Urartular Döneminde Erzurum

Download Report

Transcript Urartular Döneminde Erzurum

DADAŞ DİYARI
ERZURUM
ERZURUM VE İLÇELERİ
ERZURUM’UN TARİHÇESİ
Tarihin İlk Dönemlerinde Erzurum
Erzurum hakkında bilinen en eski yazılı tarih kaynakları olarak kabul edilebilecek Hitit
(Boğazköy) ve Mısır yazılı kaynaklarına göre, M.Ö. 2000 – 1200 yılları arasında
Erzurum ve çevresi Orta Asya kökenli Hurrilerin hâkimiyeti altında bulunuyordu. Hitit
Boğazköy yazılı arşivlerinde, Erzurum’un Azzi Hayaşa hâkimiyeti altında bulunduğu
sırada, biri M.Ö. 1375’ de Hitit İmparatoru Şuppiluliuma, diğeri II. Murşil (M.Ö. 1334
– 1306) tarafından işgal edilmek istendiğine dair belgelere rastlanmıştır. M.Ö. 1200
yıllarında, Avrupa’dan Ön Asya içlerine doğru oluşan ve Kavimler Göçü adı verilen göç
hareketinden sonra, Muşkilerin Erzurum ve çevresine yerleştikleri bilinmektedir.
Urartular Döneminde Erzurum
M.Ö. IX. yüzyılda Van ve çevresinde yerleşmiş olan Hurri kökenli Urartular, M.Ö. VII.
yüzyılda Erzurum’ u da egemenlikleri altına aldılar. M.Ö.660 yıllarında ise güneyden
Aras Havzasına doğru ilerleyen Asurlar Daieni ülkesi sınırları içerisinde olan Erzurum
ve çevresini ele geçirdiler. Yine VII. yüzyılın sonlarında Urartu egemenliği altındaki
topraklar, kuzeyden gelen İskitlerin saldırısına uğradı. Asur saldırılarına zorda olsa karşı
koyabilen Urartular, İskit saldırısından sonra tamamen tarihten silindiler. Urartu
Krallığı’nın III. Rusan’ın ölümü (M.Ö. 585 ) ile ortadan kalkmasıyla da Ermeniler’ in
bölgede etkinlik kurması kolaylaştı. Bazı tarihçiler, Ermenilerin bölgede etkinlik
kurması kolaylaştı. Bazı tarihçiler Ermeniler’ in Kavimler Göçü sırasında Avrupa’dan
Ön Asya’ ya göç eden Friglerle Birlikte bölgeye gelmiş olduklarını ileri sürmektedirler.
Medler Döneminde Erzurum
M.Ö. V. yüzyılda Asur egemenliğine son veren Medler, Keyaksar yönetiminde kuzeye
doğru ilerleyerek Urartu topraklarını ele geçirmişlerdir. Medler, Muşki Frigler ve İskit
bölgelerini de ele geçirdikten sonra, Kapadokya’ ya doğru yönelmişlerdir. Erzurum ve
çevresinde bu yüzyılda Khalibler, Muşkiler ve Tibarenler’in yaşadıkları bölgenin yerel
derebeylerinin egemenliği altında olduğu, ancak bunların Med Krallarının yetkilerini
tanıdıkları bilinmektedir. Medlerin zayıflama döneminde ise, bu beyler Kral Astiyag’a
direnerek, özerkliklerini ilan etmişlerdir.
Persler Döneminde Erzurum
Pers Kralı II. Kiros’ un M.Ö. 555’ de Med Krallığına son vermesi ile Erzurum’un
doğusu Pers egemenliği altına girmiştir. Kiros’dan sonra gelen Pers Krallıklarından
Büyük Darios zamanında, Erzurum çevresinde bir Ermeni satraplığı kurulmuştur. Pers
İmparatorlarından Kserkses’ in M.Ö. 480 de çıktığı Yunan seferinde, bu satraplıktan da
asker toplanmıştı. Ünlü tarihçi Heredot da bu seferden söz ederken, Ermenileri Frigyalı
olarak tanımlanmıştır. Ermeni satraplığında o dönemde Muşki, Taberin ve Maerin
topluluklarının yaşadıkları Heredot tarafından tespit edilmiştir.
M.Ö. III. yüzyılda bölgeye Selökidler ve II. yüzyılda Persler egemen olmuşlardır. II.
yüzyıl ortalarından itibaren bölge Romalılarla Persler arsındaki yoğun mücadelelere
sahne olmuştur. Romalılar, bölgeye yaptıkları seferler sonucunda geçici olarak
egemenlik kurabilmişler, ancak sık sık bölge halkının direnişleriyle karşılaşmışlardır
Bizans Döneminde Erzurum
Roma İmparatorluğunun M.S. 395’ de ikiye ayrılması sonucunda kurulan Doğu Roma
İmparatorluğu döneminde, Erzurum ve çevresi bu İmparatorluğun egemenliği altına
girmiş, ancak Doğu Roma egemenliği sürekli olamamıştır. M.S. 395’ den VII. yüzyılın
sonlarına kadar bölge üzerinde Bizans ile Sasani Devletinin mücadeleleri olmuştur.
M.S. 408 – 450 yılları arasında Bizans İmparatoru olan ikinci Teodosious zamanında,
Erzurum ve çevresi işgal edilmiş ve İmparatorun komutanlarından Anatolius tarafından
bugünkü Erzurum şehrinin bulunduğu yerde bir tepe üzerine, bugünkü Erzurum kalesi
inşa ettirilmiştir. O zamana kadar Kalikala olarak adlandırılan Erzurum şehri, bu
tarihten sonra İmparatorun adına izafeten Teodosiopolis şeklinde isimlendirilmiştir.
Şehir ve çevresi 504 yılında İran’dan gelen Sasani’lerin eline geçmiş, ancak kanlı
çarpışmalardan sonra, Bizanslılar şehri tekrar geri almışlardır. 530 yılında Erzurum
Kalesi İmparator I. Anastas tarafından tahkim ettirilmiştir.
M.S. 572 yılında Nuşirevan komutasındaki Sasani ordusu, Erzurum Kalesini kuşatmış,
on yıl süren kuşatma sonucunda, Sasaniler şehri ele geçirememişlerdir.
M.S. 590’ da şehir yine Sasanilerce kuşatılmıştır. Bu kez, Bizanslılar ağır şartlarla bir
antlaşma yaparak şehri kurtarabilmişlerdir.
M.S. 610’ da Erzurum, bütün çevresi ile birlikte Sasanilerin kuzeydeki düşman Hazarlar
ile antlaşma yaparak, onların Sasaniler üzerine yürümesini sağlamış ve sonuçta
Erzurum ve çevresi tekrar Bizans'ın eline geçmiştir.
Selçuklular Döneminde Erzurum
Selçukluların bölgede ilk olarak belirmeleri XXI. Yüzyılın başlarına rastlar. Bizans yönetiminin
yöre halkına iyi davranmaması nedeniyle bozulan idari ve siyasi ortam, Selçukluları küçük
topluluklar halinde bölgenin muhtelif kesimlerine yerleşmelerine imkân sağlamıştır. Selçuklular
tarafından Erzurum ve çevresine yöneltilen ilk askeri hareket 1048 yılında gerçekleştirilmiştir.
Büyük Selçuklu Sultanı tarafından Erzurum ve çevresini fethetmekle görevlendirilen Azerbaycan
valisi İbrahim Yanal ve Gence valisi Kutalmış Beyler, Eleşkirt üzerinden Pasinler ovasına inmiş
ve oradan Erzurum üzerine yürüyerek, Erzurum kalesini kuşatmışlardır. Ancak, kuşatmanın uzun
süreceğini gördüklerinden Erzurum Ovası’nın batı bölümünde yer alan zengin Erzen şehrine
yönelmişlerdir. 6 gün süren bir kuşatmadan sonra Erzen Selçuklu ordusu tarafından ele
geçirilmiştir. Erzen halkı, Teodosiopolis olarak isimlendirilen bugünkü Erzurum şehri kalesine
sığınmak zorunda kalmıştır. Erzen şehri bu kuşatmadan sonra yıkılıp yakılmış ve bir kez daha
imar edilmeyerek metruk bir şehir halini almıştır. Bu yıkımdan sonra şehre Kara Erzen denilmeye
başlanmıştır. Bu sözcük, halk dilinde zamanla Karaz şeklinde telaffuz edile gelmiştir.
Selçukluların Erzurum üzerine düzenledikleri ikinci büyük sefer, 1054 yılında Büyük Selçuklu
Hükümdarı Tuğrul Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. Ordusuyla Pasinler Ovasına geçen Tuğrul
Bey, Erzurum’a gelmiş ancak Erzurum kalesinin surlarını aşamayacağını anlayarak kuşatmadan
vazgeçmiştir. Bu tarihten, Anadolu’nun kapılarını Türklere açan ve Doğu Anadolu’ da kesin Türk
hâkimiyetini getiren günlerin müjdecisi olan Malazgirt zaferine kadar, Selçuklular tarafından
Erzurum üzerine askeri bir sefer düzenlenmemiştir.
1071 Malazgirt zaferinden sonra, Erzurum ve çevresi büyük Selçuklu Sultanı Alparslan
tarafından Eblul Kasım’ a verilmiştir. Eb–ul Kasım, Melik Danişment Ahmet Gazi ve Emir
Mengücek gibi, Doğu Anadolu’nun fethi için Büyük Selçuklu Sultanı tarafından görevlendirilen
ve yaralı hizmetleri olan bir Selçuklu komutanı idi. Erzurum’ da kurulacak ve sonradan Eb- ul
Kasım’ın torunlarından birisi olan Saltuk Bey’ in adı ile anılacak olan beyliğin kurucusu olan
Eb – ul Kasım, yörenin Selçuklu egemenliğine girmesi yönünde büyük çabalarda bulunmuştur.
Merkezi Erzurum olan Saltukoğulları Beyliğinin sınırları içine zamanla Bayburt, İspir, Koçmaz,
Micingirt, Oltu ve Tercan gibi önemli kale ve yerleşim yerleri dahil edilmiştir.
Eb–ul Kasım’ ın 1102’ de ölümünden sonra, beyliğin başına Ali ve İnanç Beygu isimli iki
oğlundan Emir Ali geçti, Emir Ali’nin Selçuklu Sultanı Melik şah’ ın ölümünden sonra oğulları
arasında çıkan taht kavgasında Sultan Tapar’ın yanında yer aldığı ve Sultan Tapar’ ın Selçuklu
Devletini ele geçirmek için Silvan üzerine yaptığı seferde Emir Ali’nin de bulunduğu
bilinmektedir. Bu arada Türkler arasındaki iç mücadelelerden yararlanmak isteyen Gürcü Kralı
David, 1116’da Erzurum önlerine kadar gelmiş, ancak şehir önlerinde yapılan iki çarpışmadan
sonra, şehri muhasara etmekten vazgeçerek geri dönmüştür.
Gürcülerin Doğu Anadolu’daki Türk yerleşim bölgelerini tehdit altında bulundurmaları, Merkezi
Konya’ da kurulmuş olan Anadolu Selçuklu Devletini rahatsız ediyordu. Bunun üzerine harekete
geçen Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin Süleyman Şah, 1201 yılında Doğu Anadolu'daki
küçük Türk Beyliklerine son verdi. Aynı tarihte Erzurum ve çevresi de Anadolu Selçuklu
hâkimiyeti altına girdi. Rükneddin Süleyman Şah, Erzurum ve çevresini Mugisiddin Tuğrul Şah
isimli kardeşine vermiştir. Böylece yaklaşık 130 yıl süren Saltukoğulları dönemi sona ermiş
oluyordu. Anadolu Selçukluları döneminde Erzurum ve çevresi üzerindeki Gürcü baskısı büyük
ölçüde kalkmış ve şehir, Anadolu’nun en gelişmiş şehirlerinden birisi olmuştur.
Mugisiddin Tuğrul Şah’ın 1225’ de ölümü üzerine yerine oğlu
Rükneddin Cihan Şah geçmiştir. Erzurum'daki Selçuklu Beyliğinin,
kuzeyde Gürcülerle ve Trabzon’ da yeni kurulmuş olan Rum
İmparatorluğu ile komşu olması, bu Beyliğin Anadolu Selçukluları
açısından önemini artırmaktaydı. O dönemde Anadolu Selçuklu Sultanı
olan Alâeddin Keykubat, devletin güvenliğini pekiştirmek için beyliklere
son veriyor ve Anadolu’daki Selçuklu hâkimiyetini güçlendiriyordu. Bu
amaçla, 1228’ de Erzurum’ u almak üzere harekete geçti. Bunun üzerine
telaşa kapılan Rükneddin Cihanşah, o sırada Ahlat’ ı kuşatmış olan
Celaleddin Harzemşah’tan destek sağladı. Alâeddin Keykubad’ın
Harzemlilerle barış yapma çabaları sonuç vermeyince, iki devletin
ordusu, 1230’ da Yassı çemen’ de karşı karşıya geldi. Bu savaşta
Erzurum’ un Selçuklu Beyi, aynı zamanda amcası olan Alaattin
Keykubat’ a karşı, Celaleddin Harzemşah’ ın yanında yer aldı. Savaşta
Selçuklu ordusu galip geldi ve Cihanşah tutsak edildi. Bu savaş aynı
zamanda Harzemliler Devletinin de sonu oldu. Savaştan sonra, Selçuklu
ordusu Erzurum'a yürüdü ve çarpışma olmaksızın şehir ele geçirildi.
Bundan sonra Erzurum şehri, Anadolu Selçuklu Devleti için önemli bir
askeri üs vazifesi gördü.
Osmanlılar Döneminde Erzurum
Erzurum ve çevresinin Safevi Devletinin etki alanı içinde kalması sadece 15 yıl sürdü. Osmanlı
Padişahı Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinden dönüşte Kars ve Pasinler üzerinden Erzurum’ a
geldi ve şehir çevresi 1517 yılında Osmanlı topraklarına katıldı. Yüzyıllar boyunca şehrin
kaderine hâkim olan kargaşa, yerini Osmanlı Devletinin, huzur ve sükun dolu yönetimine terk
etmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında Erzurum kalesi tahkim edildi ve şehir baştanbaşa imar
edildi. Kanuni’nin birincisi 1534, ikincisi 1548 yıllarında İran üzerine düzenlediği seferlerde,
Erzurum şehri, Osmanlı ordusuna önemli bir askeri üs vazifesi gördü.
Kanuni, İran seferinden dönüşte (1535) Dulkadirli Mehmed Han’ı Erzurum Beylerbeyliğine tayin
etti. Erzurum şehri ise o dönemde beylerbeyliğine bağlı bir sancak durumundaydı. Erzurum
Beylerbeyliğinin sınırları, kuzeyde Doğu Karadeniz Dağlarından Ordu’daki Bolaman Deresine
batıda Reşadiye, Zara, Koçhisar ve Kemah’ a, güneyde Pülümür, Kiğı ve Malazgirt’ e doğuda
Tahir Geçidi ve Pasin Ovasına kadar uzanan bölgeleri içine almaktaydı. Erzurum Sancağı da 10
nahiyeden müteşekkildi. Bunlar, Erzurum Merkezi, Karaz, Geçik, Tekman, Karaş–kali, Aşkale,
Serçeme, Cinis, Çermeli ve Ovacık nahiyeleriydi.
Kanuni Sultan Süleyman’ ın ikinci İran seferinde (1548)beylerbeyliğinin sınırları daha da
büyütüldü ve kuzeydeki Gürcü kalıntıları ortadan kaldırıldı.1552 yılında şehir İranlılar tarafından
ele geçirilmek istendi, Erzurum Beylerbeyi İskender Paşa komutasındaki beylerbeyi ordusunun
yenilmesine rağmen, Erzurum kalesi İranlılara teslim edilmedi. Artan İran baskıları karşısında
Kanuni Sultan Süleyman 1553 yılında İran üzerine yeni bir sefer düzenledi, sefer dönüşü (1554)
Erzurum’ a gelerek şehrin yıkılan kalesini tamir ettirdi.
1853 – 1856 Kırım savaşı sırasında şehrin etrafındaki tabyalar, Ruslardan gelebilecek
tehlikelere karşı tahkim edildi ve yeni tabyalar yapıldı. 1855 yılında Kars’ ın Ruslar
tarafından işgali, Erzurum’ un Rus tehlikesine karşı daha iyi tahkim edilmesi gereğini
bir kez daha ortaya koydu. Bu gayeyle, 1865’ den 1877’ ye kadar geçen 12 yılda,
Erzurum halkının da yardımlarıyla Aziziye Tabyalaları, şehir etrafındaki istihkâmlar ve
diğer kışla ve tabyalar inşa edildi.
Osmanlı Devletinin Balkanlarda çıkan karışıklıklarla uğraştığı bir sırada, Ruslar 1877
yılında Balkanlar ve Doğu Anadolu üzerinden bir kez daha Osmanlı topraklarına
tecavüz etti. Gazi Ahmed Muhtar Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Rus ordusunun
birbiri ardına Halyaz ve Zivin meydan savaşlarında yenilgiye uğrattı. Ancak, bu
savaşlarda Türk ordusu da büyük kayıplar verdiğinden Erzurum tabyalarına çekilmek
zorunda kaldı. Ruslar Gürcü Boğazını ele geçirerek, Erzurum’ u kuzeyinden baskı altına
almaya muvaffak oldular. Rusların batı cephesinde Yeşilköy önlerine kadar ilerlemeleri,
Osmanlı Devletini Doğu cephesinde taviz vermek zorunda bıraktı. Yapılan bir
antlaşmayla, Osmanlı ordusu Bayburt ve Erzincan’ a çekildi. Erzurum ise, kışlamak
üzere Rus ordusuna terk edildi. Böylece, Erzurum bir kez daha Ruslar tarafından işgal
edildi.
3 Mart 1878’ de imzalanan Ayestefanos Antlaşmasıyla Ruslar Erzurum’u terk ettiler.
Daha sonra Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878 ) ile Erzurum’ un kuzey doğusunda
bulunan Artvin, Batum, Otu, Şenkaya, Olur Ardahan, Kars ve Sarıkamış savaş tazminatı
olarak Ruslara bırakıldı. Böylece, Rus sınırı Erzurum’ un 105 km. doğusuna kadar
yaklaşmıştı. Bu durum, şüphesiz Erzurum için büyük bir tehdit oluşturmaktaydı.
GÜNÜMÜZDE ERZURUM MANZARALARI
PALANDÖKEN
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
HAVUZBAŞI
CUMHURİYET CADDESİ
CUMHURİYET CADDESİ
KALEDEN ERZURUM’A BAKIŞ
TEBRİZ KAPI
ERZURUM’UN GELENEKSEL
BAR-GÜREŞ VE CİRİT OYUNU
ERZURUM’UN
TARİHİ ESERLERİ
ERZURUM KALESİ
VE
KALE MESCİDİ
Yaklaşık 2000 m. yükseklikte bir tepe üzerinde inşa edilmiş olan iç kale
5. yüzyılda Roma İmparatoru Theodosius tarafından yaptırılmıştır.
Tarih boyunca Asurlular, Sasaniler, Persler, Araplar, Romalılar ve
Bizanslılar arasında sık sık el değiştiren Erzurum Kalesi, 11. yüzyılda
Türklerin eline geçmiştir. Son zamanlara kadar Türkler tarafından kışla
olarak kullanılmıştır. Kale Mescidi ve saat kulesi Türk mimarlığının ilk
örnekleri olmaları bakımından önem taşırlar.
Tepsi Minare olarak da adlandırılan kule Ortaçağ'larda gözetleme kulesi
olarak kullanılmıştır. Osmanlı mimarisinin Barok Çağında saat kulesine
çevrilmiştir. 1124-1132 yılları arasında hüküm süren Abu'l
Muzafferüddin Gazi tarafından yaptırılmıştır. Tek büyük bir kubbe ile
örtülen mescid geleneksel Türk mimarisinin özelliklerini taşır.
İç Kale içerisinde kalenin güney sur duvarlarına bitişik yerde bulunan
mescit, 1132-1134 yılları arasında Saltuklu hükümdarı Abdul
Muzafferuddin Gazi tarafından yapılmıştır. Dikdörtgen planlı mescidin iç
düzenlemesi mihraba paralel iki sahındır. Girişte çapraz tonoz, mihrap
önünde ise mukarnaslı kasnaklara oturan kubbe ile örtülüdür. Her iki
örtünün doğu ve batısı beşik tonozlarla genişletilmiştir. Mihrabı, yarı
dairesel planlı burcun içerisine yerleştirilmiş, yalın bir bezemeye sahiptir.
Düzgün kesme taşla inşâ edilen mescidin kubbeli bölümü dıştan yüksek
kasnaklı ve külâhlı bir örtüyle kapatılmıştır. 12.yüzyılın ilk yarısında
Saltuklular tarafından yaptırılmıştır.
Evliya Çelebi, seyahati sırsında (1610) bu mescitte cemaat
bulunmadığını yazmaktadır.
ÜÇ KÜMBETLER
Erzurum Çifte Minarenin güneyinde, Sultan Melik Mahallesinde bulunan
ve bugün ortadan kalkmış olan mezarlığın içerisinde yer alan ve
Anadolu’daki mezar anıtlarının en güzel örneklerinden, Üç Kümbetler
ismi ile tanınan üç kümbetten en büyüğünün Emir Saltuk’a ait olduğu ve
XII.yüzyılın sonlarında veya XIV.yüzyılın başlarında yapıldığı
sanılmaktadır.Diğer kümbetlerin kime ait oldukları bilinmemektedir.
Bunların da XIV. Yüzyıla ait oldukları sanılmaktadır. Üç Kümbetlerin
yanında kümbeti andıran bir diğer yapının mahiyeti
anlaşılamamışdır.Bunun da kümbet olduğu ileri sürülmüşse de bazılarına
göre de bir mescittir.
Kesme taştan yapılmış olan bu kümbet sekizgen gövdeli, yüksek
kasnaklı ve üzeri kubbe ile konik karışımı basık bir külahla örtülüdür. İki
renkli kesme taştan yapılan kümbetin üçgen alınlıklarında, yuvarlak
kemerli kasnak nişlerinde Orta Asya takvimlerinde görülen burç
figürlerini andıran boğa, yılan, yarasa, kartal gibi hayvan kabartmaları
bulunmaktadır.
Buradaki nişlerden birisinin içerisindeki boğa boynuzları arasında bir
insan başının benzerine diğer yerlerde rastlanmamaktadır.
ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE
Çifte Minareli Medrese Anadolu Selçuk Sultanı
Alaeddin Keykubad'ın kızı Hundi Hatun tarafından
yaptırılmış olan Sivas'da bulunan bir tarihi yapı. Açık
avlulu medreselerin Anadolu'da en büyük örneğidir.
Cephede, taçkapı formundan çok çeşme nişleri ile
yarım yuvarlak iki payanda vardır. Taçkapının iki
yanında yükselen silindirik minareler tuğla ve moazaik
çiniler ile süslenmiştir. Taçkapıyı çeviren bitki
süslemeleri kalın silmeli panoların içindeki ejder,
hayatağacı, kartal motifleri cephenin en gösterişli
bölümüdür. Doğudaki tamamlanmış hayat ağacı ile
kartal motiflerinin bir arma olmaktan çok Orta Asya,
Türk inanışına kadar uzanan gücü ve ölümsüzlüğü dile
getirdiği düşünülür.
LALA PAŞA CAMİ
Cumhuriyet Caddesi’nde, Yakutiye
Medresesinin doğusunda bulunan Lala Mustafa
Paşa Camisi Kıbrıs fatihi Lala Mustafa Paşa
tarafından Erzurum’da Beylerbeyi olarak görev
yaptığı sırada 1562 yılında yaptırılmıştır. Cami
Mimar Sinan’ın eseridir. Lala Mustafa Paşa
caminin yanında saray ve bir de sübyan
mektebi yaptırmış ancak, bunlar günümüze
ulaşamamıştır.
ERZURUM ULU CAMİ
Erzurumun en büyük camisi olan Ulu Cami de Cumhuriyet
Caddesi üzerinde, Çifte Minareli Medrese`nin hemen yanında
yer alıyor. Ulu Caminin bir diğer adı Atabey Cami'dir. 1179
yılında Saltuklu hükümdarı Nasrettin Muhammed tarafından
yaptırıldığı sanılan 827 yaşındaki bu cami, en son 1965`te
onarımdan geçirilmiş.
Camiden çıkarken şehrin eski surlarını ortaya çıkarma ve
onarma faaliyetlerine tanık oluyoruz. Bu bölge eskiye nazaran
biraz daha düzenlenmiş. Çifte Minareli Medrese`nin ve Ulu
Cami`nin görünümünü ortaya çıkaracak şekilde etrafta
yıkımlar yapılmış.
Bu Cami Sultan IV.Murad zamanında yiyecek deposu olarak
kullanılmıştır. Camideki kitabelerden anlaşıldığına göre
değişik tarihlerde beş kez onarılmıştır. Erzurum Valisi
Hüseyin Paşa 1639’da, Ali Efendi 1826’da camiyi onarmış,
bunu 1858, 1860 yıllarında yapılan onarımlar izlemiştir.
YAKUTİYE MEDRESESİ
Medrese taçkapısında bulunan kitabeye göre,
İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcayto zamanında
Gazanhan ve Bolugan Hatun adına, Cemaleddin
Hoca Yakut Gazani tarafından Hicri 710 (milâdi
1310) yılında yaptırılmıştır.
Türkler'in Anadolu'ya gelişlerinden hemen sonra
başlayan Anadolu'yu değişik amaçlı mimarî
eserlerle donatma çabası bütün tarihi olaylara
rağmen devam etmiş ve Selçuklu Dönemi
geleneksel mimarî tarzı Yakutiye Medresesi'nde de
sürdürülerek anıtsal bir yapı ortaya çıkarılmıştır.
AZİZİYE TABYALARI VE
NENEHATUN’UN MEZARI
Aziziye Tabyası, 1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşı'nda (93 Harbi)
kahramanca çarpışmalara sahne olmuş tabyadır. Erzurum ilinin sınırları
içerisinde yer alan Top Dağı'nın eteklerindedir ve güneyden kuzeye üç
tanedirler. Tabyalar C şeklinde bir plan üzerine yerleştirilmişlerdir. Kars
yolunun geçtiği Hamam Deresi'ni tutmak amacıyla yapılmışlardır.
Aziziye tabyasında denilince akla Nene Hatun gelir.7 Kasım 1877
gününün gece yarısında, bölge halkından olan Osmanlı vatandaşı Ermeni
çeteleri Erzurum'un Aziziye Tabyası'na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı
koruyan Türk askerlerini öldürdüler. Arkadan gelen Rus askerleri, hiçbir
mukavemetle karşılaşmaksızın tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı
olarak kurtulmayı başaran bir er, şehir merkezine ulaşıp kara haberi
Erzurum'lulara ulaştırdı. Sabah ezanından hemen sonra minârelerden
şehir halkına duyuru yapıldı. "Moskof askeri Aziziye Tabyası'nı ele
geçirdi." Bu haber, Erzurum halkı tarafından, vatan savunması için emir
telakki edildi. Silâhı olan silâhını, olmayanlar; balta, tırpan, kazma,
kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya'ya doğru koşmaya başladı.
Kadın - erkek tüm Erzurum halkı yollara dökülmüştü. Koşanlar arasında,
erkeği cephede çarpışan bir tâze gelin de vardı.
Ağabeyi bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can
vermişti . Üç aylık bebeğini emzirmiş, "Seni bana Allah verdi. Ben de
O'na emânet ediyorum." Diyerek vedâlaştıktan sonra birkaç saat önce
ölen ağabeyinin kasaturasını alarak sokağa fırlamıştı. Erzurumlular,
ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası'na doğru koşuyordu.
Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön
sıradakiler o anda şehit oldular. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha
bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi.
Boğaz boğaza bir savaş başladı. Mükemmel silâhlarla donanmış Moskof
ordusu, baltalı - tırpanlı, taşlı - sopalı eğitimsiz halk karşısında ancak
yarım saat tutunabildi. 2300 Moskof öldürülüp, Tabya geri alındı.
Türkler, 1000 kadar şehit vermişlerdi.
Hemen yaralıların tedâvisine başlandı. Nene Hâtun da yaralılar
arasındaydı. Fakat o yarasına aldırmıyor, evindeki bebeğini unutmuş,
diğer yaralıların kanını durdurabilmek, yaralarını sarmak için
çırpınıyordu. Nene Hâtun böyle bir ortamda tanındı ve saygı ile sevildi.
O'nun, vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman Erzurum'dan
kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum'un her karış toprağında cephâne
taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak,
hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın
zaferinde Nene Hâtun'un ve O'nun vatan aşkını paylaşan sivil insanların
da payı vardı.Savaştan sonra da Nene Hâtun, destan kahramanlarına
yaraşır bir asâletle yaşadı. Nene Hatun o günleri özetle şöyle anlatmıştır:
Ağabeyim Hasan cepheden ağır yaralı olarak bir gece önce eve gelmişti.
Bir yandan ona bakarken, bir yandan da 3 aylık çocuğumu
emziriyordum. Kardeşim o gece kollarımın arasında öldü. Sabaha karşı
minarelerden 'Moskof Aziziye'ye girdi' diye haykırışlar başlayınca,
kardeşimin alnını öpüp, 'Seni öldüreni öldüreceğim' diye and içtim.
Yavrumu Allah'a emanet ettikten sonra, ağabeyimin tüfeğini ve satırımı
alıp dışarı fırladım. Sel gibi Aziziye'ye akıyorduk. Tabyanın
mazgallarından düşman ölüm yağdırıyordu. Düşmanda iyi silah vardı,
bizde de iman. İleri atıldım. Dadaşlar arasına karıştım. Satırım durmadan
kalkıp iniyordu. Kendisini ziyâret eden NATO'da görevli Amerika'lı
subayın bir sorusuna: "O zaman vazifemi yapmıştım.
Bu gün de ilerlemiş yaşıma rağmen aynı hizmeti, daha
mükemmeliyle yapacak güç ve heyecana sahibim." cevabını
vermişti.