GRAMSC* VE HEGEMONYA

Download Report

Transcript GRAMSC* VE HEGEMONYA

GRAMSCİ İDEOLOJİ VE HEGEMONYA
Gramsci radikal siyasal düşüncede paradoks gibi bir
seydir. Klasik Marksist gelenek içinde kültürel ve
ideolojik;, siyasete en sempatik yaklaşım olarak
çalışmasına çok hayranlık duyulur: Örnegin, Italya,
Ispanya ve diger ülkelerde Euro komünizm
stratejisinin benimsenen teorisini, Ingiltere'de isçi
siyasetini yeni ve gerçekçi bir şekilde yeniden
düzenlemek isteyen birçok kişinin esini oldu.
ideolojiye
yaklaşımı,
hegemonya
teorisi,
entelektüellerin rolüyle ilgili anlatımı, taktiklerin ve
iknanın öneminde ısrarı, kültür sorunlarına gösterdiği
özenli ilgi ve gündelik kültür siyaseti, hem MarksistLeninist hem isçi Partici solun ahlakçı kurallarından
bıkan bir kuşak tarafından coşkuyla karşılandı.
• Yine de Gramsci'nin çalışması, ideoloji teorisi
alanında teorik bakimdan çözümlenmemiş birçok
sorunu ortaya çıkardı -kısmen (olasılıkla Marx gibi)
parlak sezgilerinin tek başına ya da birbirleriyle
gerilim- içinde durmaları nedeniyle. Daha, ayrıntılı
olarak tartışacağım bir örneği ele alırsak, ideolojiye
yaklaşımının simdi ünlenen hegemonya tanımıyla ve
hegemonya düşüncesinin tam olarak nasıl
ilişkilendirildiği açık değildir
Ilk önce, Gramsci'nin doğrudan Marksist
gelenekten ideoloji kavramını ele aldığı
Hapishane Defterlerinden bir pasaja bakarsak,
aşağıdaki belirlemeleri buluruz. Gramsci,
ideolojinin Marksist gelenekteki anlamına (hatalı
bir şekilde) ilişik hale gelen "olumsuz değer
yargısına işaret eder; burada,
Gramsci'nin, ideoloji konusunda "eleştirel" bir
duruştan çok "olumlu" bir duruş benimseyen ilk
ve tek kişi olarak saptanması gerekmektir.
Gramsci Marksist düşüncedeki zayıf ideoloji
anlayışının suçunun ideolojiyi salt ekonomik temel
tarafından belirlenmiş ve bu nedenle «saf
görüntü,yararsız, süprüntü» olarak görenlere
yüklenebileceğini ileri sürer.
Daha sonra tarihsel olarak organik ideolojilerden
zorunlu olanların psikolojik bir geçerliliğe sahip
olduklarını ve insanların hareket ettikleri kendi
konumlarının bilincini edindikleri mücadele
ettikleri bir alan yarattıklarını vurgular.
Marksist gelenekte Gramsci’yi eşsiz kılan psikolojik
geçerliliğe gösterilen bu didaktiktir.
Gramsci, Marx‘ın popüler bir inanç
çoğunlukla maddi bir güçle aynı enerjiye
sahiptir görüşüne işaret eder ve «bu
önermelerin çözümlenmesi biçim olmadan
maddi
güçler
tarihsel
olarak
kavranamayacağı ve maddi güçler olmadan
da ideolojiler bireysel kuruntular olacağı için,
biçim ve içerik ayrımının salt didaktik bir
değeri bulunmasına karşın kesinlikle maddi
güçlerin içerik ideolojilerin biçim olgusu
tarihsel blok kavrayışını güçlendirecektir.
Hegemaonya kavramı Gramscinin siyaset ve ideolojiyle
ilgili düşüncesinin örgütleyici odağıdır ve kavramı farklı
kullanması, genel olarak Gramscici yaklaşımın alameti
farikasıdır. Hegemonya, en iyi rızanın örgütlenmesi
olarak anlaşılır.
Bu noktada, ideolojiyle ilgili anlamlı bir yorum farkını
belirtmek gerekir. Gramsci'nin hegemonyayı kesinkes
örgütlenmesinin zora dayanmayan yanlarına işaret
etmek için mi kullandığı, yoksa rıza sağlamanın zora
dayanan ve zora dayanmayan biçimleri arasındaki ilişkiyi
açıklamak için mi kullandığı açık değildir. Stuart HaIl ve
arkadaşları Gramasci'nin temel sorununun -devlet zora
başvurmadan
nasıl
yönetebilir?onun
sinif
egemenliğinin zora dayanmayan yanlarına dikkat
çekmesine neden olan bir sorun olduğunu anımsatırlar.
Stuart Hall‘un "temel ve Üstyapi" üzerine makalesi Marksist
ideoloji teorisindeki determinizm tartışmasının Koşullarını
kesin bir şekilde saptadı. Hall, Gramsci'yi indirgemeci bir
Üstyapı anlatımına karşı polemiğe giren olarak okur ve
Gramscinin, kapitalizmin nasıl salt bir üretim sistemi olmayıp
bütünsel bir toplumsal yasam biçimi olduğunu bize
gösterdiğini ileri sürer. Hall ün Gramsci okumasında
üstyapılar,
kültür
ve
sivil
toplumu
sermayenin
gereksinmelerine giderek daha fazla uygun hale getirdikleri
için yaşamsaldır. Aile, hukuk, eğitim, kültürel kurumlar, klise
ve siyasal partiler gibi çeşitli sivil toplum kurumlarıyla etkili
olup yeni birey ve uygarlık tipleri yaratarak kapitalizmin
egemenlik alanını genişletirler.
Bu, yalnızca bir ekonomik çıkar meselesi değildir; zira,
Gramsci ekonomik indirgemeciliğe karşı çıkar ve hegemonyayı
siyasal kültürel ve toplumsa otorite olarak kavramlaştırır.
Stuart Hall Gramscinin «üstyapılar bütün bunları sermaye için
yapar» sonucuna vardığını savunur.
Gramsci, bazı ülkelerin işçi sınıfının devrimci bir bilinç
ve ideolojiye sahip olmamasının onun burjuvaziye karşı
mücadele verememesine neden olduğunu belirtmekte
ve böylece, siyasal ideolojik bilincin yetersizliğinin alt
yapının değişmesine set çektiğine işaret etmektedir.
Hegemonya, kapitalist toplumda belirli bir egemen
sınıfın başka sınıf kesimleriyle kurduğu ittifaklar ve
siyasal uzlaşmalar sayesinde egemenliğini topluma
kabul ettirebilmesini ve yönetici konumunu
sürdürebilmesini, dolayısıyla işçi sınıfı devriminin
engellenmesini ifade etmektedir. Burjuvazinin belirli bir
kapitalist toplumda hegemonik bir konuma gelebilmesi
için kendi sınıf kültürünü, kendi fikirlerini ve dünya
görüşünü toplumun diğer sınıflarına kabul ettirmesi
gerekmektedir. Bu konuda başarılı olmanın,
ekonomiyle, yani para gücüyle doğrudan ilgisi yoktur.
Toplumun entelektüel hayatına damgasını basabilmek için,
burjuvazinin kendi aydınlarını üretebilmesi gerekmektedir.
Gramsci’ye göre siyasetin ve devletin ikili bir yapısı vardır. Bunlar,
siyasal toplum ve sivil toplumdur. Sivil toplum, özel olarak
niteleyebileceğimiz kesimin tümünü kapsamaktadır. Siyasal toplum,
devletin baskı ve denetim aygıtlarından kurulu olmasından ötürü
özellikle yaptırım mekanizmalarını harekete geçirerek kendini
topluma kabul ettirebilmektedir. Devlet, toplumu ideoloji vasıtasıyla
yönetmektedir ve bu ideoloji de toplumu oluşturan bireylerin
çoğunluğu tarafından içselleştirilmiş değerlere dayanmaktadır. Devlet
sadece bir baskı aygıtı değildir. Devletin kültürel iktidarı aracılığıyla
ideolojik bir hegemonyası vardır. Devletin bu ideolojik-kültürel
hegemonyası, ayakta kalması için çok büyük bir önem taşımaktadır.
Sivil toplum Marksist terminoloji uyarınca üst yapısal bir öğedir ve
ideolojinin yeşerdiği ve hükmünü sürdüğü alandadır. Batı dışı
toplumlarda devlet mutlak olarak egemendir, çünkü bu toplumlarda
sivil toplum gelişmemiş olup, ilkel bir düzeydedir. Bu durum devletin
başlıca egemenlik aracı olmasına yol açmaktadır.
Gramsci’ye göre, Lenin iktidarı ele geçirebilmişse bu zaferi bir
ölçüde Rusya’da sivil toplumun cılız olmasına borçludur.
Gelişmiş toplumlarda ise, kültürel iktidarı ele geçirmeden
siyasal iktidara sahip olmak mümkün değildir. İktidara sahip
olmak ve proletaryanın egemenliğini sağlamak için sivil
toplum içersinde uzun vadeli bir ideolojik çalışma yapmak
gerekmektedir. Mücadele ideoloji ve kültür alanında da
yürütülmelidir zira sosyalizme geçiş ancak sivil toplumda
meydana
gelecek
olan
fikirlerin
dönüşümüyle
sağlanabilecektir. Gramsci, devrimci Marksist partinin örgütsel
mücadelesinin yanı sıra egemen sınıfa karşı bir proleter kültür
hegemonyasının varlığının da zorunluluğuna işaret etmektedir.
Mevcut burjuva hegemonyasına karşı proletaryanın kültür
hegemonyasını geliştirmek zorunludur. Gramsci Batı
toplumlarının devrimcileri için görevin sadece Lenin’in
öngördüğü biçimde kapitalist devlet aygıtını yıkmak olmadığını
savunmaktadır. Devrimcilerim mücadele alnı aynı zamanda
kültürün ve ideolojinin de yer aldığı sivil toplum olmalıdır.
Egemen sınıfın değerleri diğer sınıflar tarafından kabullendiği
ve içselleştirildiği ölçüde egemen sınıfın iktidarı meşru olarak
algılanmaktadır. Gramsci’ye göre, tarihte hegemonyanın en
tipik örneklerinden biri 17. yüzyıl Fransız burjuvazisinin sınıfsal
iktidarıdır. Fransız burjuvazisi kendi dünya görüşünü ve
değerlerini devrimden önce bile toplumun tüm kesimlerine
öylesine başarı bir biçimde benimsetebilmiştir ki, 1789’da
siyasal iktidarın ele geçirilmesini Fransız toplumu meşru
görmüş ve tarihin doğal bir tecellisi olarak karşılamıştır.
Gerçekten de, burjuvazinin ürettiği özgürlük, eşitlik ve hatta
mülkiyet hakkı gibi kavramlar uyarınca geliştirilen fikir akımları
sadece burjuva sınıfının değil, tüm toplumun kendine mal
ettiği kavramlar olmuştur. Gramsci’ye göre, bir egemen sınıfın
aynı zamanda hegemonik konumda olması aydınların ifa
etmeleri gereken bir işlevin sonucudur. Gramsci bunlara
egemen sınıfın organik aydınları adını vermiştir. Sivil toplumun
fikir yapısını ve zihniyetini belirleyen ve ona yön veren bu
organik aydınlardır.
Örneğin, feodal toplumda egemen sınıfların organik aydınları
Kilise’ye bağlı din adamlarıydı. Günümüzde ise, bir kısım
sinemacı, medya mensupları egemen sınıfın hegemonyasını
gerçekleştiren ve pekiştiren toplumsal kategoriyi, organik
aydınlarını meydana getirmektedirler. Devrimci güçlerin amacı
egemen sınıf olmadan önce sivil topluma nüfuz etmek
olmalıdır
Gramsci’nin bu temel önermesi, Althusser de kendisine mal
etmiş ve onun devleti bastırıcı aygıtları ile devletin ideolojik
aygıtları tasnifine yol açmıştır. DİA’ların fonksiyonu egemen
ideolojiyi üretmek ve idame ettirmektir. Genç kuşaklara
egemen ideolojinin aşılanması gerekmektedir ki mevcut
sistemin üretim ilişkilerine karşı koyma eğilimleri filizlenmeye
başlamasın. Eğitim DİA’larında çocuklar en küçük yaştan
itibaren sistemin öngördüğü ideolojiyle yoğrulmakta ve resmi
ideoloji doğrultusunda toplumsallaşmaktadır.
Gramsci sosyalist devrimin kapitalizme bağlı olarak
kendiliğinden gerçekleşeceğine karşı çıkar. Ona göre devrim
farklı tarihsel koşullarda bilinçli ve amaçlı olarak
gerçekleşecektir ve bunun için Marsist kuramı felsefi ve siyasal
açıdan gelişmiştir.
Kuram ve eylem bir bütünlük içinde ve birlikte ele alınması
gerektiğini söylenen praksis kavramının Gramscinin amaçlarını
birleştirmeye yönelik işlevi olduğunu söyleyebiliriz.
Gramsci için devrimci süreçte ideolojik mücadele önemlidir.
İdeolojinin
siyasal
mücadeledeki
önemi
hegemonya
kavramından kaynaklanmaktadır. Kapitalist toplumda sınıf
egemenliğinin, devletin tekelinde bulunan fiziki güç kullanma
olanağı dışında birde çoğunluğun rızasını sağlamaya yardımcı
olan eğitim, basın, hukuk, kültür vb. ideolojik üstyapı kurumları
tarafından desteklendiği düşüncesinden hareket eden Gramsci
sosyalizmin kurulmasına yönelik devrimci mücadelenin başarılı
olabilmesi için devrimlerin de bir karşı-toplumsal iktidar
ideolojisi ya da yeni bir bütüncül, kültürel yapı geliştirmeleri
gerektiğini vurgulamıştır.
Siyasal Toplumla sivil toplum arasında yaptığı bir ayrımdan
kaynaklanmaktadır. Siyasal toplum geleneksel anlamda
devleti özellikle devletin zorlayıcı gücünü ,sivil toplum ise,
devletin ideolojik sürecin işleyişinden yararlanıp topluma
nüfuz ederek çoğunluğun desteğini kazanacak siyasal,
toplumsal ve kültürel ortamı yaratması durumunu
kapsamaktadır. Bu çerçevede geliştirilen yorumlarda
birleştirici nokta Gramsci’nin devlet kuramı ile tekelci
kapitalist devlete(ekonomik yapıyı aşarak toplumsal yapıda
egemenlik kurmaya yönelen) özdeşleştirilmesi olgusudur.
Gramsci’nin Marksist siyaset bilimine katkısı yalnızca
gelişmiş kapitalist ülkelerin gerçekleriyle sınırlandırılmaz,
adı geçen kuram herhangi bir toplumsal durumda da
geçerlidir. Çünkü Gramsci ekonomik altyapının tek
belirleyici olduğunu ileri süren yaygın marksist yaklaşımı
reddederek çok daha genel bir kurumsal yapı geliştirmeyi
amaçlar.
Hegemonya terimi, hem yönetici bir sınıf olarak proletaryaya
hem de bu yönetimin uygulanmasına ilişkindir. Bu, egemen
sınıfın, kaşıt gruplar üzerinde zorunlu olarak uygulayacağı
zorlama demektir. Fakat bu proletarya ile işbirliği yapmaya
razı olan ve tutumuna etkinlik kazandırılması söz konusu olan
müttefiklerinin fikir ve kültür alanında yönetilmesi de
demektir. Hegemonya yönetimin olumlu cephesini de
geliştirir. Böylece hükmedenle yöneten arasındaki ayrım
ortaya çıkar. İktidarın ele geçirilmesi hükmetmeyi sağlar,
bundan sonra yönetimi ele geçirmek söz konusudur. Bu iki
durum birbirine diyalektik olarak bağlıdır. Bir grup, iktidarı
ele geçirmeden yönetici olabilir. Hükmeden olduğu zaman
bu yönetici rolünü kaybederse, bu onun için felaket
demektir.
Gramsci ekonomizme karşı çıkarak Marksist geleneğe farklı bir yorum
katmıştır. Ekonomizme karşı çıkışı onun diğer Marksist düşünürlere göre
farklı bir devlet tanımlaması yapmasına neden olmuştur. Gramsi’ nin
ekonomizme karşı açtığı polemiğin temeli belirgin bir zaman içinde etkin
olan güçlerin yanlışsız bir biçimde çözümlenebilmesi ve bunlar arasındaki
ilişkilerin belirlenebilmesi için, yapı ve üstyapı arasındaki ilişkilere ilişkin
sorunun doğru sorulması ve çözülmesi bakımından, sorunun yeniden
oluşturulmasına olan gereksinmeye dayanmaktaydı. Ekonomist hipotez,
yapının belirleyiciliği tarafından üretilen doğrudan bir güç öğesi iddia
edilmektedir. Sonuç ise, sorunun yeni bir siyasal toplum düzeninin, hatta
yeni bir sivil toplumun, kurulması yerine, yalnızca yönetici sınıfının
partileri arasında iktidarın bir el değiştirmesi olarak gören devlet yapısı
yerine, siyasal iktidarın ekonomi politikasını değiştirmeyi amaçlayan
yönetici sınıfının belirli bir kesimine uygun olan devletin yalnızca siyasal
iktidar ya da zora dayalı baskıcı aygıtla özdeşleştirilmesine yol açacaktır.
Gramsci’ nin toplumsal iktidar kavramı belirli bir bir toplumsal oluşumdaki
siyasal, kültürel ya da ideolojik çeşitli düzeylerdeki ya da alanlardaki özgül
iktidar yapısını belirleyen etkenleri de göz önüne alacak biçimde, çağdaş
toplumlarda, iktidarın niteliğini daha bütüncül bir çerçevede tanımlamak
İdeoloji ve güç kavramlarını incelediğimizde ikili anlamlı bir davranış
biçiminde ideolojiden söz edebiliriz. Gramsci’ ye göre kapitalizmin hâkim
olması ile baskı gerçekleşmez, kapitalizm fikirleri hegemonyası ile
gerçekleşir. Sınıflar içinde yönetici sınıf üstün gelmeye başladı. Güç
sadece yasak ve fiziksel üstünlükle değil dil, ahlak, kültür ve genel irade
üstünde gerçekleşir. Halk fikirlerin empoze edilmesi yolu ile bastırılıp,
şekil verilir. Hegemonik fikirler bağımlı kılınan sınıfların asıl fikirleri haline
gelir. Geleneksel entelektüeller bu karmaşık hegemonik yapıyı
oluştururlar. Burjuva hegemonu işçi sınıfının kişisel inanç, kuralar ve
kamusal düşünüşünü belirler. Gramsci bunu “ideolojik düzeyde
mücadele” olarak tanımlar. Bazı entelektüeller işçi sınıfının egemen
hegemoniye karşı tavır olarak karşı hegemon geliştirmesi gerektiğini
söylerken, geleneksel entelektüeller burjuva hegemonisini destekler.
Gramsci ‘ de Marksist bilim ve ideoloji tezini görürüz. Diyalektik
materyalizm basit-fikir tanımlaması, yanlış bilinçlenme tezi ve sosyalist
ideoloji inceleme alanlarındadır. Gramsci’ de ideoloji dil, kültür ile
bağlantılı olmasına rağmen daha çok politik doktrin olarak incelenir.
İdeoloji, güç ve hâkim olan arasında ilişki vardır.
Marksist öğretiyi politik görüş açısından yeniden ele alan Gramsci’
nin devrimci stratejisinin içine yerleştirdiği aydınlar sorunun
derinlemesine inceleyen tek Marksist düşünür olduğu
söylenilebilir. Gramsci’ nin bütün anlatmak istedikleri üst yapıyla,
devrimden önceki ideolojik değişimle ilgilidir. Aydınları hiçbir
önyargıya saplanmadan, bir sınıf analizi üzerinde inceleyen
Gramsci, bu konudaki “klasik” Marksist yaklaşımı yıkmış aydınları
salt az veya çok önemli ittifaklar açısından değil, daha çok
egemenliğin bir fethi için kurulacak yeni “tarihi blok”un iki organik
bileşkenlerinden biri olarak düşünmüştür. Aydınların “tarihi
bloktaki ve egemenlikteki rolleri nedir?”: işte Gramsci’ nin kalkış
noktası.
Canlı ve yaratıcı Marksizm adına sosyalist yaklaşımları
yeni ufuklar açmak isteyen” Gramsci devrimi” nin ana
çizgilerini, aydınların proletaryanın “organik” aydınları
olarak onunla kaynaşmaları ; bütün faaliyetlerde
muhakemeyi getiren bir yan olduğundan, “kafasıyla
çalışan” kavramının herkese uygulanması; “entelektüel
ve moral reform” u gerçekleştiren bütün güçlerin
“kollektif aydın” da, yani partide toplanmaları
oluşturur.
Aydınlar konusunu incelerken Gramsci’ nin ilk işi, o
güne kadar sol çevrelerde bile sınıf ilişkilerinin “dışında”,
bağımsız, yani “saf düşünce”, bilgi ve bilim yayıcı kişiler
olarak kabul edilen “aydınlar mitosu” nu yıkmak olmuştur.
Bütünüyle bağımsız aydın gruplarının varlığını savunmanın
saçmalığını anlatan Gramsci, aydınların hâkim sınıfa
(iktidardaki veya “yükselmekteki” sınıf) göre asla bağımsız
olmadıklarını söyler. Bu yargı “geleneksel büyük aydınlar”
için daha da geçerlidir.
Aydınları burjuva toplumunun alt yapısını üst yapısına
bağlayan ve “tarihi blok” a “egemenliğini” garanti eden
öğeler olarak gören Gramsci’ nin ana tezi, onları kendi
başına, ayrı bir sınıf meydan getirmedikleri, fakat
“egemenliğin memurları” olarak hâkim zümreye organik
bağlarla bağlı olduklarıdır. Bu bağ, aydınlar temsil ettikleri
sınıftan geldikleri zaman daha sıkıdır.
“Aydınlar bağımsız bir sınıf değildirler. Tersine, her
toplumsal zümre kendi özel tabakasına sahiptir veya bu
tabakayı
yaratmaya
çalışır.
Aydın
görevlerinin
yapılmasında uzmanlaşmış gruplar tarih olarak bu şekilde
ortaya çıkarlar. Bunlar bütün toplumsal zümrelerden ve
özellikle en önemlilerinden gelirler. Hâkim toplumsal
zümreden çıktıklarında daha geniş ve daha karmaşık bir
hazırlığa tabidirler.
“… Tarih olarak ilerlemeye el verişli sınıfın aydınları bazı
koşullarda öylesine bir çekicilik gücüne sahiptirlerdir ki,
sonunda bütün öteki toplumsal zümrelerin aydınlarını
kendilerine bağlar ve böylece tüm aydınlar arasında,
psikolojik tutumlardan (kibir, kendini beğenme v.b.) ve bir
kast zihniyetinde (adli –teknik, korporotif ilişkiler v.b.)
temellenen bir dayanışma yaratılır.
Gramsci aydınların bağımsız olmadıkları, onların
ekonomik, korporotif ve kast ayrıcalıklarıyla başka
aydınlara ve temsil ettikleri sınıfa bağlı olduklarını
söylemekle yetinmeyip, iktidarı ele geçirmek isteyen her
zümrenin, hâkimiyetini güçlendirmek için aydınlara ihtiyacı
olduğunu belirtir.
Gramsci aydınları iki açıdan ele almaktadır:
a)Toplumsal yapıyla bütünleşmeleri açısından
b)Tuttukları yer ve siyaset ve tarihte oynadıkları
rolle tarih sürecinde yer almaları açısından; ki bu
anlamda yükselmekte olan bir sınıfa organik
olarak bağlı olabilirler.
GELENEKSEL AYDINLAR-ORGANİK AYDINLAR
Aydınlar eski ve yeni tip olmak üzere iki gruba ayrılırlar.
Gramsci bunlardan birincisine “geleneksel “, ikincisine
“organik” aydınlar der. “Her ülkede aydınlar tabakası
kapitalizmin gelişmesiyle köklü değişiklere uğramıştır…
eski tip aydınlar ‘ başlıca köylü ve zanaatkâr tabanlı bir
toplumun’ örgütleyici öğeleridir.”
Tarımın önemli
rolünü yitirmediği yerlerde hala bu tip aydınlar
hâkimdir. Bunlara “geleneksel” denişinin nedeni bu tip
aydınların hem bir önceki üretim tarzına bağlı ve hem
de kaybolmakta olan bir sınıfın “organik” aydınları
oluşları, şu anda yükselmekte olan sınıfa organik olarak
bağlanmayışlarıdır.
Kırsal tipli aydınların çoğu da gelenekseldirler, yani
kapitalizmin
henüz
değişikliğe
uğratmadığı
kentlerdeki köylü ve küçük burjuva kitlelerine
bağlıdırlar. Bu tip aydınlar merkezi yönetimle köylü
yığınları arasında aracılık yaparlar. (avukat, noter
v.b.) ve bu işlevleri nedeniyle de büyük bir siyasaltoplumsal rolleri vardır, çünkü mesleki karakterdeki
bir aracılığı siyasal karakterli bir aracılıktan ayırmak
güçtür
Üretim alanında başlıca rolü oynadığı halde, köylü
kitlesi ne kendi organik aydınlarını yaratabiliyor, ne
de geleneksel aydınların herhangi bir bölümünü
özümleyebiliyor. Oysa öteki toplumsal aydınlarının
çoğunu kendi köylü kitlesinin içinden alıyorlar;
böylece geleneksel aydınların büyük bir kısmı köylü
kökenli oluyorlar.
“Egemenliğe yönelen her grup, geleneksel aydınları
fethedip özümlemelidir. Bu grup aynı zamanda kendi
özel organik aydınlarını yarattığı ölçüde bu özümleme
ve fetih daha çabuk ve etkin olacaktır.
Yeni tarihi blokun, özellikle temel sınıf organik aydınları
Gramsci’ nin geleneksel diye nitelendirdiği eski tarihi
blokun aydınlarına karşı çıkarlar ve yeni “temel sınıf” ın
gelmesinden önce var olan çeşitli aydın tabakaları
toplarlar. Yeni “temel sınıf”, egemenliğini sağlamak için
bunları ya yutmalı ya da yok etmelidir.
Gramsci’ ye göre değişik biçimlerde “proletaryanın
organik aydınları” olunabilir:
bir burjuva aydını
proletaryanın program ve öğretisini katıldığı ve
proletaryanın içinde eridiğinde, özüne katılıp onun
bütünleyici bir parçası olduğunda meydana çıkan”
ideolojik fetih” ve özümleme yoluyla; veya aydının
doğrudan doğruya organik olarak bağlı olduğu kitleden
gelmesi halinde. Kitlelerin dünya görüşünden kalkarak,
ona net ve aydınlık bir bilinç (görevinin ve kendisinin
bilinci) vermek için, onu bütün engellerinden kurtararak
ve belli bir homojenlik ve tutarlılık vererek, proletaryanın
organik aydını haline gelinebilir.
Demek ki aydınlar “entelektüel ve moral reform” u veya
başka bir deyişle “kültürel devrim” i yapmak için
ekonomik koşulların olgunlaşmasını beklememelidirler.
Tersine, alt yapıdaki değişimi çabuklaştıran ve bazı
bakımlardan koşullarını hazırlayan, “ yenidünya görüşü”
nün olgunlaşmasıdır. Gramsci bu fikirlerini örnek olarak
Fransız burjuva devriminden önceki yoğun ideolojik
hazırlanma
dönemini
gösterir.
Diderot’
nun
“encyclopedie” si Voltarie’ ler, Rousseau’ lar fikirleriyle
devrimi hazırlamış ve dolaylı olarak gerçekleşmesini
sağlamışlardır. Yani o dönemin “ ilerlemeye el verişli
sınıfı” olan burjuvazi, egemenliğini önce ideolojik alanda
sağlamlaştırmıştır.
ORGANİK AYDINLARIN NİTELİKLERİ VE ROLLERİ
Proletaryanın organik aydınları eski aydınların çizgisinde
olmazlar; tersine onun karşıtı olmalı, ona göre bir kesinti
noktası oluşturmalıdırlar. Yoksa tarihi durumun organik
ifadesi olan yeni toplumsal zümreye bağlı sayılmazlar.
Zaten yeni tarihi durum ortaya yeni bir üst yapı
çıkarabilecek bir gelişim düzeyine gelmişse eski aydın tipi
kendiliğinden silinecektir.
“Her yeni toplumsal organizma yeni bir yapı yaratır ki, bu
yapının görevli temsilcileri veya bayraktarları (aydınlar)
önceki intelligentsianın mirasçıları değil, kendileri de yeni
olan, yeni durumdan doğan aydınlardır”.(Ve Gramsci’ye
göre öyle olması zorunludur.)
Proletaryanın organik aydınları artık “özgür düşüncenin
kanatlarında yüzen” bireyci aydınlar değildirler. Onlar
aynı zamanda eski ahlakla ilişkilerini kesmiş, burjuva
ahlakını –kendilerini tamamen kurtaracak derecedebilimsel yoldan yıkmış aydınlardır.
“Yeni politik egemenlik önce ahlaki alanda ifadesini
bulur. ”İdeolojik alanın fethi için de ilk yapılacak şey
burjuva ahlakını ve değerlerini yıkıp yerlerine yenilerini
getirmektir (buhran dönemlerinde zaten önce bunlar
yok olur).Kültürel devrim de, politik kavga, sendikal,
ekonomik vb. eylemler kadar, işçilerin kurtulma
hareketinin belirleyici, bütünleyici bir bölümüdür.
Yalnız, burjuvazi devrilmiş olsa bile, kitleleri baştan
çıkarmaya, tahtına yeniden kurulmak için kültürü,
düşünceleri, eski, gelenek ve görenekleri sayesinde
kalplerini kazanmaya çalışır. Proletarya tam tersini
yapmalıdır: İdeolojik alanda burjuvazinin her meydan
okumasına derhal sert bir karşılık vermeli, proletaryaya
özgü kültür, düşünceler, yeni gelenek ve göreneklerle
tüm toplumun ahlaki çehresini değiştirmelidir. Sınıf
bilincinin gelişmesine varan “zihniyetler devrimi”
kavgası dini, cinsel, pedagojik, kültürel ve ahlaki tabuları
yok etmelidir.
“Yeni aydınlar(…) durmaksızın ikna eden can vericiler,
örgütleyiciler olarak faal şekilde pratik hayata
karışmalıdırlar. Çünkü onlar artık salt birer konuşmacı
değildirler; iş olarak teknikten kalkarak bilim olarak
kalacakları tarihi bir kavrayışa varırlar: Uzmanpolitikacı(…).”
Altyapıyla üstyapı arasında yeni bir bağ olan organik
aydınlar, eski düşünme ve bilme biçimlerinin
yıkılmasından doğan ve militan aydınlar olarak yaptıkları
eylemlerini, “tarihi eylemde tamamen yaşanmış bir
bağlamıbağlamı (taahhüt) haline getirmek için, uzman
olarak aydın varlıklarını “politik bir varlıkla “ bütünlerler.
“İdeolojik panorama” nın değişiminin ön-koşulu,
“entelektüel reformun” başlatılmasıdır. Bu reformun
başında ise devrimci parti yer alır. Gramsci’ ye göre
aydın, önce proletaryanın organik aydını olur ve
sonunda “ortaklaşa aydın” da: yani “modern prens”
adını verdiği partide erir. Modern prens “entelektüel ve
moral bir reform” un örgütleyicisi ve yayıcısı olmalıdır.
Başka bir deyişle, üstün ve topyekûn bir modern
uygarlık biçimine varacak olan ve hem örgütleyicisi,
hem de canlı ve faal ifadesi olduğu ortak iradenin
gelecekteki bir gelişiminin koşullarını hazırlamalıdır.
Böyle bir reform yeni bir üst yapının oluşmasıyla
bitmez. Altyapıda bir devrim yapılmasını gerektirir.
Gramsci bu iki ana partinin eyleminde kenetleneceğini,
hatta giderek, gerçek bir ekonomik reform olmadan
hiçbir fikrin olmayacağını söyler. Parti kendisine düşen
bu önemli tarihi görevi yerine getirebilmek için, burjuva
ahlakının engelleri aşmış tomurcuk halindeki bütün
olumlayıcı öğeleri, bütün özgürlük ve ilerleme isteklerini
devrimci eylemde birleştirme ve toplama yeteneğine
sahip olmalıdır.
• Parti karşımıza “egemenliğin” bir ön-koşulu olarak
çıkıyor. Çünkü egemenliğin işleyişi için bir “öncü
parti-kitleler” ilişkisine ve kitle karakterli bir
“ideolojik yetiştirme” hareketine gerek vardır.
Aydınların özgün rolü konsensusu yaratmak ve
altyapıyla üstyapıyı birbirine kenetlemek ise ortaklaşa
aydını, yani partinin rolü, sağlamlığı ve tutarlılığı
sayesinde tarihi blokun bağlayıcı dokusu olmaktır.