Okan Saygili-Foucault sunum

Download Report

Transcript Okan Saygili-Foucault sunum

8. Hafta: Michel Foucault: Soykütüğü
Tevfik Okan SAYGILI
1
Michel Foucault – İktidarın Gözü
 Foucault üzerine ilave edilecek pek de bir şey yok,
geçtiğimiz hafta detaylı olarak inceleme imkânı
bulduk.
 Bu hafta 2 farklı eserinden devam edeceğiz. İlki
kaynaklarda Büyük Kapatılma olarak görülse de
Hocadan aldığımız kaynakta İktidarın Gözü olarak
karşımıza çıkan eser içindeki bazı kısımlar ve ikincisi
ise yine Foucault’nun Felsefe Sahnesi eserinin
Nietzsche, Soybilim, Tarih bölümü.
2
 İktidarın Gözü eserinden başlayacak olursak,
Foucault'nun Seçme Yazılar dizisinde daha önce
yayımlanmış olan Entelektüelin Siyasi İşlevi, Özne ve
İktidar ve Büyük Kapatılma eserlerinden sonra, Felsefe
Sahnesi eserinden önce yayınlanmış kitabı.
 Çeviren Ferda Keskin’in tanımlaması ile Foucault’ya
özgü politik düşünce tarzını anlayabilmek için önem
arz eden 1975 sonrası yapılmış söyleşi, makale ve ders
notları gibi farklı metinler bu eser içinde yer alıyor. Bu
eserlerin önemli bir kısmı Foucault’nun daha önce
kitaplarında dile getirmediği özgün analiz ve görüşlere
sözcülük ediyor, bir kısmı ise kitaplarındaki analizleri
daha anlaşılır hale getiriyor.
3
 Foucault’nun daha önce analizini yaptığı 3 ana
deneyim biçimi ve onlara tekabül eden kimlikler (akıl
hastalığı, suça eğilimlilik ve cinsellik), bu deneyim ve
kimliklerin kurulmasını belirleyen söylemsel ve
söylemsel olmayan pratikler (tıp, psikiyatri, sosyoloji,
kriminoloji gibi bilgi biçimleri ile psikanaliz,
müşahade, tecrit vs.) ve bu pratikler ile ilişki içinde
bulunan kurumlar (hastane, akıl hastanesi, hapishane)
konu alıyor. Bu kapsamda da Deliliğin Tarihi, Kliniğin
Doğuşu, Gözetleme ve Cezalandırma, Cinselliğin Tarihi
gibi kitap ve yazılara da referans oluşturduğu
söylenebilir.
4
 Genel olarak Foucault’dan yapılan alıntılar üzerinden
Ferda Keskin 3 iddiadan bahsediyor. Buna göre:
a) bireysellik kimlik ve öznellik, devlet gibi politik
kurumlar ve onlara özgü stratejilerin dışarıdan müdahale
edilip denetlemeye çalıştığı doğal (insan doğasına özgü)
bir alana ait bileşenler değil, tersine bu tür kurum ve
stratejilerin işleyişini mümkün kılan araçlardır;
b) günümüzün ana politik sorunu dışarıdan dayatılmış
bir tür bireysellik ya da kimlik ile onu dayatan
bireyselleştirme biçimini reddetmektir;
c) bu bireyselleştirme süreci öznelliğimizle çok temel
bir ilişki içindedir ve dolayısıyla ilkini reddetmek
ikincisini değiştirmeyi gerektirir.
5
 Bu yüzden de Foucault kendi eserlerini karakterize
eden amacın, insanların Batı kültüründe özneye
dönüştürülme yöntemlerinin(biçem-üslup) tarihini
yazmak olduğunu söyler, çünkü c şıkkında belirtildiği
üzere bu tür bir tarih kimliklerin dayatılma biçimini
ortaya çıkaracak ve reddedilmelerini mümkün kılacak
temelin oluşturulması için gerekli malzemeyi
sağlayacaktır.
 Ancak, bunun için öncelikle Foucault’nun bazı
terimlerden ne anladığının ortaya konması gerekli.
6
 “Kimlik” veya “bireysellik” derken Foucault insanın
kendisine atfettiği veya kendisine atfedilen bir
‘deneyimler’ (bilme, inanma, arzulama, hissetme,
davranma, eyleme veya Foucault’nun sıklıkla
kullandığı varolma biçimleri) kümesidir. Ama, insanın
bir deneyimi ve ona tekabül eden kimliği kendi
deneyimi ve kimliği olarak görmesi, kendini bu
deneyim ve kimliğin öznesi konumuna yerleştirmesi
anlamına gelecektir. “Özne” olmak veya “öznellik”
kavramlarını ise Foucault geleneksel, neredeyse
Descartes’çı bir anlamda; yani insanın bir deneyimle
kurduğu ve bu deneyimi kendi deneyimi olarak
görmesini sağlayan bilinç ilişkisi anlamında kullanır.
7
 Bu ilişki kurulduğunda söz konusu deneyim insanın
öznel deneyimi olacak ve dolayısıyla bir kimliği
kabullenmek anlamına gelecektir. Örneğin belli varlık
veya davranış biçimleri akıl hastalığı, suça eğilimlilik
veya cinsel sapıklık olarak tanımlanıyorsa ve bu
davranış ya da varlık biçimleri bir şekilde bana
(Foucault’ya) atfedilmişse ve ben bunları kendi öznel
deneyimlerim olarak görüyorsam (yani düşünce,
duygu ve davranış biçimlerimin önemli bir kısmının
bu tanımlara uyduğunu kabul ediyorsam) bu
kimlikleri kabul ediyorum demektir.
8
 Daha da önemlisi, kimlikler kişisel ve toplumsal
düzlemlerde ve belli dinsel, ahlaki, yasal vb. temellerde
olumsuz, sakıncalı ya da arzu edilmez olarak
sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırmanın sonuçları; kimliği
tecrit, ıslah ve hatta yok etmek için oluşturulmuş pratiklere
izin ve yetki verebilir, bu pratikler için oluşturulmuş
kurumları da meşrulaştırır.
 Bu tür pratikler bazı kimlikleri taşıyanları denetleme ve
manipüle etme araçları olmakla beraber, daha geniş ve daha
ekonomik manipülatif etkileri de bulunuyor. Buna göre de
birey eğer belli davranışların toplumsal düzende
istenmediğini kabul ederse, bu davranışlardan da
kaçınmaya başlıyor ve bazı davranışlarına kısıtlama
getiriyor.
9
 Ancak belli kimliklerin sınıflandırılmasının daha etkili,
kapsayıcı ve ekonomik işlevi: birey bu sınıflandırmanın
doğru olduğuna inanıyorsa, kişisel düzlemde belli bir
kimliğin arzu edilemez olduğunu düşünüyorsa, bu pratik
kimliklerden uzak kalmaya çalışıyorsa, bu kimliklere özgü
davranışlardan kaçınacaktır. Bu da bazı düşünme,
hissetme, davranma biçimlerini gönüllü olarak
kısıtlanacağı anlamına geliyor. Ama önemli olan bu sefer
durumun biraz içselleştirilmesi, kimlikleri kişisel olarak
yanlış bulunması olacaktır. Buna göre de birey ne kadar çok
kimliği sakıncalı bulur ve kendini onlardan uzak tutmaya
çalışırsa, hareket alanını ve davranışlarını da o kadar
kısıtlayacaktır ve bunu gönüllü olarak yapacaktır. Bu
durumun örneklerini çoğaltmak da mümkündür. Baskı
unsurunun ne kadar güçlü olduğuna ve nelerin “garip” ya
da “alışılmışın dışında” olarak tanımlandığına bağlı olarak
bireyler git gide tek-tipleşmeye de başlayacaklardır.
10
 Bu çerçevede kimliklerin sınıflandırılması sürecinin
sadece bir tanım olmadığı, günümüzde de aktif şekilde
kullanıldığı söylenebilir ve Foucault bu konuda
günümüzün “politik, etik, toplumsal, felsefi”
sorununun kendimizi çok uzun sürelerdir (yüzyıllar)
dayatılan kimliklerden kurtulmak olduğunu söylüyor.
Foucault’nun deyimiyle sınıflandırma yolu ile “normal
kimliğin” dayatılma sürecine “normalleştirme süreci”
adı veriliyor.
11
 Buraya kadarki kısmın temel bir soruya cevap vermediğini
söyleyen yazar, eğer belli bir düşünme, hissetme ya da
davranma biçimlerinin “hakikaten” belli deneyim biçimleri
iseler ve belirli kimlikleri oluşturuyorlarsa; birey hakikaten
bu biçimlerde düşünüyor, hissediyor ve davranıyorsa ve
gerçekten(hakikaten) arzu edilmeyen bir kimliğe sahipse, o
zaman bireyin deneyimlerinin kendi deneyimleri,
kimliklerinin kendi kimliği olduğunu kabul etmesinde
manipülatif olan ve dayatıcı olanın ne olduğunu sorgular.
Bireyin kendine dair hakikatin farkına varması ve başka bir
kimlik araması da kendisini daha iyiye doğru dönüştürmesi
anlamına gelmez mi? (kime göre neye göre) Burada önemli
olan da zaten hakikat (doğruluk veya gerçek) kelimesinin
tanımı.
12
 Bu kapsamda da Foucault insanların özneye
dönüştürülmesinin tarihini bir “hakikat tarihi” olarak
nitelendirmektedir.
 Bir hakikat tarihi yapmak,
• o hakikati söylediğini iddia eden söylemlerin,
• o söylemlerin eklemlenip hakkında konuştuğu şeylere
yüklediği kavramların,
• bu yüklemlemenin yani kavramsallaştırmanın hangi
kurallara ve toplumsal-tarihi ihtiyaçlara cevap vermek
için yapıldığının
tarihini yapmak olacaktır.
13
 Buna göre de ilk kitap olan “İktidarın Gözü” de bu
tarihin nasıl yapılması gerektiğine, iktidara yani
dayatılan kimliklere direnmenin nasıl mümkün
olabileceğine ve Foucault’ya göre iktidar
dinamiklerinin “anahtar sözcüğü” direnişin ne anlama
geldiği ve nasıl yorumlanacağına dair ipuçları
içermektedir.
 Foucault ‘öz kimlikleri’ açığa çıkarmanın ve bu kimliği
varoluşun, insan davranışının yasası haline getirmenin
bireyleri geleneksel etikler ve onlara özgür
kısıtlamalara geri götüreceğine inanıyor.
14
II – İktidar ve Beden
 İstençlerin evrenselliği ile oluşturulmuş bir toplumsal
beden fikrinin büyük bir fantasma (yanılsama-fantezi)
olduğunu söyleyen Foucault toplumsal bedeni ortaya
çıkaran şeyin konsensüs (mutabakat) olmadığını,
bireylerin bedenleri üzerindeki iktidarın maddiliği
olduğunu söylüyor.
 Foucault ayrıca bedene hakim olma, beden bilinci, ancak
iktidarın bedeni kuşatmasıyla oluşabilmiştir, jimnastik,
beden eğitimi, kas geliştirme, çıplaklık ve güzel bedenin
yüceltilmesi de buna örnek olarak verilebilir. Bunlar da
çocukların, askerlerin bedenleri üzerine sağlıklı beden
üzerinde iktidarın uyguladığı kararlı, inatçı, titiz bir
çalışmayla insanı kendi bedenini arzulamaya götüren bir
çizgidedir diyor.
15
 Ancak, iktidar bu etkiyi yaratır yaratmaz, bizzat
iktidarın bu kazanımları ile aynı doğrultuda, iktidara
karşı bedenin talep edilmesi, ekonomiye karşı sağlığın
talep edilmesi, cinselliğin, evliliğin, erdemin ahlaki
normlarına karşı zevkin talep edilmesi kaçınılmaz
olarak ortaya çıkar. İktidarın güçlenmesine neden olan
şey de aynı zamanda saldırıya uğramasına neden
olmaya başlar. İktidar bedenin içinde mesafe kat
etmiştir ama yine de bedenin içerisinde saldırıya
uğrayacaktır. Aslında iktidarın kararsızlık gösterdiği
izlenimi de yanlıştır, çünkü iktidar geri çekilebilir, yer
değiştirebilir, başka bir yeri kuşatabilir ama savaş
devam eder.
16
 Bu durumun bedenin geri alınması olarak yorumlanıp
yorumlanamayacağı konusunda da Foucault gözetim
ve denetimin hedefi olarak bir kaygı ve analiz nesnesi
haline gelen cinsellik aynı zamanda herkesin kendi
bedeni üzerinde duyduğu arzuların yoğunlaşmasına da
yol açtı diyor. Beden de çocuklar ile aileler arasında,
çocuk ve denetim mercileri arasında bir mücadele
konusu haline geliyor; cinsel bedenin isyanı da bu
gelişmenin karşı etkisi olarak ortaya çıkıyor. İktidar da
erotikleşmeyi ve cinselliği her kademesine kadar
iktisadi olarak sömürmek. Sürekli beden üzerinde bir
savaş olduğundan tam olarak bir geri alma
olmayacaktır bu durum doğal olarak.
17
 Marksizmin beden üzerinde çok etkin olmadığını söyleyen
Foucault Marx’ta beden üzerine tarihsel gerçeklik olarak
ilginç şeyler bulunsa da Marksizmin bilince ve ideolojiye
ayrıcalık tanıdığını ve bedene ilişkin konuları gölgede
bıraktığını söylemekte.
 19. yy sonundan itibaren Marksistlerin ve Marksist
hareketlerin hedefi devletin aygıtları olarak ortaya çıktı, bu
da devlete karşı mücadele edebilmek için hareketlerin de
parti halini alması, devletle aynı disiplin mekanizmaları ile
örgütlenerek dışarıdan karşı oldukları öğeleri içerden
model almalarına yol açtı. Devlet aygıtının çökertilmesi
gerekliliğinin ne kadar gerçekleşmesi gerektiği, sınıf
mücadelesinin proleterya diktatörlüğünün kurulması ile
bitmeyeceği, devlet aygıtının hala sınıf düşmanlarına karşı
kullanılması gerektiği gibi ikilemler de ortaya çıktı.
18
 SSCB’de de bu durumun ortaya çıktığından, devlet
aygıtlarının sınıf düşmanlarına karşı devrimden sonra
da kullanılması gerektiğinden, bu aygıtları da
çalıştırmak için eskiden bu aygıtları kullanan
burjuvazinin kullanılması görülmüş, devlet aygıtlarına
yönelik farklı çalışmaların yapılması gerektiğinden de
bahsetmektedir Foucault.
 Genel olarak da insanseverlik örneği adı altında beden
siyasetinin faillerinden bahsediyor Foucault. Buna
göre; İnsanlar başkalarının yaşamlarına, sağlıklarına,
beslenmelerine, barınmalarına karışmaya başlar. Sonra
kişiler, kurumlar bilgiler, kamu sağlığı, denetçiler,
sosyal danışmanlar, psikologlar etc.
19
III – Tımarhaneler, Cinsellik, Hapishaneler
 Bu konuyla ilgilenmeye 1953-55 yılları arasında
Psikiyatri kliniğinde psikoloji öğrenimi gördüğünde
başlamış Foucault. Çağın sorunu olarak gördüğü bu
konunun Nazizm ve Stalinizm’den sonra ortaya
çıktığını söylüyor.
 2 tür düşünme ve araştırma tarzından bahsediyor. İlki
Althusser’in Devletin İdeolojik Aygıtları kavramı ve
Marksist kavrayış, İkincisi yapısalcı, dilbilimsel akım ki
bunu da sorunu gösteren düzeyine indirgediğini
söylüyor.
20
 Foucault’nun çalışmalarında ise, entelektüelin rolünün
gizli biçimde işleyen baskı mekanizmalarını görünür
kılmak olarak açıklıyor. Bunlara örnek olarak da
psikiyatrik aygıtları veriyor. Bunların belirli insan
kategorilerinde belirli bir iktidarı işletmek için
kurulduğunu söylüyor. İktidarın sinsiliği için de sadece
baskı kurmayan, arzu yaratan, sevki kışkırtan veya
bilgiyi üreten bir yapı olduğunu söylüyor. İktidarın
bedeni çalıştırdığını, davranışa işlediğini, arzu ve
zevkle iç içe geçtiğini söyleyen Foucault iktidarı
suçüstü yakalamak gerektiğini söylüyor. Bunun da
analizle yapılabileceğini söylüyor.
21
 Ayrıca cinselliğin yasaklanmasına yönelik uygulanan
işlemlerden de bahseden Foucault konunun analiz
edilmesi gerektiğini de söylüyor. Cinsel baskıya da
Reich’in dediği insan bedeninin işgücü inşa etmek için
kullanılması tanımının herşeyi açıklamadığını
söylüyor Foucault.
 Foucault ayrıca ceza sisteminin sadece hapishanelerle
kısıtlı kalmadığını, toplum içerisinde okul, kışla gibi
yerlerde de cezalandırma sisteminin uygulandığını
belirtiyor.
22
VII – İktidarın Gözü
 Foucault ile J.P.Barrou ve M.Perrot’un yaptığı söyleşi
Bentham’ın Le Panoptique eserinin üzerinden
gerçekleştirilen bir görüşme.
 Jeremy Bentham’ın Le Panoptique eserinden bahseden bu
konuşmada Foucault panoptikonun tanımından
bahsediyor. Buna göre de kural: çevrede halka şeklinde bir
bina, ortada bir kule, kulede açık pencereler, ve
ışıklandırma ile ışıktan korkmanın sağlanması.. Daha önce
de tartıştık zaten bu konuyu, ama günümüzde her cadde ve
kavşaktaki kameralar da bu etkiyi sağlıyor denebilir
sanırım. Tam ortada ya da ortaya yakın bir yerde, tepede
nereyi gözetlediği belli olmayan bir kamera sistemi,
ışıklandırılmış mekanlar vs.
23
 Bentham’ın bu kelimesi de doktorlardan ceza
hukukçularına, eğitimcilere vs. gözetleme sorunlarını
çözecek bir iktidar teknolojisi olarak ortaya çıkar.
 Mimarinin de zamanla değişmesinin nedeni olarak
önceleri inşaatların sanat ve iktidarı yansıtmalarından
(saray ve kiliseler gibi) artık ekonomik ve siyasi
amaçlara geçiş yapıldığından bahsediyor.
 Panoptikon yapıların bir özelliğinin de cinselliği
bastırmak ya da kontrol altına almak olduğundan
bahsediliyor.
24
 Kısacası fabrikalardan okullara, hapishanelerden
hastanelere, tımarhanelerden kışlalara birçok
mekanda bu yapının kullanıldığından bahsediliyor.
Tabii bu yapının kurulumunda ve yaygınlaşmasında da
yine kapitalizmin etkisi oldukça belirgin.
 Castle – Kale diye bir film vardı, hapishanede geçen,
Kuledeki cezaevi müdürü ile mahkumlar arası ilişkiler
üzerine
 Ve tabii ki 1984 – George Orwell – ve bu kitap üzerine
bir çok film.
25
IX – Kapatılma, Psikiyatri, Hapishane
 Bu söyleşi Vladimir Borissov’un Leningrad’daki özel
psikiyatri kliniğinden kurtarılması için Victor
Fainberg’in başlattığı kampanyanın ardından yapılmış.
Kampanyayı destekleyenlerden biri de Foucault ve
söyleşinin yayınlandığı Change dergisi…
26
 Foucault psikiyatrinin daha başlangıçtan itibaren bir
toplumsal düzen işlevi projesi olduğundan bahsediyor.
Büyük kapatma yanlılarının sarsıldığı ve yıkıldığı
Devrim’den sonra kapatma olmayan ama daha etkili
denetimleri oluşturmak için ne yapılabilirdi? Psikiyatri
kendini toplumsal düzenin kalıcı işleyişi olarak
görmeye başlar ve tımarhanelerden 2 amaçla
yararlanır. İlki, en dramatik veya en rahatsız edici
vakaları tedavi etmek ama bu sırada da kapatma
mekanı yerine bir hastane görüntüsü vererek bir
bilimsellik örtüsü edinmek. Hatta Foucault
psikiyatrların kamu hijyeni görevlisi olduklarında
bahsetmektedir.
27
 1890larda Leveille adlı birisi de tımarhanelerin
bulunmadığı ya da yetersiz olduğu düşüncesiyle hem akıl
hastası hem suçlu olan kişilerin Sibirya’da çalışma
kamplarına gönderilmesini bile önermiş.
 Tabii 1930’larda öncelikle Rusya’da (SSCB) insanlar
üzerinde yapılan psikolojik testlerin ve lobotominin
yasaklanması da önemli bir adım olarak değerlendirilebilir.
Ama 1945-1965 yılları arasında Avrupa’da Pavlovcu bir
şekilde cinsel eğilimlerin (homoseksüellik) değiştirilmesi
çalışmalarından da övgüyle bahsedilmiş tabi..
 Sonrasında da kapatılma meselesi tekrar ortaya çıkıyor.
Hatta bir dönem bizdeki adıyla arzuhalcilere yazdırdığınız
mektuplar ile kocanızı, karınızı, komşunuzu şikayet
edebilir hatta kapattırılmalarını sağlayabilirdiniz.
28
 Aslında ilginç olarak da tecavüzün suç olmasına ilişkin
düşüncelerinden de bahsediyor Foucault. Buna göre
cinsellik hiçbir durumda cezalandırma nesnesi
olmamalıdır diyor, ama şiddet içermekte olduğundan
şiddete verilen suçun verilmesini öneriyor. Ama buna
kadınların karşı çıkacağını söyleyerek, tamamen cinsel bir
suç olduğu konusunda tartışma mevcut. Ama suçların
sınırlandırılması ya da sayılarının azaltılması olabilir
diyorlar. Buna göre de bir diğerinin hayır deme hakkının
elinden alınması suçu bile olabilir gibi bir yaklaşım ortaya
konuyor. Çin’de tüm suçlar 15 maddeye indirgenmiş
örneğin. Ama mesele çocuklar olduğunda derin ruhsal izler
bıraktığı konusunda anlaşmaya varılıyor. (oldukça güncel
bir konu olduğundan değinmek gerekli diye düşündüm.)
Rıza meselesi falan (sayfa 142-143)
29
XIII – Delilik ve Toplum
 Ekim 1970’te Tokyo Üniversitesi Güzel Sanatlar
fakültesinde verilen konferans özeti
 Neden delilik ve toplum – Bir toplumda nelerin
reddedildiği, yasaklandığı, dışlandığı konularına
eğilmeye başlanmış. Buna örnek olarak da ensestten
bahseden Foucault ensestin reddedilmesinin
nedeninin bir merkezi olumlama (toplumsal grubun
kanına zarar vermemek) olduğundan bahsediyor.
30
 Levi-Strauss ise pozitiflik terimleri ile yapılan bu
yoruma karşı çıkıyor ve belli bir tercih – dışlama
sonucu olduğundan bahsediyor. Olumlama ve
yadsımanın karmaşık bir sistem oluşturduğundan
bahsediyor.
 Foucault ise bir toplum tarafından kabul gören şeyleri
araştırmak yerine reddedilenleri incelemeyi tercih
ediyormuş. Delilik sorunu da burada ortaya çıkmış.
Foucault’ya göre delilik olumlama değil dışlama
sonucu ortaya çıkan bir durum.
31
 Burada da Delilik ile sanayi tipi Avrupa toplumu arasındaki
bası ilişkilerin şemasına değiniyor.
 Hemen hemen yakın dönemlerde (18.yy sonları) Fransa ve
İngiltere’de akıl hastalarının, işsizlerin, sakatların veya
yaşlıların kapatıldıkları gözetim yerleri boşaltılmış. Hücre
ve hapishaneler boşaltılır, yerlerine psikiyatri kliniklerine
benzer yerler açılır. Tarihte de bu nokta akıl hastalığının ve
psikiyatri tarihinin önemli bir noktası bu tarih. Çünkü
öncesinde delilere mahkum ya da hayvanlar gibi
davranıldığı söyleniyor. (Bizde var olan bimarhaneler
örneğinin son dönemleri) Ama Foucault akıl hastalıkları
tarihinin böyle yazılmasını reddediyor. Buna göre bu kadar
da katı bir geçiş yok.
32
 Deliliğin genel yapısına bakan Foucault toplumların
sınırlarından bahsediyor. Buna göre her toplumun
kendi marjları bulunur ve deliliğin toplumun
kaçınılmaz marjlarında kendini göstereceğini söylüyor.
 Etnologlara göre 4 dışlama sistemi var:
1. Ekonomik sistem karşısında dışlama – ekonomik
üretim sisteminin dışında kalanlar, dini görevliler
gibi.
2. Sadece üretimde değil, toplumun üretimi dışında da
kalanlar – bekar olarak kalmayı tercih edenler, aile
kurmayı reddedenler.
33
3. Sözleri sıradan olarak değerlendirilmeyenler –
Şairlerden yazarlara ve hatta Peygamberlere kadar
kişiler.
4. Oyun karşısında işleyen sistem – her toplumda
bayram, şenlik oyun gibi bir şeyler olduğunda
dışarıda kalanlar. (Ortaçağda Avrupa’da ilginç bir
bayram var, deliler bayramı. Dini olmayan bu
bayramda yoksullar zengin gibi, zenginler yoksul
gibi, erkekler kadın gibi, kadınlar erkek gibi
giyiniyor, davranışlar değişiyor, saraya ve senyör
şatosuna gidilerek hakikatler anlatılıyor hatta
gerekirse küfür bile edilebiliyor. Sistem için bir
feedback gibi. Dini değil ama tam olarak doğru değil,
anti-dini denebilir.)
34
 Bu 4 dışlamanın hepsine birden dahil olanlara da deli
denebilmektedir diyor Foucault. Her toplumun
delilerini böyle ayırt edilebileceğini söylüyor. Bir
dönem homoseksüelliğin de delilik olarak
sınıflandırılması ile de karşılaşılmış. Bir de istisna
olarak soytarılar var. Tüm maddeleri kapsıyor ama
kendi seçimi sonuçta.
 Tiyatroda ise delilik özel bir yerde, hakikati önceden
söyleyen kişidir. Deli sorumsuz hakikattir diye de
açıklanıyor.
35
 Dönüşümün nedenlerine gelince, Deli statüsünün yüzyıllar
boyunca değişmediği belirtildi.
 Deliliğe hep hoşgörüyle yaklaşılmış. Köyün delisi tanımı da
mevcut bir çok yerde. Ancak sonradan bu hoşgörü ortadan
kalkmış. Buna da kapitalist toplumların yerleşmeye
başlaması ve boş gezen bir nüfusa bakmak zor gelmeye,
herkes çalışırken onun çalışmaması rahatsız etmeye başlar.
Burada da başta deliler, paralarını müsrif şekilde dağıtan
aile babaları, çalışamayan sakatlar, fahişeler yani kısaca
asosyal olan ya da anormal olan herkes gözetim altına alınır
ve kapatılır. Deli henüz sadece deli değil, işe yaramaz
tanımının bir parçasıdır. O zamana kadar deliler marjinal
ama hala topluma dahil bireylerdi. Bu gözetimin de tıbbi
hiçbir tarafı yoktu.
36
 Ancak az önce de belirtilen 18.yy sonunda dönüşüm
gerçekleşti. Ama neden?
 Bu dönemde kapitalizm başka bir rejime geçiyor
Foucault’ya göre. Sanayi kapitalizmi etkinlik kazanıyor
ve bu kapitalizmin ilk talebi toplum içinde işsiz olan
ve işverenlerin ücret siyasetinin düzenlenmesine
hizmet edecek bir kitle gereksinimidir. İşverenlerin bir
işsiz kitlesine ihtiyaç duydukları söylenebilir. Bir
devridaim gerekecektir. Marx’ın tanımladığı yedek işçi
ordusu işte burada ortaya çıkıyor. Zaten çalışamayacak
olanları çalışır hale getirecek tedavi sisteminin
gereksinimi de bunun sonucu olarak ortaya çıkıyor
denebilir.
37
 Yani psikiyatrların ortaya çıkışı da bu şekilde
olmaktadır. Nitekim bu süreç öncesinde psikiyatr
bulunmamaktayken, bir anda ortaya çıkmaları sistem
gereksinimidir.
 Sonuç olarak “Akıl hastası, delilik olgusunun nihayet
keşfedilmiş hakikatı değildir, delinin etnolojik tarihinde,
tamamen kapitalist anlamda geçirdiği büyük
değişikliktir.” M. Foucault
38
Michel Foucault – Felsefe Sahnesi
 Seçme yazılar dizisinin son kitabı.
Nietzsche, soybilim, tarih
 Foucault Nietzsche’nin soybilim üzerine söylediklerini
incelerken öncelikle soybilimden giriyor konuya.
1.
Soybilimin zor belgeler üzerinde çalıştığından
bahsederken, bilgide titizlik gerektirdiğinden, sabır
gerektirdiğinden söz ediyor ve soybilimin köken
arayışına karşıt olduğunu söylüyor.
39
2.
Foucault’ya göre Nietzsche köken sözcüğünün 2
anlamından bahseder. Biri belirgin olmayan oluşum, soy,
menşe, doğum sözcükleri ile dönüşümlü kullanılan,
diğeri belirgin olan ve başka bir terimin karşıtı olan
insanca.
 Bu sözcüklerin kullanımı için Ahlakın Soybilimi eserinin
önsözünün en anlamlı metinlerden olduğunu söylüyor
Foucault.
 Nietzsche’nin köken arayışını bazı durumlarda neden
reddettiğini soran Foucault, “Öncelikle, şeyin esas özü, en
katışıksız olabilirliği, titizlikle kendi üstüne katlanmış
özdeşliği, dışsal, ilineksel ve ardışık olan her şeyden önce
gelen ve kımıltısız biçimi burada (kökende) toplansın diye
çaba gösterildiğinden” diyerek açıklamaktadır.
40
 Böyle bir köken aramayı önceden olmuş olanı kendine
tamamen uygun bir imgenin aynısını bulmaya
çalışmak olduğunu, sonuçta da ilk kimliği açığa
çıkarmak için bütün maskeleri kaldırmaya girişmek
olduğunu söylüyor. Tarihi dinlemeye özen gösterilirse
ne öğrenir? diye soran Foucault, şeylerin ardında çok
farklı bir şey olduğunu öğrenir diyor.
 Özgürlüğün de yönetici sınıfların icadı olduğunu
söyleyen yazar, şeylerin tarihsel başlangıcında
karşımıza çıkan şeyin, kökenlerin hala korunan
özdeşliği olmadığını, diğer şeylerin uyumsuzluğu
olduğunu söylemektedir.
41
 Son olarak da köken hakikatin yeridir, mutlak anlamda
geride olan ve tüm pozitif bilgiden önce gelen
noktadır. Bir bilgiyi mümkün kılan kökendir ki bu
bilgi de kökeni kapsar.
 Hakikat ise çürütülemeyen hata türüdür kuşkusuz,
çünkü tarihin uzun pişirme süreci onu değişmez
kılmıştır.
 Soybilim, kökeni aramak değildir asla, tersine
başlangıçlarda kılı kırk yarmalı ve rastlantılara takılıp
kalmalıdır.
42
3. Oluşum ya da soy gibi terimler soybilime özgü
nesneyi kökenden daha iyi ifade eder. Genellikle
köken olarak çevrilen bu sözcüklerin kendilerine
özgü kullanımlarını incelemek gereklidir.
4. Zuhur etme belirme noktasıdır. Ortaya çıkışın ilkesi
ve tekil yasasıdır. Nasıl menşei kesintisiz bir
süreklilik içinde arama eğilimi fazla sıklıkla oluyorsa,
zuhur etmeyi de son noktadan bakarak açıklamaya
çalışmak yanlış olur. Zuhur etme her zaman güçlerin
belli bir durumunda meydana gelir, güçlerin sahneye
gelişidir.
43
5. Soybilim ile genellikle tarih olarak adlandırılan şey
arasındaki ilişkiler nelerdir? Nietzsche’nin tarihe
yönelttiği sert çıkışlar bulunmaktadır ama soybilim
bazen gerçek tarih olarak adlandırılır.
6. Nietzsche tarihin soybiliminde tarih duyusu ile
tarihçilerin tarihini birbirine bağlar. Her ikisinin de
saf olmayan ve karışık tek bir başlangıçları vardır.
Tek bir göstergeden, aynı zamanda çıkmışlardır ve
sonra da birbirlerinden ayrılmışlardır.
44
7. Tarih duyusu tarihin Platoncu üç kipliğine tamamen
karşı duran üç kullanım içerir. Biri gerçekliğin
parodik ve tahripkar kullanımıdır, anımsama ya da
tanıma olarak tarih temasına karşıttır. Diğeri
süreklilik ya da gelenek tarihinin karşıtı olan
özdeşliği ayrıştırıcı ve tahrip edici kullanımıdır.
Üçüncüsü ise bilgi-tarihe karşıt olarak hakikatin
kurban edici ve tahrip edici kullanımıdır. Her
koşulda söz konusu olan tarihi, belleğin hem
metafizik hem de antropolojik modelinden sonsuza
dek kurtaran bir kullanım haline getirmektir. Söz
konusu olan tarih, bir karşı-bellek yapmak – ve
sonuç olarak buradan çok farklı bir zaman birimi
ortaya çıkarmaktır.
45
 Bir anlamda soybilim Nietzsche’nin1874 yılında kabul
ettiği tarihin 3 kipliğine geri döner. Yaşam adına
olumlama ve yaratma iktidarı adına Nietzsche’nin o
dönemde yapmış olduğu itirazların ötesinden geri
gelir. Bunları dönüştürerek geri gelir: Anıtların
yüceltilmesi parodi halini alır; eski çağlara saygı
sistematik çözülme halini alır; insanın günümüzde
sahip olduğu hakikat aracılığıyla geçmişin
adaletsizliklerinin eleştirisi, bilme istencine özgü
adaletsizlik yoluyla bilgi öznesinin imhası halini alır.
46
Teşekkürler…
47