mali sosyoloji tarihi ve kurucusu

Download Report

Transcript mali sosyoloji tarihi ve kurucusu

DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER
FAKÜLTESİ
DERS:MALİYE SOSYOLOJİSİ
KONU:SOSYAL BİLİMLER AÇISINDAN
MALİYENİN ÖNEMİ VE MALİYE SOSYOLOJİSİ
KAVRAMI
SUNUM PLANI
 SOSYOLOJİ, ÖNEMİ VE KURUCUSU
 MALİYE VE SOSYOLOJİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
 MALİ SOSYOLOJİ TARİHİ VE KURUCUSU
 MALİ SOSYOLOJİ KONUSU VE İLGİ ALANLARI
 MALİ SOSYOLOJİSİNİN ÖNCÜLERİ
 MALİ SOSYOLOJİYE BİR BAŞKA BAKIŞ:İBN-İ HALDUN
 SOSYOLOJİ, ÖNEMİ VE KURUCUSU
Sosyoloji ,insan toplumlarını bilimsel,sistematik ve eleştirel olarak inceleyen sosyal
bir bilimdir.
İçinde yaşadığımız toplumun ekonomik yapısı, aile düzeni, kültürü, yönetim
biçimi, nüfusu, dini, ahlak anlayışı.... sosyal davranışlarımızı şekillendirir.
Örneğin; hangi partiye oy verdiğimiz, eş seçimimiz, yaptığımız meslek , boş
zamanları değerlendirme biçimimiz ,…toplumsal koşullardan etkilenir.
Bilindiği gibi insanlar toplum içinde yaşayan sosyal varlıklardır. Toplum halinde
yaşamak insan için zorunlu, kaçınılmaz ve onun doğasıyla ilgili bir özelliktir.
İnsanların sosyal varlık olduğu; yani diğer insanlarla ilişki kurarak bir arada
bulunması bir çok filozof ve sosyologun paylaştığı temel bir fikirdir.
Sosyoloji kelimesi Fransız sosyologu ve tarih felsefecisi A. COMTE tarafından icat
edilmiştir. Comte sosyal olayları doğa bilimleri modelinde kurmayı amaçlayan bir
sosyoloji kurmak istemiş, ancak bunu başaramamıştır. Daha sonra Comte’u takip
eden Fransız sosyologu E. Durkheim, sosyolojinin konusu, yöntemi ve akademik
yaşamda yer alması konusunda önemli çalışmalar yaparak sosyolojinin gerçek
olarak kurulmasını sağlamıştır. Daha sonraki gelişmeler sosyolojinin bütün
dünyada giderek daha çok yayılmasına neden olmuştur. Sosyolojiye önemli katkı
sağlayan başlıca düşünürler E. Durkheim , K. Marks, M. Weber, V.
Pareto,G.Simmel,W. Mills ve T. Parsons’dur.Türkiye’de sosyolojinin kurucusu ise
Ziya Gökalp’dir.
 MALİYE VE SOSYOLOJİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
Mali olaylar gerek kişisel gerekse toplumsal seviyede hemen herkesi
etkilemektedir.Esasen,mali olaylar ile bir ülkenin sosyal yapısı arasında
karşılıklı bir etkileşim söz konusudur.Mali olaylar ülkenin toplumsal ve sosyal
hareketliliğine,ekonomik durumuna bağlı olarak yoğunluk ve genişlik
kazanmakta,sonuçta mali araçlar da bu gelişmeye paralel olarak değişim
göstermektedir.
Diğer taraftan,mali nitelikli düzenlemelerin ve politikaların başarılı olabilmesi
ülkenin sosyal yapısının iyi bir biçimde bilinebilmesine bağlıdır.Söz konusu
düzenlemelerin ve politikaların temel amacı,toplumdaki sosyal dengesizlikleri
gidermeye çalışmak olmalıdır.
Sosyoloji, tarihsel evrim sürecinde üretim biçimlerinin niçin ve nasıl
değiştiğini anlamaya çalışır. Bu yüzden, sosyolojinin ekonomi ile bağ
kurması zorunludur. Örneğin, ekonomi, bir malın üretiminde kullanılan
araçları, üretilen malın toplumda nasıl paylaşıldığım ve tüketildiğini
inceler. Sosyoloji ise o mal üretilirken, paylaşılırken ve tüketilirken,
bireylerin birbirleriyle girdikleri ilişkileri, elde ettikleri statü ve
rolleri, aralarındaki iş bölümünü incelemeye çalışır. Maliye ilminin
diğer sosyal ilimlerle olduğu kadar sosyoloji ilmi ile de sıkı bir ilişki içinde
bulunması,maliye sosyolojisi ismiyle bir alt disiplinin ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
 MALİ SOSYOLOJİ TARİHİ VE KURUCUSU
20. yy başlarında özellikle Goldscheid ve Schumpeter’in katkılarıyla gelişen bir
alan olmakla birlikte mali sosyolojinin kökenini daha gerilere götürmek
mümkün görünmektedir. Kökenler konusunda çeşitli görüşler olmakla birlikte
genel olarak Bodin’in “mali [konular] devletin sinirleridir” şeklindeki görüşüne
sıklıkla referans yapılır.
Günümüzde hâkim “Maliye” anlayışının yöntemsel olarak karşısında yer alması
anlamında eleştirel “Maliye” içinde değerlendirebileceğimiz bir alan olarak mali
sosyoloji, en genel anlamda, vergiler ve harcamaların siyasal, kültürel ve tarihsel
faktörler gibi ekonomik olmayan faktörlerden nasıl etkilendiği ve bunları nasıl
etkilediği üzerinde durur. Bu açıdan bakıldığında mali sosyoloji, diğer
yaklaşımlardan, toplum ve devlet arasında mali politikaları ve onların etkilerini
biçimlendiren karmaşık toplumsal etkileşimler yam sıra kurumsal ve tarihsel
bağlam üzerinde durması noktasında ayrılır (Camphell, 1993: 164). Padget’e göre
ise mali sosyoloji, eğer var olacaksa, her şeyden önce devlet ve toplum arasındaki
eklemlenme ile ilgilenmelidir. Bunun yanı sıra mali sosyoloji; (a) hükümetin
harcama ve/veya vergi politikasının işlemesi ve gelişmesinin tarihsel tanımlanması
yam sıra yapısının kurumsal analizim, (b) sistem içindeki dışsal gruplar ve/veya
sınıf çıkarlarının temsiliyet mekanizmalarının analizini, (c) harcama ve vergileme
politikalarının ekonomik büyüme, gelir dağılımı, gruplar arası ekonomik ilişkilerin
düzenlenmesi ve siyasetin kendisinin değişen yapısı gibi daha geniş ölçekli sosyal
olgular üzerindeki etkilerinin nedensel analizini de içermelidir
 MALİ SOSYOLOJİ KONUSU VE İLGİ ALANLARI
Maliye sosyolojisinde,mali olayların toplum hayatı üzerindeki etkileri sosyal
bilimlerdeki araştırma metotlarından da faydalanmak suretiyle tespit
edilmeye ve belirli sonuçlara ulaşılmaya çalışılmaktadır
Günümüzde toplumlarda vergiyi ödeyen kesimler toplumun büyük bir
çoğunluğunu oluşturduğu için,verginin psikolojik etkilerinin sosyal açısından
da ele alınmasını gerektirmektedir.
Mali sosyoloji,toplumsal sınıf,grup ve örgütler,kısaca toplum üzerinde mali
araç ve olguların etkilerinin araştırılmasını konu edinen sosyoloji biliminin bir
alt disiplini olarak ele alınmaktadır.
Mali olayların,özellikle vergiler ve harcamaların ve bunlardaki dalgalanmaların
tam olarak anlaşılabilmesi için,bu dalgalanmaların bulundukları tarihsel durum
içerisinde ve geçirdikleri değişimler dikkate alınarak incelenmeleri
gerekmektedir.Kamu maliyesinin değişkenlerinden olan vergiler,aynı zamanda
sosyolojik olgulardır. Devletin ve toplumun değişimi ve gelişimi ile yakından
ilişki içerisindedir
Mali sosyoloji bu haliyle,maliye,siyaset,ve psikoloji ile iç içe bir yapıya
sahiptir.Bilindiği gibi vergiler,sosyal adaletin sağlanmasında bir maliye
politikası aracı olarak kullanılmaktadır.Aynı zamanda vergiler,sosyal bir amacın
gerçekleştirilmesinin istenmediği durumlarda bile toplumu oluşturan sınıflar
üzerinde şu veya bu şekilde etkiler meydana getirebilmektedir.Bu açıdan mali
sosyoloji,özellikle sınıf farklarının daha çok belirgin olduğu az gelişmiş ülkeler
bakımından sosyolojinin en önemli dallarından birisi olarak kabul edilebilir.
Maliye politikalarının (özellikle de vergi politikalarının) toplum üzerindeki
etkilerinin dikkate alınmadan uygulanması sonucunda yükümlülerin topluca
reaksiyon göstermesi bakımından “Poujade Hareketi” en bilinen
örneklerdendir.
(1950’li yıllarda Fransa’da ortaya çıkan Poujade Hareketi, başlangıçta küçük bir
isyan
olarak değerlendirilmiştir. Ancak daha sonra gittikçe genişleyen bir eyleme
dönüşen
Poujade hareketi, kısa dönemde bütün Fransa’ya yayılmış ve II. Dünya Savaşı
sonrası
döneminin en önemli toplumsal olaylarından biri haline gelmiştir.
PoujadeHareketi,
dayandığı temeller ve ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle tipik bir verginin isyan
hareketi
olarak değerlendirilebilmektedir.)
Mali sosyoloji,maliye politikalarının belirlenmesinde çok önemli etkilere sahip
bir çalışma alanıdır ve aynı zamanda,tek başına bir bütün olarak toplumun
gelişmesi,devletlerin ve fertlerin kaderlerinde kamu gelirlerinin bileşimlerinin
ne kadar önemli olduğunu göstermek bakımından da önemlidir ve irdelenmesi
gerekmektedir.
Mali Sosyolojinin İlgi Alanı
•Vergilerin aynî veya nakdi vergiler olarak tercih edilip edilmemesi,
•Dolaylı ve dolaysız vergilerin oranlarının ne düzeyde olacağı,
•Vergi baskısının arttırılıp azaltılması,
•Nüfusun hangi gruplarının daha ağır veya hafif yüke maruz kalacağı,
• İç ve dış borçların tercih edilip edilmemesi (vergilerin yerine),
•Harcamaların azaltılması veya
•Gelirin çoğaltılması
 MALİ SOSYOLOJİSİNİN ÖNCÜLERİ
Goldscheid: Kamu Maliyesine Sosyolojik Yaklaşım
Schumpeter: Vergi Devleti Yaklaşımı
O’ Connor: Devletin Mali Krizi
Goldscheid: Kamu Maliyesine Sosyolojik Yaklaşım
Kavramı ilk kullanan kişi olan Goldscheid, I. Dünya Savaşı sonrasında ülkesinin
yaşadığı mali krizin toplumsal nedenlerini açıklama ve krize alternatif çözümler
getirme amacından hareket eder. Sorunu ele alış biçimi açısından kendinden
önceki yaklaşımlardan açık bir şekilde farklılaşan Goldscheid’a göre;“sosyal
bilimler bütünü içerisindeki en önemli eksikliklerimizden birisi mali sosyoloji
teorisinin olmaması ve kamu maliyesi sorununun sosyolojik temel olmaksızın
ele alınmasıdır.”
Goldscheid’a göre mali sosyoloji, “belirli bir tarihsel kurulumda devletin
doğası yanı sıra devletin finansmanı ve toplumsal gelişme arasındaki işlevsel
karşılıklı bağımlılık” olarak tanımlanır.
Goldscheid’a göre Otuz Yıl Savaşları sonrasında savaş finansmanı nedeniyle
ortaya çıkan bütçe ihtiyaçlarının artışı ve ülkelerin savaşta gördüğü ağır
tahribat,ekonomi politikaları alanında yeni yaklaşımların ortaya çıkmasına
neden olmuştur
Goldscheid’ın “devletin mülksüzleşmesi” olarak adlandırdığı bu süreç sonunda
mülklerini kaybederek fakirleşen devlet büyük ölçüde borç ve vergiye bağımlı
hale gelmiştir. Fakir devleti yaratan, Goldscheid’a göre gelişkin kapitalizmdir
ve kapitalizm inerken biçiminde kamu maliyesi ve vergi sistemi belirleyici bir
rol oynar.
Bu belirleyicilik üzerinde ilk defa, kamu borçlarının sermaye birikiminin kaldıracı
olduğunu söyleyen Marx, dursa da Goldscheid’a göre bu büyük öngörüsünü bütün
doktrini içinde kurmayı başaramamıştır . Marx’in bu konudaki “eksikliğim”
giderme amacında olsa da Goldscheid’ın yaklaşımı Marksistler tarafından
eleştirilmiştir. Ücretli emeğin mülksüzleşmesinden ziyade devletin
mülksüzleşmesine yaptığı vurgu yanı sıra devletin vergi ve borca bağımlı hale
gelmesine çözüm önerisi olarak getirdiği devletin mülklerine tümden
kavuşturulması şeklindeki öneri Marksistler tarafından eleştirilmiştir.
Kamu mâliyesinin bileşenlerinin toplumsal evrimde oynadığı rolü gösterirken
Goldscheid ilk olarak bilimin erken biçimi olan serematistikten başlar. Ona göre
kamu maliyesi biliminin erken biçimi serematistiktir ve bu bilimin amacı kralın
hâzinesini zenginleştirmektir. Daha sonra ise salt gelir ve harcamalarla ilgili
kameralistik bir bilim haline gelmiştir.
Toplumlann evrimi ile kamu gelirleri ve kamu harcamaları arasındaki karşılıklı
etkileşim üzerinde duran Goldscheid’ın analizi açısından önemli bir nokta, gelir
ve harcamaları bir bütün olarak ele almasıdır. Ona göre; gelir ve harcama
arasındaki karşılıklı birbirine bağımlılık mekanizması, kamu maliyesi biliminin
birincil meselesi olmalıdır. Toplumun yapısındaki işlevsel ilişkileri açığa çıkarma
gibi bir amacı olan kamu maliyesi bilimi, gelir ve harcama arasındaki bu ilişkinin
analizi yerine bunlann yüzeysel karşılaştırmasına dayandığı sürece bu amacı
gerçekleştirmekten uzaklaşır. Oysa ona göre kamu mâliyesinin bileşenlerinin her
zaman ulusal ve toplumsal evrimde belirleyici etkisi olmuştur.
Schumpeter: Vergi Devleti Yaklaşımı
Mali sosyolojinin öncülerinden sayabileceğimiz bir başka isim olan Schumpeter
de Goldscheid’la aynı dönemde benzer sorunlar üzerine durur. Savaş sonrası
Avusturya’sının yaşadığı mali yıkım her ikisi için de başlangıç noktası olmakla
birlikte soruna getirdikleri çözüm konusunda farklılaştıkları söylenebilir.
Schumpeter’in bu konudaki önemli katkısı 1918 tarihli The Crisis of The Tax
State’de yer alır.Çalışmasının da temelini oluşturan vergi devleti kavramını
Schumpeter gerçekte piyasa sistemiyle özdeş anlamda kullanır. Ona göre
vergi devletinin yükselişi ile kapitalizmin yükselişi benzer süreçlerin
parçalarıdır.
Vergi devleti, I. Dünya savaşı sonrasında bir krizle karşı karşıyadır ve bu
krizin nedenlerini araştırır. Onun yaklaşımında kriz basit bir bütçe krizi
olmayıp nedenleri daha derinlerde, Avusturya toplumunun yapısal zayıflığında
yer alan bir krizdir. Yaklaşımını mali sosyolojiye yaklaştıran unsur bu noktada
gizlidir. Ona göre bütçe verilerinin yüzeysel gerçeğinin ötesine geçtiğimizde
mali sorunlar ile toplumsal yapı arasındaki bağlantı noktaları ortaya çıkar ki;
asıl yapılması gereken bunlar arasındaki tarihsel karşılıklı etkileşimin
incelenmesidir
Devlet bir varlık, toplumsal bir kurum olarak var olduktan sonra kendini daha da
geliştirir ve faaliyetlerim genişletir. İşlevleri çeşitlenen devlet, ortak ihtiyaçların
karşılanması için gerekli kaynaklan sağlamak amacıyla vergi toplamanın ötesinde
başka işlevler de üstlenir. Bireylerin ekonomik yaşamlarım sürdürebilmeleri için
gerekli transfer mekanizmalarım sağlamak bu çeşitlenen işlevlerden birisidir.
Schumpeter’e göre modern devletin yaşamında mali taleplerin temel belirleyici
olmasının nedeni bu noktada gizlidir
Gelinen yeni aşamada artık devlet ve toplumsal gerçeklik sadece mali bakış
açısıyla anlaşılamaz ve maliye hizmet edici bir araç haline gelir. Schumpeter’e
göre “Eğer maliye modem devleti yaratmış ve kısmi olarak biçimlendirmişse artık
onun bir parçası olarak devlet onları biçimlendirir ve genişletir”
Vergi devleti artan yönetim ve savaş maliyetlerim karşılayabilmesine rağmen bireylerin
kamu harcamalarına yönelik artan talepleri ile özel mülkiyet ve yaşam biçimlerine ilişkin
bütünüyle yeni fikirler tarafından kontrol edilir. Aynca devletin mali potansiyeli özel
ekonominin vergilendirilebilir kapasitesi tarafından sınırlanır. Söz konusu bu sınırlar vergi
devletinin yaşamasını zorlaştıran krizi yaratır ve vergi devleti giderek dağılır
Vergi devletini krize götüren süreçte Schumpeter’in temel vurgusu Goldscheid’a benzer şekilde
devletin özel sektöre bağımlılığı üzerinedir. Ancak onun kastettiği bağımlılık farklıdır ve bu
farklılık kendim krize yönelik çözüm önerisinde de gösterir. Schumpeter’e göre özel sektör
üretimin özel getirisi ile ilgilendiğinden, vergileme, ekonomik güdüye bir müdahale anlamına
gelir. Özellikle devletin gelir ihtiyacının arttığı zamanlarda bu müdahale daha fazla
sürdürülemez ve vergi devleti çöker (Musgrave, 1980: 364). Bunu engellemenin yolu olarak
Schumpeter, Goldscheid’ın tersine sistem içi çözümden yanadır. Özellikle bakanlığı sırasında
hazırladığı reform plam büyük ölçüde devletin gelir kaynaklarım artırmaya çalışırken bunun özel
ekonomi üzerinde yaratacağı olumsuz etkileri de en aza indirmeyi amaçlamaktadır.
O’ Connor: Devletin Mali Krizi
Goldscheid ve Schumpeter’in önemli katkıları sonrasında mali sosyoloji uzunca
süren bir sessizlikten sonra 1970’lerde krizle birlikte tekrar gündeme
gelmiştir. Bu dönemde özellikle O’Connor’un katkıları önemlidir.O’Connor’la
birlikte “mali kriz” kavramı iktisat ya da maliyenin konusu olmaktan çıkıp
sosyolojinin konusu haline gelmiştir. O’Connor’ın bu süreçte katkısı krizi basit
bir şekilde belirlemek ve teşhis etmekten öte sosyolojik bağlama oturtmuş
olmasıdır.
O’Connor’a göre mali kriz,basit bir şekilde hükümet gelirleri ve harcamaları
arasındaki orantısızlık olmayıp;daha ziyade gelişmiş kapitalist ülkelerde
devletin ve ekonomin işleyişi arasındaki daha temel bir çatışmayı ifade
eder.Söz konusu çatışmanın gerek nedenleri gerekse yansımalarının hükümet
bütçelerinde görülebileceğini ileri süren O ’Connor bunu açıklayan düşünme
yöntemleri geliştirmeye çalışır. Bu çerçevede bütçenin ekonomi politik
anlamını keşfetmeye çalışır
Ona göre mali krizi anlamak için önemli noktalardan biri bütçe kontrolü ve
politikalarındaki değişimin karşılıklı uyumudur.Tarihsel süreç içinde bütçe üzerindeki
kontrole bakan O’Connor, Goldscheid ve Schumpeter’le benzer
şekilde feodal dönemde kamu mülkiyeti ve özel mülkiyet arasında bir ayrım olmadığını
söyler.Sanayi kapitalizminin gelişmesiyle birlikte özel mülkiyet kendini özerk bir şekilde
kurarken kamu mülkü artan şekilde kamunun kontrolüne geçmiştir.Bu geçiş aynı zamanda
bütçeleme ilkelerinde bir değişim anlamına da gelir.
O’Connor’ın kriz açıklamasının temelinde kapitalist bir devletin birbiriyle çelişen
iki temel işlevi olduğu görüşü yatar. Birikim ve meşruiyet işlevleri olarak
adlandırdığı bu işlevlere göre devlet, bir yandan sermaye birikiminin mümkün
olacağı koşullan sağlama ve bunu sürdürme zorunda iken (birikim işlevi) aynı
zamanda toplumsal uyumun koşullanım da sağlamak ve sürdürmek (meşruiyet
işlevi) zorundadır. O’Connor’a göre kapitalist devlet kendi zorlayıcı güçlerini bir
sınıf aleyhine diğer sınıfın birikimi için kullandığında meşruiyetim kaybeder ve bu
noktada kriz ortaya çıkar .
Bütçenin finansmanında vergilerin oynadığı role ilişkin olarak O’Connor vergi ile
finansmanı ekonomik sömürünün bir biçimi olarak görür ve bundan dolayı
vergilerin bir sınf analizi sorunu olduğunu ileri sürer. Goldscheid’a atıfla vergi
sisteminin amacımın “dışsal koruma ile iktidar/güç ve bazı sınıfların diğerleri
karşısında zenginleştirilmesi” olduğu görüşüne katılır. Bundan dolayı devletin,
vergi yapısının eşitsiz içeriğim ve sınıf yapısının sömürücü doğasını gizlemek için
adil bir vergileme biçimi kurmaya çalıştığım ileri sürer. Devletin bunu başaramadığı
durumda “vergi isyanı (ve bundan dolayı sınıf isyan) ve devletin mali sorunlarının
(ve bundan dolayı siyasal sorunlarının) şiddetlenmesi riski” (O’Connor, 1973: 203)
olduğunu ileri sürer.
Söz konusu değişikliklerin topluma yansıması ise çeşitli biçimler almaktadır. Bu
çerçevede O’Connor yönetici sınıfların temel amacının “vergi sömürüsünü
ideolojik olarak gizlemek, doğrulamak22 veya rasyonalize etmeye [çalışmak]”
(O’Connor, 1973: 204) olduğunu ileri sürer.
 SONUÇ
Burada ele alındığı biçimiyle mali sosyoloji, günümüzde hâkim Maliye anlayışının,
toplumsal gerçeklikten uzaklaştığı ölçüde giderek açıklama yeteneğim yitirmesi
karşısında; mali sorunları toplumsal bağlamı içinde ele alması açısından eleştirel
Maliye geleneği diyebileceğimiz alanın en önemli bileşenlerinden biri olarak
değerlendirilebilir.
Maliye söz konusu olduğunda eleştirel bir geleneğin varlığı ve hâkim yaklaşım
karşısındaki gücü konusunda, iktisatla karşılaştırıldığında, iyimser olmak güçtür.
Neo-klasik iktisada Marksist eleştiriler yanı sıra evrimci ve kurumcu gelenekten
yöneltilen eleştiriler, kimi zaman ders kitabı bilgisi düzeyinde dahi kendisine yer
bulurken; benzer şeyi Maliye açısından söylemek mümkün görünmemektedir.
Bunda, Mâliyenin katı disipliner yapıya sıkı sıkıya bağlı kalarak “dışan” ile bağım
büyük ölçüde koparmasının etkili olduğu söylenebilir.
Yüzyıl başında Maliye’ye, tarih ve sosyolojiyi “yemden” çağıran yaklaşımların
önemi bu çerçevede değerlendirilebilir. Goldscheid’ın mali sorunların sosyolojik
bir temelde ele alınması gerektiğine yönelik analizine paralel şekilde
Schumpeter’in mali meseleleri toplumsal bağlamı içinde ele alan yaklaşımı,
Maliye’yi yoksun olduğu tarihsel ve sosyolojik bir temele kavuşturma açısından
önemli görünmektedir.
 MALİ SOSYOLOJİYE BİR BAŞKA
BAKIŞ:İBN-İ HALDUN
Sosyal yapının genel yasalarını ortaya koyarak sosyoloji bilimini özgür ve
bağımsız bir bilim haline getirmeye çalışan düşünürlerden birisi olan İbn-i
Hal-dun’un (1332–1406), mali sosyoloji alanında önemli katkıları olmuştur.
İbn-i Haldun toplumu, toplumsal örgütlenmeyi, devleti ve devletin
değişimini, mali olayları dünya bilim tarihinde ilk defa bilimsel olarak
dogmalardan uzak, kapsamlı bir şekilde inceleyen bir bilim adamı olup, dünya
bilim tarihinde sosyal bilimlerin kurucuları arasında sayılmaktadır.
Mali sosyolojiye ilişkin yaklaşımı tamamen sosyolojik ve tarihi koşullardan
kaynaklanan İbn-i Haldun, sosyal olgulardaki değişimleri bize oldukça yalın
ve objektif olarak yansıtmaya çalışmıştır.
Nasıl ki İbn Haldun, Peygamberimizin mücadelesini bildiği halde, kendi
toplumsal değişim modelini yaşadığı çağın şartlanmasından hareket ederek
sadece bedevilik-hadarilik (dışyıkıcılar) ikilemi ve mekaniği üzerinden
açıkladıysa, Marx da, sömürü ve toplumsal çatışmayı, kendi çağının
koşullarından hareketle sadece kapitalizm-proletarya (içyıkıcılar) çatışmasına
dayandırdı; bu analizlere emperyalizmi ekleyemedi. Oysa bedeviler ya da
proletarya, devrimci bir enerjiye sahip olsalar da, özgürleşmeci bir bilince sahip
değillerdi. Marx’ın devrimci umutlarını bağladığı, kapitalizme karşı verilecek
mücadelenin kendiliğinden evrensel sınıfı olan proletarya, aslında kapitalizm
tarafından üretilen bir sınıftır (kapitalizmin asal üretimidir)
14. yüzyıl İslam dünyası için adeta bir zirve olan İbn-i Haldun, tarihi ve insanı
değerlendirirken hep toplumsal yaşamdan yola çıkmıştır. O insanı tek başına bir
birey olarak algılamaz. İnsan, zorunlu olan toplumsal yaşam içinde var olabilir. Bu
yönüyle insanın birçok hayvandan ayrıldığını ifade eden düşünürümüz, toplumsal
yaşamı iktisadi ve siyasi nedenlerin şart koştuğunu söyler. Ona göre, insan bir
işbölümü içerisinde toplu halde yaşayıp, üreten, barınan, korunan ve tüketendir.
İnsan tek başına var olamaz. Olursa da soyunu devam ettiremez.
Daha önce de belirttiğimiz üzere İbn-i Haldun’a göre insanların toplu halde yaşamaları bir
zorunluluktur. Bu zorunluluğun temelinde insanın eksikliği yatar. İşbölümü de bu aşamada
devreye girer. "Eksikliklerden arılanmış tanrı, insanı yarattı, oluşturdu ve öylesine bir biçimde
geliştirdi ki yaşamı ve kalıcılığı, yalnızca besinle sağlanır olabilir. Sonra onu besinini aramaya
yöneltti. Doğal yapısındaki eğilim ve özelliğiyle ve kendisine besinini elde etme güç ve
yeteneğini vererek. Ancak insanın besinini elde etmeye tek başına gücü yetmez. Gereksinme
duyacağı besini sağlamaya yeterli olmaz, insan, tek başına yeterli besini bulamaz."
(a.g.e.) İşte bu tek başınalıktan kurtulmak bir zorunluluktur ve bu zorunluluğun altında yatan
neden de ekonomiktir. Toplumsal yaşamı gerektiren neden "ekonomik"tir. Ekonomik
ilişkiler de toplumsal ilişkileri düzenler. İşte İbn-i Haldun, 14. yüzyıl İslam dünyasından
böylesine ilerici görüşleri ortaya atarken, ne içinde yaşadığı toplum gibi her gelişmenin
altında tanrıyı anıyor ne de ilerlemenin bir kader gibi çizildiğini kabul ediyor. Ona göre,
belirleyici olan, insanlar ve son derece kötü bir durumdur. Çünkü rehavet insanı hem
tembelliğe hem de ahlaksızlığa götürür. Çünkü daha fazlasını isteyen insan, başkalarına
üstünlük sağlayıp onların hakkına göz diker. İbn-i Haldun'un bu görüşü, söylediği birçok şey
gibi güncelliğini hala korumaktadır.
Devleti toplumsal hayat içindeki bir aşama olarak gören İbn-i Haldun'da devletin
misyonu son derece olumludur. Devlet ve devlet başkanı düzenleyici ve hizmet eden
konumundadır. Devletin ortaya çıkması ise, toplumsal bir uzlaşıyı gerektirir. O, bu
uzlaşıyı "asabiyet" sözcüğüyle ifade eder. Asabiyet, Haldun'da toplumsal ruh,
toplumsal ortak yargı ve düşünce anlamına gelir. Devleti oluşturan ve gelişmeleri
belirleyen de bu ortak duyu ve güçtür. Toplumsal konuların gündeme
getirilmesinde ve sorunların çözülmesinde en etkin güç asabiyettir. İrade
toplumdur.
İbn-i Haldun’un toplumların geçirdiği evreleri açıklarken değindiği göçebeler ve yerleşikler
arasında da çeşitli etkileşimler söz konusudur. O, göçebeliği henüz aşiret ilişkilerinden
kurtulamamış ve devletleşememiş toplumlar için kullanır. Göçebeler, yerleşiklerden çok
farklıdır. Yaşamlarını, sadece zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde örgütlerler. Oysa
yerleşikler zorunlu olan ihtiyaçlarının yanında gerekli olanları da karşılayabilecek düzeye
erişmişlerdir. Burada, şehirleşme ve işbölümünün büyük rolü vardır. Yerleşiklerde zanaatlar
da ortaya çıkmıştır. Çünkü onların toplumsal yaşamları gerekli olana dönüktür. Sadece
beslenme ve korunmadan ibaret değildir. Onlar, barınma ve giyinme gibi daha ileri sorunlarını
çözebilirler. İşte bu noktada zanaatlar ve sanatlar devreye girer. Burada ise daha iyi
örgütlenmiş bir işbölümü vardır. Marks'ın Kapital'de ve birçok eserinde belirttiği ekonomik
toplumsal ilişkilerin benzer biçimde İbn-i Haldun'da da değerlendirildiğini
görüyoruz. O, yalnızca işbölümünü değil emeğin değerini de görebilmiştir. Bir ürünün
değerini belirlemede, onu yaratan emeğin rolünü belki de ilk gören İbn-i Haldun’dur. O bu
görüşünü şu ifadeyle açıklamıştır. "Her kazanç ve sermaye birikimi insan emeğiyle sağlanır.
Kazanç sanayi vasıtasıyla elde edilirse, bu kazancın emek sarf etmeyi icabettirdiği bellidir.
Hayvandan, bitkiden ve madenlerden istifade suretiyle kazanç temin edilirse, bunun da insan
kuvvetiyle ve emek sarf etmekle olacağı meydandadır. Emek sarf edilmeden, bir şey elde
edilemez ve faydalanmak imkânı hâsıl olmaz."
İbn-i Haldun, devletlerin de tıpkı insanlar gibi yaşam süreleri olduğunu savunur.
Ona göre her devlet doğar, gelişip yaşar ve sonra da kocayarak yok olur. Hiçbir
devlet ebediyen var olamaz. Zamanla güçsüzleşen devletleri başkaları yıkar ve
daha sonra aynı sonu onlar da yaşar. Bu ilişki ağı böylece sürer gider. İbn-i
Haldun'un "Her devlet yıkılır." biçimindeki savı, onu daha sonra "Devlet-i ebet
müddet olan Osmanlı’nın" "Kızıl Sutlan" lakaplı hükümdarı II. Abdülhamit
döneminde Mukaddime’nin yasaklı bir yazar olmaya götürecektir. Bu görüşüyle de
varlığını tanrıya dayandıran devletlerin aleyhinde olan Haldun, devleti açıklarken,
yine bir ilki gerçekleştirir ve laik anlayışı ortaya atar.
İSLAMIN MARKSI
Devletlerin de insanlar gibi belli ömürlerinin olduğunu iddia etmesi ve toplumu da
canlılara benzetmesi İbn-i Haldun'un organizmacı bir görüşü benimsediğini
düşündürüyor insana. Benzetmelerden yola çıkarak bunu söylemek mümkün ama
onun bütün görüşlerini göz önünde tuttuğumuzda, başarılı fikir adamına haksızlık
ettiğimiz anlaşılır. Çünkü dönemi için son derece özgün ve ileri görüşler ortaya atan
Haldun'un tezlerinin sadece "organizmacı" denilerek geçiştirilmesi ona yapılmış bir
haksızlık olur. Tezlerinde nedensellik ilişkilerini başarılı bir biçimde kuran Haldun'un
daha farklı bir tanımlamayla değerlendirilmesi gerekir. O, doğadaki diyalektik süreci
HAKAN ÖZALKAN
 DERS:MALİYE SOSYOLOJİSİ
 2. SINIF 4. YARIYIL MALİYE BÖLÜMÜ
 NUMARA:2012466148
 DİNLEDİĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜRLER…=)