Ağustos 2014 Öğrenci teşkilatı olan MTTB’de 1975 yılında verdiğim seminerden biri olan;EMPERYALİZM VE PETROL’ü iki bölüm halinde önceki konularımız içinde yayınlamıştık. O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise,

Download Report

Transcript Ağustos 2014 Öğrenci teşkilatı olan MTTB’de 1975 yılında verdiğim seminerden biri olan;EMPERYALİZM VE PETROL’ü iki bölüm halinde önceki konularımız içinde yayınlamıştık. O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise,

Slide 1

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 2

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 3

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 4

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 5

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 6

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 7

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 8

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 9

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 10

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 11

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 12

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 13

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 14

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 15

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 16

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014


Slide 17

Ağustos 2014

Öğrenci teşkilatı olan
MTTB’de 1975 yılında
verdiğim seminerden biri
olan;EMPERYALİZM VE
PETROL’ü iki bölüm halinde
önceki konularımız içinde
yayınlamıştık.

O yıllarda verdiğim BANKA isimli seminer ise, kitap halinde meraklısının
kütüphanesinde yerini aldı. O, burada yer alamayacak kadar kapsamlı.
Bugünlerde Konya MTTB’nin
“AYASOFYA İBADETE AÇILSIN”
kampanyasını görünce
(katkı olması için)
1975’de MTTB’de verdiğim,
AYASOFYA CAMİİ DAVAMIZ
seminerinin teksir notlarının bir
kısmını (yeni formatla)
sizlerin istifadesine sunuyorum.

BAŞLARKEN

NOT:
Kullanılan
kelimelerin, kurulan
cümlelerin 1975’e ait
olduğu dikkate
alınarak okunmalıdır.

Bir milletin geleceği, geçmişi ile yakından alâkalıdır. Bu alâkayı ise, ancak tarih
bilgisi sağlayabilir. Bizlere atalarımızdan miras kalan emanetlerin, milli kültürün
tam olarak korunabilmesi için, tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi şarttır. Çünkü,
onlarla varlığımızın devamı sağlanacaktır.
Milli tarihimiz, milletimizin mazisini gösteren aynadır. Mazi de hangi yollardan
hareketle ilerlediğimizi, parlak günler yaşadığımızı; hangi hatalı yollara girerek
gerileyip, kara günler geçirdiğimizi, bize o gösterir. Kara günlerin bilinip aynı
hatalara düşmemek, ancak tarihimizin bütün yönleriyle bilinmesi ile mümkündür.
Gelecek günlerin yolu ancak böyle çizilebilir… Tarih dünü aydınlatır, bugünü
anlamamıza yardım eder, gelecek için yol gösterir.
Bugün içinde bulunduğumuz aşağılık kompleksinden kurtuluşun tek yolu,
milli tarih şuurunun kazanılmasıdır. Şunu unutmayalım ki; tarihini bilmeyen
milletler şahsiyet kazanamazlar ve istikbale ümitle bakamazlar. Milli tarih şuurunu
ise, ancak maarif ve milli gençlik ayakta tutulabilir. Maalesef, bizim maarifimiz de
milli tarihimiz henüz tam ve doğru olarak yer almamıştır… Bu görev; ailelere, milli
teşkilatlara düşmektedir.
Türk Tarihi’nin bütün sayfaları zaferlerle dolu değildir. Yapılmış hataların
yanında; isteyerek ve bilerek yapılmış ihanetler de vardır. Bizim için en önemlisi,
ihanet sahiplerinin bilinmesidir. Zira, bu hainler kasıtlı olarak kahramanlaştırılıp,
putlaştırılmış… Maskelerinin düşürülmesi gerekiyor.
Elinizdeki bu küçük kitapçık; hainlerin, İslâm düşmanlarının, Garp uşaklarının
Ayasofya Camii etrafında döndürdükleri dümenleri sizlere kısaca takdim edecektir.
İnancımız odur ki; Türkiye, tarihini iyi bilen, değerlendiren Milli Gençlik’in
omuzlarında yükselecektir…
Ne mutlu Allah’a (cc) inanan o gençliğe.

M.T.T.B.
Milli Türk Talebe Birliği

Ey İslâmın nûru, Türklüğün gururu
Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş,
Neden böyle bir hoşsun?..
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta Maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar!..

MİMARİ TARİHÇE

AYASOFYA

Bundan 1600 sene kadar önce yapılmış ve
532 de bulunduğu mahalle ile birlikte tamamen
yanan, ahşap Saint Sofi yerine, sonradan Bizans
kralı Jüstinyen’in emriyle Ayasofya Kilisesi
yaptırılmıştır…
İstanbul’un fethinden evvel, zamanın Bizans
kralı, Edirne’de oturan 2. Murad Han’dan,
Ayasofya’nın tamiri için yardım talep etmiştir.
Bu istek üzerine Osmanlı mimarı Ali Neccar,
Bizans’a gönderilmiştir. Müslüman mimar gerekli
tamir işlemlerini yaparken, kubbeye destek olsun
diye bir de kaide yapar. İleriyi gören bu mümtaz
mimarın yaptığı kaide, aslında minare kaidesidir.
Fetihten hemen sonra, ilk minare bu kaide
üzerine inşa edilmiştir…

Fatih Sultan Mehmed Han, 01.06.1453’de
Bizans’ın Ayasofya’sını camiye çevirtir. Mimar
Sinan’a emir vererek, gerekli tamir ve tadilatlara
başlatır. Mimar Ali Neccar’ın yaptığı kaide
üzerine biri olmak üzere, iki muhteşem minare
inşa edilir… Daha sonraları 2. Sultan Selim
zamanında, yine mimar Sinan tarafından iki
minare daha yapılarak, minare sayısı dörde
çıkarılır. “Bu minarelerin kaideleri aynı zamanda,
kubbenin çökmemesi için destek” yerine
geçmektedir.
2.Sultan Selim’den sonra, 3. ve 4.Sultan
Murad ve 3.Sultan Ahmed zamanlarında da tamir
ve tadilatlara uğrayan Ayasofya Camii, yapılan
birçok ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Caminin
etrafı; güzel bir kütüphane, şadırvan, Sübyan
Mektebi, imaret, fırınlar, mutfaklar, kilerler ile
donatılmıştır. Ayasofya, Müslümanlar elinde o
kadar çok tadilata uğramıştı ki, Jüstinyen gelse
onu tanıyamazdı. Türk mimarisinin tamir ve
tadilatı, Ayasofya’yı; Türk san’at abidesi yapmış
ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
Müslüman Türk, onu ibadet yeri ve fethin
sembolü olarak bugünlere kadar yaşattı. Yoksa
müze olsun Müslümanlar içeriye bilet alarak
girsinler veya Hıristiyanlar, “müze oldu, artık
namaz kılınmıyor” diye sevinç salyalarını
akıtsınlar diye değil…

BEŞYÜZ SENELİK BEZMİNE ERMEKTİ ÜMİDİM,

ÇÖLLER GİBİ ISSIZ, SENİ BEN GÖRMELİ MİYDİM?

AYASOFYA CAMİİ
Ayasofya!...

AYASOFYA

CAMİİ

Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın,
İstanbul’un fethinden hemen sonra, Ayasofya’da
kılınan Cuma namazından itibaren, 500 senelik
zaman aralığında Ayasofya cami olarak
kullanılmıştır. Göğe uzanan minareleriyle, her
gün İstanbul semaları ALLAHÜEKBER sesleriyle
inlemiştir. Ve Ayasofya, cami olarak hakiki
şahsiyetine kavuşmuştur. O günden ‘puthaneye’
çevrilinceye kadar, milyonlarca el, Allah’a
açılmış: “Yarabbim! Bu toprakları, Müslümanları
koru” diyerek dua edilmiştir.
Cepheden Müslüman Türk’ü yıkamayacağını
anlayan Hıristiyan alemi, taktik değiştirip, bizi
içerden ele geçirmeye çalışmış ve bu yolda da
hayli yol almıştır. Onların kazandığı zaferlerinden
biri de (Bizce en önemlisi) Ayasofya Camii’nin
ibadete kapatılmasıdır…
Böylelikle, içimizdeki ajanların İslâma olan
düşmanlıkları, cami düşmanlığı şeklinde
Ayasofya’da sembolleşmiştir…

Şu muhteşem minberde,
binlerce erin, binlerce gazinin
baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?

Seni bu hale koyan kim?...
Hani gönülden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan
Kur’ân sesleri?

AYASOFYA’NIN ÖLÜMÜ
Ayasofya’nın cami olmasını Hıristiyan alemi,
bilhassa Yunanlılar hiç mi hiç istemediler. Onun
minarelerinden okunan ezanlar, dalga dalga
yayılıyor; sanki Patrikhaneye, Yunanistan’a,
Avrupa’ya etki ediyordu… Gök kubbede yankılar
yapan her “Allahuekber” Megola-İdea’nın çanına
ot tıkıyor, Müslümanlara fetihi hatırlatıyordu.
Avrupa’daki haçlı ruhu, Siyonist teşkilatların
içimizdeki ajanları masonlar, İngiliz Entelicens
Servisi’nin yerli kuklaları, Fener Patrikhanesi,
ticaretimizi ellerine geçiren azınlıklar hiç boş
durmadılar… Büyük Ada’da, bir gecede toplanan
milyonlar, Lozan konferansları, Robert-Sen Josef
gibi kolej mezunları ile yürütülen faaliyetler
Ayasofya Camii’ne sıkılan kurşunlar oldu…
Tabanca ise, zamanın “devrimbaz hükümeti”ydi.

Biraz gerilere gidelim ve yakın tarihimizin
unutturulmak istenen İHANETLER OYUNUNUN
birkaç sahnesinin perdesini aralayalım.
Sahne: Bulgaristan’ın baş şehri Sofya
Bölüm: Bizans Eserlerini Koruma
Cemiyeti’nin kongresi
Konu: Ayasofya Camii’nde ibadetin
yasaklanmasının temini
Aktörler: Hıristiyan aleminin temsilcileri ve
Başbakan İnönü’nün temsilcisi

AYASOFYA

CAMİİ

Ve sene 1933… Devrin Başbakanı İsmet
İnönü; 14.11.1933 tarihli ve 94041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Vakıflar Teşkilatı’na emir verir.
“Ayasofya, yanındaki vakıf dükkanları yıkılarak
müzeye çevrilecek…” Devrin vatansever Vakıflar
Teşkilatı, bu karara karşı çıkarsa da Tekşef(!)
24.11.1934 de 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya Camii’nde ibadeti yasaklar…

-----  ----Çağıdır ağlamanın Ey Ulu Mabed, ağla!
İntikam aldı Frenkler, seni ağlatmakla!...
-----  ----Ayasofya Camii’nin ölüm fermanı olan bu
karardan sonra, devrim yobazları, bir gecede

minarelerin yıkılması fikrini ortaya atmışlarsa da,
gerçekleştiremediler. Zira, Camii’nin minareleri
aynı zamanda ana kubbeyi desteklemektedir.
Minarelerin yıkılması halinde, bina çöker ve
Bizans gibi tarihe karışırdı. Destek duvarları
yapıp, minareler sonradan yıkılabilir ise de; bu
defa binanın hiçbir değeri kalmazdı… Ey koca
mimar Ali Neccar! Sen ileriyi görüp ona minare
kaidesi yaptın… Ey koca Mimar Sinan! Sen de
dört minareyle süs ve destek verdiğin Ayasofya
Camii’nin bu hale gelebileceğini mi gördün?..

-----  ----Nur içinde yatın.
-----  ----Hıristiyan aleminin haçlı seferleriyle
yapamadıklarını, zamanın emperyalistleri kukla
iktidarlarına yaptırdılar. Ve böylelikle, devrin
Başbakanı İnönü ve onun kabinesi, Ayasofya
Camii’ne vurulan kilidin anahtarı olmuşlardır…
Kabine kapatma kararını halka: “Ayasofya’yı
tamir edecek, Amerikalı uzmanların rahatça
çalışmalarını temin maksadıyla” alındığını ve
“geçici olduğunu” telkin etmeye çalışırken,
halkın infialine sebep olmamak için de, alınan
kararı Resmi Gazete’de neşretmedi… Netice?
Kapatılış o kapatılış… Lanet olsun sizlere.

HANGİ ELLER, SANA AKŞAMLARI, ZİNCİR VURUYOR?
YÜCE FERYADINI, KİMLER BOĞUYOR, SUSTURUYOR?...

AYASOFYA

CAMİİ

Sahne: İstanbul
Bölüm: Müze hadisesi
Konu: Ayasofya’nın tamiri yutturmacası
Aktörler: Bizans Enstitüsü üyeleri, yerli
Rumlar, hükümet üyeleri
Ayasofya Camii; ibadete kapatıldıktan sonra,
müze haline getirilmek üzere, merkezi
Amerika’da bulunan “Bizans Enstitüsü”ne
verildi. “Parası ve her türlü ihtiyacı karşılanıyor”
diyen devrim yobazları, camimizi Bizans
hortlaklarının ellerine terk ettiler… Masrafları
zengin Rumların finanse ettikleri bu teşkilat,
İstanbul “Balık Pazarı Rumları Cemiyeti”nden
temin ettikleri işçilerle camide İslâma ait ne varsa
imhaya giriştiler… Sıvaları kaldırıp Bizans
mozaiklerini ve Hıristiyan tasvirlerini çıkardılar.
Fırınlarca sıcak ekmeği, sıvalara yapıştırarak
yaptıkları bu ameliye de nemden ve buhardan,
kubbe ve kemerlerin çürümesine sebep oldular…
Her biri mimari şaheser İslâma ait ne varsa,
imhadan nasibini aldı. Sadece kapıdan
çıkaramadıkları büyük bakır levhalar, mermer
eserler ve diğer benzerleri, imhadan kurtuldu…

Sen, ne alemleri gördün, ne ömürler
sürdün… Batı dünyasına dehşet
saçıyorken, daha dün… Gizli kurşunla,
habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada
karşında; düğün!..

Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rü’ya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?

Bu çalışmaların aslı, Bizans ruhunun
canlandırılması olan Megola-İdeo’nın bir
çalışmasıydı. Ve öylece devam etti… Caminin
muhtelif yerlerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinden
toplanmış, Bizans’a ait muhtelif lahit parçaları,
taşlar, heykeller dolduruldu… Müze adına
camimiz “Puthane” yapıldı.
İslâm ordularının, İstanbul’un surlarına
dayandıklarında; hedefleri Ayasofya idi…
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine
mazhar olmak arzusu, onlara fetihi nasip etti.
İstanbul’u binlerce şehid kanına da mal olsa
fethedip, Ayasofya’yı cami yaparak, hakiki
hüviyetine kavuşturan Fatih Sultan Mehmed Han,
İslamın mührünü İstanbul’a basmıştı. Fatih’in
vasiyetini ve binlerce şehidin kanını hiçe
sayarak, Ayasofya Camii’nin puthane yapılması,
ancak İngiliz locasına bağlı sahte Lozan
kahramanlarının yapabileceği hainlikti… Allah’a,
tarihe, millete, vasiyetnameye karşı işlenen bu
ihanetin faillerinin cenazeleri de, yine bir cami
önünden kaldırılması, ne garip tecelli…
Fetih ruhunun, Ayasofya Camii’nin katilleri;
sizlere lanet olsun.

Yabancı devletlerin işgalinde iken bile,
kapatılamayan ezan sesleri susturulamayan
Ayasofya Camii, bir imza ile ‘puthaneye’ çevrildi.
“Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti bu
Ayasofya Camii vakfının şartını bozanların
üzerine olsun.” (Fatih’in Vasiyeti’nden alıntı)

AYASOFYA

CAMİİ

Anadolu’nun matem tutan Camii!
Sabret… Anadolu, bu mikropları yenerek
DİRİLECEKTİR…

Uyanın… Ey yaşayan ölüler.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ?

Ayasofya Camii’nin dramı, müze olarak da
bitmedi… O, cami iken tamamen vakıfların
bakımı ve kontrolünde idi. Vakıf şartlarına göre
90 müstahdemi vardı. Ya şimdi?... Birkaç bekçi
ile korunmaya çalışılıyor. Onlarda sadece bilet
kesmekle meşguller… Türk mimarisinin şaheseri
olan minber, yılların tozu ile inliyor. Sütunların
kubbe ile birleştiği yerlerde çatlaklar meydana
gelmiş… Sancakların yeşili, tozdan seçilemez
olmuş. Mimarlarımız Sinan’ın ve Davud Ağa’nın
yaptığı kıymetli eserler ihmal edilmiş, içten ve
dıştan yıkılmaya yüz tutmuş. Ayasofya Camii’ne
ayrı bir güzellik veren “sebil”i kiraya verilmiş,
bazı kısımları da Milli Eğitim Basımevi’ne kağıt
deposu olarak verilmiş… Bakımsızlıktan,
kubbelerden sızan yağmur suları sebebiyle
kütüphane kısmı kullanılamayacak hale gelmiş.
Kıymetli kitapların çürümemesi için Süleymaniye
Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve Ayasofya Camii
kütüphanesi kapatılmıştır… İşte Ayasofya Camii,
müze haline getirildikten sonra, vakıflardan
alınarak dört ayrı teşkilata devredilmesinden
meydana gelen mevzuat ve birbirini takip eden
ihmallerin neticesi…

Sahne: 1967 Türkiye’si
Bölüm: Ziyaret
Konu: Papa’nın Ayasofya’yı ziyareti
Aktörler: Papa 6. Paul, Tanzimat artığı laik
kafalı idarecilerimiz
1967 Temmuz Türkiye’si, şanlı tarihimize
haçlı kalemiyle yazılmış en acı hatıralar ve büyük
ihanetlere sahne oldu. Ayasofya Camii’mizle
yakinen alâkalı olan Papa’nın ziyaretinden de
bahsetmeliyiz. Devletimizin resmi bildirileri, bu
ziyaretin, turistik olduğunu açıkladı. Fakat;
ziyarette meydana gelen olaylar, bildirinin
tamamen aksi gelişti. Ve turizm adına, Müslüman
halkımızın nasıl aldatıldığı bir daha ortaya çıktı.
Memleketimizin ve dinimizin geleceği açısından
çok derin manalar ihtiva eden bu ziyaretin nasıl
yapıldığını hatırlayalım:
Gerek Hıristiyan aleminin, gerek misafir
hazretlerinin(!) davranış ve hareketleri gösterdi
ki, bu ziyaretin turizmle bir alakası yoktur,
olamazdı da. Çünkü: Papa gibi bir ruhani lider,
kendi memleketinde bile bu gibi mevzulara
şahsiyetini alet ettirmez ve basitlik kabul eder…

AYASOFYA

CAMİİ

Papa’yı Türk hükümeti davet etmiş değildi.
Resmen davetli olmayan bir devlet başkanı ile
hükümetlerin müşterek bildiri neşretmeleri
usulden değildir.
Papa, Türkiye’ye kendi dininin menfaatleri
için gelmiştir. Ne için ve kim için geldiğini de
hareketinden önce Roma’da açıklamış, Türk
hükümetine değil, Ortodoks aleminin merkezi
olan Kostantinopolis’e (Dikkat edelim…
İstanbul’a demiyor) gideceğini söylemiştir.
Ziyaretinin sebebi Katolik ve Ortodoks
cemaatlerinin gaye ve hedef birliğini temin
etmekten ibarettir. Bunun için Papa,
Athenagoras’a iade-i ziyarette bulunmak üzere
gelmiştir. Bin altıyüz seneden beri birbirlerine
düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki
husumetleri unutarak, barışmak ve birleşmek
çabaları, Türk milleti için hayati menfaatleri haiz
bir mesele midir ki, laik hükümetimiz iki kilise
liderini birleştirmek için seferber oluyor da,
bütün meclis Papa’yı Athenagoras’la beraber
karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor
ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misafir, bu ne
biçim karşılamadır? (Kaldı ki, resmi karşılamalar
Başşehirde yapılır. Cumhuriyet Türkiyesi’nde
isek, Başşehrimiz Ankara’dır ve bütün resmi
karşılamalar orada yapılmalıdır. Yok Bizans
ülkesinde isek, onun başşehri İstanbul’dur ve
karşılamanın orada yapılması gayet normaldir.
Bizler Tanzimat artığı idarecilerimizin neler
düşündüğünü elbette bilemeyiz…)

Papa’nın bu ani ve beklenmedik ziyareti,
Arap-İsrail harbinin akabinde ve Kudüs’ün
İsrail’e ilhak kararından hemen sonra olmuştur.
Ve Papa, bir Salı günü, saat onbir sıralarında
İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.
Aynı gün merasimle ve maiyetiyle Ayasofya’ya
giderek, diz çökmüş ve dua etmiştir. Dikkat
edilirse Fatih’de aynı gün, aynı saat ve aynı
şekilde şehre girmişti. Bu iki ayrı hadise arasında
böyle bir irtibat kurmak, ilk bakışta çok aşırı bir
şüphe gibi görünmekle beraber, Papa’nın
hareketlerinde bizi böyle bir şüpheye sevkeden
çok değil, pek çok derin mânâ ve ciddi sebepler
vardır. (Hatırlayalım) Rumeli Hisarı’nda Robert
Koleji’nin açılış merasiminde bir konuşma yapan
mektebin müdürü, büyük paralar verilerek, o
arsanın niçin satın alındığını ve mektebin neden
oraya kurulduğunu açıkça söylemişti.
Papa gibi, koyu bir Katolik olan mektebin ilk
müdürü, laik cumhuriyet devrinde değil, halife-i
müslimin devrinde kendi davasını cesaretle ve
heyecanla ortaya koymaktan çekinmemiş ve
demiştir ki: “Fatih, İstanbul’u Hıristiyanların
elinden almak için bu tepeyi seçmiş ve hisarı
yaptırarak, fetih hareketine buradan başlamıştır.
Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere
bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz. Onun için
mektebi buraya kurduk. Biz de aynı yerden,
Fatih’in başladığı tepeden başlıyoruz.”

AYASOFYA

CAMİİ

Papa, bir Katolik olarak, bir mektep
müdüründen daha az bilgili ve daha az idealist
olamaz. İstanbul’un Türkler tarafından fethi
Hırisiyanların hafızasından çıkmış ve acısı
unutulmuş değildir. Ayrıca Papa, daha önce
Türkiye’de senelerce vazife görmüş bir insan
olarak, Türkiye’yi ve meselelerini de gayet
yakından bilen bir kimsedir. Tarih boyunca
Kudüs’ü ve İstanbul’u Müslümanların elinden
almak için uğraşanlar ve her asırda haçlı ordusu
tertip edenler de yine Vatikan’daki papazlar
olmuştur. Kudüs’ün Müslümanların elinden
çıkışı, Hıristiyanlık aleminde sessiz ve derin bir
sevinçle karşılanmıştır. Kıbrıs’ta Makariyos,
Athenagoras’ın emriyle ve iradesiyle Türk ve
Müslüman kanı akıtmıştır…
Bu iki hadise ibret almak için kafi gelmiyor
da Türk hükümetinin sayın üyelerini iki kilisenin
barışmasında ara buluculuk yaparken görüyoruz.
Alpaslan’dan, daha sarih olarak Fatih’den bu
yana bütün Anadolu tarihi boyunca bir milli
siyasetimiz ve her iki kiliseye karşı belli bir
tutumumuz olmuştur. Türk’ü, Viyana’ya kadar
götüren kuvvetin kaynağı sadece bedeni değil,
dış siyasette takip ettiği büyük ideal ve deha idi.
Bu siyaset ve dirayet bize daima kazandırmıştır.
Bir de Tanzimat’tan bu yana bize daima
kaybettiren bir dış siyasetimiz, daha doğrusu bir
siyasetsizliğimiz ve şaşkınlığımız vardır ki, hâlâ
kaybettirmekte devam ediyor. Türk dış siyaseti,
en kötü imtihanını Yeşilköy’de vermiştir.

Gazeteler, Papa’nın Ankara’da değil de
İstanbul’da karşılanışını haysiyet kırıcı bir
protokol hatası olarak gösterdiler. Halbuki siyasi
bakımdan işlenen cinayetin yanında bu hata pek
masum kalmaktadır… Hükümet belki başka türlü
mülahazalarla hareket etmiş, belki bir emrivaki
karşısında kalmış olabilir. Fakat diğer siyasi
partilerden de bu mevzuda ses çıkmadı. Diğer
partilerin tutumu ve susması insana dehşet
veriyor. Yoksa onlarda mı Amerikalı dostlarını
gücendirmekten korktular?
(AP’nin iktidar ve CHP’nin ana muhalefet partisi olduğunu
hatırlayalım.)

Hadisenin dini yönü ise büsbütün faciadır:
Papa: “Laikliğinizi beğeniyorum” demişti.
İfade tarzından da anlaşılacağı gibi, Papa,
prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da
bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında
mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübarek
şekli bile beğenilmek şöyle dursun iğrenilecek
bir şeydir. Çünkü laiklik, yeryüzünde ilk defa
Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış, düşman bir
prensiptir. Katolikliğin bu tarihi düşmanını
unutup onunla dost olması imkansızdır. Garptaki
tatbikatlarıyla karşılaştıracak olursak ve ilim
gözüyle konuşacak olursak, itiraf etmek gerekir
ki; laikliğin Türkiye’deki tatbikatı hiç de öyle
beğenilecek bir şey değildir. Papa’nın laikliğimizi
ve sadece bizimkini beğenmesinden de
anlaşılacağı gibi, Papa’nın işine gelen bir tarafın
olduğu muhakkaktır. Çünkü…

AYASOFYA

CAMİİ

Bu laiklik prensibi sayesinde Türk ve Müslüman
nesilleri dinlerini unutmuş, şeklen hangi devlete
ait olursa olsun, bir Katolik olarak Papa’nın
sayılan Türkiye’deki yabancı okulların kılına bile
dokunulmamıştır. Tarih boyunca kendileri için
tehlikeli olmuş bu milletin laiklik ipini boynuna
geçirerek kendi kendini boğması, elbette Papa
tarafından minnet ve şükranla karşılanacaktı.
Papa, bizi İspanya’ya, Viyana’ya götüren
kuvvetimizi, Müslümanlığımızı beğenecek
değildi. Çünkü, bizim laikliğimizi iyi anlamamış
olmamızdır ki, yabancı fikirleri ve diğer dinleri
imtiyazlı duruma getirirken, bizi kendi dinimizden
etmiştir. Papa, İslâmın kalesi olmaktan çıkan
Türkiye’yi Hıristiyanlığa nikahlamak, en azından
nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da dua da
oranın resmen kilise olarak ilan edilmesidir.
Ayasofya artık ne camidir, ne de müzedir.
Papa’ya göre orası kilise olmuştur.
Papa’nın Ayasofya’da yaptığı duadan maksadının
ne olduğunu idrak eden MTTB Genel Merkezi’ne
ait gençler Ayasofya’ya gidip namaz kılmışlardır.
MTTB’li bu gençler Ayasofya’nın cami olduğunu
ilan ederek, Papa’yı protesto etmişlerdir.
Gençliğin bu hareketi Müslümanlar arasında
sevinçle karşılanmıştır. Fakat, adli tahkikat
geçirmekten de kurtulamamışlardır. Ayasofya
Camii’ne sahip çıkan gençliğimizin uyanıklılığı
yanında, idarecilerimizin gafletleri hâlâ devam
etmektedir.

Bir mabedin ebediyen müze olarak kaldığı
görülmüş değildir. Bir gün gelir ona sahip çıkan
biri olur… Bu haçlı emperyalistlerle yapılan
“yetki harbinin” sonunda belli olacaktır…
Ayasofya Camii’nin müze olması, camiden
kiliseye geçebilmek için ara istasyon olmuştur.
Eğer bu hareketin manası, kültür ve maneviyatın
topyekun istilası ve imhası demek olmayıp da,
sadece bir caminin bir kiliseye çevrilmesinden
ibaret olsaydı, bin tane Ayasofya kilise olmuş
hiçbir şey lazım gelmezdi. Fakat ne yazık ki,
hadise bir caminin kilise olması değil, bir milletin
toptan imha edilmesi manası taşıyor. Hakikatte,
Papa, muaffak olan haçlı taarruzlarının, kültür
emperyalizmlerinin başarısını kutlamak ve fetih
bayramlarının işaretini vermek için gelmiştir…
Eğer Papa, samimi olarak bir dostluk ziyaretinde
bulunmak için gelseydi, kendisine biz dua etmesi
için teklifte bulunsak bile bundan dikkatle
çekinmesi gerekirdi. Kaldı ki Ayasofya halen bir
cami değil, bir müzedir. Üstelik fethin sembolü ve
Hıristiyanların göz diktiği bir yerdir… “Madem ki
siz caminize sahip çıkmıyorsunuz, o halde ben
orayı kilise yaptım” dercesine, Ayasofya’da dua
eden Papa’nın Anadolu Türk’üne yaptığı en
büyük darbe; Tanzimat artığı idarecilerimizin
gafleti ve ihaneti sayesinde, tarihe geçmiştir…
Papa’nın bu ziyareti göstermiştir ki; bu
memlekette pasaportlu turistler nüfus cüzdanlı
Müslümanlardan daha imtiyazlıdır…

SİYASİLERİMİZ
Heyhat!..

AYASOFYA

CAMİİ

Gazetelerden öğrendiğimize göre, şuurlu
vatandaşlarımızın Ayasofya Camii’nin açılması
için, gönderdikleri dilekçe sayısı; yarım milyonu
çoktan aşmış… Memleketimizde şimdiye kadar
hiçbir konuda bu kadar dilekçe gönderilmemiştir.
Son dünya şartları içinde, açılması siyasi ve
diplomatik mecburiyet kazanan Ayasofya Camii,
şimdiye kadar maalesef ibadete açılmamıştır.
Halbuki açılması gayet kolaydı…
6570 sayılı “Gayri menkul kiraları”
hakkındaki 27.5.1955’de yayınlanan ve meri
kanunun 1.maddesinin 2.fıkrası olan “Mabedler
kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş
için de kullanılamaz” gereğince Ayasofya Camii,
ibadete bir imza ile açılabilirdi. Hem de binlerin
tekbir sesleriyle, Rumların kulaklarını
patlatırcasına… Böylelikle Müslüman Türk
halkının arzusu yerine gelir, Rumlara ağır bir
darbe vurulur ve hukuk devletinde kanunların
çiğnenmesine son verilebilirdi.
FAKAT…
Devrim adına yıllarca saltanat sürüp, her
geçtikleri yerde darağaçları ormanı kuran
devrimbazlar, Müslümanları sindirmeyi
başarmışlardı. Onlar zamanında ibadete
kapatılan Ayasofya Camii, bugün de kapitalistkomünist- mason işbirlikçileri arasında kalarak
dramını sürdürüyor...

Müslümanlar sindirilmiş
Kur’an sesleri dindirilmiş.
Uyanın!.. Yaşayan ölüler.

Müslüman halkımızın İnönü ve yoldaşlarına
beslediği kin 1950 senesinde patlak verdi. Tek
şef yenildi… Yıkıldı. Onun yıkılışı milli ruhun
canlanması ve Ayasofya Camii’nin açılması için
ümit ışığı yaktı. Fakat, mason biraderlerin kilit
noktalarda bulunmaya devam etmeleri, zamanla
ümit ışıklarını söndürdü. Bu dönem arkasında üç
kıymetli evladını şehid bırakarak 1960’da sona
erdi… İhtilal sonrası kurulan tek şeflik artığı
hükümetlerden de bir şey beklenemezdi… 1965
senesi yeni sevinç kaynağı olmuşsa da halk yine
üzgün, yine kırgındı…
1974 senesi Ekim ayı; Anadolu insanına yeni
boyutlar, yeni sistemler getirdi. Halk yeniden
ümitlendi… Kurulan koalisyon hükümetinde
ortaklardan biri “Ayasofya Camii, muhakkak
ibadete açılacak” derken diğeri susuyordu. Fakat
susuşları, bir vatandaşımızın dilekçesine
verdikleri cevapla son buluyor ve aynen şöyle
kinlerini kusuyorlardı:

AYASOFYA

CAMİİ

T.C. Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Şube: Müzeler
Sayı: 730.35
Konu: Ayasofya hakkında
Ankara 23 Mart 1974
İstanbul’daki Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili bulunan Sayın Başbakanımıza hitaben
yazılan ve aidiyeti cihetiyle Bakanlığımıza gönderilen 21.2.1974 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Bugün
Ayasofya sanat gücünün anıtlaştığı bir bütündür. Burada asil Türk Milletinin eşsiz toleransı, olgun
sanat anlayışı heyecanı dile getirilmiştir. Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, bu muhteşem
esere, mimari bütünlüğü içerisinde bir fonksiyon vererek korumayı, gelecek kuşaklara devretmeyi ulvi
bir vazife telakki etmiş ve burayı cami haline getirmiştir. Yüzyıllar boyunca fetih camilerimizin başında
yeralan Ayasofya Külliyesi, zamanla çevresinde yaptırılan camilerin çoğalması ile bu fonksiyonunu
yavaş yavaş kaybetmiştir. Bu durum göz önüne alınarak, büyük Atatürk’ün direktifleri ile ve Bakanlar
Kurulu’nun kararı ile müze olarak ziyarete açılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Türk ustaları tarafından yapılan mimari unsurlar ve onarımlar ile Türk
patentini her zaman üzerinde taşıyan, yerli ve yabancılar tarafından ziyaret edilen tarihi anıtlarımızdan
biri olan Ayasofya’nın şimdi olduğu gibi kullanılmasına devamı sanat ve laik anlayışımıza daha uygun
düşmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Orhan Eyüboğlu
Devlet Bakanı

27 Mart 1974 tarihli gazetelerden aldığımız ve yukarıda tam metnini verdiğimiz yazıdan da
anlaşılıyor ki; Garp hayranı Darwin neslinin devri saltanatlarında ibadete kapatılan Ayasofya Camii,
yine onların temsilcileri tarafından dramına devam ettirildi… Haçlı emperyalistlerinin kurup yaşattığı
Robert Koleji’nden beyni yıkanarak çıkmış, Yunanlı kardeşlerine dostluk şiirleri döşenenlerden ve
hempalarından başka bir şey beklenemezdi.
Müslüman Türk halkı; “umudumuz(!)”, “halkçı(!)” sloganları arkasına saklanan; Avrupa kültür ve
Büyük Helen Medeniyeti(!) treninin solcularından da aradığını bulamadı…
Ve şimdi bir anahtar arıyoruz. Paslanmaya yüz tutan Ayasofya Camii’nin kilidini açacak.

ÖZETLERSEK

● Ayasofya Camii, karadan gemiler yürüten,
denize at süren, haksızlıklara karşı başı
eğilmeyen, iman sahibi, binlerce şehid ve gazinin
kazandığı büyük zaferin sembolüdür.
● Ayasofya Camii, binlerce şehid kanıyla, gazinin
temiz alın terleriyle meydana gelmiş, öz
malımızdır. Onda Müslüman Türk’ün namusu,
Ulu Fatih’in vasiyeti, fethin damgası vardır.

AYASOFYA

CAMİİ

● Ayasofya Camii, bir semboldür. Açılışı haçlı
emperyalizminin ve siyonizmin Türkiye’de
ölümü. Milli Ruhun dirilişi olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı Hıristiyan aleminde
tepkiyle, fakat İslâm aleminde sevinçle
karşılanacaktır. Bu Şarkın, Garba üstünlüğü
olacaktır.
● Ayasofya Camii’nin açılışı milli gururumuzu,
şahsiyetimizi canlandırırken içimizdeki ve
dışımızdaki düşmanlarımızın Bizans hayallerini,
kilise Ayasofya arzularını yıkmış olacağız…
Ayasofya Camii mutlaka açılmalı ve
minarelerinden ALLAHUEKBER dalga dalga
yayılmalıdır.

Müslüman Türk Genci!
Haçlı emperyalizminin yerli uşakları
tarafından, fetih ve Ayasofya Camii’ne karşı
gösterdiğimiz hassasiyet unutturulmak,
dikkatlerimiz başka taraflara çekilmek isteniyor…
Dikkatli olalım.
Haçlı emperyalizminin oyunları, her zaman
ve çeşitli şekillerde devam etmektedir… Çağdaş
nesil, onların kültürünün tesirinde her geçen gün
milli ruhtan uzaklaşıyor görünümünde. Eskiden
aileden, toplumdan terbiye alabilen nesil vardı.
Şimdi ise, ailede, toplumda dejenere olmaya
başladı. Milli Ruh’un canlandırılmasında ki
çalışmalarda bunu gözden uzak tutmamak
gerekiyor. Emperyalizmin yerli ajanları sizler için
dünyevi, geçici cazip fikirlere sahip olabilirler.
Cihanşumûl fethin kaynağı olan ruh, sizlere daha
uygundur; yeter ki tam anlatılabilsin… İstikbal
milli gençliğindir.

ZAFER İSLÂM’INDIR

Ayasofya!... Ey Ulu Mabed!...
Fatih’in torunları bütün putları devirip,
seni camiye çevireceklerdir…
Göz yaşlarıyla abdest alarak
secdelere kapanacaklardır…

Fatih Sultan Mehmet‘in
Ayasofya Vakfiyesi
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde
Bulunan Vakfiyenin Tercümesi)

AYASOFYA

CAMİİ

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan
daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü
girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya
herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse,
aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse
ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak
düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya
yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti
onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453

FETİH VE AYASOFYA CAMİİ İÇİN ŞEHİD OLANLARA RAHMET,
HAİNLERE, GAFİLLERE LANED OLSUN…

BİTİRİRKEN

Not:
Bu seminerdeki
“Lozan ve Patrikhane”
bölümleri, yer sorunu
sebebiyle buraya dahil
edilmemiştir.

ÖKSÜZ AYASOFYA
FETİH MARŞI
Daldım maziye, zihnim nice hayaller kurdu.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Ufkumda Ayasofya haşmetle bağdaş kurdu.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kucakladım maziyi, istikbale tırmandım,
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Coştu yine Fatih, kıyamet kopuyor sandım.
Yürü: hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Kaderin ağlamak, ağlatmakmış Ayasofya.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hayret veriyor temsil ettiğin ulvi mânâ,
Sen de geçebilirsin yardan, anadan serden
Coşmaz ezanlar, geçer de mübarek geceler
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Seherde güvercinler şarkını besteler.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Nerde görsem virane, sana misal oluyor
Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın
Mehmedim sevinin,
Kubbelerin hazin, bahçende güller soluyor.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Her matemine yaş dökmede gökten melekler
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fen dini!
başlar yüksekte.
Hicranında devran etmede çark-ı felekler.
Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini
İşitilmez İslâm namına neÖlsek
ses, ne de
sedasevinin, eve
Küçük
görme, hor
dönsek
de!görme delikanlım kendini!
İnliyor her taşında ayrı bir mânâ,
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Sanma
Bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı
tarih bu tekerlek kalır
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Şimdi hicranla ağlıyor mezarında Fatih.
Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
tümsekde!
Şefkatli bir ele muhtaç öksüz müsün, nesin?
Şu mihrab Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Anladım, anladım… Mânâda birYarın,
manzumesin.
Haydi, artık,
uyuyan destanını uyandır!
elbet bizim elbet
bizimdir!
Şiir yazdı yıllarca gözü yaşlı kalemler,
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın.
Haykırılsın gerçek, ulu mabed nedenGün
inler. doğmuş, gün batmış
Kızım, sen de Fatih’ler doğuracak yaştasın!
Ayağa kalkacaktın hep emekledin durdun,
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
ebed bizimdir!
Esaret ateşiyle yandın, yandın kavruldun.
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Getirip mavi atlasları örtün diyerek
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Ebedi ağlayıp, hiç mi yüzün gülmeyecek?
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın!
Atalar yurdu böyle garip mi olacaktı?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Koca mabed hâlâ bahtına mı ağlayacaktı?
Bırak; bozuk saatler yalan, yanlış işlesin
Uyan ey millet… Mabed senin, vatan senin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Eğil de dinle yerden sesleniyor atan senin.
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Ağladı uyanmadın, şehidler mezarından
Yürü - hâlâ- ne diye kendinle savaştasın?
Uyan milletim uyan ölüm uykularından.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Said Ayna
Arif Nihat Asya

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Ağustos 2014