Aralık 2013 Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak” olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için, “Seküler Müslüman” tanımlamasını.

Download Report

Transcript Aralık 2013 Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak” olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için, “Seküler Müslüman” tanımlamasını.

Slide 1

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 2

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 3

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 4

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 5

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 6

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 7

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 8

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 9

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 10

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 11

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 12

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013


Slide 13

Aralık 2013

Sekülerliği “özel hayat dahil, hayata dini sokmamak”
olarak tanımlarsak, “inandım” dedikten sonra gereğini
yapmayan (dinini ciddiye almayan) Müslüman için,
“Seküler Müslüman” tanımlamasını yapabiliriz…

Tanımlama içinde; “kedi, köpeğine gösterdiği ilgiyi,
yaptığı masrafı ‘ümmete’ göstermeyen/yapmayan
Müslüman tiplemesinden, adı Ayşe, Fatma olup cami
basanlara, ben de Müslümanım diyerek ikna odaları
kurandan, dindar yöneticileri alaşağı etmek isteyen

yabancılara kuklalık yapan vandallara kadar”
çok değişik tipler vardır…
Tazesinden bir örnek:
Bodrum’da meydana gelen bir olayın
24 Ağustos 2013 tarihinde basına yansımış halinin özeti:
“İmam (…) ifadesinde: “Tam ezan okunurken oradaki bayanlardan
sekiz, on tanesi hakaret etmeye başladı. Neden hakaret ediyorsunuz
diye sorduğumda ezanın sesi çok yüksek, dediler. Bende tamam diyerek
ezanın sesini kıstım. Daha sonra hakaretler ederek sürekli ağza
alınmayacak şeyler söylediler, ben de polis çağırdım…”

Geniş bilgi için:
PARMAKTAKİ
BARKOD
konusuna bakınız

İNSAN
(ÖZEL CANLI)

Ne olduğunu, niçin yaşadığını ve sonrasını
düşünmeyen insanda “akıl” ne işe yarar ki?
● İnsan, diğer canlılarla kıyaslandığında beden yapısıyla doğa şartlarına
karşı daha dayanıksızdır. Onun örtünmeye, özel gıdalarla beslenmeye ve
barınmaya ihtiyacı vardır. İnsan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hiçbir
canlıda olmayan özelliklerini kullanır. Düşünür, plan-proje yapar, alet ve
makine geliştirir, bunlarla doğayı kullanarak yeni ürünler elde eder…
● İnsan tatminsizdir, sadece doğal ihtiyaçlarını gidermez; kendine yeni
ihtiyaçlar belirler ve onları temin edebilmek için yollar arar. Buldukça da
şımarır; “Ben ben” demeye başlar. Kibir ve ihtiras onu “Niçin varım?”
yerine “Nasıl çok kazanabilirim?” çizgisine sürükler; giderek yaşamını
“kazanmak ve harcamak” üzerine oturtur. Bu hayat tarzı ile “başkalarına
ve kendine zarar vermeye” başlasa da farkında değildir…
● Hayatı putlaştıranları nefisleri ve şeytan tümüyle yönetmeye başlar.
Onların yönlendirmesi ile kişi “kendi hukuk ve ahlâk anlayışını” belirler.
Böyle biri hak ve hakikatten sapar… Sapkınlık her an ve her konuda
“çizgi dışına çıkmayı” kişi için meşrulaştırır. Bir başka deyişle; “insan
olmanın sorumluluğunu” unutturur… Firavun, Hitler, Stalin, Esed ve
benzerleri dünyaca bilinenleridir… Ve maalesef her toplumda böyleleri
olmuş ve olacağa da benziyor. Bunun yanında; alt yapısı olmayan her
bireyin de kendisi için “firavun olma” riski taşıdığı unutulmamalıdır…

(ÖZET OLARAK)

KULLUK
Allah’a (cc) eş koşmadan
O’na iman etmek,
O’nun yap dediklerini
yapmak ve yapma
dediklerini yapmamaktır.

“Biz,

İMAN - MÜMİN
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve
haber verdiği
şeylere
gerçekten insanı en güzel birO’nun
biçimde
yarattık.”
(Allah’ın varlığına ve birliğine,
ahiret gününe, kitaplarına,
meleklerine, peygamberlerine ve
Dini kaynaklardan ve gözlemlerimizden Yüce Allah’ın (cc) insanı
kadere) gönülden inanıp, kabul ve
yarattığını ve kâinatı insanın kullanımına açtığını biliyoruz. Yüce
tasdik etmeye İMAN, kabul eden
Allah, verdiklerinin karşılığında biz insanlardan “sadece kendisine
kimseye de MÜMİN denir.
gönüllü kulluk yapmamızı” istemektedir.

İnsan,

İNSAN

YARATILMIŞTIR

Kur’ân insana “vücudu
dahil hiçbir
şeyin
gerçek sahibinin
Allah’a
“iman”
eder,
kendisinin olmadığını,
bir
amaç
için
yaratıldığını
ve haddini
O’nun istediklerini yerine getirir
bilmesini, dünya hayatının kendisi için takdir edilen bir zaman
(ibadet eder) ve O’nun kurallarına uyarsa
aralığından başka bir şey olmadığını, hayatının hesabını vermek
üzere öleceğini ve ebedi“eşrefi
hayatınmahluk”
ahirette olduğunu” öğretir.

(yaratılmışların en şereflisi) olur.
Bu şerefin
“mümin”e
Yüce Allah, insana
vahiy göndererek
onuverilmesi
(göremediği düşmanı)
şeytana karşı uyarmaktadır.
İnsan
bu
uyarıyı
anlayabilecek ve
Yüce Allah’ın bir takdiridir.
gereğini yapabilecek kapasitededir. Buna rağmen insan; uyarının
İNSANA DÜŞEN
gereklerini yerine getirmezse, şeytanın “sinsi önerilerine” kapılır
BU ŞEREFİ
ve yanlışlıklar yapmaya (günah
işlemeye) başlar…
HAK ETMEKTİR.
Yüce Allah, yasaklarını “kulunun iyiliği” (hata yapmaması) için
koymuş, cennet / cehenneme giden yolları vahiyle bildirmiş,
tercihi insana bırakmıştır. Kim ki vahye sırtını döner ve şeytanın
önerilerine kapılırsa (seçtiği hayat tarzı ile) kendine ve diğer
insanlara zarar vermeye başlar… Bunun hesabı sorulacaktır…

Gaflet içinde olanlar, “insan ve cin şeytanların” kurduğu tuzaklara
kolayca düşerek “zararlı fikirleri / davranışları” kabullenir ve peşine düşer.
Peşine düşülenler zamanla kişinin “hayat tarzı” haline gelir. İdeolojilerin,
hurafelerin ve safsataların yaygınlaşmasının temel sebebi budur…

TERCİHLER
SONUÇLARI

Yüce Allah (cc), Müslüman’ın tüm hayatının vahye uygun olmasını
istemektedir. Bunun için de “yemek, içmek, uyumak, ticari hayat,
cinsel hayat, insan ilişkileri, dünyevi çalışmaların her türlüsü;
kısacası, günün yirmi dört saatinde her ne yapılacaksa veya
yapılmayacaksa” hepsine ait kurallar koymuştur.

DOĞURUR

“İnsan
kendisinin
başıboş

bırakılacağını mı
zanneder?”
(Kur’ân 75/36)

● Yüce Allah, insanın hata yapmasını murat etmemektedir. Bunun için de doğru
ve yanlışın neler olduğunu gösteren “Kur’ân’ı” vahiyle insanın önüne koyarken,
insan olan Hz. Muhammed’i (sav) peygamber (öğretici-uyarıcı-örnek insan) olarak
görevlendirmiştir. Kur’ân “yol haritası”, Peygamberin sünneti (söz ve davranışları)
“haritanın pusulası” gibidir. Doğru haritası ve pusulası olan kaybolmaz…
● Allah’ın davetinin muhatabı tüm insanlardır. İnsanın bu davete tepkisi (kabul edip
etmemesi), ibadet ciddiyeti (yapıp yapmaması) hususunda kişi serbest bırakılmıştır.
Kişi tercihlerinin karşılığını iki dünyada da görecektir. Buna kimse mani olamaz…

MÜSLÜMAN
İslâm dinine “bağlanan,
teslimiyet gösteren”
(vahyin yap dediklerini
yapan, yapma
dediklerini yapmayan)
kimse.

“GRİ İMAN”

OLMAZ

İnsan, dünya işlerinde sadece beyaz veya siyah arasında
tercih yapmaz; grinin tonları da vardır ve birini seçebilir. Ancak,
“imanın grisi (tonları) olmaz”; ya vardır, ya da yoktur…
● Yüce Allah’ın (cc), insanı görünür diğer canlılara göre daha özel
(donanımlı) yarattığını biliyoruz. İnsan, “düşünebilir ve seçebilir”.
Yani; iyi - kötü, doğru - yanlış, faydalı - zararlı olanı ayırt edebilir ve
istediğini seçebilir. İnsanın bu seçme özgürlüğü ona “iradesi” ile
İslâm’ı “kabul etme veya ret etme” imkânı (yetkisi) tanır.
● İnsana akıl veren Yüce Allah, beraberinde insana “sorumluluk”
da yüklemiştir. Bu sorumluluğun bir ayağı “iman etmek”; diğeri ise
gereğini yerine getirerek “özde Müslüman” olmaktır… “İman
ettim” denmesine rağmen dini hükümleri, kutsalları küçümsemek
sadece “sözde Müslüman” olmaktır; bir diğer deyişle, kendini
kandırmaktır… “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı zannederler.” (Kur’ân 29/2)
İNSAN KENDİ TERCİHLERİ İLE
“MÜMİN” VEYA “KÂFİR” OLUR,
BUNUN ORTASI YOKTUR.

NASIL
YAŞIYORUZ?

KÜFÜR - KÂFİR
Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği
sabit olan şeyleri (vahyin hükümlerini)
yalanlamaya, mütevâtir hadislerin
hükümlerinden birini ya da bir kaçını inkâr
etmeye KÜFÜR, yapana da KÂFİR denir.

Yaratılma amacına uygun olarak sorumluluk taşıyan “özde Müslüman”
gibi mi; yoksa, sorumluluk nedir bilmeyen “sözde Müslüman” gibi mi?

İnsana verilen akıl, irade gibi özellikler onu “vahiy çizgisine”
yönlendirirken; nefis, şehvet gibi özellikler de onu “şeytanın çizgisine”
MÜNKİR
yönlendirir. İnsanın iç dünyasındaki bu zıtların çatışmasında hangisi
ağırlık
Dinin bir kısmına
inanıp, bir kısmına
kazanırsa, insan o yönde hareket eder…
inanmamak.

GÜNAHKÂR
Yüce Allah’ın (cc)
vahiyle koyduğu
“sınırlara uyulmazsa”

ÇİZGİ

insan neye inandığının
mantığını kaybeder,
yaşadığı gibi
inanmaya başlar.
Bazen vahye yaklaşır,

SEKÜLER
bazen
de şeytana.
Örnek mi? Öğlen
Cuma namazına,
akşam meyhaneye
gider.

VAHYİN ÇİZGİSİ KENARINDA OLMAK

Görüyoruz ki; kendini Müslüman olarak tanımlayan çok sayıda insan,
İslâm’ı sadece; oruç, namaz, hac, kurban gibi ibadetlere, mevlit okutma
gibi örfi törenlere hapsetmiş. Yani; “dinin hayata ait emirlerinden” bir
kısmını görmemezlikten gelmeye başlamış. Boşaltılan yer ise; çıplaklık,
hırs, para, israf, faiz, cinsel sapmalar, alkol vb. tarafından doldurulmuş.
İslâma göre
Böyleleri “vahyi” inkâr etmediği (Münkir olmadığı) sürece “günahkâr”
bir Müslüman,
olarak sınır çizgisi kenarındadır,
çizgiyi geçmemiştir… Alkol üzerinden
örneklersek: “Alkol haramdır, içmekle hata ettim” diyen biri, dinden
bağlayıcı bir din kuralını
çıkmamış, günah işlemiştir. Hatasını dine uygun şekilde düzeltebilir…

uygulamaz ise günahkâr olur,
inkâr ederse

(ben bunu
kabul
etmiyorum
derse)
VAHYİN
ÇİZGİSİ
DIŞINA ÇIKMAK
Müslüman, doğru dini bilgilerle beynini yükleyerek mantığına doğru yol
Müslümanlıktan
haritası çizmelidir. Aksi halde “insan ve cin şeytanlar” onu etkiler, o da
alışkanlık haline getirilmiş
“günâhlarıyla”
adım adım inkâra sürüklenir
ayrılmış
bulunur.
ve kendini tümüyle “seküler
içinde
bulur. Seçilen bu hayat
Prof. Dr.hayatın”
Hayrettin
Karaman
tarzı, ona “İslâmı” tehlikeli göstermenin yanında, düşman olmayı da
öğretir. Alkol üzerinden örneklersek: “Hadi be! Haram da neymiş” veya
“Bu devirde alkol de yasak olur muymuş” gibisinden konuşanlar, alkol
içmese bile “iman dışına” çıkar; dahası, içmeyenleri yadırgayıp dışlar.
Böyleleri; “küfür” içindedir ve “kâfir” olmuştur…

Navigasyonu (yol göstericisi) şeytan olanlar için “ahlâki değerler”
söz konusu değildir. Böyleleri; kendi “çıkarı için” her şeyi yapar…

Emperyalistler, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin iç
işlerine karışacağı zaman, içerden kendine hizmet edecekleri arar, bulur da.
Kimleri mi? Kimisi batı kültürüne tapınan sekülerdir, kimisi kendisine maddi
bağlarla bağlıdır, kimisi dindar yöneticisine kinlidir…Böyleleri potansiyel
“fahri ajan” olarak propagandayla “provokasyonlarda” kullanılabilir… Adı
Ali, Veli olan “maaşlı ajanları” da unutmamak gerekir…

İÇİMİZDEKİ
SEKÜLER
AJANLAR

Mısır’lı emekli general,
“… Askeri darbeyi yapanlar
Emperyalistler, çıkarlarına zarar veren “milli yöneticileri” saf dışı etmek için;
Mısır'daki liberalleri ve laikleri
önce onları tehdit eder, tutmazsa sokak olayları ile yıpratmaya çalışır, o da
tutmazsa “darbe” yaptırır.
Darbe
için “yerli seküler
havuzunda” yeteri kadar
çok iyi
kullandılar.
Darbeyi
“sazan balığı” bulunduğundan zorlanmaz. Onları nasıl kullanacağını zaten
yapan general Sisi’nin
bilmektedir, geriye organize etmek ve vaatlerde bulunmak kalır... Düğmeye
İsrail
ve ABD
ileSonrası
ilişkileri
basıldığında da kuklalar
harekete
geçer…
mı?
kesintisizdir" dedi…
Basından - 25.08.2013
Emperyalistler için öldürülen Müslümanlar “sadece istatistiki sayılardır”,
zorunlu göçler “yer değiştirmedir”… Yetimler, sakatlar, yıkılan şehirler,
onların arabasındaki benzinden, cebindeki paradan daha önemli değildir…
Yerli kuklalara gelince: Sömürünün aslan payını alan yabancılar kendilerine
yardım eden kukla sekülerlere “kemik dağıtmayı” unutmaz; zaten onlar
bunun için yaşarlar… Yığınların payına düşen ise, baskı ve zulüm…

Sözlükte “Öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” olarak ifade
edilen cahillik, Kur'ân'da (bilgisizlikten ziyade) “Allah’ı ve yarattıklarını tanımamayı,
yaratılmışlara karşı olumsuz davranışları” (şirk, küfür, nifak, zalimlik vb.) ifade eder.

BİLMEDİĞİNİ

BİLMEMEK

● Bir insan düşünün ki “İman ettim” diyor; ancak, inandığı dinin temel esaslarını
(birkaç ilmihal bilgisi hariç) bilmiyor, daha vahimi bilmediğini de bilmiyor; veya,
önemsemiyor. Çünkü; okumuyor, dinlemiyor, sadece seyrediyor. Ne seyrediyor?
“dedikodu söyleşileri, maç, diziler vs”. dünya ve ahiret hayatında lâzım olmayan
gereksizleri. Maalesef “dine inandığını sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi
topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Ben aydınım” diyor; ancak, ideolojileri kendine ‘totem’
yapmış. Totemleri ona “gittiği yolun en doğru yol olduğunu” söylüyor. Böyleleri
“Yaratıcı”nın ‘yol önerisi’ olduğunu bilmiyor veya önemsemiyor. Bu tiplerin
(Kur’ân 25/43: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni…”﴿ Kur’ân’ın “kitap
yüklü eşek” tanımlamasına uyduğu söylenebilir. Maalesef “aydın olduğunu
sanan bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…
● Bir insan düşünün ki “Modern biriyim” diyor; ancak, niçin var olduğunun
farkında bile değil. Sanki bir “Yaratıcısı ve istekleri yokmuş gibi” sorumsuzca
yaşıyor. "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını
kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan
daha da şaşkındırlar.” (Kur’ân 25/44﴿. Maalesef “kendi dışında da hayatın olduğunu
bilmeyen bu cahiller” kendine, daha önemlisi topluma bir şekilde zarar veriyor…

Hiç ölmeyecekmiş ve hesap vermeyecekmiş gibi davranan
“cahiller”, sınırları kendileri belirlerken kendine ve insanlığa
zarar verdiğinin çoğu zaman farkında bile olmazlar.

“BİZ DE VARIZ”

DİYEBİLMEK

Bugünkü dağınık halimize bir günde gelmedik. Birileri “şeytanın değerlerini” hayat
tarzı yapmayı, bizi bugünkü hale getirmeyi başardı. Onların “cahillik üzerine kurulu
değerleri” bugünün ahlâkı oldu. Bunda kendini Müslüman olarak tanımlayanların
da suçu var. Onlar dine sadece “şeklen” inandılar, dini “özde” yaşamadılar. Sorun
edindikleri “sakızın veya denizin orucu bozup bozmadığı”. Bayram’da, Cuma’da
Bunlar:
veya cenazelerde Müslüman, kalan zamanda
seküler oldular. Nesillere gerçek
İslâmi hayata ait örnekler gösteremediler... Çözüm: Geçmişten ibret alıp önümüze
Kur‘ân'ın ifadesiyle;
bakmamız gerekiyor. Mevcut cahillikle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni nesiller için
yitirdiğimiz değerlerin tohumlarını
toplumagözleri
nasıl ekeceğiz?
yüreklerinin
kör, Bu soruların cevapları
hayata geçirildiğinde umulur ki, “cahil kalanların” aydınlanmasına vesile olunur…

kulakları sağır,
ağızları dilsizdir.

Cahilliğin peşine takılıp “seküler” olanların, “çıkarıma olan her şey meşrudur”
Hakikati
göremezler,
demeleri kaçınılmazdır. Böyleleri
zeki olabilir;
ancak, akılsızdır. Akıllı olsalardı
yanlışta ısrar etmez, iman ederlerdi. Allah’ın nimetlerini kullanıp emirlerine
duyamazlar,
uymamak, O’na isyandır. Bu isyanı
daha çok “okumuş cahiller” yapmakta ve
“cahil kalmada inat” etmekteler… Bunlar, pozitif ortak hedefleri olmadığından
söyleyemezler.
kendi aralarında itişir-kakışırlar. Söz konusu “din” olunca “Müslümanları ortak
düşman” ilân ederler ve “vandallık, ötekileştirme, dış düşmanların ‘dindar
yöneticileri’ yıkma planlarına (darbeye) ortak olma” dahil her konuda birleşirler…
Bizi öteki ilân edip (içte ve dışta) düşmanlık besleyenlere cevabımız; “Küfrün tek
millet” olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz, elbette gereğini de yapacağız…

Yaklaşık 100.000 cami ve imam var. Müezzinleri, eşleri, en az birer yetişkin çocukları da
dahil edersek 600.000 kişilik yapılanma… Bu kadar insan, mekân ve camilerin sinerjisi
(manevi etkisi) komünistlerin kontrolünde olsa, Türkiye’yi çoktan komünist yaparlardı.

“DİYANET
TEŞKİLATI”

BU İŞİN
NERESİNDE?

Cumhuriyetin ilk yöneticileri dini kurumları kaldırıp “kontrol edebileceği
(içi boş) diyanet” istedi, başardı da. Teşkilat “ölü yıkamak” için kuruldu,
toplumu uzun süre “ölü halde” tuttu… Süreç içinde diyanet, “eleştiri ve
iltifatlara” muhatap oldu. Bilhassa Aleviler “diyanet bizi asimile ediyor”
dediler. Soralım “Diyanet ‘Sünnilerin’ asimile olmasını önleyebiliyor mu ki
sizi asimile edebilsin?” Sünni ise; mevlidi okunduğu, cenazesi kaldırıldığı,
camisine imam atandığı için diyanetten memnun olmalı ki, şikayetçi değil…

İMAMLAR

Camiler sadece namaz kılmak için yapılır ve kullanılırsa “imam-cemaat
ilişkisi, memur-vatandaş ilişkisine” dönüşür, öyle de oldu… Düşünün ki; bir
imam memur mantığıyla davranıyor, cemaatin azlığını ve kalitesini dert
edinmiyor, namaz bitince adeta camiden kaçıyor... Bu imamın tapu
memurundan farkı nedir ki? Bir başka imam düşünün ki; çevresine rehber
olmuş, camisini çevrenin kalbi haline getirmiş, cemaatin çoğalması için
çalışıyor. O, hedefsiz kalabalıklardan bilinçli "cemaat" çıkarabilmek için
kendini bilgice yeniliyor, metotca
sorguluyor…
Mustafa
İslamoğluBiri imam, diğeri imamcık…

DİRİLİRSE

BU ÜLKE DİRİLİR.

Yüz bin imamdan kitap yazmasını, seminerler vererek halkı aydınlatmasını
beklemiyorum, bu “realiteye” aykırıdır. Ancak, çevresindeki insanlarla
ilgilenmesini, sohbet halkaları oluşturmasını, “asgariden” dini, milli, sosyal,
ekonomik konularda bilgi aktarmasını, bunu yapabilmek için kendisini
geliştirmesini beklemek hakkımızdır… Özetle: “Bilmesini, bildiğiyle amel
etmesini” bekliyoruz... Cahillik probleminin önemli oranda aşılabilmesi için
“gerçek dinin öğretilmesinden” başka yol yoktur, varsa da ben bilmiyorum.

BİTİRİRKEN

Hayat boşluk kabul etmez… Beyin vahyin doğrularıyla doldurulmazsa,
boşluğu şeytanın yanlışları doldurur. Böyleleri adım adım sekülerliğe kayar.

Kur’ân, insanın Yüce Allah'a (cc) karşı olan görevlerini sıralar, uyulmasını ister.
Allah’ın istekleri “insanın iyiliği” içindir. Çünkü, O yarattığı insanın lehine olanı
en iyi bilen ve isteyendir.

● Özde Müslüman, kendine ve insanlığa zarar vermez, veremez. Çünkü; o,
ahirette “kul haklarından” hesap vereceğini “özde” bilmektedir…

● Cahiller, vahyin çizgisinden değil de şeytanın peşinden gitmekle insanlığa

AKILLI

OLABİLMEK

“BÜTÜN
İNSANLAR
zarar verirler. Bugün insanlık
“çıkmaz sokak”ta
ise, bunun sorumlusu
“sekülerlerin hayat tarzı”dır. Delil mi? Dünyanın içinde bulunduğu kaos…
HATA EDER,
İNSANLIK, ÖZDE MÜSLÜMANLARIN
YÖNETİMİNE MUHTAÇTIR.
HATA EDENLERİN

Dün geçmiştir, geri getirilemez, geriye gidip düzeltilemez. Düne ait ne tür hatalar

EN HAYIRLISI İSE

varsa tövbe etmekten başka çare yoktur. Bugünün hatalarını telafi edecek yarın

TÖVBE
olmayabilir. Bu sebeple hata işlemeye
devamEDENLERDİR.”
etmek akılsızlıktır. Başka hiçbir

canlıda olmayan akıl kullanılarak (Kur’ân dışı hayatın insanı ve insanlığı ne hale
Hadis
getirdiği göz önünde tutularak) tercihler bir kez daha gözden geçirilmelidir.

Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...

Aralık 2013