1923`DEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE EKONOMİSİ

Download Report

Transcript 1923`DEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE EKONOMİSİ

1920'lerden günümüze kadar Türkiye ekonomisi tarihini incelerken üç iktisat
kongresinin de ekonomi politikalarında önemli değişimlerin yaşandığı
dönemlerin başlarına rastladığı gözlenmektedir. Bu açıdan iktisat
kongrelerinin ekonomik hayata yön verme işlevleri olmuştur.
 Birinci İktisat Kongresinin düzenlendiği 17 Şubat 1923 tarihinde, Kurtuluş
Savaşından galip olarak çıkan Türkiye, iktisadi açıdan Osmanlı
İmparatorluğundan devraldığı "Duyunu Umumiye" ile karşı karşıya kalan,
halkın büyük çoğunluğu fakir ve eğitimsiz, sanayi kuruluşları yok denecek
kadar az ve sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülke
konumundaydı. Bu Kongrenin ortaya konulan fikirler açısından o dönemin
Türkiye ekonomisini yeniden inşa etmede büyük katkıları olmuştur.
•
1981 yılında düzenlenen İkinci İzmir İktisat Kongresi ise, iktisadi ve
siyasi bunalımların gözlendiği, iktisadi olarak içe dönük sanayileşmenin
yarattığı bunalımların biriktiği ve hemen ardından bu alanlarda büyük
değişimlerin gözlendiği bir dönemde düzenlenmiştir.
21. yüzyıla girmekte olan dünyada gözlenen siyasi ve teknolojik değişim
rüzgarları içerisinde, 1992 yılında düzenlenen Üçüncü İzmir İktisat
Kongresi, bu değişim ortasında olan ve coğrafi açıdan etrafında siyasi
çalkalanmaların gözlendiği Türkiye için, iktisadi açıdan gelecek yüzyıla
hazırlanmada, hedefleri belirlemede, kamu ve özel kesimin fikirlerini
ortaya koymada önemli bir yere önemli bir yere sahiptir.
Birinci Dünya Savaşından 5 yıl sonra, dünyanın kendine bir düzen
vermeye çalıştığı uluslararası konjonktürde toplanan Birinci İktisat
Kongresi, daha çok içerdeki dengeleri tesis etmeye ve iktisadi yapıyı
oluşturmaya yönelikti.
Kongrede sanayici, tüccar, çiftçi, işçi "murahhaslarının" oldukça çekişmeli ve
kulisli bir çalışma ortamından sonra, ana sektörler itibariyle belirlenen "Misak-ı
İktisadi Esasları" başlığı altında bütünleşmeleri, bir ittifak arayışının kanıtı olarak
sayılabilir. Bu çerçevede, Kongre kapsamı içinde siyasi bağımsızlığın iktisadi
bağımsızlıkla birleştirilmesi ve Türk girişimcisinin güçlendirilmesi en temel
hedeflerdi.
 Kongrede milliyetçi ve liberal politikaların temelleri benimsenmişti. Gerçekten,
1923-29 dönemi tüm dünyada görüldüğü gibi liberal politikaların uygulandığı
bir dönem olmuştur. Bunun nedeni, uygulanan politikaların, özel girişim
öncülüğünde ve dışa açık bir ekonomik yapı içinde gelişmesiydi. Dışa açık
politikaların benimsenmesinin bir diğer nedeni ise Lozan Antlaşmasının iktisadi
hükümleriydi. Antlaşmanın eki olan ticaret sözleşmesi, 1916 yılında Osmanlı
gümrük tarifelerinin beş yıl daha yürürlükte kalmasını ve yeni yasaklar
getirilmemesini öngörüyordu. Bu nedenle, 1929 yılına kadar gümrük
tarifelerinde artışlar gerçekleştirilememiştir.

Birinci Dünya Savaşından 5 yıl sonra, dünyanın kendine bir düzen vermeye çalıştığı
uluslararası konjonktürde toplanan Birinci İktisat Kongresi, daha çok içerdeki dengeleri tesis
etmeye ve iktisadi yapıyı oluşturmaya yönelikti.
Kongrede sanayici, tüccar, çiftçi, işçi "murahhaslarının" oldukça çekişmeli ve kulisli bir çalışma
ortamından sonra, ana sektörler itibariyle belirlenen "Misak-ı İktisadi Esasları" başlığı
altında bütünleşmeleri, bir ittifak arayışının kanıtı olarak sayılabilir. Bu çerçevede, Kongre kapsamı
içinde siyasi bağımsızlığın iktisadi bağımsızlıkla birleştirilmesi ve Türk girişimcisinin güçlendirilmesi
en temel hedeflerdi.
Kongrede milliyetçi ve liberal politikaların temelleri benimsenmişti. Gerçekten,
1923-29 dönemi tüm dünyada görüldüğü gibi liberal politikaların uygulandığı bir dönem olmuştur.
Bunun nedeni, uygulanan politikaların, özel girişim öncülüğünde ve dışa açık bir ekonomik yapı
içinde gelişmesiydi. Dışa açık politikaların benimsenmesinin bir diğer nedeni ise Lozan
Antlaşmasının iktisadi hükümleriydi. Antlaşmanın eki olan ticaret sözleşmesi, 1916 yılında Osmanlı
gümrük tarifelerinin beş yıl daha yürürlükte kalmasını ve yeni yasaklar getirilmemesini
öngörüyordu. Bu nedenle, 1929 yılına kadar gümrük tarifelerinde artışlar gerçekleştirilememiştir
1923-1929 yılları arasında devlet özel girişimi teşvik etmek için yoğun çaba
harcamıştır. Bu amaçla yapılanların başında, devlet tekelleri kurularak daha
sonra bunların işletmesini özel sektöre devretmek gelmektedir.
Ayrıca, bu dönemde, milli sanayi geliştirmek için Teşvik-i Sanayi Kanunu ile
birlikte çeşitli hammaddelerin ithalatını kolaylaştıran gümrük tedbirleri
alınmıştır. Milli Bankalar Kurularak (İş Bankası, Tütüncüler Bankası ve Sanayi
ve Maadin Bankası), İstanbul ticaret ve tahıl borsası açılmıştır. Bu dönemde
anonim şirketlerin kurulmaları da kolaylaştırılmıştır. Madenler ve sigara
üretimi devletleştirilerek milli üretime dönük bir biçimde işletilmeye
başlanmış, şeker fabrikaları için teşvik kanunu çıkartılmıştır. Ancak, bu
dönemde, devletin en az düzeydeki müdahaleci tutumuna rağmen, özel
sektör istenilen gelişmeyi sağlayamamıştır
Tüm dünyayı iktisadi açıdan büyük bir çıkmaza sokan 1929 dünya iktisat bunalımı ise
liberal iktisat politikalarını izleyen ülkemizi de etkilemiştir. Bu dönemde, Türk parasının
değerinin düşmesi sonucu, tarım ürünlerimizin dünya piyasalarında fiyatları düşmüştür.
1924-1929 döneminde GSMH yılda ortalama %10,9, sınai üretim ise % 8,5
oranında artış kaydetmiştir. Bu sonuç, üretim kapasitesine yapılan ilavelerden çok,
geçmişte meydana gelen kapasite boşluklarının kullanılmasının bir sonucudur. Bu
dönemde tarımsal üretimde görülen hızlı artış ise, aktif nüfusun savaş sonrasında
toprağına geri dönmesinden kaynaklanmıştır
1930 yılından sonra tüm dünyada, devletçi, müdahaleci ve korumacı politikalara
yönelinmeye başlanmıştır. Türkiye de bu doğrultuda hareket ederek, bunalımdan
çıkmak ve iktisadi genişlemeyi sağlamak amacıyla çeşitli tedbirler almıştır. Öncelikle,
1930 yılında Merkez Bankası kurulmuş ve Türk Parasını Koruma Kanunu
TBMM'de kabul edilmiştir. 1931 yılında ise ithalata kota konulması ve ihracatın
denetlenmesi hakkında çıkan kanunla korumacılığın ilk adımları atılmıştır. Yine aynı yıl,
Sanayi Kongresi düzenlenmiş, bunu takiben, 1932 yılında iktisadi hayatta devletin
denetimini artıran bir dizi kanun çıkarılmıştır. 1933 yılında ise, Sümerbank'ın kurulması
ve Mevduatı Koruma Kanunu ile Ödünç Para Verme İşleri Kanunlarının kabul
edilmeleri başlıca iktisadi olaylardır. Devlet bu tarihte ilk defa faiz oranlarını
belirlemeye başlamıştır.
Devletin iktisadi hayata girişi, doğrudan doğruya devlet
işletmeciliğine başlaması, 1934-1938 yılları arasında uygulanan
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile başlamaktadır. Bu plan
döneminde, öncelikle, büyük kısmı yabancıların elinde bulunan
demiryolları, Tramvay, Tünel Şirketi, Zonguldak Kömür Şirketi,
İzmir Telefon Şirketi millileştirilmiş ve kamulaştırılmıştır.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı döneminde toprak reformu
yapılarak tarıma teşvik sağlanmış ayrıca hammaddesi yurtiçinde
bulunan malları işleyecek sanayi kuruluşları ile devletçe finanse
edilmesi mümkün olan kuruluşların kurulmasına öncelik
verilmiştir.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planının başarılı uygulaması ve hedeflere
ulaşılması üzerine 1938 yılında İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı
hazırlanmıştır. Bu planın uygulanacağı yıllarda II. Dünya
Savaşının başlamış olması devletin savaş ekonomisine uygun
bazı tedbirler almasına yol açmıştır.
II. Dünya Savaşı dönemine, olası bir tehlikeye karşı savaş
ekonomisi uygulanmıştır. Bu çerçevede, hükümete, olağanüstü
koşullarda fiyat saptama, özel işletmelere el koyma, zorunlu
çalıştırma gibi araçlarla, ekonomiye doğrudan müdahale yetkisi
veren 1940 Milli Koruma Kanunu ile, devlet gelirlerini artırmak
için Varlık Vergisi Kanunu çıkarılmıştır. Varlık Vergisi Kanunu
1942 yılında gördüğü yoğun tepkiler nedeniyle
yürürlükten kaldırılmıştır.
Savaşın bitmesi ve tüm dünyada liberal politikaların etkin
olmaya başlamasıyla birlikte Türkiye'de de bazı değişiklikler
olmaya başlamıştır. Çok partili sisteme geçişle birlikte başlayan
liberal akım, 1945-1950 yılları arasında, Türk ekonomisinde
devlet müdahaleciliğinin belirli sınırlar içinde tutulması ve daha
liberal bir ekonomi uygulanması yolundaki girişimleri ön plana
çıkarmıştır.
1946 yılında yapılan devalüasyon ile TL'nin değeri yüzde 53,6
oranında düşürülerek 1 Amerikan Dolar karşılığı 2,80 TL olarak kur
sabitlenmiştir. Bu dönemde yapılan devalüasyonun nedeni, savaş sonrası
uluslararası fiyat düzeylerine ve yeni ekonomi politikalarına uyum sağlayarak
ihracatı artırmaktır. Ancak, bu devalüasyon istenilen sonuçları vermemiş,
ithalattaki aşırı artışlar, birikmiş olan döviz rezervleri ve daha sonra dış
yardımlarla finanse edilerek 1953 yılına kadar sürmüştür.
Türk ekonomisini dar kalıplardan ve kısır kaynaklardan kurtarmak için 1947
yılında liberal karakterde bir Kalkınma Planı (1948-1952) hazırlanmıştır.
Bu planda özel kesime büyük önem verilmiştir. Planın 1948-1952 dönemi
için öngördüğü toplam harcama miktarında en büyük payı yüzde 44
ile ulaştırma almıştır. Bu dönemde ulaştırma sektöründe ağırlık
verilen kesim demiryollarından ziyade karayolları olmuştur.
Tarım ve tüketim malları sanayine önem veren, özel girişimin öncülüğünü
savunan ve dış ticaret ile kambiyo rejimlerinde serbestleşmeyi öngören bu
stratejiler, 1947 yılında üye olunan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların
görüşleriyle de uyumlu idi. Yine de, 1947 yılından itibaren askeri ve 1948
yılından itibaren ekonomik yardımlar alan Türkiye'nin 1945-1950 yılları
arasında reel GSMH' sinde istenilen büyüme sağlanamamıştır.
1950-1953 döneminde gerek tarımda gerekse sanayileşmede önemli gelişmeler
sağlanmıştır. Tarımın makineleşmesi, kredi imkanları ve tarım için belirlenen yüksek
fiyat politikası ile birlikte iklimin elverişli olması, bu dönemde tarım üretimini
artırmıştır. Aynı zamanda, yabancı sermaye girişini kolaylaştırıcı uygulamalar, para
arzının artırılması, ithalatın sınırlandırılması ve dış krediler ile yardımlar sayesinde de
hızlı bir gelişme gözlenmiştir. Bu dönemde, büyük kamu yatırımlarına ağırlık verilmiştir.
1954'den sonra plansız yatırımların yapılması nedeniyle artan ithalatın
finansmanında, dış yardımlara paralel olarak döviz rezervlerinin kullanılması
sonucu zorluklarla karşılaşılmıştır. Dış ticaret hadleri aleyhimize gelişirken,
fiyatların hızla artması ile birlikte ekonomik büyüme geçen dört yıla göre aynı
oranda olmamıştır.
Bankaların tarım ve sanayi sektörüne açtığı kredilerin yükseltilmesi yanında
plansız yatırımların yapılması ve 1956 yılında Milli Koruma Kanunu'nun
yeniden yürürlüğe konulması sonucunda, fiyatlar üzerinde suni bir baskı
yaratılmış, enflasyon körüklenmiştir.
1958 yılında tekrar ekonomik istikrarı sağlamak için sıkı para ve maliye
politikaları ve ihracatı teşvik tedbirleri gibi bir takım ekonomik tedbirler
alındıysa da enflasyonist gidiş önlenememiştir.
Bu ekonomik koşullarda, siyasi bunalımla birlikte 1960 yılında yeni bir
Anayasa hazırlanarak, uzun vadeli bir ekonomik planın yapılması
çalışmalarına yeniden başlanmıştır. Bunun için ilk önce 1960 yılında Devlet
Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Ayrıca, 1958 yılında alınan istikrar önlemleri,
27 Mayıs 1960'dan sonra eskisinden daha sıkı bir biçimde uygulanmaya
devam etmiştir. 1962 yılında ise, bir yıl süreli bir plan hazırlanmış ve planın
başarılı olması üzerine, bundan sonra, beş yıllık planlar hazırlanmaya
başlanmıştır
1963-1967 yılları arasındaki Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile 1968-1972
yıllarını kapsayan İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ekonomik ve siyasi
bunalımların sonunda istikrarlı bir büyüme hızı ve kalkınma sağlanması
amacıyla 15 yıllık bir perspektif içinde hazırlanmıştır. Bu iki dönem içinde 10
adet yıllık program da uygulanmıştır. Bu 15 yıllık perspektif içinde başlıca
hedefler şöyle sıralanabilir
- Yılda % 7'lik bir büyüme sağlanması,
- İstihdam sorunun çözümlenmesi,
- Dış ödemeler dengesinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması,
- Her alanda yeterli sayıda ve üstün nitelikli bilim adamı ve teknik eleman
yetiştirilmesi,
- Bu hedeflerin sosyal adalet ilkesiyle uyumlu bir biçimde sağlanması.
Bu hedefler çerçevesinde ele alınan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planının
yürürlüğe konulmasıyla, ithal ikameci sanayileşme de yeni bir evreye
girmiştir. Sıkı maliye ve para politikaları, kaynakların tam olarak
kullanılmasına ve en iyi biçimde tahsisine engel olan enflasyonist ve
deflasyonist eğilimlerin gelişmesini önleyecek biçimde tespit edilmiştir. Kamu
yatırımlarının, vergiler, kamu teşebbüslerinin yaratacağı fonlar ve dış
alemden sağlanacak kaynaklar gibi gerçek tasarruflarla finanse edilmesi
öngörülmüştür. Ayrıca, para ve kredi politikaları, özel sektör yatırımlarının
gerçek kişi ve kurum tasarrufları ile finansmanını mümkün kılacak biçimde
tespit edilmiştir.
Bu planın öngördüğü dönem sonunda Türk ekonomisinde şu gelişmeler
olmuştur: Sanayi için yıllık yüzde 12,3 gelişme hızı öngörülmüş, bu oran
yüzde 10,6 olarak gerçekleşmiştir. Dış finansman kaynaklarının hedeflenen
ölçüde sağlanamamış olması ve tarım kesiminin gelişiminin büyük ölçüde
hava şartlarına bağlı bulunması nedeniyle yüzde 7'lik büyüme hızına
ulaşılamamış, yılda ortalama yüzde 6,5 oranında büyüme gerçekleştirilmiştir.
Toplam yatırımların GSMH içindeki payı başlangıç yılı olan 1963'te yüzde 18'e
yükselmiştir. Kamu gelirleri artmış olmakla birlikte öngörülen seviyeye
ulaşılamamış; bu da kamu harcamalarının kısılması sonucunu doğurmuştur.
Ödemeler dengesi açığı ise, ihracatın düşünülen seviyenin üstünde
gerçekleşmesi nedeniyle plan hedefinin altında kalmıştır.
Bu plan döneminde yatırımları ve ihracatı teşvik amacıyla bazı kanunlar
çıkarılmıştır. Yatırımları teşvik amacıyla Gelir Vergisi Kanununa eklenen bazı
maddelerle kalkınmada öncelikli yörelerde daha yüksek oranlarda yatırım
indirimi uygulamasına başlanmış ve Vergi Usul Kanununa eklenen bir madde
ile hızlandırılmış amortisman yöntemine geçilmiştir. Yatırımlarda kullanılacak
hammaddelerin ithalatını kolaylaştırıcı gümrük indirimleri gibi kolaylıklar
sağlanmıştır. İhracatı teşvik için ise, ihracatta vergi iadesi uygulaması
başlatılmıştır.
1968-1972 yılları arasında uygulaması gerçekleştirilen İkinci Beş Yıllık
Kalkınma Planını birinci plandan farkı çok kesimli olmasıdır. Tarım,
madencilik, imalat sanayi, inşaat, hizmetler ve kamu kesimi tek tek ele
alınırken, plan ulusal ve uluslararası kesim olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu
planın amacı, Türk ekonomisinde hızlı bir gelişme sağlamak ve bu gelişmeyi
sürekli hale getirmektir. Ayrıca, bu planın birinci plandan farklı olarak sanayi
sektörüne özel bir önem verdiği görülmektedir. İkinci Beş Yıllık Kalkınma
Planında sanayi sektörü, ekonomik büyüme için "sürükleyici sektör"
konumuna geçmektedir.
Bu plan döneminde, bir taraftan "ithalat" yerine "yerli üretim" ikame
edilirken, diğer taraftan "ara mallar" üretimi önem kazanmıştır. Ayrıca, vergi
iadesi, döviz tahsislerine öncelik tanınması gibi ihracat teşviklerine önem
verilmiş, ihracatçı birlikleri kurulmuştur.
Birinci ve ikinci planda öngörülen kalkınma hızları eşit olmakla birlikte, Birinci
Planda hizmetler kesimi için öngörülen kalkınma hızı yüzde 7,2'den yüzde
6,8'e indirilmiştir. Her iki planda temel sektörlerin payları öngörülen yönde
gelişmekle birlikte beklenenden daha düşük seviyede olmuştur. Yatırımların
sektörlere dağılımına baktığımızda, ikinci planın imalat sanayi, ulaştırma ve
turizm yatırımlarına ağırlık verdiği görülmektedir.
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1973-1977 yıllarını kapsamakta ve onbeş
yıllık uzun dönemli bir perspektifin üçüncü kısmını oluşturmaktadır. Türkiye
ile AT arasında 1963 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşmasının 1 Ocak 1973
yılında kanuni olarak yürürlüğe girmesi ile birlikte gümrük indirimlerinin
gerçekleşmesi ve geçen on yıllık dönem içinde ulaşılan sonuçlar ve
karşılaşılan sorunlar, özellikle sanayide hedeflenen artış hızının
gerçekleştirilememesi, belirli bir yapısal değişikliği zorunlu kılmıştır. Bu
yüzden plan onbeş yıllık bir perspektif içerisinde değil, yeniden hazırlanan ve
22 yılı kapsayan yeni bir stratejinin ilk dilimi olarak hazırlanmıştır. 1973-1995
yıllarını kapsayan bu yeni stratejiyle ulaşılmak istenen başlıca hedefler
şunlardır:
-GSMH'nin yılda ortalama yüzde 9 dolayında artması,
- Sanayinin milli gelir içindeki payının yüzde 23'ten yüzde 40'a çıkarılması,
buna karşılık tarım kesiminin payının yüzde 28'den yüzde 10'a indirilmesi,
- Toplam çalışanlar içinde sanayi kesiminin payının yüzde 11'den yüzde 22'ye
yükseltilmesi, tarım kesiminin payının ise yüzde 60'tan yüzde 20'ye
düşürülmesi.
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Plan döneminin belirgin niteliklerinden birisi,
başta altyapı olmak üzere, ekonominin darboğazlara girmesidir. Bunun
temelinde 1960-1973 döneminde kesintisiz büyümeyi sağlayan ithal ikameci
stratejilerin bulunduğu görülmektedir. İthal ikameci politikalar dayanıksız
tüketim mallarına (işlenmiş gıda ürünleri, tekstil gibi) yönelik olduğu sürece
büyüme devam etmiş, fakat 1960'ların ortalarından itibaren ithal ikameci
politikalar dayanıklı tüketim malları (taşıtlar, beyaz eşya...) ve ara mallar
(çelik, rafine edilmiş ürünler, petrokimya ürünleri...) hedef alındığında elde
edilen sonuçlar tatmin edici olmaktan uzak kalmıştır. Sınırlı iç piyasa ve
ihracata yönelmedeki yetersizlik, sermaye yoğunluğu daha yüksek
yatırımlardaki artış ve sınırlı kapasite kullanımları, büyüme hızının
sürdürülmesini gittikçe daha yüksek maliyetli hale getirmiştir. 1973-1974
yılları arasında dört katına çıkan petrol fiyatları Türkiye'yi derinden
etkilemiştir. Artarda gelen hükümetler, birinci petrol şokundan önce
yavaşlama eğilimine giren ekonomik büyüme hızını artırmak için, en azından
başlangıçta, genişletici politikalar izlemişlerdir. Kamu sektörü yatırımları hızla
büyümüştür. Ancak, aynı dönemde tüketim sınırlanamadığından, bu politika,
reel olarak yüzde 8 gibi bir büyüme sağlanmasına rağmen istikrarsızlığa
sebep olmuştur.
1970'lerin sonuna doğru ulusal tasarruflar ve yatırımlar arasındaki uçurum
genişlemiştir. İthalat, durgun ihracat karşısında hızla büyümüştür. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin dengesi çarpıcı bir şekilde bozulmuştur. Bunun
sonucunda bütçe açığı büyümüş ve enflasyonda hızlı bir artış olmuştur. Cari
işlemler dengesi önemli ölçüde açık vermiştir. Bu açık, 1977'de GSMH'nin
yüzde 8'ine ve döviz gelirlerinin yüzde 92'sine ulaşmıştır. Bu açıklar özel
yabancı sermaye ve rezervlerle finanse edilmiştir. Fakat bu finansman şekli,
dış borçların artması, borçlanma yapısının bozulması ve konvertibl döviz
rezervlerinin azalması şeklinde üç alanda kötüleşmeye neden olmuştur. Bu
ekonomik dengesizlikler sonucunda 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Kararları
alınmıştır.

Söz konusu istikrar programı ile, ihracatın ve döviz gelirlerinin
artırılması, enflasyonun kontrol altına alınması ve ekonominin dışa
açılarak uluslararası rekabet ortamına uygun dinamik bir yapıya
kavuşturulması amaçlanmıştır.
- Döviz gelirlerini artırıcı tedbirler,
- İthalatın libero edilmesine yönelik tedbirler,
- Fiyat oluşumu ile ilgili tedbirler,
- Yabancı sermaye ile ilgili tedbirler,
- İdari tedbirler,
- Para politikası ile ilgili tedbirler.
24 Ocak 1980 tarihinde, Türk Lirası dolar karşısında yaklaşık yüzde 49 oranında
devalüe edilerek dolar kuru 47 TL'den 70 TL'ye çıkarılmıştır. 1 Temmuz
1981'den sonra ise günlük kur ayarlamalarına başlanmıştır.
 İhraç ürünlerimize dış pazarlarda rekabet gücü kazandırılması ve ihracatta
sanayi mamüllerinin payının artırılması amacıyla, yeni teşvikler uygulamaya
konmuştur. Bu çerçevede ihracatta vergi iadesi sistemi yeniden gözden
geçirilmiştir. İhracatçıların döviz tutma yetkisi (kazandıkları dövizin yüzde
50'sini kendileri ya da diğer üreticilerin girdi ithalatında kullanma olanağı)
kapsamı genişletilmiştir. İhracata yönelik üretimde kullanılacak girdilerin
ithalatı gümrük vergisinden muaf tutulmuştur. T.C. Merkez Bankası nezdinde
"İhracatı Teşvik Fonu" kurulmuş, teşvik belgesi alan ihracatçılara bu fondan
kredi sağlanmıştır. Ticari bankaların kredilerinin yüzde 15'ini sınai ürün
ihracatında kullanmaları zorunluluğu getirilmiştir. İhracatta kullanılmak üzere
yurtdışından getirilen prefinansman dövizlerine, döviz cinslerine göre "Libor"
faiz oranları ve azami yüzde 1,25'e kadar "faiz farkı (spread)" verilebilmesine
olanak sağlanmıştır. Ayrıca ihracatın artırılması amacıyla serbest bölge,
gümrüksüz antrepo kurulması ve işlemlerin kolaylaştırılması yönünde önlemler
alınmıştır.
 Bu uygulamalar sonucunda ihracat gerek döviz getirisi açısından gerekse
miktar açısından üç yılda iki katına yakın artmış, ihracatın GSMH içindeki payı
1979'da yüzde 4,1'den 1982'de yüzde 10,5'e yükselmiştir.


İthalatta alınan damga vergisinin oranı yüzde 25'den
yüzde 1'e indirilmiştir. 1981 yılında "Tahsisli İthal Malları
Listesi" uygulamadan kaldırılmış, I ve II sayılı Liberasyon
Listelerinin kapsamı genişletilmiştir. İthalatta alınan teminat
oranları düşürülmüş ve tahsili konusunda bazı kolaylıklar
sağlanmıştır. Liberasyon listelerinden ithalatçıların 20 bin
dolara, sanayicilerin 40 bin dolara, imalatçı-ihracatçıların
ise 10 bin dolara kadar olan taleplerinin, ithal müsadesi
düzenlenmeksizin, doğrudan yetkili bankalara yapılmasına
ve transferlerin de bu bankalarca yerine getirilmesine
imkan sağlanmıştır.


24 Ocak kararlarının en önemli ve belirleyici öğelerinden biri fiyat
politikalarının piyasa koşullarında belirlenmesidir. Bu çerçevede fiyat
denetimi ile ilgili komisyonun görevine son verilmiştir. Kamu kesiminin
ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatı yüzde 100-400 arasında artırılarak,
temel malların kapsamı sınırlanmıştır. Gübre, kömür, elektrik, demir ve
denizyolu "yük" taşımacılığı dışında kalan tüm mal ve hizmetlerin
fiyatının ilgili kamu kuruluşu tarafından serbestçe saptanabilmesine
imkan tanınmıştır.
İstikrar programında iç pazarın rekabete açılmasının gerekliliği
belirtilmiştir. Programın belirleyici özelliklerinden biri de işgücü ve
sermaye gibi temel üretim faktörlerinin fiyatının piyasa koşullarına
göre belirlenmesidir. Ücretler, istikrar programının uygulandığı ilk iki
yılda gerilemiştir.

Yabancı sermaye girişini özendirmek amacıyla ise yönetimsel ve yasal
düzenlemelere gidilmiştir. Yabancı Sermayeyi Teşvik Kararı (6224 sayılı) ve
Çerçeve Kararnamesi doğrultusunda daha sonra çıkarılan kararlarla yabancı
sermaye teşvik edilmiştir. 1980'de 97 milyon dolar olan yabancı sermaye girişi
izni, 1981 yılında 337 milyon dolara yükselmiştir.
Faiz oranlarının piyasa koşullarına bırakılması ile faiz oranları hızla artmış, 1
Temmuz 1980 tarihinden sonra kredi faizleri ile vadeli tasarruf mevduatı faizleri
tümüyle serbest bırakılmıştır.
 24 Ocak İstikrar programında hedeflendiği gibi para arzı artış oranı ilk üç yılda
giderek azaltılmıştır. Bunda Merkez Bankası kredilerinin önceki yıllara oranla
daha az kullanılması etkili olmuştur. Bankalar sistemi aracılığı ile kaynak
yaratılmaya başlanmasıyla kamu kesimi yerini özel sektöre bırakmaya
başlamıştır.
 GSMH içerisinde kamu harcamalarının oranı yüzde 27-28'den, yüzde 20-21
dolayına inmiş, kamu gelirlerinin GSMH‘ ya oranı da vergi düzenlemeleri
sonucu yüzde 18 dolayına yükselmiştir. 1 Ocak 1981'de yürürlüğe giren yeni
vergi düzenlemeleriyle gelir dilimleri yeniden düzenlenerek ücretli kesim
üzerindeki vergi yükü azaltılmıştır. Sermaye ortaklıkları, kooperatifler ve vakıf
gibi kuruluşlardan alınan vergilerde de yeni düzenlemeler yapılarak
ortaklıkların pay sahiplerine dağıttıkları karlar üzerinden alınan vergi oranları
azaltılmıştır. İhracata yönelik mal ve hizmetleri üretenler ve ihracatçılar için
özel istisna ve bağışıklıklar getirilmiştir. Ek olarak, taşınmaz mal alım-satımıyla,
dayanıklı tüketim mallarının alım-satım vergisi ve yıllık vergiler artırılmıştır.


1984 yılında, kur politikalarında esneklik sağlanmıştır. Bankaların, alış ve satış
kurlarının, T.C. Merkez Bankası'nca günlük olarak belirlenen esas kurun
dövizlerde yüzde 6, efektiflerde ise yüzde 8 altında veya üstünde
belirlenmesine izin verilmiş, ancak döviz alış ve satış kurları arasındaki farkın
yüzde 2'yi aşmaması şart koşulmuştur. 1985 yılı Haziran ayında ise, bankalar
kur tespiti konusunda tamamen serbest bırakılmıştır. Ancak, 1986 yılı
başlarında bu serbesti daraltılmış ve bankalar tarafından belirlenecek kurların
T.C Merkez Bankası kurlarının yüzde 1 altında ya da üstünde olması
öngörülmüştür. 1986 yılının sonlarına doğru kur belirleme sistemi yeniden
gözden geçirilmiş ve bankaların, döviz satış kurunda T.C. Merkez Bankası
kurunu aşmamak koşuluyla, döviz alış kurlarını serbestçe belirleyebilecekleri
açıklanmıştır.

Türkiye, 1985 yılında GATT'ın Sübvansiyon Kodu Anlaşmasını imzalamış ve bu
anlaşma gereğince de ihracatta doğrudan teşviklerin azaltılmasına
başlanmıştır. İhracatta vergi iadesi oranları kademeli olarak indirilmeye
başlanmış ve 1989 yılında vergi iadesi sistemine son verilmiştir. 1984 yılında
"Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu" kurulmuş, 1986 yılı sonunda ise bu
uygulamaya son verilmiştir. 1980 yılında T.C Merkez Bankası nezdinde kurulan
"Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu" ihracatın doğrudan teşvikinde en önemli
araç olmuştur. 1992 yılı başlarında bu uygulama da son bulmuştur. 1986
yılında yürürlüğe giren "İhracat Reeskont Kredisi"nden dış pazar bilgi ve
deneyimine sahip ihracatçı veya imalatçı-ihracatçılar yararlandırılmıştır. Söz
konusu kredi 1989 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. "İhracatta Vergi, Resim ve
Harç İstisnası" ile "İhracat Karşılığı Dövizlerden Mahsup" şeklindeki teşvik
tedbirlerinin uygulaması bu dönemde de devam etmiştir. 1987 yılında tüzel
kişiliği aynen devam etmek üzere, Devlet Yatırım Bankasının, özel hukuk
hükümlerine tabi bir anonim şirket haline dönüştürülerek "Türkiye İhracat Kredi
Bankası" unvanını taşıması hükme bağlanmıştır.
Bu dönemde ithalat rejiminde önemli değişiklikler yapılmıştır. 1984 yılında I
ve II sayılı Liberasyon Listeleri yürürlükten kaldırılmış ve tamamen yeni bir
sisteme geçilmiştir. Yeni sistemde ithali yasak olan mallara "İthaline Müsaade
Edilmeyen Mallar Listesi"nde yer verilirken, ithali izne tabi mallar "Müsaadeye
Tabi Mallar Listesi"nde gösterilmiştir. Söz konusu listelerin dışında kalan
malların ithali ise serbest bırakılmıştır. Ayrıca "Fona Tabi Mallar Listesi"
açıklanmış ve bu listede yer alan malların ithali sırasında alınan fon
tutarlarının Toplu Konut Fonu'na yatırılması öngörülmüştür. Daha sonraki
dönemlerde ithali yasak mallar, uyuşturucu maddeler başta olmak üzere bir
kaç kalemle sınırlandırılmıştır. Benzer şekilde Müsaadeye Tabi Mallar
Listesi'nin kapsamı daraltılmış, 1990 yılında ise uygulamadan kaldırılmıştır.
1983 yılından sonra kambiyo rejiminin serbestleştirilmesi konusunda önemli
gelişmeler sağlanmış, kısıtlama ve yasakların büyük bir bölümü kaldırılmıştır.
Bu konuda ilk adımı 7.7.1984 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Türk
Parasının Kıymetini Koruma Kanunu (TPKK) hakkında 30 sayılı Karar
oluşturmuş; ikinci ve en önemli adım ise 11.8.1989 tarihli Resmi Gazete'de
yayımlanan 32 sayılı Karar olmuştur. 30 sayılı Kararı yürürlükten kaldıran 32
sayılı Kararın bazı maddelerinde de daha sonra bazı değişiklikler yapılmıştır.
Bu dönemde kambiyo rejiminde yapılan başlıca değişiklikler şunlardır:
Türkiye'ye döviz ithali tümüyle serbest bırakılmıştır. Türkiye'de yerleşik
kişilerin döviz bulundurmaları, hesap açmaları, döviz satın almaları serbest
bırakılmıştır. Kıymetli maden, taş ve eşyaların, dış ticaret rejimi esasları
dahilinde, Türkiye'ye ithali ve ihracatı serbest bırakılmıştır.
Ekonominin tümünü kapsayan bu İstikrar Programı başarıyla uygulanmış ve
1980-1987 döneminde olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. Bu gelişmeleri şu
şekilde özetleyebiliriz;
1980 yılında reel GSMH büyüme oranı negatif yüzde 2,3 (yeni seri) iken,
1982 yılında yüzde 3,1, 1984 yılında yüzde 7,1, 1985 yılında yüzde 4,3
olarak gerçekleşmiştir. 1986 yılında iç talepteki artış ve petrol fiyatlarındaki
düşmenin yarattığı uygun koşulların da katkısıyla büyüme hızı hedefin
üzerinde gerçekleşmiştir. Bu süreç 1987 yılında da devam etmiş, 1986 yılında
yüzde 6,8'i bulan büyüme hızı izleyen yıl yüzde 9,8 olmuştur. Ekonomik
büyüme oranlarında görülen bu artış kamu kesimi yatırım-tasarruf farkının
artmasına neden olmuştur. Kamu kesiminin borçlanma gereği ise 1980
yılında GSMH 'nın yüzde 8,8'i (yeni seri) iken 1983 yılında GSMH ‘nin yüzde
6'sı, 1986 yılında GSMH ‘ nın yüzde 3,7'si 1987 yılında ise GSMH ‘nin yüzde
6,1'i olarak gerçekleşmiştir. Bu dalgalanma, piyasalarda arz-talep
dengesizlikleri yaratarak enflasyon hadlerinin yükselmesine neden olmuş ve
1981-1987 yılları arasında deflatör ortalama olarak yüzde 38 artarken, 1988
yılında yüzde 69,7 seviyesine çıkmıştır. Kişi başına milli gelir ise 1980 yılında
1.539 dolar iken 1987 yılında 1.636 dolara yükselmiştir.
1980 yılında yüzde 17,2 (yeni seri) olan kamu gelirlerinin GSMH içindeki payı
1983 yılında yüzde 16,5, 1985 yılında yüzde 13,0 ve 1987 yılında yüzde 13,9
olarak gerçekleşmiştir. 1980 yılında yüzde 20,3 (yeni seri) olan kamu
harcamalarının GSMH içindeki payı 1983 yılında yüzde 18,8, 1985 yılında
yüzde 15,3 ve 1987 yılında yüzde 17,4 olarak gerçekleşmiştir.
1980'li yıllarda uygulanan liberal politikalar sonucunda dış ticaret hacmimiz
hızla genişlemiştir. 1980 yılında 2.9 milyar dolar olan ihracatımız 1987 yılında
10.2 milyar dolara ulaşarak yaklaşık 4 kat artmıştır. İhracatın ithalatı
karşılama oranı ise 1980 yılında yüzde 30 seviyesinden 1987 yılında yüzde
72'ler seviyesine yükselmiştir. İhracatımızdaki kompozisyonda da hızlı bir
değişim meydana gelmiş ve sanayi ürünleri ihracatı hızla artarak toplam
ihracatımız içerisindeki payı yüzde 70'ler seviyesine yükselmiştir. İhracatın
pazar açısından analizi yapıldığında ise en büyük pazarın Avrupa Birliği
ülkeleri olduğu görülmektedir. Türkiye'nin ithalatı ise 1980-1987 döneminde,
1982 ve 1986 yılları dışında devamlı artmıştır. 1986 yılında ise petrol
fiyatlarında meydana gelen düşüşten dolayı azalmıştır. 1980 yılında 7.9
milyar dolar olan ithalat 1987 yılında 14.2 milyar dolara yükselmiştir.
İthalatın içerisinde en büyük paya hammadde ithalatı sahip olup, AB
ülkelerinden yapılan ithalat toplam ithalat içerisinde ilk sırayı almaktadır.
1978, 1979 ve 1980 yıllarında Paris'te OECD üyesi ülkeler ve Japonya ile
imzalanan ertelemeler dış borç stokumuza ek yük getirmiş, bunun sonucunda
1982 yılında dış borç stoku 17.6 milyar dolara yükselmiştir. 1982 yılından
itibaren dış borçlar devamlı artmış ve 1987 yılında 40.3 milyar dolara
yükselmiştir. 1980 sonrası dönemde, kamu açıklarının Merkez Bankası
kaynaklarıyla finanse edilmesinin enflasyon üzerindeki olumsuz etkileri
nedeniyle, genelde iç borçlanma yolu tercih edilmiştir. Özellikle 1984 yılından
sonra iç borçlar giderek artış göstermiştir. 1980 yılında 721 milyar TL olan iç
borç stoku 1987 yılında 17.2 trilyon TL olarak gerçekleşmiştir.
1971-1980 döneminde Türkiye'ye gelen toplam yabancı sermaye tutarı 100
milyon dolar civarında iken, 1980 yılından itibaren hızla artmıştır. 1981
yılında izin verilen yabancı sermaye tutarı 337 milyon dolar iken bu tutar
1987 yılında 655.2 milyon dolara yükselmiştir. 1980 yılında yüzde 8,5 olan
hizmetler sektörünün toplam yabancı sermaye izinleri içerisindeki payı, 1987
yılında yüzde 52,9'a yükselmiştir. Fiili yabancı sermaye girişi ise 1980 yılında
35 milyon dolar iken 1987 yılında 239 milyon dolara yükselmiştir.Yabancı
sermayeli kuruluşların sayısı ise 1980 yılında 78 iken 1987 yılında 836'ya
yükselmiştir.
1980 sonrasında sermaye piyasasında da önemli gelişmeler yaşanmıştır.
1981 yılında 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu yürürlüğe konulmuştur.
1982 yılında Sermaye Piyasası Kurulu oluşturulmuş, 1986 yılı başlarında ise
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası faaliyete geçmiştir.


1986-1989 döneminin ilk yarısında ekonomide canlılık, ikinci yarısında
ise durgunluk görülmüştür. 1986 yılında iç talepteki artış, petrol
fiyatlarındaki düşmenin yarattığı uygun uluslararası koşulların da
katkısıyla, ekonominin hedeflenen uzun dönem büyüme hızının
üzerinde büyümesine yol açmıştır. Bu süreç 1987 yılında da devam
etmiş ve büyüme hızı yüzde 9,8 olarak gerçekleşmiştir. Ekonomik
büyüme oranlarında görülen bu yükselme, özellikle kamu kesimi
yatırım-tasarruf farkının artmasına neden olmuş ve sonuçta kamu
kesiminin borçlanma gereği 1986 yılında GSMH'nın yüzde 3,6'sı iken,
1987 yılında yüzde 6,1'ine ulaşmıştır. Bu durum, piyasalarda arz-talep
dengesizliklerine yol açarak enflasyon oranının yükselmesine neden
olmuş ve 1981-1987 yılları arasında deflatör ortalama olarak yüzde 38
artarken, 1988 yılında yüzde 72,3 seviyesine çıkmıştır. Yine aynı
şekilde, toptan eşya fiyat endeksi bu dönemde ortalama yüzde 35,6
artarken 1988 yılında yüzde 68,3 düzeyine yükselmiştir. İç borç stoku
1988 yılında 28.4 trilyon TL, dış borç stoku ise 41 milyar dolar olarak
gerçekleşmiştir.
1987 yılında Türkiye'nin ihracatı 10 milyar dolar, ithalatı ise 14 milyar
dolar olarak gerçekleşmiş ve dış ticaret açığı 4 milyar dolara
ulaşmıştır. Bu yıl cari işlemler dengesindeki açık 1986 yılına göre bir
düşüş kaydederek 806 milyon dolara inmiştir.
Ekonomideki dengesizlikleri gidermek amacıyla 1987 yılı sonunda kamu
tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatları önemli ölçüde yükseltilmiş ve
piyasalardaki dengenin yeniden kurulabilmesini sağlamak üzere Şubat
1988'de bir dizi önlemler alınmıştır. Bu önlemlerin amacı, Türk Lirası
cinsinden tutulan tasarrufların çekiciliğini ve dolayısıyla Türk Lirasına olan
talebi artırmak, ithalatı frenlemek, ihracatı tekrar canlandırmak ve kamu
harcamalarını kısarak ekonomideki aşırı ısınmayı gidermek şeklinde
özetlenebilir. Kamu açıklarını kısmak için kamu yatırımlarının azaltılması, özel
kesimin üretim ve yatırım kararlarını da olumsuz etkilemiştir. Faizlerin
yükselmesi ise finansman maliyetlerini artırıcı ve üretimi yavaşlatıcı bir etken
olmuştur. 1988 yılında reel GSMH büyüme hızı yüzde 1,5 olarak
gerçekleşmiştir. Reel GSMH büyüme hızının 1987 yılına göre bu denli
düşüşünün en önemli nedeni; sanayi sektörü ve hizmetler sektörünün
büyüme hızlarındaki gerilemedir.
Ayrıca KİT ürünlerindeki fiyat ayarlamalarının büyük ölçülerde ve şok
biçiminde olması, ekonomideki enflasyonist beklentileri artırmıştır. Böylece
ekonomi, 1988 yılının ikinci yarısından itibaren, özellikle imalat sanayiinde
belirginleşen bir durgunluğa girmiş ve daralan iç talebin etkisi ile ortaya
çıkan tasarruf fazlası 1.6 milyar dolar cari işlemler fazlasına dönüşmüştür.
1988 yılında Türkiye'nin dış ticaretine bakıldığında; ihracatın 11.6 milyar
dolar, ithalatın ise 14.3 milyar dolar düzeyinde gerçekleştiği görülmektedir.
1988 yılında cari işlemler dengesinin fazla vermesinde, bir önceki yıla
kıyasla dış ticaret açığının önemli ölçüde azalması ve turizm gelirleri ile
diğer mal ve hizmet gelirlerinin (yurtdışı müteahhitlik hizmetleri, navlun
gelirleri gibi) önemli ölçüde artış göstermesi etken olmuştur. Kamu kesimi
borçlanma gereğinin GSMH'ya oranı 1988 yılında yüzde 4,8 oranında
gerçekleşmiştir.
1988 yılına kadar bu politikaları başarıyla uygulayan Türkiye, mevcut kurulu
kapasitesini artıramaması ve kısa ömürlü sermaye stokunu yenileyememesi
nedeniyle dur-kalk diye tanımlanabilecek istikrarsız bir büyüme ortamına
girmiştir. 1988 ve sonrasında, ödemeler dengesindeki olumlu gelişmeler
dışında, işsizlik yüksek seviyesini korumuş, bütçe açıkları artmış ve buna
paralel olarak fiyat artışları hızlanmıştır. 1989 yılında bu gelişmeler
paralelinde toptan eşya fiyatları endeksi yüzde 63,9 oranında artarken, reel
GSMH büyüme hızı yüzde 1,6 oranında gerçekleşmiştir.
Plan döneminin son yılında, kamunun, alt yapı yatırımlarında belli
hedeflere ulaştıktan sonra bu alana yönelik kaynak tahsislerini azaltması,
cari işlemler dengesinde elde edilen fazla, yeni bir ekonomik döneme
geçişe imkan vermiştir. 1989 yılı bu durumu itibariyle bir geçiş yılı olma
özelliğini taşımaktadır. Bu yılda kamu kesimi borçlanma gereğinin
GSMH'ya oranı yüzde 5,3'e yükselmiştir. Kamu kesimi borçlanma
gereğinin artışının en önemli nedeni KİT'lerin borçlanma gereğindeki
artıştır. Ücretlerin yükselmesi, tarım ürünleri stoklarının artması, bütçeden
yapılan transferlerin azalması ve bunun yanında artan faiz yükü, KİT'lerin
borçlanma ihtiyacını artırmıştır. 1989 yılında iç borç stokunda 1988 yılına
göre önemli bir artış olmuş ve iç borç stoku 42 tilyon TL'na ulaşmıştır. Dış
borç stoku ise 42 milyar dolar olmuştur.
1989 yılında ihracat bir önceki yıla göre aynı seviyesini koruyarak 11.6
milyar dolar olarak gerçekleşmiş, ithalat ise yükselme eğilimini sürdürerek
15.8 milyar dolar olmuştur. Bu durum dış ticaret açığımızın artmasına
neden olmuştur. Dış ticaret açığındaki önemli artışa karşın, görünmeyen
işlem gelirlerinde sağlanan olumlu gelişmeler sonucunda cari işlemler
dengesi, 1989 yılında da 961milyon dolar fazla vermiştir.
1989 yılında büyüme hızının konjonktürel olarak düşük olması ile birlikte,
tarım sektöründen elde edilen gelirdeki artış ve uygulanan bazı tedbirler
sonucunda 1990 yılında reel GSMH artış hızı, yüzde 9,4 olarak
gerçekleşmiştir. Bu denli yüksek büyüme hızının yanısıra, aynı yıl Körfez
Krizi'nin de etkisiyle Ekim 1990'da petrolün varilinin 15 dolardan 31 dolara
çıkması, ithalatı önemli ölçüde artırmıştır. Bu gelişmeler sonucunda, 1990
yılında toptan eşya fiyatları endeksi bir önceki yıla göre düşüş kaydederek
yüzde 48,6 düzeyinde gerçekleşmiştir. İç talepteki canlılık, 1990 yılında
tüketici fiyatlarının, toptan eşya fiyatlarından daha hızlı artmasına neden
olmuştur. Bu yıl tüketici fiyatları endeksi yüzde 60,4 oranında artmıştır. Diğer
önemli bir özellik ise, bütçe açıklarının finansmanının dış borçlanmanın
yanısıra yüksek düzeylerdeki iç borçlanma ile sağlanmış olmasıdır. 1990
yılında iç borç stoku 57 trilyon TL'na, dış borç stoku ise 49 milyar dolara
yükselmiştir. Kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH'ya oranı yüzde 7,6
olarak gerçekleşmiştir.
1990 yılı sonunda ihracat 12.9 milyar dolar, ithalat ise 22.3 milyar dolar
olarak gerçekleşmiş ve dış ticaret açığı 9.3 milyar dolara ulaşmıştır. Dış
ticaret açığındaki bu büyük artış nedeniyle cari işlemler dengesi 2.6 milyar
dolarlık açık vermiştir. Ayrıca, petrolünü büyük ölçüde Irak'tan alan Türkiye,
boru hattının kapatılmasıyla öncelikle Irak'ın üçüncü ülkelere sattığı petrolden
sağladığı navlun gelirlerinden mahrum kalmıştır.
Körfez savaşının olumsuz etkileri sonucunda 1991 yılında büyüme hızında
bir yavaşlama görülmüştür. Bu yıl reel GSMH büyüme hızı 1990 yılına göre
çok büyük bir düşme kaydederek yüzde 0,3 oranında gerçekleşmiştir.
Körfez krizi Ortadoğu ülkelerine yapılan nakliye faaliyetlerini olumsuz
etkilemiştir. Yoğun rezervasyon iptalleri sonucunda turizm sektörü
durgunluğa itmiştir. Bu dönemde, bankaların kredi faiz oranlarını
yükseltmeleri sonucunda kredi talebi ve kullandırılabilir miktarlar
azalmıştır.
Yüksek düzeydeki para talebi ve para çekilmeleri de bankalardaki mevduat
düzeyinde reel olarak yüzde 9'luk bir düşüşe yol açmıştır. Bu dönemde iç
borç stoku 94 tilyon TL, dış borç stoku ise 50 milyar dolar olarak
gerçekleşmiştir. Kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH'ya oranı da yüzde
10,3'e yükselmiştir. Enflasyon, 1991 yılında da yükselmeye devam etmiş,
toptan eşya fiyat endeksi yüzde 59,2, tüketici fiyat endeksi yüzde 71,1
oranında artmıştır.
Körfez Krizi nedeniyle sağlanan hibelerden 1990 yılında 745 milyon dolar,
1991 yılında ise 1.785 milyar dolarlık giriş olmasına rağmen Merkez Bankası
rezervleri önemli kayba uğramış, kısa vadeli dış borçların ödenmesinde
zorluklar olmuştur. 1990 yılında dış ticarette görülen olumsuz gelişmeler
1991'de tersine dönmüştür. Yıl içinde ekonomideki durgunluk nedeniyle iç
piyasanın daralması ve döviz kurlarının bir önceki yıla göre daha hızlı
yükselmesi, ihracatı sürekli uyarırken, aynı nedenlerle ithalatta önemli bir
yavaşlama meydana gelmiştir. 1991 yılında ihracatımız 1990 yılına göre
yüzde 4,9'luk bir artışla 13.6 milyar dolara yükselirken ithalatımız ise yüzde
5,6'lık bir azalışla 21 milyar dolara gerilemiştir. Cari işlemler dengesi ise 258
milyon dolar fazla vermiştir.
Bu gelişmelerden sonra 1992 yılında ekonomide iyileşme belirtileri görülmeye
başlanmıştır. 1992 yılında reel GSMH'da elde edilen yüzde 6,4'lük artış hızı,
Türkiye ekonomisinin uzun dönemli ortalama kalkınma hızının üzerinde bir
orandır. Haziran 1992'de toplanan Üçüncü İzmir İktisat Kongresi'nde de bu
gelişmeler paralelinde Türkiye'nin 21. yüzyıla gelişmiş ilk onbeş ülke içinde
girme hedefi ortaya konulmuştur. Bu hedefe ulaşmanın temelinin,
demokrasiyle birlikte gelişen bir serbest pazar ekonomisi olduğu
vurgulanarak dışa açılma politikasından hiçbir taviz vermeden, devletin
ekonomiye müdahalesini asgariye indirmenin şart olduğu belirtilmiştir. 1992
yılında Türkiye'nin ihracatı 14.7 milyar dolar, ithalatı ise 22.9 milyar dolar
olarak gerçekleşmiştir. 1992 yılında cari işlemler dengesi 942 milyon dolar
açık vermiştir. Bu yıl toplam dış borç stokumuz 55 milyar dolara, iç borç
stokumuz ise 194 trilyon TL'na yükselmiştir. Kamu kesimi borçlanma
gereğinin GSMH'ya oranı da yüzde 10,6 olarak gerçekleşmiştir.
1992'de enflasyon artış eğilimini sürdürmüş ve toptan eşya fiyatları endeksi
yüzde 61,4, tüketici fiyatları endeksi ise yüzde 66,0 düzeyinde
gerçekleşmiştir.
Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın dördüncü dilimi olan 1993 yılında, reel
GSMH büyüme hızı yüzde 8,1 olarak gerçekleşmiş ve böylece program hedefi
aşılmıştır. 1992 yılında 2.708 dolar olan kişi başına ulusal gelir reel olarak
önemli ölçüde artmış ve 1993 yılında 3.004 dolar seviyesinde gerçekleşmiştir.
Buna karşılık kamu kesimi finansman açığının GSMH'ya oranı yükselmiş, dış
ticaret ve cari işlemler açıkları büyük boyutlara ulaşmıştır. Bu yıl kamu kesimi
borçlanma gereğinin GSMH'ya oranı yüzde 11,2 olmuştur. 1993 yılında
ihracatımızda büyük bir artış gözlenmezken ithalatımızda önemli bir artış
gerçekleşmiştir. Bu dönemde ihracatımız 15.3 milyar dolar, ithalatımız ise
29.4 milyar dolar olmuştur. İthalatımızdaki bu artışın başlıca nedeni iç
talepteki canlanmadır. Ayrıca, 1993 yılında cari işlemler dengesi 6.4 milyar
dolarlık açık vermiştir.
İç tasarruflar reel olarak azalmış, önemli boyutta dış açığa karşı yatırımların
GSMH'ya oranı sabit fiyatlarla gerilemiştir. Bu dönemde dış borç stoku 67
milyar dolara yükselmiş, iç borç stoku ise 356 trilyon TL olarak
gerçekleşmiştir.
1993 yılında tüketici fiyatları endeksi bir önceki yıla göre yüzde 71,1 oranında
artarken toptan eşya fiyatları endeksindeki artış yüzde 62,5 oranında
gerçekleşmiştir. Yine aynı yılda konsolide bütçe gelirlerinin GSMH'ya oranı
yüzde 17,6, konsolide bütçe giderlerinin GSMH'ya oranı ise yüzde 24,3 olarak
gerçekleşmiştir.
1993 yılında TL mevduatlarında bir gerileme gözlenmiştir. Buna karşın,
ekonomik faaliyetteki hızlanmaya paralel olarak kredilerde kayda değer bir
hızlanma gerçekleşmiş, bu hızlanmada mevduat banka kredilerindeki artış
ana etken olmuştur.
HAZIRLAYANLAR
05090039029
TUĞÇE ATEŞ
05090039015
SEMA ESENDEMİR