1950-1960 Döneminde Türkiye Ekonomisi Beşinci Bölüm http://www.yakupkucukkale.net adresinden indirebilirsiniz… Dönemin Başbakanları Ali Adnan Ertekin Menderes 1. 2. 3. 4. 5. hükümet: 22.05.1950-09.04.1951 hükümet: 09.04.1951-17.05.1954 hükümet: 17.05.1954-09.12.1955 hükümet: 09.12.1955-25.11.1957 hükümet: 25.11.1957-27.05.1960 Yeni İktisat Politikasının Özellikleri ve Belirleyicileri Bu dönemde uygulanan.

Download Report

Transcript 1950-1960 Döneminde Türkiye Ekonomisi Beşinci Bölüm http://www.yakupkucukkale.net adresinden indirebilirsiniz… Dönemin Başbakanları Ali Adnan Ertekin Menderes 1. 2. 3. 4. 5. hükümet: 22.05.1950-09.04.1951 hükümet: 09.04.1951-17.05.1954 hükümet: 17.05.1954-09.12.1955 hükümet: 09.12.1955-25.11.1957 hükümet: 25.11.1957-27.05.1960 Yeni İktisat Politikasının Özellikleri ve Belirleyicileri Bu dönemde uygulanan.

1950-1960 Döneminde
Türkiye Ekonomisi
Beşinci Bölüm
http://www.yakupkucukkale.net
adresinden indirebilirsiniz…
Dönemin Başbakanları
Ali Adnan Ertekin Menderes
1.
2.
3.
4.
5.
hükümet: 22.05.1950-09.04.1951
hükümet: 09.04.1951-17.05.1954
hükümet: 17.05.1954-09.12.1955
hükümet: 09.12.1955-25.11.1957
hükümet: 25.11.1957-27.05.1960
Yeni İktisat Politikasının Özellikleri
ve Belirleyicileri
Bu dönemde uygulanan iktisat politikaları,
önceki dönemlerde uygulanan devletçi ve
müdahaleci politikalardan oldukça farklıdır.
 DP daha muhalefetteyken, devletçiliği ve
devletin iktisadi hayata müdahalesini
eleştirmiştir.
 Bu çerçevede, iktidarın ilk yıllarında,
liberasyonu artıracak önlemler almıştır.

İthalat 1950’de %60-65 oranında
serbestleşmiş,
 Fiyat kontrolleri kaldırılmış,
 Özel kesimin daha rahat kredi alabilmesi
için banka kredi faizleri indirilmiştir.
 Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu (YSTK)
1951 ve 1954’te olmak üzere 2 defa
düzeltilmiştir. Bundaki amaç, daha liberal
bir mevzuat oluşturmak ve bu yolla
yabancı sermaye girişini hızlandırmaktır.

1954 yılında Petrol Kanunu ile yabancı
sermayenin petrol araması teşvik
edilmiştir.
 Yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek için
oluşturulan bir diğer liberal kanun da
“Ereğli Demir-Çelik Fabrikaları A.Ş.
Kanunu”dur. (28.02.1960)
 Liberalleşme adına verilen bir diğer söz de
KİT’lerin özelleştirilmesidir. Ancak DP
hükümetleri döneminde hiçbir KİT
özelleştirilmemiştir.

Yine de, 1950-53 döneminde yeni bir KİT
kurulmamış, mevcut KİT’lerin sermayeleri
artırılmamış, KİT’ler aracılığı ile yatırım
yapılmamış ve KİT’lerin kullandıkları
krediler sınırlandırılmıştır.
 1954’ten sonra KİT’ler yeniden önem
kazanmıştır. Hükümet bu konudaki fikrini
değiştirmek zorunda kalmıştır. Mevcut
KİT’lerin sermayeleri artırılmış, yeni KİT’ler
kurulmuştur.



1.
2.
3.
1954-59 döneminde KİT’ler, kamu kesimine
açılan kredilerin %49.4’ünü kullanmıştır. Oysa
bu oran 1950-53 döneminde sadece %4.7’dir.
KİT’lerin yeniden önem kazanma nedenleri
şunlardır:
Özel kesimde KİT’leri satın alacak kadar
sermaye bulunmamaktadır.
KİT’lerin ürünlerini ucuza almak, KİT’leri satın
almaktan daha rasyoneldir.
Artan iç talebi karşılama konusunda özel kesim
yetersiz kalmıştır.
1950-60 döneminde özel kesimde
küçümsenemeyecek gelişmeler olmuştur.
 Ancak kamu kesimi de genişlediği için,
toplam ekonomik faaliyetler içerisinde
kamunun payında bir azalma olmamıştır.
 Hatta dönemin sonunda ortaya çıkan
ekonomik kriz, özel kesim yatırımlarının
spekülatif alanlara kayması nedeniyle,
kamu payının artması sonucunu
doğurmuştur.

Kamunun sanayi sektöründeki sabit
sermaye yatırım oranı, 1950-52’de %49.75
iken %59.3’e yükselmiştir.
 Kamunun sanayide yarattığı katma değerin
oranı %59.1’e yükselmiştir.
 Özetle, ekonomik konjonktür gereği, kamu
kesimi payı azaltılamamış hatta tam
tersine artırılmıştır. Ancak mevcut hükümet
bunu kendi isteğiyle değil, dönemin
koşulları nedeniyle yapmıştır.

1950-60 döneminde yatırımların GSMH’ye
oranı %14.1 olmuştur. Bunun %6.8’i kamu
ve %7.3’ü özel kesim tarafından
yapılmıştır.
 Yatırımların sektörel dağılımında ciddi bir
dönüşüm vardır. Tarım, karayolu yapımı,
haberleşme ve enerji sektörlerine daha
fazla kaynak ayrılmıştır.
 1930’lu yılarda tarıma ayrılan yatırımlar
%10 düzeyinde iken, 1950’lerde bu oran
%21.7’lere ulaşmıştır. Neredeyse sanayi
sektörüne ayrılan paya yetişmiştir.






Toplam yatırımların %44’ü üretken sektörlere,
%56’sı alt yapı yatırımlarına ayrılmıştır.
Altyapı yatırımlarına bu kadar ağırlık verilmesi,
sanayileşme konusunun gerçekten de özel
kesime bırakıldığını doğrulamaktadır.
-Tarım sektörüne gösterilen özen, Marshall
yardımları çerçevesinde ülkeye gelen tarım
makineleri ile birleşince, tarım sektöründe ciddi
artışlar olmuştur.
Makineleşme ile ekilen arazi miktarı artmıştır.
Taban fiyat uygulaması, destekleme
alımları, tarım sektörüne verilen kredilerin
artması gibi nedenlerle tarımsal üretim
artışa geçmiştir.
 Tarım pazara açılmaya başlamış,
 Köyden kente göç başlamış,
 Tarımdaki işsizlik açık işsizliğe dönüşmüş,
 Şehirlerde gecekondular oluşmaya
başlamıştır.

J. Morris’e göre, sanayide fabrikaların
kurulması, ekilen arazilerin genişletilmesi,
tarımsal ürünün artması, alt yapının
gelişmesi ve enerji üretiminin artması hep
büyümeyi uyarıcı etkiler yapmıştır.
 Ama bu gelişmelerin hiç birisi planlı
değildir ve aynı zamanda uyumsuzdur.
 Bu gelişmeler ne “Kendine Yeterli Olma”
ne de “Dengeli Büyüme” teorileri ile
açıklanamaz!...

Yatırımların dağılımında, özellikle de yer
seçiminde politik tercihler ağırlık
kazanmıştır.
 KİT ürünlerinin fiyatlandırmasında politik
ve keyfi davranılmıştır.
 KİT’ler keyfi istihdam depoları haline
dönüştürülmüştür.
 KİT’lerin zararları bütçeden ve TCMB
kaynaklarından karşılanmış, bu da
enflasyonist baskılara yol açmıştır.






Bütçe denkliğine önem verilmemiştir.
Genişlemeci para ve maliye politikaları
uygulanmıştır.
İç borçlanma ve TCMB kaynaklarını kullanma
olağan hale gelmiştir.
Dönemin başlarında üretimdeki hızlı artışlar
nedeniyle fiyat artışları pek hissedilmemiştir.
Ancak dönemin sonlarında, iç talep artışıyla
birlikte, genişlemeci politikalar birleşince, yüksek
enflasyon ortaya çıkmıştır.
1954’de GSMH %3 oranında küçülmüştür.





Dönemin ilk yıllarında, söz verildiği gibi, dışa açık
bir politika uygulanmıştır.
1950’de ithalat büyük ölçüde serbest
bırakılmıştır.
İkili antlaşmalardan ve clearing
uygulamalarından vaz geçilmiştir.
Liberal bir yabancı sermaye mevzuatı
oluşturulmuştur.
Bu liberasyonla birlikte dış ticaret açıkları
artmaya başlamıştır. Beklenildiği kadar sermaye
girişi olmadığı için, altın ve döviz rezervleri kısa
sürede erimeye başlamıştır.



1.
2.
Bu liberasyon fazla sürmemiştir. 1952’de dış
ticaret yeniden kontrol altına alınmış, 1953
yılında liberasyondan tamamen vaz geçilmiştir.
1950 öncesi müdahaleciliği eleştiren hükümet,
1956 yılında “Milli Koruma Kanunu”nu yeniden
yürürlüğe koymuştur.
Bu kanunla birlikte;
İthalatta, toptan ve perakende ticarette kar
marjlarını belirleme yetkisi hükümete
verilmiştir,
Fiyat kontrolleri yaygınlaşmıştır
3.
4.



Plansız devlet müdahaleciliği ve polisiye
tedbirler ağırlık kazanmıştır.
İthalat; kambiyo kontrolleri, kontenjanlar, ikili
antlaşmalar ve gümrük tarifeleri ile
sınırlandırılmaya çalışılmıştır.
Bu gelişigüzel müdahalecilik, 1960’lı yıllarda
uygulamaya konulan “Planlı Kalkınma
Dönemi”nin temelini oluşturmuştur.
İthalatın kontrol altına alınması, yerli sanayi
için mutlak bir koruma anlamına gelmiştir.
Maliyetler her ne kadar yüksek olsa da,
fiyatların da yüksek olması, sanayi sektöründe
karlılığın artması sonucunu doğurmuştur.
Ancak ithalat kontrollerinin abartılmasının
bir sonucu olarak, 1956 yılından itibaren
sanayi sektörü hammadde ve ara mamul
temininde zorlanmış, bu da sanayi
sektörünü olumsuz yönde etkilemiştir.
 - Yabancı kaynak kullanımı bu dönemde de
politika belirleyicilerden biri olmuştur.
Yeniden yoğun bir şekilde dış borçlanma
başlamıştır. Başlıca borç kaynağı ABD
olmuştur.

Dış borçlanma ile dışa açılma politikası
birlikte yürütülmüş, yabancı özel
sermayeye teşvikler verilmiş, bütün
bunlara rağmen, beklenildiği kadar yabancı
sermaye girişi olmamıştır.
 YSTK çerçevesinde 1954-60 döneminde
toplam 104 milyon $ sermaye girişi
olmuştur.
 Bu dönemde dışarıdan temin edilen
kaynakların büyük bir bölümü resmi
krediler ve askeri yardımlar şeklinde
olmuştur.

1946-50 döneminde, toplam 391 milyon $
dış kaynak kullanılmıştır.
 En çok dış kaynak ABD’den sağlanmıştır.
ABD Türkiye’ye 177 milyon doları bağış,
117 milyon doları kredi şeklinde toplam
294 milyon dolar kaynak kullandırmıştır.
 Yabancı kaynakların toplam kaynaklar
içindeki payı; 1948’de %4.6, 1949’da
%3.9 ve 1950’de %2.3 olmuştur.
 Yabancı kaynak girişi ile birlikte ekonomiye
dışarıdan müdahaleler artmıştır.

Nitekim verilen krediler büyük ölçüde proje
kredileriydi ve serbestçe kullanımı olası değildi.
 Yabancı sermaye girişi ile birlikte yabancı uzman
girişi de hız kazanmıştır.
 Bu uzmanlar ABD veya temsil ettikleri sermayeye
bağlı olarak Türkiye ekonomisine yön vermek
istemişler ve kısmen başarılı da olmuşlardır.
 Yabancı uzmanların görüş ve önerileri etkilidir,
çünkü dış kaynağın devamlılığı bu görüş ve
önerilere uymaktan geçmektedir.

1954 yılında bir Dünya Bankası uzmanı
önerilerinde çok ileriye gidince, Dünya
Bankası ile Türkiye ilişkileri gerginleşmiş,
1966’ya kadar Dünya Bankası’ndan kredi
alınamamıştır.
 Türkiye’ye kredi açan uluslararası
kuruluşlar, 1956’dan sonra bir istikrar
programı uygulamamızı ve paramızı
devalüe etmemizi istemişlerdir.
 Mevcut hükümet bunu kabul etmeyince,
krediler düşürülmüş ve bu önerileri
yapmaya mecbur bırakılmıştır.

Bu dönemde özel kesim ile kamu kesimi
arasında belli bir işbölümü ve bütünleşme
ortaya çıkmıştır.
 Hatta bazı sanayi dallarında özel kesim ile
kamu kesimi ortak yatırımlar yapmıştır.
 1950-60 döneminde kamu kesimi
yatırımları; ulaştırma-haberleşme
altyapısına, tarıma ve ara ve yatırım
malları alt sanayine yönelmiştir.
 Özel kesim ise tüketim mallarına, özellikle
de dayanıklı tüketim mallarına yönelmiştir.

Özel kesim sanayi kuruluşları, ara ve yatırım
mallarını kamu kesiminden çok ucuza almışlardır.
Hatta maliyetinden daha ucuza aldıkları da
olmuştur.
 Bu durum kamudan özel kesime kaynak
aktarıldığı anlamına gelmektedir.
 Kamudan yapılan tek kaynak aktarımı bu değildir.
 Kurulan ortak kuruluşlarda, kamu söz verdiği
%49’luk sermayenin tamamını ödemiş, ancak
özel kesim söz verdiği %51’lik sermayenin
sadece %25’ini ödemiştir. Ancak yine de karın
yarısını almıştır. Çünkü Ticaret Kanunu’na göre
kar dağıtımı ödenmiş sermayeye göre değil
taahhüt edilen sermayeye göre yapılmaktadır.

Özetlemek gerekirse, bu döneme devletin
ekonomideki ağırlığının azaltılacağı vaadi
ile başlanılmıştır.
 İlk birkaç yıl boyunca uygulanan bu liberal
politikalar, iç ve dış etkenlerin devreye
girmesiyle terk edilmek zorunda
kalınmıştır.
 Müdahaleler ve kontroller artmıştır.
 Devletin ekonomideki payı küçülmemiş,
tam tersine artmıştır.

Bu dönemin belki de tek olumlu gelişmesi,
özel kesimin artık ciddi anlamda ayakları
üstünde duracak kadar gelişmesi olmuştur.
 1950-60 döneminde gerçekleştirilen sabit
sermaye yatırımlarının yaklaşık %52.8’i
özel kesim tarafından, %47.2’si kamu
kesimi tarafından gerçekleştirilmiştir.
 Dönemin sonlarına doğru özel kesimin
yatırımlardaki payının azalma nedeni,
yaşanan krizdir.

1950-60 Döneminde GSMH’de
Sektörel Hasılalarda ve Refah
Düzeyinde Gelişmeler
Bu dönemde GSMH, yıllık ortalama %6.3
artarak, 15867 milyon TL’den 26836 TL’ye
yükselmiştir.
 Bu dönemi aslında 2 alt döneme ayırarak
incelemek gerekmektedir.
 1950-53 dönemini bazı iktisatçılar Türkiye
ekonomisinin altın çağı olarak görmektedirler.



1.
Gerçekten de bu ilk alt dönemde GSMH
sabit fiyatlarla yıllık ortalama %11.3
oranında büyümüş, kişi başına gelir %88.5 oranında yükselmiş, 4 yıl içinde
ihracat %48.8 oranında artarak 263.4
milyon dolar’dan 392 milyon dolar’a
yükselmiştir.
Bu gelişmenin nedenleri şunlardır:
Üst üste 4 yıl boyunca iklim koşulları çok
iyi gitmiştir. Tarımsal ürün çok olmuş,
Türkiye dünyanın sayılı buğday, pamuk
ve tütün ihracatçılarından biri olmuştur.
2.
3.
4.
Kore Savaşı’nın yarattığı konjonktür tarımsal
ürünlerin fiyatlarını %50 düzeyinde artırmıştır.
Bu da bizim ihracat gelirlerimizi olumlu yönde
etkilemiştir.
Tarımsal gelirin ve ihracat gelirlerinin artması,
iç talebin ve yatırımların artmasına yol açmış,
ekonomi canlanmıştır.
ABD’den sağlanan dış krediler de ekonomiyi
canlandırmıştır. 1948-53 döneminde ABD’den
420 milyon dolar kredi alınmıştır. Bu rakam o
zamanki GSMH’nin %3’ü civarındadır. Yatırımlar
ve dış ticaret açıkları, büyük ölçüde bu şekilde
finanse edilmiştir.
Dönemin başında sektörlerin GSMH
içindeki payları şöyleydi: Tarım %42.6,
Sanayi %14.5 ve Hizmetler %42.9
 İlk 4 yıl devam eden olağanüstü iyi hava
koşullarına rağmen, tarım sektörü, sanayi
ve hizmetler sektörü kadar artmamıştır.
Yani sanayi ve hizmetler daha hızlı
artmıştır.
 Bunun bir sonucu olarak tarımın payı %3.1
azalırken, sanayi %2.4 ve hizmetler %0.7
oranında artmıştır.

Bu yapısal değişime rağmen, tarım hala
ekonomide ağırlık sahibidir. Dönemin
sonunda hala sanayi sektöründen elde
edilen hasıla tarımdan elde edilen
hasılanın yarısı kadardır.
 Tarımın ekonomi üzerindeki etkisi o kadar
fazladır ki, kötü hava koşullarının yaşandığı
1954 yılında tarımsal hasıla %14 oranında
azalmış, sanayi hasılası %9.2 ve hizmetler
hasılası %5.2 artmasına rağmen, GSMH
%3.2 oranında küçülmüştür.

1950-60 döneminde tarım sektörü GSMH’deki
payı bakımından hizmetler sektörünün 4.8 puan
gerisinde kalmıştır.
 Ancak tarım sektörünün istihdamdaki payı hala
en büyüktür. 1950’de %85.7 olan oran 1960’da
%75’e düşmüştür.
 Bu düşüşün nedeni; köyden kente göçün
hızlanması ve sanayi ve hizmetler sektörlerindeki
istihdamın artmasıdır.
 Tarım ve sanayi dışında kalan her alan hizmetler
sektörüne dahil edilmiştir (Örn: inşaat, ticaret,
ulaştırma, haberleşme, mali hizmetler, konut
gelirleri, serbest meslekler, bankacılık ve
hükümet hizmetleri vs)

Refah düzeyinde pek fazla veri bulunmasa da,
elde edilen bazı verilerden yararlanarak
uluslararası bir karşılaştırma yapılabilir.
 Y. S. Tezel’e göre Türkiye’de 1950’de kişi başına
gelir 203 dolardır. ABD’de kişi başına gelir 11.61
kat, Yunanistan’da 1.48 kat daha fazladır.
 DİE verilerine göre 1958 yılında kişi başına gelir
265 dolardır. Aynı dönemde gelişmiş ülkeler
ortalaması 1930 dolar, Güney Amerika ortalaması
210 dolar, Sovyet Blokunda 410 dolar ve az
gelişmiş ülkeler ortalaması da 108 dolardır.

Bu dönemde Yunanistan’ın gerisinde Latin
Amerika’nın ilerisinde olduğumuz açıktır.
 Her ne kadar sağlıklı veriler olmasa da 1950-60
döneminde kişi başına gelirin %35-40 civarında
arttığı söylenebilir.
 Artan refahın nasıl paylaşıldığı konusunda açık
bir kaynak mevcut değildir.
 Kitabınızdaki Tablo 5.3, tarımın destekleme
alımları ve banka kredileri ile birlikte çok yoğun
bir şekilde desteklenmesine rağmen, tarım
sektöründeki büyümenin GSMH’deki yüzde
artışın gerisinde kaldığını göstermektedir.

Kırsal kesimdeki nüfus dönem sonunda
hala %75 civarındadır.
 Reel ücret endeksindeki gelişme 1950 =
100 iken 1960 = 127 olmuştur.
 Geçinme endeksi ise 1950 = 100 iken
1960 = 253 olmuştur.
 Yani ücretlerdeki artış, geçinme
endeksindeki artışın ancak yarısı kadar
olmuştur…

Ekonomide Yapısal Değişmeler
-- Sanayi Sektörü -İthal ikameci sanayileşme stratejisi devam
etmiştir.
 Sanayi sektörü 1950-60 arasında toplamda
%119.6 ve yıllık ortalama %8.3
büyümüştür.
 Bu büyüme GSMH artış oranından daha
büyük olduğu için, sanayi sektörünün
GSMH büyümesine nispi katkısı artmıştır.

Dönem başında GSMH’ye olan katkısı
(1950-53) %13.7 iken dönem sonunda
(1957-60) %16.9’a ulaşmıştır.
 - Türkiye’deki sanayi sektörü o döneme
kadar 1930’lu yıllarda kurulan ve ithal
ikameci sanayileşme stratejisinin bir
uzantısı olan temel tüketim malları
üretimine yönelikti.
 Büyük ölçüde yerli tarımsal ve madeni
hammaddeyi kullanmaya dayalıdır.




1.
2.
Sanayi sektörü 1950-60 arasında önemli
bir gelişme göstermiştir.
Bu gelişmenin en önemli nedeni 1957’ye
kadar olan iç talep genişlemesidir.
İç talep genişlemesinin nedenleri ise şu
şekilde sıralanabilir:
Marshall yardımları ile tarımda hızlı
makineleşme
Tarımın piyasaya yönelik üretime
başlaması
3.
4.
5.
6.
7.
1950-53 arası iyi giden iklim koşulları
nedeniyle tarımsal üretimin artması
Kore savaşı nedeniyle tarım ürünleri
fiyatlarının artmış olması
Tarım sektörüne verilen kredilerin artmış
olması
Köylünün satın alma gücünün artmış
olması ve
Köyden kente göçün artması, iç talebi
canlandırmıştır.
İç talebin artmasında hükümetin
uyguladığı genişlemeci para ve maliye
politikaları da etkili olmuştur.
 1956’ya kadar ithalatta bir darboğaz
yaşanmaması da etkilidir. İhtiyaç duyulan
ara ve yatırım maddeleri kolayca ithal
edilebilmiştir.
 Bu sayede sanayide arka arkaya ciddi
büyüme rakamlarına ulaşılmıştır.
 1950-57 arasında yıllık büyüme oranı
ortalama olarak %9-10 civarındadır.






1954’te başlayıp 1956’da ciddi bir kriz halini alan
istikrarsızlık ve döviz darboğazı, dış ticareti zora
sokmuş bu da sanayi sektörünü olumsuz
etkilemiştir.
Ara ve yatırım malları ithal edilememiş,
Enflasyonist baskılarla birlikte yatırımlar üretken
sektörlerden uzaklaşmıştır.
-İthal ikameci politikanın amacı ekonomiyi dışa
bağımlılıktan kurtarmaktır. Ancak bu amaca
ulaşılamadığı görülmektedir. Tüketim malları
açısından bağımlılık azalmış olmakla birlikte, ara
ve yatırım malları açısından bağımlılık halen
devam etmektedir.
1950’lerin ikinci yarısında, ithalatın %90’ı
yatırım malları ve hammaddeden
oluşmaktadır.
 Bu rakam ithal ikameci sanayileşme
stratejisinin ve sanayileşme sürecindeki
hızlanmanın doğal bir sonucudur.
 Dönemin sonlarında tüketim malları
neredeyse tamamen ikame edildiği için,
tüketim malları ithalatı %10’a kadar
gerilemiştir.

1950’li yıllarda özel kesim her ne kadar
büyük ilerleme göstermiş olsa da, artan iç
talebi karşılama konusunda yetersiz
kalmıştır.
 Bu yetersizlik kamu kesimi tarafından
karşılanmıştır. Bu nedenle kamu kesiminin
payı küçültülememiştir.
 Ancak kamu kesiminin varlığı özel kesimi
olumsuz etkilememiş, tam tersine özel
kesim ile kamu kesimi arasında işbölümü
ve bütünleşme sağlanmıştır.






Özel kesim yatırımlarına iç talep yön vermiştir.
Özel kesim sanayileşmede öncü rol oynamak
yerine, genelde bilinen alanlara yatırım yapmayı
tercih etmiştir.
Bilinen alanlara (şeker, çimento, tekstil vs) aşırı
yatırım yapılması, bu alanlarda kapasite
fazlalıklarının oluşmasına yol açmıştır.
İç pazarın korunuyor olması, kapasite fazlasına
rağmen karlılığı beraberinde getirmiştir.
Sanayileşmenin ileri düzeylerini ifade eden sınai
tesisler daha çok kamu kesimi tarafından
kurulmuştur.

1.
2.

Bu tespit şunlara dayanılarak
yapılmaktadır:
Ara ve yatırım malları üreten alanlarda
kamu kesimi yatırımlarının oranı oldukça
yüksektir,
Özel kesime ait işyerleri ise, genelde
küçük ölçekli iş yerleridir.
Kamu ile özel kesim arasındaki bu
farklılık, işbölümü ve bütünleşme
açısından yararlı bile olmuştur.
Özel kesim, kamu kesiminin ürünlerini
satın alarak kamunun pazarı haline
gelmiştir.
 Kamu ise ürünlerini maliyetinin altında
satarak özel kesime parasal anlamda dışsal
ekonomi sağlamıştır.
 - 1950-58 döneminde toplam yatırımların
%21.7’si sanayi sektörüne tahsis edilmiştir.




1.
2.
Bu yatırımlar büyük ölçüde ara ve
tüketim malları üreten alanlara
yoğunlaşmıştır.
1956’dan sonraki dönemde özel kesim
yatırımları hem tüketim hem de yatırım
malları üreten alanlarda azalmıştır.
Bu azalmanın en büyük nedenleri:
%20’leri bulan fiyat artışları ve
İthalatın zorlaşmasıdır.
Bu dönemin karakteristik özelliklerinden
biri, tüketim malları üretiminin ağırlığını
korumasıdır.
 Tüketim malları üreten kuruluşların toplam
sanayi kuruluşları içindeki payı, 1960’lara
gelindiğinde hala %65 civarındadır.
 Bu oran 1950’de %73 idi.
 Asıl önemli gelişme ara malları üreten
sanayi kuruluşlarında olmuştur.
 Bu alt grubun toplam içindeki payı
artmıştır.

Buna karşılık, yatırım malları ve dayanıklı
tüketim malları üreten alt grupların
payında önemli bir değişiklik olmamıştır.
 Yani 1950-60 aralığında sınai üretimdeki
genişleme, büyük ölçüde, temel tüketim
malları ve ara malları üretimindeki artıştan
kaynaklanmıştır.
 Yani özetlemek gerekirse, 1960’a
yaklaşıldığında Türkiye, temel tüketim
mallarının ikamesini tamamlamak üzeredir.
Bu önemli bir aşamadır.


1.
2.
3.
4.
5.
Sanayi sektöründe dönem itibariyle etkinlik
artışı olmamıştır. Bunun nedenleri şu şekilde
sıralanabilir:
Kamu kesimi kuruluş yerlerinin seçiminde
rasyonel davranılmaması,
KİT ürünlerinin fiyatlandırılmasında politik
baskılara maruz kalınması,
Özel kesim işyerlerinde ölçeğin küçük olması
Özel kesim işyerlerinde teknolojinin geri olması
ve
Özel kesim işyerlerinde sermayenin yetersiz
olmasıdır.
Özel kesim yatırımları kapasite fazlası
yaratacak şekilde belirli alanlara
yoğunlaştığı için marjinal sermaye/hasıla
oranı yükselmiştir.
 1951-53 arasında 1.96 olan bu rasyo,
1955-60 arasında 4.56’ya yükselmiştir.

Tarım Sektöründe Gelişmeler
Bu döneme kadar hızlı sanayileşme tutkusu,
tarıma verilmesi gereken önemin önüne geçmiş,
tarım ihmal edilmiştir.
 II. Dünya Savaşı yıllarında ise en büyük hasıla
düşüşü bu sektörde olmuştur. Tarımla
uğraşanların hayat standartları düşmüştür.
 Savaştan sonra Türkiye’nin tarımda çok büyük
potansiyeli olduğu fark edilmiş ve bu alana
yatırım yapılması gerektiği belirtilmiştir (Marshall
uzmanları)

Hükümet (CHP) savaş sonrası dönemde
tarımı geliştirmek için bazı girişimler
yapmıştır.
 1945 yılında çıkarılan Çiftçiyi
Topraklandırma Kanunu, kısa sürede
dejenere edilmiş ve toprak reformu olma
özelliğini yitirmiştir.
 Bu kanunun tek fonksiyonu, kamu
arazilerinin topraksız çiftçilere dağıtılması
sonucu, ekim alanlarının mera alanlarına
göre daha fazla genişlemesine katkı
sağlamak olmuştur.

Ekim alanlarının genişlemesi sadece bu kanunun
bir etkisi değildir. Marshall yardımları ile tarım
sektöründe artan makineleşmenin de bunda
etkisi vardır.
 1948’de 1756 olan traktör sayısı, 1950’de 16 bin,
1955’te 40 binden fazla olmuştur.
 Traktör sayısı, ekim alanı artışı ve traktörle
işlenen arazi miktarındaki gelişmeler Tablo
5.7’den takip edilebilir.
 1953’e kadar iyi giden hava koşulları nedeniyle
tarımsal ürün anormal şekilde artmıştır. Bu
konudaki bilgilere de Tablo 5.8’den ulaşılabilir.

Bu dönemin tarım sektöründe en ilgi çekici
gelişmelerinden biri de tarım sektöründe
sermaye kullanımının artmış olmasıdır.
 Bu dönemde tarıma yapılan sabit sermaye
yatırımlarının toplam içindeki payı %22’ye
ulaşmıştır.
 1956’daki krizin etkisi tarımda da
hissedilmiş, tarım sektörüne yapılan
yatırımlar yavaşlamıştır.



1.
2.
3.
4.
Tarımsal üretimin artmasına neden olan
bir diğer etken ise, ortalama hektar
verimindeki artıştır. (bkz: Tablo 5.8)
Verimlilik artış nedenleri şu şekilde
sıralanabilir:
İyi hava koşulları,
Tarımda makineleşme,
Gübre ve ilaç kullanımı,
Sulamanın yaygınlaşması
Tarımda makineleşme çok hızlı artmış
olmasına rağmen, diğer girdilerdeki artış
bu kadar olmamıştır.
 Köylünün teknik bilgi seviyesi aynı hızla
gelişmemiştir.
 Bu nedenle bu makinaların büyük kısmı
etkin bir şekilde kullanılamamış, büyük
kısmı kısa süre içerisinde kullanılamaz
duruma gelmiştir.

Bu dönemde tarım; taban fiyat uygulaması
ve destekleme alımları gibi politikalarla
desteklenmiştir.
 Bir yandan destekleme alımı kapsamına
alınan ürün sayısı artmış, bir yandan da bu
ürünlere yüksek taban fiyatlar
uygulanmıştır.
 TMO alım yaparken çiftçinin kar
edebileceği bir fiyat belirlemeye özen
göstermiştir.

Bu fiyatlar çoğu zaman ürünlerin dünya
fiyatları üzerinde olduğundan, kamu sık sık
zarara uğramıştır.
 Bu zararlar hazineden ödenmiştir.
 Dönem içinde görülen enflasyonist
baskının nedenlerinden biri de budur.
 - Bu konuda çok farklı görüşler bulunmakla
birlikte, dönem içinde iç ticaret hadlerinin
tarım lehine değiştiği yönündeki bulgular
daha ağırlıklıdır.

N. Keyder’in hesaplamalarına göre, 193741 = 100 alınırsa, iç ticaret hadleri 194751’de 120.1, 1952-56’da 129.2, 195761’de 148.9’a yükselerek tarım sektörü
lehine değişmiştir.
 İç ticaret hadlerinin tarım aleyhine
değiştiğini iddia eden yazarlar da
mevcuttur. Kitabınızın yazarı da bunlardan
biridir.

Taban fiyatı uygulaması bazı olumsuz
gelişmelere neden olmuştur.
 Bazı ürünlerin üretim alanları aşırı
genişlemiş, marjinal ekim alanlarına
kaymıştır.
 Bu durum, meraların azalmasına, ortalama
verimin düşmesine ve maliyetlerin
yükselmesine yol açmıştır. Tarımda gelir
dağılımını bozmuştur.
 Tarımla uğraşan ekonomik birimlere gelir
transferi yapılmıştır.

Ekim alanı geniş olan çiftçiler taban
fiyatından daha fazla yararlanmışlar, küçük
ölçekli üretim yapan çiftçiler (öztüketimin
yüksekliği nedeniyle) taban fiyat
uygulamasından pek fazla
yararlanamamışlardır.
 Bu durum tarım sektöründe gelir
dağılımının bozulmasına yol açmıştır.
 Bu bozulmayı telafi edici artan oranlı bir
vergi uygulanmamıştır. Halen de
uygulanmamaktadır.

Bu dönemde her şeye rağmen, tarımsal
üretim iklim şartlarının etkisinde kalmaya
devam etmiş, iklim şartlarındaki
değişmeler tarımsal hasılada ve GSMH’de
önemli dalgalanmalara neden olmuştur.
 Bu dalgalanmalar sınai hasılayı etkilemiş
ve ekonomide istikrarsızlığın önemli
nedenlerinden biri olmuştur.
 1954’deki %3.2’lik iktisadi küçülmenin en
büyük nedeni iklim şartlarıdır ! ! ! ! !

Dış Ekonomik İlişkilerde Gelişmeler
1950-60 aralığında, iktisat politikalarındaki
en önemli değişim, dış ticaret alanında
olmuştur.
 DP iktidara gelir gelmez ithalatı %60-65
oranında libere etmiştir.
 Bu nedenle ithalat hızlı bir şekilde artmıştır.
 Kore Savaşı’nın oluşturduğu konjonktür,

Ve tarımda yaşanan olağanüstü üretim
artışı, ihracatı da artırmıştır.
 Ancak ithalat ihracattan daha hızlı arttığı
için, dış ticaret açıkları 1956’ya kadar
artarak devam etmiştir.
 Başlangıçta ithalatın finansmanı döviz
rezervleri kullanılarak karşılanmıştır.
 Ancak rezervler kısa sürede tükenince,
ithalatın liberasyonundan vaz geçilmiş
(Eylül 1953) ve Temmuz 1954’de ithalata
yeni kısıtlamalar ve kontroller getirilmiştir.

Oluşan dış açıklar bir süreliğine alınan dış
borçlarla kapatılmıştır.
 Ancak 1953-54’den itibaren bazı ithalat bedelleri
ödenemeyince, “Gecikmiş Borçlar” veya “Satıcı
Kredisi” adı altında yeni borçlanma yolları
bulunmuştur.
 1951-60 arasında bu şekilde 584 milyon $ borç
alınmıştır.
 Bu borçlar ödenemeyince 1958 yılında OECD’nin
kurduğu bir konsorsiyum tarafından konsolide
edilip takside bağlanmıştır.

Tablo 5.10’dan da görülebileceği gibi,
1956’dan itibaren dış ticaret hacmi
daralmaya başlamıştır.
 İç ve dış fiyatlar arasındaki farkın artması
sonucu TL aşırı değerlenmiştir.
 TL’nin aşırı değerlenmiş olması ihracatımızı
olumsuz yönde etkilemiştir. İhracat
yapamaz hale gelmişiz.
 Bütün bu olumsuzluklara rağmen,
hükümet devalüasyon yapmaya ve istikrar
tedbirleri uygulamaya yanaşmamıştır.

Türkiye’ye borç ve hibe veren ülkeler,
istikrar tedbirleri uygulansın ve
devalüasyon yapılsın diye, Türkiye’ye
verdikleri kredi miktarını düşürmüşlerdir.
 Oluşan döviz darboğazı ithalatı azaltmıştır.
 İthalatın azalmış olması, ithal girdi
kullanan sanayi sektörünü olumsuz yönde
etkilemiştir. Mal darlığı oluşmuştur.
 Mal darlığı zaten kendini hissettirmeye
başlayan enflasyonu iyice körüklemiştir.


Enflasyon 1956’da %13.2, 1957’de %19.6
olmuştur. Bu rakamlar o dönemler için
oldukça yüksek rakamlardır ve ekonomide
bir istikrarsızlık olduğuna işaret etmektedir.
1956-58 Krizi ve 1958
Devalüasyonu
1954’den başlayan bazı gelişmeler,
özellikle de dış ticaret alanında yaşanan
gelişmeler, krizin yaklaşmakta olduğunu
göstermiştir.
 Hızlı ekonomik büyüme sağlayabilmek için,
genişlemeci para ve maliye politikaları
uygulanmış, iç talep körüklenmiştir.
 İthalatın libere edilmesi dış ticaret
açıklarının artmasına yol açmıştır.



1.
2.
Hollis Chenery gibi bazı uzmanlar,
ekonomiyi soğutmak ve istikrarı tekrar
sağlamak için bazı önlemler alınması
gerektiğini söylemiş olsalar da, hükümet
bu uyarıları dinlememiştir.
Ancak 1956 yılından sonra bazı önlemler
alınmaya başlanmıştır.
İthalata miktar kısıtlamaları getirilmiştir.
1956 yılında “Milli Koruma Kanunu”
yeniden yürürlüğe konularak, iç piyasada
fiyat kontrollerine gidilmiştir.
3.
4.
5.


Faiz oranları yükseltilmiştir.
Ticari banka kredileri sınırlandırılmıştır.
İhracata ve döviz girişi sağlayan işlemlere
prim verilmiştir.
Son önlem fiili anlamda ikili kur
uygulamasının başlangıcı olarak
yorumlanır.
Bu çoklu kur uygulaması 1958 istikrar
tedbirlerinde de sürdürülmüş, Ağustos
1960’da kaldırılmıştır.
Bu tedbirler ekonomiyi düze
çıkaramayınca, hükümet uluslararası
kuruluşlardan yardım istemiştir.
 IMF’nin güdümünde OECD ile yapılan
görüşmeler sonucunda, Türkiye’nin ticari
borçları konsolide edilmiş, vadesi gelen
borçları ertelenmiş ve yeni kredi açılmıştır.
 Bu desteğin gelmesiyle birlikte 4 Ağustos
1958 istikrar tedbirleri yürürlüğe
konulabilmiştir.

4 Ağustos 1958 İstikrar Tedbirleri
1.


Devalüasyon yapılmıştır.
En son Eylül 1946’da devalüe edilen TL,
döviz kıtlığı ve yurtiçi enflasyonun
yurtdışı enflasyondan daha yüksek
olması nedenleriyle, aşırı değerli hale
gelmiştir.
Paranın dış değerini bir prestij meselesi
haline getiren hükümet, ısrarla
devalüasyon yapmamıştır.
Sonunda Ağustos 1958’de çoklu kur rejimi
genelleştirilerek, paramız %68.9 oranında
devalüe edilmiştir.
 Ancak bu devalüasyon “de Facto”
olmuştur. Yani rakamlara yansımamıştır.
 Resmi kur yine 1$ = 280 kuruş olarak
kalmıştır.
 Fakat döviz alım satımlarına prim ödeme
ve vergi uygulama yoluyla kur sanki 1$ =
9 TL gibi olmuştur.


2.
9 Ağustos 1960’da resmi kur da
değiştirilmiştir. Yani artık gerçekten de 1$
= 9 TL’dir.
İthalata yeniden serbesti getirilmiştir.
İthalat üçer aylık programlara
bağlanmıştır. İthalat ve ihracat için
gerekli olan bürokratik işlemler
kolaylaştırılmıştır. Ara ve yatırım malları
ithalatına öncelik verilmiştir.
3.
4.
5.
Emisyon daraltılmış, banka kredilerine
tavan konulmuş, çeşitli kesimlere açılacak
krediler kotlarla belirlenmiştir.
Kamu harcamalarının kısıtlanması ve
bütçe dengesinin sağlanması
kararlaştırılmış, ancak bu amaca
ulaşılamamıştır. İç borçlanmaya
gidilmiştir.
1956’dan beri uygulanmakta olan fiyat
kontrolleri kaldırılmış, KİT ürünlerine
yüklü zamlar yapılmıştır. Bundaki amaç
KİT zararlarını ortadan kaldırmaktır.
Bu tedbirlerle birlikte dış ekonomik
ilişkilerdeki tıkanıklıklar aşılmıştır. 420
milyon$ borç ertelenmiş, 359 milyon $
yeni kredi bulunmuştur.
 Dış kredilerin alınması ve ithalatın yeniden
artmasıyla ekonomi bir miktar canlanmıştır.
 1959’dan itibaren ihracat artmaya
başlayınca, dış ticaret hacmi yeniden
artmaya başlamıştır. Ancak ithalattaki artış
ihracattaki artıştan daha fazla olduğu için,
dış ticaret açıkları sürmüştür.

1948 yılından itibaren dış kaynak kullanımı
Türkiye ekonomisinin vaz geçilmez
özelliklerinden biri haline gelmiştir.
 1923-47 aralığında kalkınmasını kendi
kaynakları ile finanse eden Türkiye, bu
tarihten sonra sürekli olarak dış kaynak
kullanmaya başlamıştır.
 Her ne kadar alınan dış borçlar, üretimi ve
hasılayı artırmış olsa da, dışa bağımlılığın
artması gibi bazı sakıncalara da yol
açmıştır.

1950-60 döneminde, borç ertelemeleri
dışında, toplam 2311 milyon $ dış kaynak
kullanımı söz konusudur.
 Bunun 1416 milyon $’ı kredi ve bağış, 895
milyon $’ı yabancı sermaye girişidir.
 Kredi bağışların 1107 milyon $’ı ABD’den
alınmıştır. Bunun 728.2 milyon $’ı bağıştır.
 - Sanayileşmede ulaşılan nokta, dış ticaretin
kompozisyonunu da etkilemiştir.

1950-60 arasında toplam ithalatın yaklaşık
%85’i yatırım malları ve hammadde, %15’i
tüketim mallarından oluşmaktadır.
 Tüketim mallarının payı dönem başında
%20-22 civarındadır. Bu oran daha
sonraları %10’un altına doğru inmeye
başlamıştır.
 Tüketim malları ithalatındaki bu düşüş,
ithal ikameci strateji kadar döviz
darboğazından da kaynaklanmıştır.

Yatırım malları ithalatı toplam ithalatın
%50’sini aşmaktadır. Bunun da %39’u
makine, %12’si yapı malzemeleridir.
 - İthal ikameci sanayileşme politikası,
düşünüldüğü gibi döviz tasarrufu
sağlamamıştır.
 1950-60 arasında yatırımların dışa
bağımlılık katsayısı 0.284’tür. Yani 1000
TL’lik yatırım için 284 TL yatırım malı ithal
etmek gerekmektedir.

Döviz tasarrufu sağlamak için getirilen
ithal kısıtlamaları ise, talebin yerli ürünlere
yönelmesi sonucunu doğurmuştur.
 Bu da yurtiçinde; etkin olmayan, yüksek
maliyetle çalışan ve tekel karları elde eden
bir sanayi yapısının oluşmasına yol
açmıştır.
 - İhracat gelirleri halen tarım sektörüne
bağlıdır.

Toplam ihracat gelirlerinin %80-85’i,
sayıları 5-6 civarında olan tarımsal ürün ile
elde edilmektedir.
 Sanayi ürünleri ihracatının toplam ihracat
içindeki payı %5’i geçmemektedir. Hatta
bu ürünler de çoğu zaman basit
dönüşümlerden geçirilmiş tarımsal
ürünlerdir.
 Madencilik ihracatının toplam ihracat
içindeki payı %5 civarındadır.

Para ve Maliye Politikaları
Bu dönemde para ve maliye politikaları çok
önemli bir değişim göstermiştir.
 II. Dünya Savaşı yılları hariç, 1950’ye kadar
sürekli olarak sıkı para ve denk bütçe politikaları
uygulanmıştır.
 Paranın miktarı ile değeri arasındaki klasik
görüşe sıkı sıkıya inanan dönemin para
otoriteleri, paranın değerini istikrarlı tutmak için,
para arzını da istikrarlı tutmuşlar, sadece büyüme
oranı kadar para arzını artırmışlardır.

Para arzını sabit tutabilmek için kamu
harcamalarına özen gösterilmiş, sadece
elde edilen gelir kadar harcama yapılmaya
özen gösterilmiştir.
 1950’den sonra bu politikalar terk edilmiş,
genişlemeci para ve maliye politikaları
uygulanmıştır.
 Yüksek büyüme rakamları tutturabilmek
için, iç ve dış kaynaklara baş vurulmuş, iç
talep genişlemesine izin verilmiştir.
 Marjinal tüketim eğilimi artmıştır.

1.
2.
3.
4.
5.
Altyapı yatırımları artmıştır,
KİT zararları artmıştır,
Destekleme alımları artmıştır,
Destekleme alımlarının artması nedeniyle
TMO zarar etmiş, (1950-60 arasında
toplam 312.3 milyon TL) ve bu zararlar
Merkez Bankası kaynaklarından
karşılanmıştır,
Diğer KİT zararları da Merkez Bankası
kaynaklarından karşılanmıştır,
6.
7.


KİT’lerin zarar etmesini önlemek için KİT
ürünlerine yüklü zamlar yapılmış, bu da
enflasyonu artırmıştır,
Destekleme alımlarında yüksek taban fiyat
belirlenmesi, TMO’nun zarar etmesi ve bu
zararların da MB kaynaklarından karşılanması,
enflasyonun daha da artmasına yol açmıştır.
-1950-53 döneminde toplam krediler içinde
kamunun payı %10.6 iken özel kesimin payı
%89.4’tür.
1954-60 döneminde kamunun toplam
krediler içindeki payı artmış ve %21.5
olmuştur.
 1950-53 döneminde kamunun aldığı
kredilerin sadece %4.7’si KİT’lere
giderken, 1954-60 döneminde KİT’lerin
payı %49.4’e ulaşmıştır.
 Bu artış KİT zararlarının banka kredileri ile
karşılanmak istenmesinden
kaynaklanmıştır.

Bu dönemde bankacılık sistemine kamu
hakimdir.
 Bankacılık sistemi etkin çalışmamaktadır ve
hizmet maliyeti yüksektir.
 - Devletin ekonomiye müdahalesini
küçültmeyi vaat eden hükümet bunu
başaramamış, özel kesim üretimi iç talebi
karşılayamadığı için yeni KİT’ler
kurulmuştur.

Örneğin şeker, çimento, demir çelik
tesisleri kurmak için devlet bütçesinden
pay ayrılmıştır.
 Yeni KİT’lerin kurulması kamu
harcamalarının artmasına neden olmuştur.
 Kamu harcamaları 1950-60 aralığında
%606 oranında artmış ve 1682.3 milyon
TL’den 10190.4 milyon TL’ye yükselmiştir.
 Kamu harcamalarının GSMH’ye oranı
sürekli artmıştır. Dönem ortalaması
%21.4’tür.

Kamu gelirleri ise kamu harcamalarından
daha az artmıştır.
 1952’den sonra bütçe açıkları sürekli
olarak büyümüştür.
 1950-60 aralığında toplam 15392.9 milyon
TL kamu açığı oluşmuştur.
 Kamu gelirlerinin kamu harcamalarını
karşılama oranı %70’dir.
 Bütçe açıkları MB kaynaklarından ve iç
borçlanma yoluyla finanse edilmiştir.

Vergi sistemi (bugün de olduğu gibi) etkin
değildi.
 Bu dönemde artan oranlı vergi
uygulamasına geçilmek istenmiş, ancak bu
başarılamamıştır.
 Vergi tabanı oldukça küçüktür.
 1955 yılı rakamlarına göre,
vergilendirilebilir gelirin %29’unu kazanan
ücretli ve maaşlılar, vasıtasız vergilerin
%40’ını öderken,

Vergilendirilebilir gelirin %24’ünü kazanan
zengin çiftçiler ve toprak ağaları vasıtasız
vergilerin sadece %2’sini ödemişlerdir.
 1950-60 döneminde kamu gelirlerinin
%72’si vergilerden, %11.2’si tekel
kazançlarından oluşmuştur.
 Vergi gelirlerinin %40.3’ü vasıtasız
vergilerden oluşurken, %57’si vasıtalı
vergiler, gümrük vergisi ve harçlardan
oluşmaktadır.

Mevcut vergi sistemi, ne devletin ihtiyacı
olan geliri temini etmiş ne de vergi sonrası
gelir dağılımında adaleti tesis etmiştir.
 1950-60 döneminde kamu harcamaları
kamu gelirlerini %29.3 oranında aşmış, bu
açık MB kaynaklarından karşılanmıştır.
 - 1949-60 döneminde emisyon 3.1 kat,
banka mevduatları 4.4 kat, banka kredileri
4.1 kat artmıştır.

Parasal büyüme bu kadar büyükken,
GSMH artışı sadece sadece 1.8 kat
olmuştur.
 Parasal büyüme ile reel büyüme arasındaki
bu fark doğal olarak enflasyonist baskı
yaratmıştır.
 1951-53 döneminde enflasyon %2.9’tur.
 1954-56’da %11.7
 1957-59’da %17.8 olmuştur.
 En yüksek yıllık enflasyon 1959’da %19.5
ve 1957’de %18.7 rakamlarıdır.

1958 İstikrar Önlemleri’nin uygulanması sonucu,
1960 yılı enflasyon oranı %5.3’e düşmüştür.
 Bu dönemdeki enflasyon üzerinde hiç şüphesiz
para arzı artışlarının etkisi vardır. Ama tek neden
tabii ki bu değildir.
 GSMH’deki düşük reel büyüme ve ithalattaki
tıkanıklıklar da enflasyona neden olmuştur.
 Örneğin dönemin ilk yıllarında para arzı %16.5
oranında artmış olmasına rağmen, GSMH artışı
%11’in üstünde olduğu için ve ithalatta tıkanıklık
yaşanmadığı için enflasyon sadece %5.4
civarında kalmıştır.

1954’ten sonra GSMH artışı yavaşlamış, ithalatta
tıkanıklıklar ortaya çıkmış, buna rağmen parasal
büyüme sürmüştür. Bu da enflasyonun hız
kazanmasına yol açmıştır.
 Enflasyonla mücadele konusunda 1958 yılına
kadar sadece fiyat kontrolleri uygulanmıştır. Oysa
asıl çözüm para arzını kontrol etmektir.
 1958 İstikrar Önlemleri’nden sonra, para arzı ve
banka kredileri kontrol altına alınmış, KİT
ürünlerine zam yapılarak zarar etmeleri
önlenmiş, dış kredi alınıp ithalattaki tıkanıklıklar
aşılmış ve böylece enflasyon yeniden kontrol
altına alınmıştır.
