disiplinci iktidar

Download Report

Transcript disiplinci iktidar

FARKLI MARKSİZMLER

Kaynaklar: Ahmet Bekmen, «Marksizm» içinde Birsen Örs (der.) Modern Siyasal İdeolojiler Serpil Sancar Üşür, İdeolojinin Serüveni _____ _____ ___ __________ _______ 1

2

Foucault’nun söylem kuramı

 Foucault’nun söylem kuramı,

iktidar

değişim önerir. kavramının tanımında radikal bir 

Geleneksel iktidar

anlayışı, bilginin doğruluğunu çarpıtan, bu nedenle doğru ve özgür bir bilimi olanaksız kılan bir ilişki olarak varsayılır.  Foucault ise iktidarın

bilginin üretiminden

ayrılamayacağını savunur.

 Bilgi, iktidarın yokluğunda üretilemez. Aksine, bilgi durmaksızın

iktidar etkisi

üretir.

Foucault’nun söylem kuramı

 İktidar, devlette, bireylerde ya da ekonomik güç ilişkilerinde değil, toplumsalın

kılcal damarlarındaki

stratejilerde ve

disiplin tekniklerinde

bulunur.  Sahiplenilen, ele geçirilen ve korunan bir şey değil, pratikler boyunca tecrübe edilen, yaşanılan bir şeydir.

 İktidar şeyleri tanımlayan, arzunun ne olduğunu öğreten, bilgiyi biçimlendiren ve söylemi üretendir. 

Zevki

,

bedeni

,

hayatı

,

anlamı

tanımlayandır. Devletin altında ve ötesinde, beden, cinsellik, aile, akrabalık, bilgi ve teknoloji olarak işler.

4

Foucault’nun söylem kuramı

 İktidarın ne olduğunu değil,

nasıl oluştuğunu

sorgular.  Bireylerin eylemlerini, davranışlarını, söylemlerini, öğrenme biçimlerini ve gündelik yaşamlarını belirleyen

kılcal damarlardır

...  İktidar bedenlere yatırım yapar, sağlık, spor, kas geliştirme, çıplaklık, beden güzelliğinin tanımlanıp yüceltilmesi vb.

5

Foucault’nun söylem kuramı

 18. yy.dan

bu yana okullar, hastaneler, kışlalar, fabrikalar, aileler ve kentlerde geliştirilen

disiplin teknikleri

iktidarın bedenler üzerinde kurulmasını sağlamıştır.

 Beden, bilginin nesnesi, iktidarın alınıdır. İktidarın üretilmesi, bilginin üretilmesidir; bu da

disiplin yoluyla

bedeni

üretken

, uyumlu ve yararlı kılma sürecidir. Disiplin bedenin

nesnelleştirilmesidir

.

6

Foucault’nun söylem kuramı

Disiplin teknikleri:

 Hiyerarşik gözlem (

panoptikon

): Bu gözlem, bedenin her an gözlenebilirliği ile elde edilen olanağı yaratır.

bilginin

iktidarın alanına taşınması 

Normalleştirici yargı

: bedenin, zamanlama, edimlerin denetimi, davranışların düzenlenmesi, konuşmanın belirlenmesi, cinselliğin normlandırılması gibi alanlarda üretilen

normal tanımları

ile belirlenmesi.

Sınama:

beden hakkındaki bilgilerin veri, doküman ve dosyalar haline getirilerek nesneleştirilmesi.

7

Foucault’nun söylem kuramı

Ayırma pratikleri:

 Öznenin

nesnelleştirilerek

üretimi. Deli-akıllı, hasta-sağlıklı, serseri efendi, yoksul-zengin, tembel çalışkan... Bu ayrım normal olan ile olmayanın tanımlanmasını sağlar.

İnsan bilimleri

bu işlevi görür.

Bio-iktidar:

 insanların bedenlerinin, kendileri tarafından

anlamlandırılabilme

tarzlarını belirleyen pratikler.

8

Foucault’nun söylem kuramı

 Dünyayı bütün yönleriyle açıklamaya çalışan her türden evrensel kuramsallaştırmaya karşı.

 Nietzche’den esinlenmiş, GENEOLOGY (soykütüğü) adını verdiği tarih görüşü ile «şimdi»yi «geçmiş»ten ayırarak, geçmişi şimdiden kopararak

şimdi

nin

meşruluğunu

kaldırmaya yönelmiştir. Bunun için geçmişin

sıradışılığını

tanıtlamaya, geçmişi şimdinin yetkesinin altını oyarak öykülemeye yönelmiştir.

9

Foucaultcu tarih anlayışı

 Foucault’nun benimsediği Nietzcheci tarih anlayışı şimdiyle başlar, belli bir ayrıma varana dek zamanda geriye doğru gider. Sonra ayrımın yarattığı dönüşümün izini sürerek tekrar ileriye doğru yönelir. Bunu yaparken de bağlantılar ve bağlantısızlıkları korumaya özen gösterir.

 Bugün verili kabul edilen görüngülerin ussallığını çürütmek için sıradışı söylemleri, uygulamaları araştırır. Geçmişin iktidar yordamını ayrıntılarıyla araştırarak

geçmişin usdışı

olduğunu ileri süren güncel iddiaları çürütür.

10

Foucaultcu tarih anlayışı

 Foucault’nun tarihyazımı anlayışı

geçmiş

gediğe odaklanır. ile

şimdi

arasındaki  Soykütüksel çözümleme geleneksel tarihsel çözümlemeden belli noktalarda ayrılır:  Geleneksel tarih, olayları büyük açıklama dizgeleri ve çizgisel süreçler içerisine sokmak yoluyla önemli tarihsel olaylara ve kişilere yönelir. Tarihsel çalışmaya bir başlangıç noktası olabilecek belgeleri araştırır.

11

Foucaultcu tarih anlayışı

 Soykütüksel çözümleme ise tarihin odaklanır.

gözardı

etmiş olduğu, görülmeye değer bulmadığı tek tek olaylara döner. Gerekli bilimsellik düzeyinde olmadıkları için değersiz bulunan bilgilere  Bunlar, mücadelelerin tarihsel bilgisinin kurulmasına olanak tanıyan, bu bilgileri günümüzde bir taktik olarak kullanılabilir kılan alimane bilgiler ve yerel anılar birliğidir. Soykütükler, doğru bilgiler adına bütüncül bir kuramın süzgecinden geçirilen, sıradüzene sokulan, düzenlenen birtakım yerel, kesintili, meşru olmayan bilgilerdir.

12

Foucaultcu tarih anlayışı

 Bu yönüyle, soykütük bir

eleştiri

biçimidir. Herhangi bir olayın ardında yatan etkenlerin çeşitliliğini gözler önüne sermeye çalışırken belli bir tarihi başlangıç noktası olarak almayı reddeder.  Geçmişi yapılandıran kesintiye uğramamış değişmez süreklilik biçimlerine yer vermez.

 Yapıtlarının en temel özelliklerinden biri, özgül kurumların ortaya çıkışının izini sürmek yoluyla genel bir tarihsel düşünceye eğilmesidir.

13

Foucaultcu Tarih Anlayışı

 İlk çalışmalarında toplumbilimlerinin gelişimiyle ilgilenir. Toplum ya da insan bilimlerinin tarihsel olarak nasıl olanaklı oldukları, ne gibi sonuçlara yol açtıkları sorularına yanıt arar.  Çalışmaları

18. yüzyıla

odaklanır. Usun dışladıklarıyla ilgilenir: Delilik, rastantı, kopukluk... Suç ve günah yazınına odaklanır.

Delilik ve Uygarlık

odaklanır.

(Türkçesi Deliliğin Tarihi) adlı yapıtı 17. yüzyılda toplumsal bir sorun olarak devletin sorumluluk alanına giren deliliğin yoksulluk, işsizlik ve çalışamayacak durumda olma düşünceleriyle birlikte algılanmasının altında yatan nedenlere

14  Bosch, the ship of fools  Rönesans boyunca deliler k olayca gezinip dolaşarak yaşamaktaydı. Bir süre sonra şehirler onları sınırlarının dışına sürer ve açık yurtluklarda gezinmelerine izin verilir. Bir gemiye doldurulup gemicilerin insafına bırakılırlar...

Deli gemileri

limandan limana karaya çıkmadan dolaşır.

 Yüzyıllar içinde bu gemilerin yerini «

deli evleri

» alır.

15

Deliliğin Tarihi

 Böylece Avrupa’nın dört bir yanına kapatma evleri (ıslah evleri) kurulur. Buralarda yoksullar, avareler, işsizler, hastalar, suçlular ve deliler, aralarında hiçbir ayrım gözetilmeksizin kapatılır.

 Bunun başlıca amacı, düzensizliğin kaynağı olarak görülen dilenciliği ve deliliği emniyet altına almaktır.

16

Deliliğin Tarihi

 Kapatılmış kimse

çalışmak

zorundadır. Tembellik bir günahtır. Bir başkaldırıdır. Bu yüzden deli, çalışmaya zorlanır.  Böylelikle

emek

, ahlak reformunun ilk uygulaması olarak kurumsallaştırılmış olur. 

Kapatma

hem yoksulluğu gizlemek adına işsiz kitleleri emer; hem de bu kitlelerin çektiği acıların doğuracağı toplumsal ve siyasal çekincelerin önüne geçilmiş olur.

 İnsanın hayvansal doğası olarak görülen delilikle yalnızca

disiplin

yoluyla başedilebileceği düşüncesi doğar.

17

Deliliğin Tarihi

 18. yüzyıldan itibaren,

kapatmaya

büyük bir yanılgı olarak, aşırı yardımseverliğin güçten düşürücü bir etkisi olarak bakılmaya başlanır. Bu yüzden avareler iş bulup çalışmalıydılar. İşsizler zorla çalıştırıldıkları bu kapatma evlerinde normalin çok altında iş almakta ve işsizliğin artmasına da engel olunamamaktadır.

 19. yüzyılın başlarından itibaren bu kurumlar ortadan kaybolur.

18

Deliliğin Tarihi

 Suçluları ve yoksulları delinin korkunç vahşiliğinden korumak, onları delilerden ayrı tutmak arzusu ile yasalar yeniden düzenlenir.  İngiltere’de ve Fransa’da tımarhanelere kapatılmış olan insanlar serbest bırakılır. Fiziksel sınırlamalar kaldırılır; ancak asıl amacı kendini sınırlamayı oluşturmak olan

akıl hastaneleri

inşa ettirilir.

19

Deliliğin Tarihi

 Akıl hastanelerinde başıboş delilik dehşetinin yerine topluma karşı boğucu bir

sorumluluk kaygısı

aşılamak hedeflenmektedir.

 Düzene

boyun eğme

anlamına gelen

çalışma

gözetimine ve hükümlerine işlerlik kazandırılır.

, delilere ahlaksal bir yasa olarak dayatılır. Ketvurmanın yerine «yetke»nin  Buralarda delilere küçük

çocuklar

gözüyle bakılır ve çocuklar gibi, yeri geldiğinde deliler ödüllendirilir, yeri geldiğinde cezalandırılır. Uygulanan eğitim dizgesi ile önce deliler boyun eğdirilir, sonra çalışmaya özendirilir, sonra da çalıştırılırlar.

20

Deliliğin Tarihi

 Deli uzun bir süre küçük bir çocuk olarak büyümeden kalır ve bu dönem boyunca «baba» fikrini aklından atamaz.

 Klasik dönemde yoksulluk tembellik, kötü alışkanlıklar ve delilik usdışı kaynaklı eşit birer

suç

olarak birbirlerine karışmıştır. 19. yüzyıla gelindiğinde DELİLİK TOPLUMSAL BİR EKSİKLİĞİN GÖSTERGESİ olarak sınıflandırılmaya başlanır.

21

Deliliğin Tarihi

 Artık akıl hastanesi yalnızca serbest bir gözlem, teşhis ve sağaltım alanı değildir. Kişilerin suçlandığı, yargılanıp mahkum edildiği birer mahkeme, ahlaksal birliğin sağlanması amacıyla kullanılan birer araçtır. Bu büyük

ahlaksal hapsetmedir

.

 Ortaçağ boyunca deliler kilitlenmez, sınırsız bir özgürlük yaşar. «Bilge deli» imgesi yaygındır. 19. yüzyılda ise monologlar söz konusudur yalnızca.

us

ile

usdışı

arasındaki diyalog kopar. Artık yalnızca usun delilik üstüne yaptığı  İnsanlar fiziksel zincirlerinden kurtulmuş, ancak bunların yerine zihinsel zincirler almış; dışsal şiddetin yerine içsel şiddet geçmiştir.

22

Disiplinci İktidar

Kliniğin Doğuşu’nda

tıbbi algılamanın arkeolojisini yapar.

Şeylerin Düzeni

ve

Bilginin Arkeolojisi’nde

yapısını irdeler.

bilimsel söylemlerin  Bilginin başkaları üzerine abanan bir iktidar olduğunu ve böylece başkalarını tanımladığını ileri sürer. Bilgi, özgürleşimin önünü keserek gözetlemeye, düzene sokmaya ve disipline etmeye ilişkin bir kiptir.

Disiplin ve Ceza

’da

insanları gözetim altında tutmaktansa onlara ibret teşkil edecek birtakım cezalar vermenin daha etkili ve yararlı olduğunun düşünüldüğü döneme odaklanır.

23  18. yy.da

ıslahı

iktidarın uygulanmasına yönelik yeni bir kip oluşmuştur. Kral, halkın gözü önünde korkunç işkenceler ve idamlar gerçekleştirmeyken işkence kaybolur ve bunun yerine mahkumun geçer; yeni gözetleme düzenekleri kışlalarda, hastanelerde ve hapishanelerde, okullarda etkin biçimde uygulanmaya başlar.

 Feodal dönemde ve monarşi dizgesi altında insanların

bedenleri

geldiğinde tacize kadar varan sınırsız bir iktidarın elindedir. Bu rejimde

suç

, kutsala yapılan saygısızlıkla özdeştir. Ceza suçluyu ıslah etme yerine çiğnenen yasanın kutsiyetini onarmaya, kutsal yasaya yeniden saygınlık kazandırmaya yöneliktir. Burada iktidar gelişigüzel ve gevşektir.

yeri

24

Disiplinci İktidar

 Modern toplumlarda ise

cezalandırma

araçları kişisel olmayan bir gözetleme dizgesi yardımıyla

ıslah etme

eğilir. Artık suçu işlemekten çok suça tasarımının parçası haline gelir. Bu tasarım, bireyin psikolojisine gittikçe daha fazla

niyet etmek

temel suçluluk ölçütüdür.

 Halka gözdağı vermeye dayalı ceza anlayışını güden Monarşi iktidarının tersine «

disiplinci iktidar

olarak anlamlandırılır.

» her koyun kendi bacağından asılır görüşüne odaklanır. Ceza, bir ıslah yordamı

25

Disiplinci İktidar

 Monarşi iktidarından disiplinci iktidara geçiş, 18. yy sonlarına doğru Jeremy Bentham tarafından sunulan

Panopticon

adlı mimari aygıtta somutlaşır.  Daire biçiminde inşa edilmiş hücrelerde mahkumlar merkezi gözetleme kulelerinden izlenip izlenmediklerinden asla emin olamazlar. Bu nedenle de kendi davranışlarının polisi olmaya başlarlar.

26

27

Disiplinci İktidar

 Panoptisizm , yeni iktidar kipidir. Okullarda, kışlalarda, hastanelerde kullanılır. İnsanlar bu sayede evrak dosyalarının fişleme ve sınıflandırma dizgelerinin nasıl kurulduğunu öğrenir. Öğrenci ve hasta kümelerine sürekli uygulanan gözetleme teknikleri bir tarihten sonra genelleşir.

28

Disiplinci İktidar

Panoptikon ile ileri kapitalizmde bireylerin bilgisayar yoluyla gözlenmeleri arasında bir paralellik kurulabilir.  Foucault yeni iktidar yordamlarına

artan nüfusu

denetim altına almak için başvurulduğunu düşünür. Kamu sağlığı, sağlık bilgisi, ev koşulları, uzun yaşamak, doğurganlık, cinsel yaşamın yönetimi ve denetimi...  Cinsel yaşam siyasal bakımdan önemli bir konudur çünkü bedenin disipline edilmesi ile nüfusun denetim altına alınması konularının kesişim noktasıdır.

http://www.youtube.com/watch?v=vVTKHI5ovyc

29

Disiplinci İktidar

 Burjuva düşüncesi, araçları ve amaçları önceden tasarlayan bir

bilinç öznesi

üzerinde durur. Buradaki özne

ussal

, özerk ve eyleme geçme özgürlüğüne sahiptir. Bu noktada Max Weber’i takip eder ve Weber’in araçsal usa dair saptamalarını, Nietzsche ve Weber’in araçsal usun yaşamlarımızı nasıl yaşayacağımız hakkında bize hiçbir şey söylememesine yaptığı vurguyu paylaşır.  Teknik ya da araçsal ussallığın yükselişinin açık bir sonucu gizi çözmeye çabalayan «şeyleştirme» sürecidir.

 .

30

Disiplinci İktidar

 Bu yönüyle Frankfurt Okulu’na yakınlaşır. Adorno ve Horkheimer kapitalist ekonomiyi yalnızca araçlar ve amaçlar ussallığının dinamik ve özerk bir biçimi olarak çözümlememişlerdir.

 Bu, üretim güçlerindeki artışa ve dış dünyanın baskı altına alınmasına yol açmamış, aynı zamanda

toplum mühendisliği

ve

psikolojik yönlendirme

aracılığıyla

üretim dizgesine

uydurulan insanların baskı altına alınmaları da sağlanmıştır  Dışsal doğayı kontrol altına almaya çalışan özne, aynı zamanda kendi içsel doğasına ket vurmak zorundadır.

31

Disiplinci İktidar

 Foucault’ya göre

psikanaliz

kimi etkinlikleri denetim ve normalleştirme işlevi görmektedir. Günah çıkarma yollarının kurumsallaşmasıyla ortaya çıkmış; cinselliğin tıbbileştirilmesi olgusunun oluşumunda önemli bir payı olmuştur.

Cinselliğin Tarihi

’nde cinselliğe 18. yy.dan cinsel yaşama ise 19. yy.dan

itibaren sahip olduğumuzu ifade eder. Bundan önce sadece

bedene

(ete) sahibizdir.

 Foucault’ya göre cinselliğin anayurdu, Hıristiyanlıktaki günah çıkarmadır.

32

Disiplinci İktidar

 Ortaçağda papazlar iman sahibine cinsel yaşamı hakkında ayrıntılı sorular sormaktadır. Cinsellik, yalnızca bedene ilişkin biralan olarak görülmektedir. Reform ve Karşı Reform Hareketleriyle cinsellik söylemi başka bir biçim alır. Günah çıkartırken papaz insanların eylemlerini sorgulamakla kalmaz, onların niyetlerini de soruşturmaya başlar. Böylece cinsellik, bedenle birlikte zihnin de gözetilmesi anlamına gelir.

 Dikkatler, söylem, eylem ve bedenden zihin ve onun niyetlerine çevrilmiştir.

33

Disiplinci İktidar

 Foucault , çalışmalarında 18. yy.daki eğitim süreçleri ile insan bedenlerine ilişkin düzenlemenin hapishaneler, okullar, fabrikalar gibi alabildiğine geniş bir kurumsal mekanlar dizisi içinde ortaya çıktığını göstermektedir.

 Bu disiplinci başlı, üretken ve öznelleşmiş birer varlık olarak görülmeye başlanmıştır.

uygulamalar sonucunda özneler yararlı, yumuşak  20. yy.ın başlarındaki cinsel yaşam söylemi, böylece bilimin konusu haline gelmiştir. Psikanaliz, yeni bir bilimsel günah çıkartma yolu olmuş, Freud ortaya cinsel dürtüyü koyarak bilime cinsellik üzerinde yeni bir baskı alanı açmıştır.

34

Disiplinci İktidar

 Gerek çilecilik, gerekse burjuva toplumları, cinselliğin bastırılması yönünde bir

çalışma disiplini

talep etmektedir.  Cinsellik, doğal bir gerçeklik değil, bireyin gözlem ve denetim altında tutulmasına önemli katkılarda bulunan bir söylemler ve uygulamalar dizgesinin ürünüdür. Cinsel özgürleşme denilen şey de aslında bir kölelik biçimidir çünkü halihazırdaki «doğal» cinselliğimiz gerçekte iktidarın bir ürünüdür.

35

Bilginin İktidarı

 Foucault’nun başlıca amacı, tıp, psikiyatri, suçbilim ve toplumbilim gibi insan bilimlerinin bilgi iddialarını ve uygulamalarını irdeleyerek modern toplumların denetim ve disiplin altında tutulmasına karşı bir eleştiri geliştirebilmektir.

 İnsan bilimleri belli normlar inşa etmişlerdir. Öğretmenler, doktorlar, yargıçlar, polisler, yöneticiler, kamu görevlilieri bu normları yeniden üretip meşrulaştırırlar. İnsan bilimleri, insanı resmi bir çalışma konusu yaparken ussallaştırılmış yönetim ve toplumsal denetim dizgelerinin genişlemesini olanaklı kılar.

36

Bilginin İktidarı

 İktidar ile bilginin birbirleriyle karşılıklı olarak bağımlı olduklarını ileri sürer. İktidar ilişkileri egemenden ya da devletten yayılmaz. Belli bir bireyin ya da sınıfın özel mülkiyetinde olan bir şey değildir. Elde edilebilecek ya da gasp edilebilecek bir mal değildir. Daha çok bir ağ niteliği taşır; iplikleri her yere uzanır.

37

Bilginin İktidarı

 Foucault’ya göre iktidar bir bastırma, sınırlama ya da yasaklama olarak anlaşılamaz. İktidar gerçekliği, nesne alanlarını ve doğruluk törenlerini üretir.

 İktidarın uygulanmasını, yeni bilgi nesnelerinin ortaya çıkmasına yol açması ve hatta onları yaratması bağlamında düşünmemiz gerekir. Bilgi olmadan iktidarın uygulanması, bilginin de iktidara yol açmadan varolması olanaksızdır.

38  Toplumsal, kültürel ve siyasal yaşamlarımızın tümüne yayılan karmaşık ve birbirleri arasında ayrım gösteren iktidar ilişkileri, çoğunlukla çelişki içindeki özne konumlarını genellikle cezalandırma yoluyla değil, toplumsal düzende yürürlükte bulunan norm ve değerlerin

içselleştirilmesi

yoluyla güvence altına alır.

 Özne, bilen, isteyen, özerk, kendini eleştirebilen aşkın özne değil, çok yönlü, dağınık ve belli bir merkezden yönetilemeyecek söylemlerin beşiğidir.

39  Animation: Bingo the Clown  http://www.youtube.com/watch?v=_gkGVcShG2I

40

Jürgen Habermas

 Frankfurt Okulu’nun son kuşağının en ünlü ismi.  Toplumsal hayat üzerinde çalışmayı doğa bilimleriyle aynı düzeyde bir bilim olarak değerlendirmek iki açıdan yanlıştır:  Bu değerlendirme insanların edimde bulunma biçimleri hakkında bir hayli şey bilen

muktedir

,

muhakeme sahibi

aktörler olarak neye benzedikleri konusunda yanlış bir görüş üretir.

 Habermas’ın modern entellektüel kültürde genel bir eğilim olarak gördüğü şekilde, bilimin rolünün ya doğal ya da toplumsal dünya hakkında edinebileceğimiz tek geçerli bilgi biçimi olarak abartılmasına yol açar.

41  Habermas , ideolojiyi bu ikinci noktadan yola çıkarak analiz eder.

 Ona göre, topluma ilişkin çalışmaları bir bilim olarak ele almak, Marx’ı ve sonraki Marxistleri bir ikileme sürüklemiştir. Eğer kapitalizm Marx’ın yazdığı gibi doğa biliminin kanunları gibi katı kanunlara göre değişiyorsa, insanların kendi kaderlerinde etkin olmaları nasıl mümkün olacaktır? Eğer insan davranışı kaçınılmaz kanunlarca yönetiliyorsa, kendi tarihimizde mühadalede bulunarak biçimlendireceğimiz hiçbir şey yoktur.  Marksizm yalnızca katı kanunlar, kaçınılmaz eğilimler vb ile ilgilendiği sürece toplumsal değişmeyi başarmanın bir temeli olarak yetersiz kalır. Böylece beşeri özgürlüksüzlüğün bilimi olur.

42  Habermas , buradan yola çıkarak tüm bilginin biçimlendirilebileceği tek bir kalıbın olmadığını ileri sürer. Bilgi üç farklı biçimde olabilir.

1.

2.

3.

Tüm toplumlar, maddi bir ortamda var olurlar ve doğayla ilişkiye girerler (emek). Böyle ilişkiler, olayların kontrolünde bir istem oluşturur. Pozitivizmin tüm bilgi için genelleştirdiği şey, bu istemdir. Marksizm pozitivizme saptığı sürece, toplumsal hayatın, toplumsal değişmeyi etkilemek için mekanik olarak işleyen «üretim güçleri»ndeki gelişmelerce yönetildiğini varsayar. Fakat tüm toplumlar aynı zamanda «sembolik etkileşim»i –bireylerin birbiriyle iletişimini de içerir. Bu noktada anlamın anlaşılması için bir istem ortaya çıkar. (hermeneutik) Üçüncü olarak her bir beşeri toplum, iktidar ya da egemenlik ilişkileri içerir. Özgürleşim istemi egemenlikten uzak, eylemin rasyonel özerkliğini elde etmeye ilişkin bir bilgi oluşturucu istemdir.

43  Bilgi oluşturucu istemlerin her biri, belirli bir disiplin biçcimine bağlıdır.

 Empirik-analitik bilimler nosyonuna önem verir.

öndeyi ve kontrol istemi için uygundur. Anlamın anlaşılması ya da yorumlanması, tarihsel-hermenötik bilimler, eleştirel kuram ise insanların egemenlik sistemlerinden özgürleşmesi ile ilgilenmektedir. Bu noktada, «tahrip edilmemiş iletişim»  Tüm beşeri dilsel iletişimin tüm konuşmacılar tarafından zımni olarak yapılan «geçerlilik iddiaları» içerdiği nosyonundan yola çıkar.

 Bir ideal konuşma durumu öngörür.

44  Habermas’a göre bir kimse başka birine bir şey söylediğinde, o kimse zımni olarak şu iddialarda bulunur: 1.

Söylenilen şey, idrak edilebilir bir şeydir. Yani belirli bir sentaktik ve semantik kurala uyar; diğerlerince anlaşılabilir olan bir anlam çkar.

2.

Söylenilen şeyin önermesel içeriği doğrudur. Yani konuşmacı doğru olgusal iddialar dile getirir.

3.

Konuşmacı söylediği şeyde samimidir. Dinleyeni aldatmayı amaçlamaz.

Tahrip edilmemiş iletişim

, konuşmacıların tüm geçerlilik iddialarını savunabilecekleri dil kullanımıdır. Bu dil kullanımında söylenilen şey anlamlı, doğru, doğrulanmış ve samimidir.

45  Bilimi içeren fakat onunla sınırlı olmayan herhangi bir olgusal tartışma alanında rasyonel bir uzlaşım, yalnızca «daha iyi olan argümanın gücüyle» ulaşılan uzlaşımdır. Bir doğruluk iddiası, bu iddiayla ilgili kanıtı aklında tartmaya muktedir olan herhangi bir kimsenin o iddiayı yapan kimseyle birlikte aynı sonuca ulaşabileceği bir iddiadır.

 İdeal konuşma durumu, dilin doğasında asli olarak vardır. Dili kullanan herkes bu yolla doğruluk iddiası da dahil,dört geçerlilik iddiasını doğrulayabileceğimizi varsayar.

1.

2.

Tekil bir konuşma, bireylerin birbiriyle özgür, açık ve eşit bir iletişimde yaşayabileceği bir toplumsal hayat biçiminin olasılığına dayanır.

İdeal konuşma durumu,etkileşim ve toplumsal kurumların hali hazırda var olan biçimlerinin yetersizliğine ilişkin eleştirel bir ölçüt sağlar.

46  İleri kapitalizmin taleplerinin demokratik kurumların ve normların alanını ve anlamını sınırladığını ileri sürer ve buna karşılık

normatif demokras

yerine, çatışmaların uzlaşmacı biçimde,

müzakereler

i yaklaşımını getirir. Buna göre, periyodik oylama ve seçimler dışlayıcı uygulamalardır. Özel çıkarcı rasyonalite aracılığıyla çözüldüğü pratik bir rasyonalite kavrayışı geliştirilmelidir.

 Bu noktada, tek meşru otoritenin yurttaşların kendi aralarındaki tartışmaların ifadesinden, yani «söz»den kaynaklandığı bir

kamusal alanın

varlığına işaret eder.

 Kamusal alan, serbest sözün alanı olarak zorunluluk ve buyruklardan soyutlanmalı; müzakere yurttaşların özgür sözüyle kurulu bir politik proje olarak görülen modern yurttaşlığın temelinde yer almalıdır.

47  Habermas , buradan, müzakereyi ortak anlayışlara ve kolektif yargıya ulaşmanın başlıca yolu olarak gördüğü, hakların yanında

sorumluluğun

, özel çıkarların yanında

kamusal yargıların

yer aldığı bir

«kamu alanı»

modeline ulaşır.  Bu noktada liberal ve cumhuriyetçi çizgilerin dışında bir yurttaşlık modelini öngören, devletin dışında gelişen, güç ve statüden yalıtılmış bir kamusal alanda gerçekleşen «söylemsel demokrasi» kavramlaştırmasına ulaşır.

48  Söylemsel demokrasi, Habermas’ın «iletişimsel eylem», «iletişim etiği» ve «ideal konuşma durumu» adını verdiği üç temel kavram tarafından şekillendirilmiştir.

 Bu kavramların gönderme yaptığı müzakere modelini anlayabilmek için öncelikle Habermas’ın «yaşam alanı» (lifeworld) ve «sistem alanı»(system world) arasında yaptığı ayrımı anlamak gerekir.

Sistem alanı

: bünyesinde hem özel hem de kamusal olana ilişkin unsurlar barındıran ve toplumun temel yönetme sistemlerini, devleti, ekonomiyi, makro sosyal yaşamın para ve güç tarafından şekillenen alanını kapsar; bürokrasi ve Pazar gibi güçlerin kontrolünde bulunur.

Yaşam alanı

ise aileyi ve kamuoyunu içerir; anlamların tartışıldığı, kimliklerin bireyler tarafından kurulduğu, devletten bağımsız olarak politik birliklerden ve etkileşimden oluşan, yüz yüze deneyimin, konuşmanın, geleneklerin, kavrayışın, normların ve dayanışmanın gündelik alanıdır.

49  Bu iki alan, iki temel eylem biçimini ortaya koyar. yönelik bir eylem türü getirir.

Stratejik eylem

, sistem alanına özgüdür. Özne-nesne ilişkisine dayanan ve insanın doğa üzerindeki egemenlik sürecinin kurucusu olarak görülebilecek eylem biçimidir. Stratejik eylemi yönlendiren ve açık ve tutarlı hedeflere yönelik olarak uygun araçları seçme, tahmin etme ve uygulama kapasitesiyle şekillenen araçsal rasyonellik, doğudan problem çözmeye, başarıya  Bu pratik amaçlı eylem biçimleri bürokrasinin, kişinin dışındaki kurumların işlev gördüğü

sistem dünyası

nın yan ürünleridir.

Habermas

, modern toplumun temel probleminin, bilimselleşme, bürokratikleşme, sosyal yaşamın ve politikanın ticarileşmesi gibi gelişmelerin sonucunda, sistem alanına ait olan bu araçsal rasyonelliğin ait olmadığı yerleri işgal etmesi olduğunu belirtir.

50 

Yaşam alanı

ise, kamusal alanı da kapsar. Burada gündelik deneyimde yer alan, sıradan insanların ve toplulukların, özneler arası etkileşimi, karşılıklı anlayışa ve uzlaşmaya dayanan

iletişimsel eylem

hakimdir. Bu eylem biçiminin katılımcıları, stratejik eylemin aksine, sadece koşullarını yerine getirmektir.

başarıya

yönlendirilmemişlerdir. Habermas’ın müzakereci demokrasi kavrayışının temeline yerleştirdiği iletişimsel eylem biçimi açısından esas olan, karşılıklı anlayışın ve diyaloğun yer aldığı kamusal tartışmanın  Bu koşullar: baskılanmamış, egemenlik ilişkilerinden ve aldatmadan, yönlendirmeden, yanıltmadan muaf, özgür bir iletişim yoluyla karşılıklı etkileşimi esas alan, her konuşmacının katılmada ve söz söylemede eşit şansa sahip olduğu, güç hiyerarşilerinin yer almadığı bir iletişim durumu gerektirir.

51  Bu yönüyle Habermas’ın «

demokratik söylem teorisi

» inanç ve eylemlerin kamusal olarak iyi gerekçelerle desteklendikleri

rasyonel bir kamusallık

kavrayışını getirir. Burada söz konusu olan rasyonellik araçsal değil iletişimsel bir boyut içerir; sosyal yaşamın içindeki etkileşimden kaynaklanır. İletişimsel rasyonellik, özneler arası anlayışa, eylemlerin tartışma aracılığıyla yönlendirilmesine ve topluluğun üyelerinin toplumsallaştırılmalarına dayanan iletişimsel eylemin hangi ölçülerde yetkin aktörlerin yansıtıcı anlayışlarına bağlı olduğu ile ölçülür.

 İletişimsel rasyonellik bu yönüyle gücün uygulanmasıyla doğan egemenlikten, aldatmacadan, stratejik eylemden bağımsızdır ve özneler arası söylemin normatif yargılarla işlemesi sonucunda oluşur.

52  Politik kamusal alan, rasyonel tartışmanın evrensel normlarıyla donatılmış ve bünyesinde Habermas’ın “

iletişim etiği”

olarak adlandırdığı ilkeleri barındıran iletişimsel eylem aracılığıyla şekillenmektedir.

İletişimsel etik

kavramı,

demokrasi

ideali ile

iletişim

ideali arasında her bireyin kurulu evrensel bir söyleme gereksinim duyulması noktasında bir benzerlik kuran G.H. Mead’in rasyonellik kavrayışının getirdiği “evrensel ve rasyonel” bir tartışma idealinin uzantısıdır.

 Mead gibi Habermas da toplum eleştirisinin mantıksal temeline iletişimi koymuş, rasyonellik ve iletişim arasında içsel bir bağın bulunduğunu ileri sürmüştür.

53  Habermas için iletişim

“öteki”nin rolünü

aracılığıyla gerçekleşecektir.

almayı içeren bir

öznelerarasılık

getirdiği için rasyonelliğin başlıca kaynağını oluşturur. Rasyonel tartışmanın ideal biçimi ise etkileşim  Rasyonel iletişimin etik ilkesi, bir

normun geçerlilik kazanması için

tartışmaya katılan herkesin onun üzerinde anlaşmış olmasıdır.

 Tüm aktörler iletişimsel yetkinliğe, iddialar geliştirme ve onları sorgulama konusunda eşit ve tam kapasiteye sahip olmalıdır.  Yetkin aktörlerin katılımına ilişkin hiçbir sınırlama getirilmemeli ve bu koşullar altıda tek hakim otoritenin,

en iyi iddianın (argümanın) otoritesi

olması sağlanmalıdır.

54  İletişimsel eylem içinde gerçekleşen kanıtlara dayalı tartışma süreci, konuşmacının dinleyicinin anlayabileceği, paylaşabileceği rasyonel ve gerçekçi öneriler getirdiği

uzlaşmasal bir söylemin

kurulmasını esas alır.

 Konuşma içinde yer alan taraflar, kendi kişisel çıkarlarını en iyi biçimde ancak diğerlerinin savlarını dikkate almak ve bunların içinden “en iyi” olanları seçebilmek amacıyla yürüttükleri diyalojik süreçlerin yarattığı uzlaşma ortamı içinde koruyabilirler.

 Bu kapsamda yürütülecek bir kamusal tartışmanın ele aldığı sorunlar da

rasyonel biçimde düzenlenmeli,

yani ilgili kişilerin ortak çıkarına yönelik olmalıdır. Katılımcıların kendi kişisel tercihlerini aştıkları ve sorgulayabildikleri bir tarafsızlık koşulu getirilmektedir.

55  İletişim etiğinin işleyiş normları altında müzakereci demokrasi, bireylerin kendi özgürlüklerinin koşullarını oluşturdukları tartışmalarla şekillenen bir kamusal alan içinde, kendi çıkarlarını ortadan kaldırmamakla birlikte onların üzerinde yer alan bir “ortak iyi”yi tanıma kapasitesine sahip özgür ve eşit bireyler arasında rasyonel uzlaşmanın sağlanması yoluyla gerçekleşir.

56  İdeal konuşma durumunun ilkeleri: 1.

Bir söylemin tüm (potansiyel) katılımcılarının iletişimsel söz edimlerini kullanmada eşit şansı olmalıdır; yani söylemi başlatma ve devam ettirme şansları eşit olmalıdır. 2.

Tüm (potansiyel) katılımcıların temsil edici söz edimlerini kullanma, tutumlarını, duygularını ve niyetlerini dile getirme şansı eşit olmalıdır.

3.

Tüm (potansiyel) konuşmacıların konuşma edimlerini düzenleme olanağı bakımından eşit şansı olmalıdır; eşit olarak hem buyruk verme, hem karşı çıkma, iddialara izin verme ve yasaklama olanakları bulunmalıdır. Aynı şekilde bunların söz verme ve verilen sözleri kabul etme ve haklılaştırmalar, gerekçeler sağlama ve talep etme eşit fırsatları olmalıdır.

4.

Tüm (potansiyel) katılımcıların betimleyici söz edimlerini kullanmakta eşit fırsatları olmalıdır. (Erol Mutlu, İletişim Sözlüğü)