün, insanlar arası eşitliğin alabildiğine hüküm sürdüğü bir dönemdir.
İnsanlar özgür ve eşit doğmuşlardır. Bu, doğa durumunda dahi geçerli bir
yasadır. Doğa durumunda her ne kadar bir siyasal kurumca düzenlenmiş
yasalara rastlanmasa da, insan yapımı yasaların çok üstünde, onlardan çok
daha net doğal yasaların bulunduğunu tespit etmek gerekir. Doğal yaşamın
sağladığı özgürlük başı bozukluk demek değildir. Her bakımdan eşit kişiler,
birbirlerinin
canına,
malına
ve
özgürlüklerine
saygı
göstermeyi
öğrenmişlerdir.
8
JOHN LOCKE (1632-1704)
Locke’a göre insanların doğa durumunda sahip oldukları haklardan en
temel olanları hayat, hürriyet ve mülkiyet haklarıdır. Yukarıda Locke’dan
yapılan alıntı hayat ve hürriyetin önemini gösteriyordu. Locke, bunlara
mülkiyeti de ekler. Locke’a göre mülkiyet, tıpkı hayat ve hürriyet gibi,
doğa durumundan çıkan doğal bir haktır. Locke’a göre mülkiyet, emeğe
bağlıdır. Yeryüzü insanlara Tanrı tarafından ve işleyip üretilsin diye
sunulmuştur. Dolayısıyla, insanın da bu nimeti işlemesi, üzerinde
çalışması sonucunda elde ettiği mal, emeği nedeniyle, insana aittir.
9
JOHN LOCKE (1632-1704)
Locke doğa durumuna dair gayet iyimserken, yine de bir problem
gözlemler. Ona göre, doğa durumunda herkes doğa yasalarına karşı
gelenleri cezalandırma hakkına sahiptir. Ancak bu, cezalandırma
hakkının keyfi biçimde ve kötüye kullanılmasına yol açabilecektir.
Öyle ki, doğa yasasını çiğneyen suçluyu yakalayan kişi hislerine,
tutkularına, kin ve nefret güdülerine göre orantısız ve yanlış kararlar
verip bunları infaz edebilir. Bu durum, yani kişilerin kendi davalarının
yargıcı olmaları hali, yine doğal haklar bakımından çok sakıncalıdır.
10
JOHN LOCKE (1632-1704)
Toplum Sözleşmesi:
İşte, doğa durumundaki bu problem nedeniyle insanlar, aralarında
yaptıkları iki kademeli bir anlaşmayla cezalandırma haklarını
siyasal iktidara devrederler.
Locke’un toplum sözleşmesi iki kademeden oluşur. İlk kademede
toplum mensupları, toplumun ve bir arada yaşamanın kurulması
için, ikinci aşamada ise yönetilenler yönetilenler ile cezalandırma
yetkisinin devrine ilişkin bir anlaşma yaparlar.
11
JOHN LOCKE (1632-1704)
Hobbes’un aksine, Locke’un toplum sözleşmesi kuramıyla insanlar tüm
hak ve yetkilerini değil, sadece güvenlik ve cezalandırma haklarını
toplumu yönetecek olanlara devrederler. Yani hayat, hürriyet ve mülkiyet
hakları devredilemez niteliktedir.
Bu durumda devletin ya da yasama erkinin toplumda yapacağı işler
aslında sınırlı ve nettir. Buna göre devlet, yurttaşların can ve mal
güvenliklerini, özgürlüklerini güvenceye alacak, bunlara yönelen iç ve dış
tehditleri bertaraf edecektir. Görüldüğü gibi devlet, sınırlandırılmış ve
temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının “bekçisi” kılınmıştır.
12
JOHN LOCKE (1632-1704)
Direnme Hakkı:
Locke’a göre halkın iradesi ile iktidara gelen ve amacı hayat, hürriyet ve mülkiyet
ilkelerine halel gelmesini engellemek olan siyasal iktidar sahipleri zorba olabilirler.
Yasaların kendilerine tanıdığı yetki sınırlarını çiğneyen, ellerindeki gücü halka karşı ve
bu ilkelere zarar vererek kullanan kişiler zorbadırlar. İşte bu gibi hallerde Locke,
yönetilenlerin yönetenlere yani siyasal iktidar sahiplerine karşı direnme haklarının
olduğunu, yani bu yönetime itaat etmeme ve bunun da ötesine geçerek onu tahttan
indirme haklarının olduğunu ileri sürmüştür. Direnme hakkı, yönetenlere karşı
ayaklanmayı kapsar.
13
JOHN LOCKE (1632-1704)
Locke’un
direnme
hakkı
kuramı,
1776
tarihli
Amerikan
Bağımsızlık
Bildirgesi’nde neredeyse aynen yer almıştır. Hem de ilginç biçimde, bir İngiliz
filozofunun düşünceleri, İngiltere’den bağımsızlaşmayı ilan eden Amerikan
kolonilerinin bağımsızlık bildirgesinde İngiltere’ye karşı kullanılmıştır. Bildirge de
şu ifadeler yer alır:
“Tüm
insanların eşit yaratıldığını, kendilerinin devredilemez haklara sahip olduğunu ve bunların Hayat,
Hürriyet ve Mutluluğa Erişme hakları olduğunu kabul ediyoruz. Bu hakları güvence altına almak
amacıyla insanlar arasında adil ve güçlerini yönetilenlerin onayından alan yönetimler kurulur. Herhangi
bir yönetim biçimi bu hedefler için zararlı olmaya başladığında bu yönetimi değiştirmek ya da feshetmek ve
yeni bir yönetim kurmak, halkın hakkıdır.”
14
JOHN LOCKE (1632-1704)
Locke’da Devlet:
Locke, fikir olarak parlamenter demokrasi yanlısıdır. Ancak onun demokrasi anlayışı, bugün
demokrasiden anladığımız kapsamda değildir. Zira Locke’da kadınlar ve yoksullar
vatandaşlık haklarına sahip değildir.
Locke, bir devletin üç ayrı erkten oluştuğunu düşünür. Bunlardan ilki yasama erkidir ve bu
erk parlamentodadır. Parlamento yasa koyacaktır.
Yürütme, ikinci erktir. Yapılan yasaları uygulayacaktır.
Federatif erk ise uluslararası alanda devletin yetkilerini anlatır. Locke’a göre uluslararası
alanda hâlâ doğa durumu sürmektedir. Zira devletlerarası çatışmaları çözecek bir ortak yargı
mercii yoktur. Federatif erkiyle devlet, uluslararası alanda anlaşmalar yapacaktır.
15
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
Cenevre doğumlu düşünür, anlaşılması güç ve yazdıklarını bütünlüklü bir
anlamlandırma çabasına kavuşturmak için çaba sarfedilmesi gereken bir
düşünür olarak karşımıza çıkar.
Rousseau, özellikle şu noktalar itibariyle irdelenmelidir:
a) İnsanın özünde “iyi” olan doğası ve gelişme ve ilerlemenin anlamı,
b) Toplum Sözleşmesi Kuramı,
c) Genel İrade Kavramı
16
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
a) İnsanın özünde “iyi” olan doğası ve gelişme ve ilerlemenin anlamı:
Rousseau, Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev adlı eserinde uygarlığa ve moderniteye
dair tespitlerini ve eleştirilerini ortaya koyar.
Rousseau’ya göre özellikle bilimlerdeki ilerlemeler, insanın lehine değil, aleyhine
olmuş ve insanı “bozmuştur”.
Rousseau’ya göre ilkel toplumlar insanın insanı sömürmediği, lüksün ve
eşitsizliğin bulunmadığı ve özü itibariyle iyi olan insanın henüz bozulmamış
bulunduğu bir özgürlük ve eşitlik durumu söz konusudur.
17
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
Oysa Rousseau’ya göre uygar toplum, insanın iyi olan doğasının bozulmasına,
erdemlerinin yitip gitmesine, özgürlüklerin yerini ise tutsaklığın almasına sebep
olmuştur. Ona göre modernitenin kendiliğinden akılcı bir düzen getireceği fikri
kabul edilemezdir. Modernite, birleştirmekten çok parçalamıştır. Görüldüğü gibi
Rousseau’ya göre ilkel insan Hobbes’un aksine vahşi ve kötü değil, iyidir. Hırs,
kibir ve açgözlülük modern insanın özelliğidir.
Ona göre doğal yaşama döneminde insanlar, kendi doğal eğilimlerine göre mutlu
yaşamaktadır. Ancak bu durumu bozan ve uygarlık denilen sürece götüren bir
gelişme söz konusu olmuştur: Mülkiyet.
18
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
Rousseau, ilkel insana dair yaptığı bu tespitin ardından, eleştirdiği
modernitenin doğuş macerasını açıklamaya iki eserle girişir. Bu
eserlerin ilkinde, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı’nda ilkel
toplumlarda mülkiyet kavramının ortaya çıkışını anlatır. Ona göre bir
kimse, belirli bir toprak parçasının etrafını çevirdiğinde ve “Burası
benimdir!” dediğinde uygar toplum için gereken tohum atılmıştır. Bu
toprak parçasının çevrilmesi ve buradaki madenlerin işletilmesi ya da
burada tarım yapılması bir eşitsizlik durumu yaratmıştır.
19
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
b) Toplum Sözleşmesi Kuramı:
Rousseau’ya göre uygarlığın gelişmesi insanı bozmuşsa da bu aşamaya geçilmesi
kaçınılmazdır. Rousseau bu kaçınılmazlığa rağmen, umudunu korumaktadır. Toplum
Sözleşmesi adlı eseri bu umudun eseridir.
Rousseau’ya göre Toplum Sözleşmesi;
“…toplumun üyelerinin her birinin can ve mal güvenliğini sağlayacak bir toplum biçiminin
oluşturulmasını, her insanın diğeriyle birleşmesine rağmen kendisine özgür bir alanın kalmasını”
amaçlamaktadır.
20
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
Görüldüğü gibi, Rousseau’da toplum sözleşmesi ile amaçlanan, toplumdaki her bireyin
canını ve malını toplumsal güç ile korumak, hem de bir arada yaşamanın huzurunu ve bir
arada yaşamaya rağmen bireye özgür bir alan sağlamaktır.
Rousseau’nun toplum sözleşmesi de, varsayımsaldır. Yani gerçekte böyle bir sözleşme hiçbir
zaman yapılmamıştır.
Burada önemli olan, Rousseau’ya göre, moderniteyle beraber “bozulan”
insanın yani
özgürlüğünü kaybeden insanın, toplum sözleşmesi ile, kaybettiği doğal özgürlüğün yerine
sivil bir özgürlüğe yani toplum içinde kendisi için bir özgürlük alanına sahip olmasının
amaçlanmasıdır.
21
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
c) Genel İrade Kavramı:
Rousseau’ya göre toplum sözleşmesi, toplumdaki herkesin katılımı ile,
yani oybirliği ile gerçekleşecektir. Toplum sözleşmesi yapıldıktan sonra,
toplumun üyeleri bu sözleşmeden çıkan iradeye yani genel irade’ye
uymakla aslında kendilerine uymuş olacaklardır.
Genel irade, bireylerin tekil iradelerinin ve bu iradelerle dışa vurulan
kişisel çıkarlarının değil, ortak iyi’nin amaçlandığı bir konsepttir.
22
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
Rousseau’ya göre Genel İrade,
- Bölünmez,
- Kapsayıcı ve
- Yanılmazdır.
Hatta ona göre,
“Toplum Sözleşmesi, genel iradeye itaat etmeye yanaşmayanların topluluk tarafından itaate
zorlanacağını üstü örtülü olarak garanti eder… Bu, genel iradeye karşı duran kişinin özgür
olmaya zorlanacağı anlamındadır.”
23
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
Görülüyor ki, Rousseau’ya göre genel iradenin kapsayıcılığı ve
yanılmazlığı
yanında zorlayıcılığı da söz konusudur. Toplum
sözleşmesine katılmamış olanlar yabancı statüsünde olurlar. Sözleşme
kurulduktan sonra ülkede yaşayanlar ise sözleşmenin kendiliğinden tarafı
sayılırlar.
Buradan çıkan sonuçlardan biri de yanılmaz olduğu ilan edilen genel
iradeye karşı herhangi bir direnme hakkının mevcut olmadığıdır.
24
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
Rousseau yorumcuları, Rousseau’nun, toplumun tüm üyelerinin katılımı ile
gerçekleşen
toplum
sözleşmesi
yaklaşımını
gerçekçi
bulmazlar.
Zira,
Rousseau’nun bu kurgusu, olsa olsa, büyüklüğü kent devletlerinin çapını aşmayan
bir toplum tahayyülünde geçerlidir. Ancak böyle bir toplumda vatandaşların bir
alana toplanıp toplumsal sorunları karara bağlamaları mümkün olacaktır. Böyle
bir toplumda tüm üyeler de toplumsal sorunlardan haberdar ve bilgili
olabileceklerdir. Ancak modern dünyanın karmaşık ve kalabalık, kontrolü güç
toplumsal yapısı içinde bu kurgunun gerçekçi olmadığı ileri sürülmüştür.
25
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
Doğrudan Demokrasi: Rousseau’nun toplum sözleşmesi kuramı ile
genel irade yaklaşımının ancak doğrudan demokrasi koşullarında
mümkün olabileceğini ifade etmek gerekir. Ona göre temsili
demokrasilerde özgürlük, sadece parlamento üyelerini seçerken vardır;
seçimlerden sonra tekrar köleleşilmektedir. Yani halkın, egemenliğini
bizzat ve temsilciler olmadan kullandığı demokrasi türü olan doğrudan
demokrasi insanların kendi koydukları kararlara uymaları biçiminde ifade
edilebilecek olan özgürlüğe daha fazla imkân sağlar.
26
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
Yasalar ve Hukuk:
Rousseau’ya göre siyasal sistemin kurucu üyesi olan yasalar, genel
iradenin ifadesidir. Adaleti de genel irade olarak yansıtan yasalardır. Ve
yasalar, özel nitelikte değil,her zaman genel ve soyut nitelikte olmalıdır.
Bu düşünce, Rousseau’nun genel irade kavramlaştırmasıyla da uyum
içindedir. Zira ona göre genel irade, kişilerin özel çıkarlarını değil, genel
ve ortak iyiyi yansıtmaktadır.
Ek olarak, Rousseau ahlâk yasalarının da varlığını yadsımaz.
27