Ümmetin parası

Download Report

Transcript Ümmetin parası

Mayıs 2012
“Suudi’ler ABD’den son teknoloji ürünü 60 milyar
dolarlık yeni silah alıyor” haberini okuyunca araştırmaya
başladım… Suudi devleti, ABD’den son 50 yılda toplam
2 TRİLYON DOLARLIK silah satın almış.
Suudi’ler bu silahları hangi ordusuyla, nerede ne zaman
kullandı ki?... Petrolü ABD’ye ucuza sat, biriken parayı
ABD’ye silah parası olarak geri ver; silahlarda
depolarda çürüsün… Suudi’ler “Sana ne” diyebilir. Ben
“Bana ne” diyemem “ümmetin parasını” dert edinirim…
Yapabileceklerim ise; “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse
onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle
düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı
koysun…” mealindeki Hadis’e uygun tavır koymak…
Umarım herkes tavır koyar da ümmetin parası korunur,
fakirlerin yüzü güler…
ÜMMET NEDİR?
Ümmet: Bir peygambere inanan insanların tümüne
verilen ortak ad.
(Hz. Muhammed’in ümmeti, Hz. İsa’nın ümmeti gibi.
Müslümanlarının tümüne “İslâm Ümmeti” de denir.)
MİLLET NEDİR?
Millet: Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan,
aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek, görenek
birliği olan insan topluluğu.
(Dini literatürde: Müslümanların tümü İslâm Milleti’dir.)
TOPLUM NEDİR?
Toplum: Bir arada yaşamak zorunda kalmış, mevcut
çıkarlarını korurken yeni çıkarlar sağlamak için
birbiriyle iş birliği yapan insan kümesi.
(Bir diğer adıyla cemiyet / topluluk.)
PARA NEDİR?
Para: Mal ve hizmetleri kolayca değiştirme aracı olarak
devletçe bastırılan, değeri üzerinde yazılı kâğıt veya
metalden yapılmış ödeme aracı.
SERVET NEDİR?
Bireysel Servet: Bireyin birikmiş taşınır - taşınmaz
varlıklarının o anki toplam değeri.
Ortak (Milli) Servet: Bir ülkenin sahip olduğu döviz,
elmas, altın, petrol, madenler, orman, su kaynakları,
gibi yeraltı - yerüstü zenginliklerinin toplamı.
Milli servet tüm vatandaşın ortak malıdır; dengeli
paylaşılmamış ve başkaları sömürüyor olsa bile…
Not: Genç nüfus, ait olduğu ülke için önemli bir servettir.
Çalışacak genç nüfus yoksa gelecek de yoktur.
Bunu nüfusu yaşlı ülkeler daha iyi bilmektedir.
Nüfusunun yarıdan
fazlası Müslüman
olan ülkeleri gösteren
bu harita
(koyu renkli yerler)
aynı zamanda
(Amerika, Kuzey Denizi,
Rusya hariç)
dünya petrol / gaz
bölgelerinin de
haritası sayılabilir.
MÜSLÜMANLARIN
DÜNYADAKİ
DAĞILIMI
● Dünyadaki Müslüman sayısı 1,5 milyardan fazladır. (Dünya nüfusunun yaklaşık
% 25’i. Bu oran Hrıstiyanlarda % 33’tür.) Müslüman nüfusun % 60’ından fazlası Asya
kıtasında (% 20’si Orta Doğu’da) % 27.4’ü Afrika`da, % 2,4’ü Avrupa kıtasında (Avrupa
nüfusunun % 20’si), % 0,3’ü Amerika kıtasında yaşamaktadır. Müslüman nüfusun
en yoğun olduğu ülke ise 203 milyon Müslümanı ile Endonezya’dır.
● Dünyadaki Müslümanların % 20’si (her beş Müslümandan biri) Müslümanların
azınlıkta olduğu ülkelerde yaşamaktadır.
● Türkiye, Müslüman nüfusa sahip ülkeler sıralamasında 8. sırada yer almaktadır.
● Dünyadaki Müslüman nüfusu diğer din gruplarına göre daha genç yaştadır.
● Müslüman ülkeler başta gaz, petrol ve
değerli madenler olmak üzere çok çeşitli yer
altı zenginliklere sahiptir.
Örnek: Sadece Irak ABD'den 5 kat fazla petrole sahip.
● Yerüstü zenginlikleri ise sayılamayacak
kadar çoktur.
Örnek: Genç ve doğurgan nüfus bile bir zenginliktir.
MÜSLÜMAN
ÜLKELERİN
ZENGİNLİKLERİ
Müslüman Ülkelerin
Petrol Rezervlerinin
Yüzdesi (2006)
İran
10.3
Irak
8.9
Kuveyt
7.9
Birleşik Arap
Emirlikleri
7.6
Libya
3.0
Nijerya
2.7
Katar
1.2
Cezayir
0.9
Kazakistan
0.7
Azerbaycan
0.5
Umman
0.4
Endonezya
0.3
Yemen
0.3
Mısır
0.3
Malezya
0.2
Suriye
0.2
Müslüman
Ülkeler Toplamı
% 66.2
Batı Dünyası Toplamı …. %
16.5
(AB, ABD dahil)
Diğer Ülkeler Toplamı …. %
(Rusya, Çin dahil)
17.3
Petrol, Müslüman ülkelere refah değil “zulüm - savaş” getirmiştir…
● Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı, son yüzyılın dünya savaşları, emperyalist ülkelerin
kendi aralarındaki çıkar mücadelesi, çok sayıda yeni devletin kurulmasına sebep oldu.
● Devlet tecrübesi olmayan topluluklara sınırları ihtilaflı topraklar vererek “Alın size
devlet” dediler ve başına da “kendi kuklalarını” getirdiler. Onlar da yönetimde sürekli
kalabilmek için baskı rejimi kurarak halkı sindirdi. Bazıları halkın önüne hiç sandık
koymadı, bazıları da göstermelik seçimlerle göz boyadılar. Kimi 30-40 yıl iktidarda
kaldıktan sonra yerini oğluna bıraktı; kimi de ihtilalle yıkıldı, yerine yeni diktatör geldi.
● Diktatörler (kral, şeyh, emir, başkan vb.) iktidarını sürdürebilmek için güçlü ülkelerle
“ucuz petrol karşılığı” dirsek teması kurdu. Batılılar petrol adına “zalim yöneticilerin”
iktidarlarına hep göz yumdu… Ne zaman ki çıkarı tehlikeye girdi o zaman da birini diğeri
üzerine salarak veya bizzat kendisi savaşa girerek petrol paralarıyla alınmış silahları
imha, yapılmış alt yapı tesislerini bombalayarak harabeye çevirme numarasına girdi…
Sonrası mı? Yeni kukla yöneticiler, yeni petrol imtiyazları, yeni ihale paraları, yeniden
silah satışları... Halk cephesinde ise; ölüler, sakatlar, dullar, yetimler, göçler, yıkılan evler,
kaybolan gelecekle ilgili hayaller; yani, göz yaşı akıtmaya devam…
Özetle: Halk yönetimde söz sahibi olamadığından petrolün nereye
nasıl satıldığını ve gelirlerinin nereye harcandığını hiç
soramadı. Diktatörler ve yakınları “dolar milyarderi”
olurken, halk “fakir - eğitimsiz - özgüvensiz” kaldı…
“Ümmetin parası” üzerine oturan diktatörlerden örnekler.
● 30 yıldır Mısır’ı yöneten Mübarek ailesinin 67 milyar dolarlık serveti olduğu yolunda raporlar
yayınlanmıştır. Bu servetin 30 milyar doları nakit olup; çoğunluğu İngiltere, ABD ve İsviçre'deki
bankalarda yatmaktadır. Ümmetin parası yıllardır batı bankalarının gücü oldu…
HEPSİ BİRBİRİNİN AYNISI,
● Mısır’da halk ayaklanması
başlar başlamaz
Mübarek'in eşi vatandaşı olduğu İngiltere’ye
HANGİSİNİ
ÖRNEKLESEK
100 bavulla kaçtı... Yanında 100 bavul çamaşır götürmedi ya!... Mübarek bitti, servet gitti…
FARKETMEZ.
● 42 yıldır Libya’yı yöneten Kaddafi ve ailesinin toplam servetinin 168 milyar dolar olduğu
açıklandı. Servetin büyük bir bölümü nakit para ve mücevherden oluşurken, yabancı ülkelerde
Bunlara
her biri milyar dolarlık gayrimenkullerin
olduğu da biliniyor..
onlarcası daha
● Kaddafi kaybettiğini anlayıp Trablus'taki karargahından ayrılırken, dolar ve altın olarak
eklenebilir…
yaklaşık 17 milyar doları yanında götürdü. Kendisi öldü, yanında götürdükleri buharlaştı?
Güncel olan iki
Bu rakamları
abartılı bulanlar varsa
yarısını doğru kabul etsin.
tanesine ait
SOYGUN DEVAM EDİYOR MU?
sayısal değerler
vererek bitirelim.
O bile helal yoldan çalışarak
kazanılamayacak kadar
büyük servet…
Bir diğer ifade ile,
diktatörler büyük çalmış.
EVET… EDİYOR…
Diktatörlerin yönetimi
devam ediyor…
Batılıların petrol
imtiyazları devam
ediyor… Batılıların
pahalı silah satışları
devam ediyor… Pahalı
projeler devam ediyor.
Bunları gördükten
Müslümanlar
sonra
“İngiltere’de açlıkla, hastalıkla, cahillikle boğuşurken, milli serveti kendi şehvet ve
petrol şeyhlerine
sefaları
için harcayan şeyhler, insanlıktan ne kadar uzak (ümmetin kanını emen vampir)
‘bakire kız’ bulan
olduklarını kendi tercihleriyle ortaya koyuyorlar.
fuhuş çetesi var”
haberine inanmamak
mümkün mü?
“Zengin Arap şeyhinin
videosu sosyal paylaşım
sitelerinde izlenme rekorları
kırıyor.
Videoda şeyh, şarkıcının
yanına oturmuş kucağına
doldurduğu yığınla parayı
saçıyor.” (Alıntı)
“Serveti 20 milyar doların üzerinde olan Abu Dhabi United
Group'un 30 yaşındaki başkanı Al-Fahim, İngiltere'nin
Manchester City takımını satın aldı… Transfer için beş
futbolcuya tam 800 milyon dolar teklif etti… Futbolcular ve
kulüpler şaşkın.” (Alıntı)
İNSAN BU…
AZMAYA BAŞLARSA
SINIR TANIMAZ.
Tamamı gümüşten yapılmış
bu otomobilde bir başka
şeyhe ait.
Bu fotoğraf bir otele ait
değil, bir şeyhe ait
evlerden birinin sadece
bir odası…
Hiç bu kadar büyük etli pilav tepsisi
gördünüz mü? Ümmetin zenginliklerini
yağmalayanlar sofralarını böyle kuruyor.
Resimdeki koca göbekliler için bile fazla.
● 1980 yılında başlayıp 8 yıl süren İran-Irak savaşı; arkasında 150 milyar dolar maddi hasar,
yaklaşık bir milyon ölü, milyonlarca yetim-sakat-dul bıraktı. Bu savaşın kazananı; iki tarafa da
silah satan ülkeler ve İran-Irak ordularının zayıflamasına sevinen İsrail oldu.
● İran, savaşta Şah döneminde ABD'den alınmış silahları kullandı. Bu silahlara ait yeni
mühimmat ve yedek parçaları İsrail’den satın aldı. Ayrıca Sovyetler Birliği, Kuzey Kore ve Çin
silahları satın alarak kullandı… Irak ise; Sovyetler Birliği silahlarını kullandı. Savaş boyunca
Fransa ve Çin’den silah satın aldı. ABD'nin Irak'a kimyasal silah hammaddesi sattığı da
biliniyor... Özetle: İki tarafın da petrol paraları silah oldu, silahlar da savaşta tüketildi…
● Saddam’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan süreç, batılıların “Irak’ı bitirme projeleri”ni uygulamaya
sokmalarıyla sonuçlandı. Saddam’ın akıl dışı davranışları, batılıların propaganda güçleri işgali
meşrulaştırdı… İran savaşından sonra yaralarını sarmaya çalışan Irak ikinci kere yerle bir oldu.
● Saddam’ın, en zengin "krallar, kraliçeler ve despotlar" listesinde dördüncü sırada yer aldığı
biliniyor… İsviçre'den Panama'ya kadar banka hesapları içinde Saddam’a ait milyarlarca doların
gizlendiği de biliniyor... Irak bitti, Saddam gitti, ümmetin parası da uçtu gitti…
● 1969’da darbe ile yönetimi ele geçiren Kaddafi, tam 42 yıl Libya halkının kâbusu oldu.
● Kaddafi ve oğulları, ülke gelirinin % 58’lik kısmını oluşturan petrol gelirlerini emen
vampirlerdir. İktidarlarının devamı için petrolü dış güçlere peşkeş çeken bu diktatör aile,
yönetimi halk iradesine devretmek yerine, paralı askerlerini halkın üzerine sürerek iç savaşa
sebep oldu… Bu iç savaş Libya’nın askeri varlığını ve sivil tesisleri bitirmiştir… İktidarlarında
onbinlerce sivili öldüren Kaddafi ailesi, giderken de onbinlerin ölmesine sebep oldu…
Sömürgeci ülkeler tarafından kurulan Arap kökenli ülkelerin diktatör yöneticileri için halk, “hesap verilecek
kesim değil, güdülecek koyundur”. Halk “köle” olsun, verilenle yetinsin, neden - niçin sorularını sormasın.
Onların mantığında “özgürlük isteyenler / yönetime katılmak isteyenler” farelerdir (!) ve fareler
öldürülebilir. Yönetimler bu sebeple hep baskıcı oldular…Yönetimi bireysel sorgulayanlar hapse veya
mezara, sokakta kitlesel sorgulayanlar ise tankların altına… Yeter ki “ailenin saltanatı” devam etsin…
Diktatörler, petrol imtiyazlarını batılılara rüşvet olarak dağıtmanın yanında, dış politikalarını da emperyalist
ülkelerin istekleri doğrultusunda yürüttüler. Böylece rahat edeceklerini umdular; öyle de oldu…Parayı
seven batılı, diktatörlerin yapıp ettiklerine göz yumdu. Dışarıyı hallettiğine inanan diktatörler içte de halkın
eline “Osmanlı düşmanlığı elma şekeri”ni vererek yığınların gözlerini perdelemeyi başardı…Diktatörler,
İsrail devletinin kurulması ile perdelemeye (uyutma programına) “İsrail ile savaş” söylemini de ekledi.
Diktatörlerin bir özelliği de halkı oyalamak adına dış düşman aramaktır. Yabancı güçler bu konuda daima
yardıma hazırdır. Kimi etnik yapısı için, kimi mezhebi için düşman ilan edilebilir ve mücadele için de
silahlanmak gerekir… Diktatörlerin elinde (petrol ucuza da gitse) çok miktarda petrol parası vardı ve bu
paralar silaha harcandı. (Böylece silah satan ülkeler de memnun edilmiş oldu.) Buna rağmen hiçbir savaş
kazanılamadı… Savaşı silah değil eğitilmiş insan yapar. Diktatörler ise halkın eğitimini hiç istemedi…
Sınır tanımaz kitle iletişim araçları, diktatörlerin ördüğü “kölelik duvarları”nı deldi geçti. Halk dünyada olup
bitenleri görmeye başladı…Yıllardır süren batı destekli İsrail katliamları, batının Müslümanları gittikçe
artan dozda aşağılaması, batının dindar yöneticilerin önüne engel olması, halkı “patlamaya hazır bomba”
haline getirdi... Halk, ölümü göze alarak değişim için sokaklara çıktı. Değişim isteği önünde hiçbir diktatör
duramaz… Kimi dün gitti, kimi bugün gidiyor, kimi de yarın mutlaka gidecek; kanlı veya kansız…
Anadolu Müslümanlarının kurduğu Osmanlı Devleti 600 yıl tarih sahnesinde kalmış ve
oluşan iç-dış şartlar nedeniyle de yıkılmıştır. Osmanlının son dönem padişahları için çok
şey söylenebilirse de “hırsız” denilemez. Nitekim, son padişah ve ailesi giderken “ellerinin
altındaki hazineden” hiçbir şey almadıklarını Avrupa’daki aç-sefil hayatlarından biliyoruz.
HALKININ
ÇOĞUNLUĞU
MÜSLÜMAN
OLAN
TÜRKİYE’YE
GELİNCE
Savaşların ekonomik ve nüfus olarak çökerttiği Anadolu insanı cumhuriyetin ilk yıllarını
(Tek Parti Dönemi’ni) zor geçirdi. Tek parti yönetimleri “kendi ideolojisini” ve “kendi
hırsızını” üretir. Bizde de öyle oldu… Bu dönem “Osmanlı – ümmet düşmanlığı, İslâm
karşıtlığı, milli olan her şeyi dışlama” ile geçti. Dönemin hırsızlarına gelince; çaldılar,
ancak büyük çalamadılar; çünkü, petrol gelirimiz ve savaştan yeni çıkmış halkın çalınacak
nakit birikimleri yoktu. Onlar da “makam ve emlak” çaldılar... Tek parti yönetiminin “fiili ve
ideolojik” baskısı 1950’de yapılan seçimle son buldu… Ve “yeni dönem”...
TARİHE
“NEREDE KALMIŞTIK?”
1950’de çok partili döneme geçilince halk “sandık aracılığıyla” yönetime katılmaya başladı.
Bu yıllar “ideolojik baskılardan bunalan halkın biraz da olsa nefes aldığı” yıllar oldu…
DİYE
SORARAK
Birileri bu nefesi çok görmüş
olmalı
ki “ihtilaller-muhtıralar dönemi” başlatıldı. ABD’nin
“Bizim çocuklar” dediği “subaylar ve sivil masonlar dönemi” 2000’li yıllara kadar sürdü.
Bu dönemde ABD ve yandaşları
petrol
olmadığı için Türkiye’ye saldırmadılar; tersine
YOLA
DEVAM…
NATO’ya alarak SSCB’ne karşı ileri karakol görevi verdiler. Bu dönem halkın “benden”
diyerek rey verdiği siyasetçilerin “kendinden olmayanlara hizmet ettiği” dönemdir.
2000’li yıllar İslâm ülkelerinde “yönetim anlayışında değişim” yıllarıdır. Bu değişim ilk
olarak Türkiye’de yaşandı. Türkiye’nin yeni yöneticilerinin içte ve dışta başarı kabul edilen
yönetim tarzları, diğer İslâm ülkelerinin halkları üzerinde derin izler bıraktı. “Arap Baharı”
eylemleri bunun bir dışa vurumudur.
Sonuç olarak: Türkiye’de bol petrol olmaması ülkeyi “emperyalist sineklerin” işgalinden
korudu. Ancak, sinekler bizi hiçbir zaman rahat bırakmadı. Ne de olsa imparatorluk kurma
ve yönetme tecrübesi genlerinde olan bir milletiz… Bu sebeple ihtilallerle, terörle, masonik
yönetimlerle bizi hep engellendiler… Bu halk; ölmesini bildiği gibi, dirilmesini de bilir.
Dostu, düşmanı ayırt etmeyi öğrendiğimiz ve dirilişe geçtiğimiz söylenebilir…
Müslüman ülkeler, bütçelerinin büyük kısmını
“savunma giderleri” adı altında silaha ayırmaktadır.
Yabancı güçlerin ümmetin parasını çalmasının bir yolu da “silah satışları”nda uyguladıkları
metottur…Onlar üretici olmanın avantajını kullanarak en son teknoloji ürünü silahları değil
bir alt versiyon silahları başkalarına yüksek paralarla satarlar. Devamında, silah sattıkları
ülkeleri birbiri ile çatıştırarak silahların tüketilmesini veya birine yeni model silah vererek
diğerinin elindeki silahların demode olmasını sağlarlar. O ülke de kendi silahını üretemediği
için yeni model silah arayışına girer… Silah satıcısı ülke de bunu fırsat bilir ve onun iç işlerine
karışır, dış politikasını yönlendirir… Bu “kör döngüye” girenler kolay kolay bir daha çıkamaz.
“PARA – SİLAH OYUNU” YILLARCA DEVAM ETTİ, DAHA DA EDECEK GÖRÜNÜYOR.
TÜRKİYE’YE
GELİNCE
Türkiye’nin batı ile olan “para - silah” ilişkisi daha çok NATO üyesi olmasıyla başlar. Batılı
dostlarımızın (!) demode olan silahlarını verdiği / sattığı, karşılığında milli silah sanayimizin
kurulmasının engellendiği, dış politikamızın ipotek altına alındığı yıllar SSCB’nin dağıldığı
1991’e kadar devam etmiştir… “Soğuk savaş dönemi”nde Türkiye’yi önemseyen batılılar bu
tarihten sonra “Komünizmi düşman olmaktan çıkarıp yerine İslâm’ı koymuşlar” ve Türkiye’yi
de dışlamışlardır… Ta ki, Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika’daki gelişmelere kadar.
Türkiye son 10 yılda AR-GE için ayırdığı büyük bütçenin karşılığını almaya başladı. Aselsan, Roketsan ve diğer milli şirketlerimiz çok
mükemmel silahlar üretmeye başladılar. Tank, uydu, savaş uçağı, helikopter, denizaltı, savaş gemisi vb. “yüksek teknoloji isteyen silahlar”ın
kimini yapabiliyor, kimini modernize edebiliyor, kiminin de mühimmatını yapılabiliyoruz. Hatta bir kısmını da satabiliyoruz… Bu halimizle
diğer İslâm ülkelerinin çok çok önündeyiz… Böyle devam etmemiz halinde yakında Avrupa’yı sollarsak kimse şaşırmasın.
Müslüman hayata “cepten değil, İslâm penceresinden” bakar.
Yaşantısını vahyin emir ve yasaklarına göre düzenler.
MÜSLÜMAN : “İslâm dinine bağlanan / teslimiyet
gösteren (vahyin yap dediklerini yapan, yapma
dediklerini yapmayan) kimse”ye denir.
● Müslüman, “mülkün sahibinin” Yüce Allah (cc)
olduğunu kabullenmek zorundadır.
● Müslüman, gerek bedeni ve gerekse “bireysel
servetinin” kendisine geçici olarak (imtihan için)
verildiğinin bilincinde olmak zorundadır.
● Müslüman, sahip olduklarını belirli kurallara
göre kullanmak (tüketmek) zorunda olduğunu
bilmek ve uymak zorundadır. (Örnek: Vücudunu ve
servetini israf edemez, doğaya zarar veremez gibi.)
● Müslüman, sadece kendini değil, içinde
bulunduğu toplumu (vatandaşı, ümmeti de)
düşünmek zorundadır. Çünkü, “Müminler ancak
kardeştirler…” (Kur’ân 49/10) Ve kardeşler birbirine
yardım ederler…
MAALESEF MÜSLÜMANLARIN ÇOĞU,
KARDEŞLİKTEN UZAK BİR HAYAT YAŞAMAKTADIR.
● Altın musluklu saraylarda yaşayıp, gümüş kaportalı
otomobillerle gezen, kadın zaaflı yöneticiler; ellerindeki
gücün pervasızlığıyla “N’olmuş yani, kendi paramı
harcıyorum” diyebilir… Hayır! İslâm zengininin serveti
ümmetindir; kimse “çarçur ve israf” edemez.
● Şahsımıza gelince; Allah’ın verdiğini O’nun kullarına
harcamak durumundayız. Dünyanın neresinde olursa olsun
fakir insanları; özelde, (iç-dış vampirlerden dolayı sefalet
içinde olan) Müslüman kardeşlerimizi kollamak zorundayız.
“… Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları
Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir
azapla müjdele. O gün bunlar cehennem ateşinde
kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve
sırtları bunlarla dağlanacak ve “İşte bu, kendiniz
için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın
bakalım biriktirip sakladıklarınızı”! denilecek.”
BİTİRİRKEN
●
Emperyalistlerin Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika’da entrikalarla çıkardıkları savaşların
veya bizzat asker göndererek yaptıkları işgallerin temelinde, İslâm ülkelerindeki
“enerjinin ele geçirilmesi” niyeti yatar… “Demokrasiyi geliştirmek, insan haklarını
korumak” söylemleri kılıf olup, yaptıkları “ümmetin parasını çalma” eylemleridir...
Alt yapıyı yıkarak yılların birikimlerini enkaza çevirirler, milli serveti yok ederler.
● Borsalar, faizli krediler ile mevcut birikimleri aldıkları gibi, geleceği de ipotek altına alırlar.
● Vatandaş yapma, kariyer yaptırma, yüksek maaş vererek çalıştırma gibi yollarla “kapasiteli
beyinleri” alıp götürürler. Götüremediklerini “kaza - intihar” adı altında yok ederler…
(ASELSAN’in peşpeşe ölen üç mühendisini hatırlayalım.)
ÜMMET OLARAK
ÖZ ELEŞTİRİ
YAPALIM
MAALESEF HAYIR
● Türkiye’de çalışanların günlük verimlilik ortalaması (günlük
ürettiği katma değer) yaklaşık 2 saat. Petrol zengini İslâm
ülkelerinde çok daha az… Avrupa’da ise 5 saatten fazla…
● Tembelin mantığı "Onlar çalışsın, ben yatayım” şeklinde işler.
Ancak unutulmasın ÜRETEN, BEDELİNİ TÜKETENDEN
FAZLASIYLA ALIR… Tembelliğimizi “Bizi sömürüyorlar bu
yüzden fakiriz” bahanesiyle örtmeyelim…
TÜKETMEK
İÇİN ÖNCE
ÜRETMEK
GEREKİR
Not: Yerimiz olsa idi konumuzla ilgisi olan “ümmetin fakirlerine yardımı” alt başlık olarak ele alacaktık… Şu kadarını söyleyebiliriz ki;
Türkiye, son yıllarda adeta “yardım ihraç ediyor”… Türkiye güçlendikçe ümmetin fakirlerinin yüzü daha da fazla gülecektir…
Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...
Mayıs 2012