PowerPoint Sunusu

Download Report

Transcript PowerPoint Sunusu

TOPLUMSAL YAŞAM VE HUKUK
TOPLUMSAL NORMLAR VE HUKUK
İnsanlar, birbirleriyle girmiş oldukları
ilişkiler sayesinde ve etkileşimlerle
birtakım gruplara, kurumlara, örgütlere,
değerlere ve normlara hayat verirler.
İnsanların etkileşim halinde yarattıkları
bu gerekliğe toplumsal gerçeklik veya
toplumsal yaşam alanı denilir. Doğal
gerçeklik, fizik, kimya, biyoloji ve jeoloji
gibi
doğal
bilimlerin
konusunu
oluştururken
toplumsal
gerçeklik,
sosyoloji, psikoloji, ekonomi, siyaset
bilimi ve hukuk gibi sosyal bilimlerin
konusunu oluşturur.
Her toplumda, insan ilişkilerini
düzenleyen değerler, görenekler,
gelenekler, din kuralları, hukuk
kuralları, ahlak kuralları ve görgü
kurallarından oluşan bir sistem
vardır. Bu toplumsal sistem içinde,
toplumsal değerlerin ve normların
yanında; hem bu değerlere ve
normlara hayat veren, hem de bunlar
sayesinde
insan
davranışlarını
düzenleyen
aile, din, siyaset, ekonomi, eğitim ve
hukuk gibi kurumlar bulunur. Bunların
sayesinde, toplum hayatı ve düzeni
sağlanmış olur.
Bir toplumsal sistem içinde ekonomi,
hukuk, aile, siyaset, eğitim ve din gibi
kurumlar, belli bir eşgüdüm ve uyum
halinde bulunur. Zaten, böyle bir uyum
söz konusu olmadığı zaman, anomik
(kuralsız ya da kural kargaşası içinde)
bir toplum yapısı ortaya çıkar ve
toplumsal düzensizlikler söz konusu
olur.
Toplumsal düzensizliklerin aşılmasında
ise, diğer kurumların yanında hukuk da
önemli bir işleve sahiptir. Toplumun
varlığını sürdürmesinde ve düzenin
sağlanmasında hukuksal kurallar ve
yaptırımlar çok önemli roller oynar.
TOPLUMSAL DÜZENİN GEREKLİLİĞİ
Bir toplumun varlığını sürdürebilmesi,
kişiler veya gruplar arasında gerekli
ilişkileri sağlayabilecek ve
koruyabilecek birtakım kuralların veya
normların varlığını gerektirir. Üretim
veya tüketim etkinliklerinde, din ve aile
sistemlerinde,
siyasal hayatta ve eğitim dünyasında
bu tür kuralların düzenleyici katkısı
vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Toplum
halinde yaşayan insanlar, bilinçli ya da
bilinçsiz olarak dikkate aldıkları bu
kurallar sayesinde belli ortamlarda ve
durumlarda nasıl davranmaları
gerektiğini bilirler ve diğer insanların
da böyle anlarda nasıl bir tutum ve
davranış göstereceklerini tahmin
edebilirler.
Toplumdaki bu ortak davranış kurallarına
toplumsal normlar denir.
Toplumsal normlar, insanın özellikle
kamusal ilişkileri ve davranışları ile
onların özel istekleri ve yargıları
arasında bir sınır çizer. Normlar
olmaksızın toplumsal hayat yaşanabilir
olmaktan çıkar, hatta tasavvur bile
edilemez. Hukuk kurallarının da bir
parçası olduğu toplumsal normlar,
sadece yaygın toplumsal yaptırımlar
(ayıplama, kınama, dışlama, alay etme
yoluyla değil; aynı zamanda hukuksal
yaptırımlar yoluyla, hukuksal örgütler
ve makamlar eliyle de
uygulanabilirler. Toplumsal normların
ve yaygın toplumsal yaptırımların,
hukuk dışındaki toplumsal kontrol
mekanizmalarının katkısı olmaksızın
toplumsal yaşamın ahengini bozan
toplumsal çatışmaların ve sorunların
çözümü mümkün olamaz.
HUKUKUN TOPLUMSAL İŞLEVLERİ
-Hukuk, giderek karmaşıklaşıp
çeşitlenen ilişkileri, davranışları ve
olayları, önceden düzenleyip
çerçeveleyerek toplumsal sorunların
ortaya çıkmasını önler.
-Hukuk, toplumların varlığını
sürdürmelerine esas teşkil eden
belirli işlevler görür.
-Hukuk, bireyler ve gruplar arası
ilişkileri açıkça tanımlar.
-Hukuk, toplum hayatında meydana
gelen sıkıntıları ve sorunları, ortaya
çıkar
çıkmaz
bilinçli
insan
müdahalesiyle düzenleme yeteneğine
de sahiptir.
Hukukun temel toplumsal işlevlerini,
Funk’tan hareketle şöyle sıralamak
mümkündür:
1)
2)
3)
4)
5)
Meşrulaştırma ve yasallaştırma
İktidarı paylaştırma
Toplumsal yaşamı düzenleme
Toplumsal kontrolü sağlama
Uyuşmazlıkları çözme ve adalet
dağıtma
6) Toplumu veya bireyleri değiştirme
TOPLUMSAL DÜZEN VE HUKUK
Hukuk toplumsal, siyasal ve ekonomik
yaşamın
düzenleyicisi
olmak
bakımından yalnız değildir . Hukukun
zorlayıcı yaptırım gücüne sahip
olması,
diğer
toplumsal
düzen
kurallarının
ve
yaptırımlarının
toplumsal düzeni sağlamak açısından
herhangi bir işlevselliği olmadığı veya
sınırlı bir etkinliğe sahip olduğu
anlamına da gelmez.
Toplumsal düzenin sağlanmasında
hukuk ve diğer toplumsal düzen
kurallar büyük bir önem taşır.
Günümüzde toplumsal yaşam, hukuk ve
hukuksal zorlama olmaksızın tasavvur
edilemez. Bugün, modern toplumda bir aile
bile, toplumda mevcut otoriteler tarafından
korunup gözetilmeden bütünlüğünü
koruyamaz.
Hukuk, bireylerin hangi davranışları
yapmasını veya yapmamasını belirterek,
davranışların bağlı olacağı çerçevenin
sınırlarını çizerek; açık, kesin ve belirli
bir düzenin temellerini atar. Hukukta
biçimcilik veya formalizm, usulüne göre
çıkarılmış yasaları ve bunların biçimsel
anlamda yürürlükte bulunmasını ifade
eder.
UYUŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜMÜ VE HUKUK
Kişiler
arasındaki
anlaşmazlıkların,
karşılıklı ilişki çerçevesinde diyalog ve
müzakere gibi yollarla aşılamaması
halinde uyuşmazlık halinden söz edilir.
Bu durumda, uyuşmazlığın çözümü,
üçüncü kişilerden veya kurumlardan
beklenir. Tarihsel süreçte insanlar,
gruplar
ve
toplumlar
arasında
çıkabilecek
uyuşmazlıkları
çözmek
üzere; arabuluculuk, uzlaşma, tahkim,
ombudsmanlık ve mahkeme gibi birçok
yol veya mekanizma geliştirilmiştir.
Modern toplumlarda uyuşmazlık çözüm
faaliyeti, asıl olarak mahkemeler
tarafından
yerine
getirilir.
Mahkemelerde yargılamayı yürüten
üçüncü kişi ve resmî görevli olarak
yargıç, tarafların isteğinden bağımsız
olarak bir uyuşmazlığa müdahale etme,
kendi hukuksal inisiyatifiyle karar
verme ve gerektiğinde tarafları bu
karara uymaya zorlama yetkisine
sahiptir.
Yargılama sürecindeki öncelikli amaç,
tarafların tatmininden ziyade sınırları
hukuk tarafından belirlenmiş hakların
yerine getirilmesidir. Mahkemeler,
işlevsel
olarak
uzmanlaşmış,
farklılaşmış
ve
bürokratikleşmiş
örgütlerdir.
Mahkemeler,
önlerine
getirilen
uyuşmazlıkları
çözerken
ekonomik, siyasi, ahlakî ve kültürel
çatışma mevzularını tartışma dışı
bırakarak, esas olarak hukuksal boyut
üzerinde yoğunlaşır.
Bir toplum, uyuşmazlıkların çözümü
konusunda
yalnızca
mahkemelere
dayanamaz ve dayanmamalıdır da.
Birçok ihtilafın giderilmesinde başka
mekanizmalar, daha üstün ve işlevsel
olabilir. çekişmelerin ya da ihtilafların
sona erdirilmesinde daha esnek
süreçler ve mekanizmalar yaratmak
üzerinde
daha
fazla
durulacağı
anlaşılmaktadır.
Hakemlik
ve
arabuluculuk gibi alternatif uyuşmazlık
türlerinin, mahkeme salonlarındaki
duruşmalardan emek,
zaman ve kaynak bakımında daha
külfetsiz olduğu ileri sürülmektedir.
Bunlar, yasama sürecinin bıraktığı
boşlukları
doldurmanın,
mahkemelerin
formel
duruşma
tekniklerine
başvurmaya
gerek
kalmaksızın
özgül
ihtiyaçları
karşılamanın bir yolu olarak da
görülmektedir.
HUKUKUN SOSYO-TARİHSEL GELİŞİMİ
GENEL OLARAK
Hukuk, toplum hayatında kişilerin
birbirleriyle ve toplumla ilişkilerini
düzenleyen ve uyulması kamu gücü ile
desteklenmiş bulunan sosyal kurallar
bütünüdür. Hukukun temelinde;
emredici normları, kurumları, süreçleri
ve kuralları koyan, yorumlayan ve
uygulayan insanları buluruz. Toplumsal
hayatta gözlenen bütün kurallar,
hukukun bir parçası veya ilgi konusu
değildir;
sadece toplum açısından önem verilen,
kamusal yanı ağır basan, yetkili kişi veya
kişilerce uygulanması bir hak olarak
görülen normlar, hukukun konusunu
oluşturur.
İLK ÇAĞDA HUKUK
Hukukun kökeni konusunda açık ve kesin
dokümanlar yoktur. Ancak, nispeten
gelişmiş toplumların arkalarında kil
tabletlerden, papirüslerden oluşan bazı
fragmanlar ve metinler bıraktıkları
bilinmektedir. Bunların en eskileri bile
oldukça yenidir.
Bundan dolayı geçmişte yaşayan
herhangi bir toplumun hukukunun
nasıl olduğunu bilmek oldukça zordur.
Bilinen en eski hukuk metinleri olarak,
M.Ö. 2400 yıllarında Sümer kent
devletlerinden Lagaş’ta hüküm süren
kişinin adını taşıyan “Urukagina
Yasaları”,
M.Ö.
1800
yılları
dolaylarında hüküm süren Babil Kralı
Hammurabi’nin adını taşıyan hukuk
kodu, M.Ö. V. Yüzyıl civarında Roma’da
ortaya çıkan “
On İki Levha Kanunu” ile Antik
Yunan’da vücut bulan “Drakon
Yasaları” ve “Solon Yasaları”ndan
söz edilebilir.
Solon’un hukuk alanında yapmış
olduğu düzenlemelerle, “nomoi”
(yazılı yasa), “thesmoi” (sözlü
yasa)’a karşı kesin bir üstünlük
kazandı.
Toplumun
çeşitli
alanlarını
düzenleyen
yasaların
insanlar
tarafından hazırlanması; yasaların
kutsal, mutlak, değişmez ve sonsuz
olma niteliğini ortadan kaldırarak
bunların göreli bir varlık ve anlama
sahip olduğu anlayışının gelişmesine
yol açtı. Yazılı yasaların gerek
iktidarlar
gerekse
düşünürler
tarafından yüceltilmesi; yasaların
doğruyu, adaleti, iyiyi ve güzeli
gözeterek
toplumun ve dolayısıyla bireyin refahını
ve mutluluğunu sağlayan bir unsur
olduğu inancını geliştirdi.
ORTA ÇAĞDA HUKUK
Orta Çağda senyörlük ve kilise
mahkemeleri vardı. Vasallar ve rahipler
doğal yargıçtı. Bir yandan, örf-âdet
derlemeleri yapılırken, bir yandan da
mahkeme içtihatları oluşuyordu. Ancak
hukuk, gelenekten güç aldığı takdirde
etkin olabiliyordu.
Aynı şekilde hukukçular, otonom bir
sosyal grup teşkil etmediği gibi
profesyonel bir yargısal örgütlenme
de yoktu. Hukuk, bilinçli insan
müdahalesiyle
yaratılmış
yasalardan
ziyade
toplumsal
yaşamın tarihsel gelişimi içinde
şekillenmiş
gelenek
hukuku
niteliğindeydi.
Ondördüncü ve onbeşinci Yüzyıllarda
belirginleşmeye
başlayan
feodalizmden kapitalizme geçiş
sürecinde, yeni hukuk kodlarına
ihtiyacın bir sonucu olarak Batı
Avrupa’da Justinian kodunun kabul
edildiği, hukukun birleştirilmesine
ve yalınlaştırılmasına yönelik güçlü
bir hareketin geliştiği görülür.
Gerek giderek gelişen ekonomik güçler,
gerekse gittikçe güçlenen devletler,
hukuk ve yargı birliğini sağlamaya
çalışıyorlardı. Bir yandan devlet yönetimi
ve mahkemeler yeniden yapılandırılırken,
diğer yandan maddi hukukun yeniden
düzenlenmesi, yani dağınık hukuk
kurallarının ve mekanizmalarının belli bir
düzene kavuşturulması yönünde çaba
gösteriliyordu. Sonuçta modern bir
hukuk ve yargı düzeninin temelleri
atılıyordu.
MODERN TOPLUMDA HUKUK
MODERN TOPLUM KAVRAMI
Genel olarak, geleneksel veya modern
öncesi toplum ile modern toplum
arasında
yapılan
bir
ayrım
ve
karşılaştırmadan
hareketle
açıklanmaktadır.
Modern
toplumu
geleneksel toplumdan ayıran temel
özelliklerin; hızlı ve yoğun değişme ve
bu değişmenin giderek bütün toplumsal
sistemi
kuşatarak
kendine
özgü
kurumsal
ve
düşünsel
yapılar
geliştirmesi olduğu söylenebilir.
MODERN HUKUK ANLAYIŞI
Modern hukuk; amaçları, doktrinleri,
kuralları ve kurumları bakımından,
modern öncesi dönemlerdeki hukuka
göre oldukça farklı nitelikler gösterir.
Bu farklılığın oluşumunda, sosyokültürel koşullarda ve zihniyet
yapısında süreç içerisinde meydana
gelen değişmeler önemli bir yer tutar.
Modern hukukun oluşumunda; yeni
ekonomik, sosyo-kültürel yönelimler,
değer ve kavramlar ile birlikte modern
zihniyetin gelişimi de önemli bir rol
oynar.
1)MODERN HUKUKUN ÖZELLİKLERİ
İki temel özelliğinden birisi, modern
öncesi sistemlerde topluluk ya da grup
bünyesinde kaybolan veya görünmeyen
bireyi öne çıkarması; diğeri ise, daha
önceki hukuk sistemlerinden daha fazla
soyutlamalara dayalı olmasıdır.
2)MODERN HUKUK ANLAYIŞININ
GETİRDİKLERİ
Modern hukuk anlayışına göre
modern toplumlar, öncelikle kodifiye
edilmiş bir yazılı kurallar sistemiyle
toplumsal düzeni sağlayabilirler.
Hukuk kuralları ve kurumları,
sistematik bir nitelik taşır. Hukuk
bilimi, hukukî kavramları, kuralları
ve kurumları işleyerek hukuk
sisteminin gelişmesine katkıda
bulunur.
Modern hukukta, hükümetler tarafından
konan ve uygulanan açık kuralların
varlığı söz konusudur. Modernite
koşullarında hukuk, toplumsal yaşam
içinde kendiliğinden oluşmaktan ziyade,
hükümetler tarafından empoze edilir.
Modern hukuk, insanlar arasında hiçbir
ayırım yapmamasıyla ve onların hepsini
vatandaş olarak hukuk önünde eşit
statüde saymasıyla genel niteliklidir.
Hukukun, yan tutulmaksızın, bütün
bireylere ve eylemlere eşit uygulandığı
kabul edilir.
MODERNLEŞME SÜRECİNDE TÜRK
HUKUK DÜZENİ
1839 tarihli Tanzimat Fermanının ilânı,
modernleşme sürecinin Osmanlı
yönetim ve hukuk düzeni üzerindeki
etkisini temsil eden bir gelişme olarak
değerlendirilebilir. Ancak, bu
dönemdeki gelişmeleri ele almadan
önce modernleşme öncesi Osmanlı
Hukuk Düzenine ana hatlarıyla göz
atmak gerekir.
A)TANZİMAT ÖNCESİ DÖNEM
Tanzimat öncesi dönemde yürürlükte
olan üç tür hukuk söz konusudur.
Bunlar;
Sadece
Müslümanlara
uygulanan
“şeriat”a dayalı İslâm hukuku (fıkıh)
2)Bütün uyruklara uygulanan “örfî
hukuk”
3)Gayri Müslimlerin kendi hukuklarıdır.
Tanzimat öncesi dönemde Osmanlı
Devleti’nde sadece hukuk birliği değil,
yargı birliği de yoktur. Bu dönemde;
şeriat mahkemeleri, cemaat
mahkemeleri ve konsolosluk
mahkemeleri olarak üç tip mahkeme
vardır.
a) Şeriat mahkemeleri
b) Cemaat mahkemeleri
c) Konsolosluk mahkemeleri
B)TANZİMAT DÖNEMİ
Tanzimat dönemi, 1839’da Gülhane
Hattı Hümayunu’nun
yayınlanmasıyla başlamıştır. Buna
göre, Hıristiyan tebaa ile
Müslüman tebaa yasa önünde eşit
hale getirilmiştir. Hiç kimse,
mahkemelerde yargılanmadan
ceza görmeyecektir.
Tanzimat Fermanı, ayrıca, Osmanlı
yönetim ve hukuk düzeninin
Batılılaşması doğrultusunda yeni
yasal düzenlemelerin yapılacağını da
ilan etmiştir. Böylece, vatandaşlık
esasına dayanan bir “hukuk birliği”nin
temelleri atılmıştır.
Tanzimat Fermanı’nın 1839’da
ilanıyla; “hukuk devleti” ilkesinin
hayata geçirilmesi yolunda adımlar
atılmıştır.
Anayasal nitelikte bir belge olan
fermanda; “can, mal, ırz güvenliğinin
sağlanması”, “verginin kanuna göre
alınması”, “askerlik işlerinin
düzenlenmesi”, “suçların ve cezaların
kanunîliği” gibi temel ilkeler yer
almaktadır.
Tanzimat dönemindeki hukukî
gelişmeler, diğer alanlardaki
gelişmelere benzer şekilde karmaşık bir
görünüm arz etmektedir. Batı
hukukundan yararlanılarak hazırlanan
mevzuatın ve nizamîye mahkemelerinin
yanında, şer’i hukukun ve şeriat
mahkemelerinin mevcudiyeti,
birbirinden tamamen farklı iki hukuk
sistem ve uygulamasının aynı
dönemde geçerli olması anlamına
gelmektedir. Bu durum, hukukta
ikilik yaratmış, hukuk ve yargı birliği
yolunda atılan adımları yetersiz
kılmıştır. Modern hukuk ile
geleneksel hukuk sarasındaki
çelişki ve çatışmalar, sosyal ve
siyasal bakımdan birçok soruna yol
açmıştır.
C)CUMHURİYET DÖNEMİ
1926’da üç büyük kanun kodu kabul
edilerek yürürlüğe konmuştur; İsviçre
Kodu’ndan alınan Medenî Kanun ve
Borçlar Kanunu, 1889 tarihli İtalya
Kodu’ndan alınan Ceza Kanunu, 1887
tarihli Alman Kodu’ndan alınan Ticaret
Kanunu, 1927’de İsviçre’nin Neuchatel
Kantonu’ndan Hukuk Usulü
Mahkemeleri Kanunu alınmıştır.
Ayrıca, 1929’da 1877 tarihli Alman
Kodu’na dayalı olarak Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu, 1889
tarihli İsviçre Federal Kodu’ndan
İcra ve İflas Kanunu, 1897 tarihli
Alman Kodu’ndan Deniz Ticaret
Kanunu iktibas edilmiştir. 1928
yılında Anayasa’dan ‘devletin dini
İslâm’dır’ hükmü çıkarılarak bütün
Türk vatandaşlarının aynı seküler
yasalara tâbi olması sağlanmıştır.
Böylece, çok kısa bir süre içinde
resepsiyon (iktibas) yoluyla yapılan
reformla bütün hukuk sistemi
dönüştürülmüştür. Amaç, yönetici
seçkinlerin, olması gerektiğini
düşündükleri yaşam biçimini
sağlayıp düzenlemektir.
Hukuk alanında yapılan bütün
düzenlemeler, modernleşme
sürecini yaşayan ve bunu daha da
hızlandırmaya çalışan, ulus-devlet
yapılanmasını sağlamaya çalışan,
1923 yılında yapılan İzmir İktisat
Kongresi’nde liberal iktisat
politikasını benimseyen bir
toplumun ihtiyaç duyduğu hukuksal
çerçeveyi oluşturmaktadır.
Modernleşme sürecinde dış
dünyayla ve özellikle Batı Avrupa
ile olan ilişkiler ve etkileşim
çerçevesinde şekillenen Türk
Hukuku, II. Dünya Savaşı sonrası
dönemde bölgesel bütünleşme
hareketlerinden ve diğer küresel
gelişmelerden etkilenmeye
başlayacaktır.
HUKUK KURALI HAZIRLANIRKEN
UYULMASI GEREKEN İLKELER
1)Hakkaniyet İlkesi
Kişilere tanınan hak ve yetkilerin
içeriği toplumsal dengeyi bozmayacak
biçimde belirlenmelidir. Mutlak hak,
mutlak haksızlıktır (summum jus
summa injuria) sözü bunu ifade
etmektedir. Güçlünün yanında
güçsüzün korunması, hukuk
kurallarının uygulanmasında göz
önünde bulundurulacak bir ilkedir.
2. Takdir Yetkisi
Yasa hükümleri belirli zamanda ve yerde geçerli
olan, belirli gereksinimlere yanıt veren
kurallardır. Kanun koyucu Hukuk kuralını kanun
hükmü olarak kaleme alırken aynı türde bütün
hukukî olaylara uygulanabilecek kapsamda
olmasına dikkat eder. Buna, yasa hükmünün
genel, soyut ve nesnel (objektif) olma niteliği
denir. Gerçekten kanunlardaki genel ve soyut
nitelikteki kuralların toplum gereksinimlerine ve
yaşamın türlü evrim ya da oluşumlarının
isterlerine uydurulabilmesi, hukuk kurallarının
somut olaylara uygulanabilmesi, bununla
yükümlü olanlara oldukça geniş takdir yetkisi
tanınmasını zorunlu kılar.
3. Yargıcın Hukuk Yaratıcılık Görevi
Bu görev, Medenî Kanunun l.
maddesinde tanımlanmıştır: “Kanunda
uygulanabilir bir hüküm yoksa hâkim,
örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa
kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir
kural koyacak idiyse ona göre karar
verir.” Buna yargıcın Hukuk yaratma
yetkisi denir.
4. Kişiliğin Korunması
Hukuk düzeninde artık aykırı hüküm
konulması düşünülemeyen, uzun
yıllardan beri değişmezliği kabul
edilmiş olan ilkelerden biri de Hukuk
kurallarının kişiliğe saygılı olması, onu
koruması anlayışıdır.
Daha ilkel toplumlarda, kişiye yönelen
saldırıya grup birleşerek karşı
koyuyordu. Sonraları kişiliğin
korunması devletin gücü ile
sağlanmıştır.
Hatta kişinin, devletin gücünü kötüye
kullanması olasılığına; yani bizzat
devlete karşı da hukuken korunması
sağlanmıştır. Bu koruma ilk çağlarda
yalnız o ülkenin vatandaşına
tanınıyordu. Sonraları yabancı da olsa
bir kimsenin kişiliği korunmaya değer
görülmüştür
5. Kişisel Özgürlüğün Sınırlanması
Hukuk düzeni bireyin toplumdaki
özgürlüğüne az veya çok sınırlar koyar.
Sınırsız bir özgürlük bugünün
toplumlarında yaşayan insanların sahip
olamayacakları bir şeydir. Zira böyle bir
bağımsızlık kargaşaya neden olur.
Herkesin dilediğini yapabildiği bir
ortamda gerçekte hiçbir şey yapılamıyor
demektir.
Uygarlık ilerledikçe bir kimsenin diğeri
yararına yapmaya veya yapmamaya
zorunlu olduğu eylem ve işlemler
çoğalmakta; kanun koyucu bütün bunlar
için genel bir sınır bulmaya
çabalamaktadır.