1. sözlü kültür - Prof. Dr. Serdar ÖZTÜRK

Download Report

Transcript 1. sözlü kültür - Prof. Dr. Serdar ÖZTÜRK

SÖZLÜ KÜLTÜR
DOÇ. DR. SERDAR ÖZTÜRK
Giriş
Son yıllarda sözlü kültür ile yazılı kültür arasında derin
farklar olduğu, sözlü kültürün yazılı kültürü derinden
etkilediği keşfedilmiştir.
Homo Sapiens 30.000-50.000 yıldan beri varlığını
sürdürmektedir. Bu süreç içinde önce sözlü, sonra yazılı
ve en sonunda elektronik kültürle tanışmıştır.
Günümüzde dünya üzerindeki topluluklar üç kültürü bir
arada yaşarken, yazıyla hiç tanışmamış, hatta televizyon
dahi görmemiş topluluklar mevcuttur.
İletişim araçlarının gelişimine göre kültürü sınıflayan bazı
düşünürlere göre insanlık tarihinde birbirini izleyen dört
farklı kültür vardır: Sözlü kültür, yazılı kültürü (yazıyı
kullanan kültür), tipografi kültürü (bilgiyi basılı kitap yolu
ile aktaran kültür) ve elektrik-elektronik medya kültürü
(bilgilerin radyo TV gibi araçlarla aktarılması).
Giriş
McLuhan’dan Ong’a, Innis’den Havelock’a kadar iletişim
alanındaki sorunlarla ilgilenen bazı düşünürler,
medyanın, insanların düşünüş biçimlerini ve bunun
sonucu olarak doğrudan ya da dolaylı olarak içinde
yaşadıkları toplumu etkilediği görüşünü savunmuşlardır.
Batı merkezli görüşü yansıtan bu bilim insanlarına göre
zaman içinde birbirini izleyen üç temel devrimle
karşılaşılmaktadır: Eski Yunan’da fonetik alfabenin
bulunuşu (MÖ. 7. yüzyıl), Gutenberg Devrimi (15. yüzyıl)
ve elektrik-elektronik devrimi (telgraf ve daha sonra
radyo ile televizyonun bulunması). Jan Asmann gibi
düşünürler ise ilk devrimin Eski Yunan’da değil, Sümer
ve Mısır’da yazının bulunuşu olduğunu belirterek, fonetik
alfabenin dışında şekil yazısı ve çivi yazısını da önemli
görürler. Bu derste de bu son yaklaşım kabul edilmekte
ve yazılı kültür kavramı ile, yazının buluşundan sonra
yaşanan kültür kast edilmektedir.
Giriş
İnsanlık tarihindeki iletişim devrimlerini incelediğimizde
dikkat çekici olan, yazının bulunuşundan matbaanın
bulunuşuna kadar binlerce yıl geçmesine karşın, matbaanın
icadından elektrik-elektronik medyanın kullanılmaya
başlamasına kadar geçen sürenin 400 yıl gibi kısa bir süre
olmasıdır.
Sözlü, yazılı ve elektronik kültür ne demektir? Bunların
özellikleri nelerdir? İnsan ve toplum yaşamında ne anlam
ifade etmektedir? Yazı ve söz belleğimizi nasıl etkiler?
Toplumlar nasıl hatırlar/ Sözlü kültür-sözlü tarih ilişkisi
nedir? Bir sözlü tarih nasıl yapılır? Bu derste, bu soruların
yanıtlarını hem teorik hem de uygulama düzeyinde
yanıtlanmaya çalışılmaktadır. Derste, sözlü kültür-yazılı
kültür üzerinde fazla durulacak, elektronik kültür görece az
işlenecektir. Daha sonra sözlü tarih konusuna geçilecektir.
Bir sözlü tarih projesiyle yaşlı insanların belleklerinden,
onların deneyimleri, tanık oldukları olaylar, kişiler, yazılı
tarihte gözükmeyen, ya da gözükse bile belirsiz olgular gün
yüzüne çıkarılmaya çalışılacaktır.
Temel Kavramlar
Sözlü ve yazılı kültür arasındaki ayrım, ilk olarak ancak
elektronik çağda kavranmaya başlamıştır. Elektronik
iletişim araçlarıyla matbaa arasında bazı farklar
sezinlenmiş, bu ise aynı ayrımın bir benzerinin söz ile
yazı arasında da olabileceğini düşündürtmüştür (Ong,
2003: 15).
Ong, sözlü kültürü, elektronik kültürden ayırmak için,
birincil sözlü kültür ve ikincil sözlü kültür kavramlarını
kullanır. Birincil sözlü kültür, yazıyla hiç tanışmamış
toplumların kültürüdür. Bu toplumlar sadece sözlü
düşünür, konuşur, hatırlar ve bildiklerini ancak sözlü
gelenek aracılığıyla aktarır. Yazılı kültür, yazıyla
tanışmış, onu içselleştirmiş ve artık belleği yazıyla
harekete geçen, hatırlayan toplumların kültürüdür.
İkincil Sözlü Kültür
İkincil sözlü kültür, elektronik kültürdür. Telgrafın
icadından sonra iletişimin elektronik iletişim araçlarıyla
dolayımlanması sonucunda çıkmıştır. Telgraf, telefon,
radyo ve televizyon ile Ong’un 1982’de yazdığı kitabında
değinmediği İnternete özgü kültürdür elektronik kültür.
Sözlü kültür konusu niçin son yıllarda dikkat çekmeye
başlamıştır? Çünkü sözlü kültür çağını yaşayan, yazıyla
ya da elektronik kültürle tanışmamış, tanışsa bile yazıyı
yeterince içselleştirmemiş insanların sözlü kültürün
farkına varması pek mümkün değildir. O, içinde yaşadığı
kültürün sözlü kültür olduğunu ve onun özelliklerini
bilemez, çünkü kültürü içten yaşamaktadır.
Sözlü kültür, sözlü kültür içinden
incelenemez!
Oysa bir olgunun analitik incelenmesi için, o olguya bir
miktar mesafelenmek, ona dışarıdan bakmak gerekir. Bu
ise, insanın yazılı kültürü yaşamasıyla mümkün olur.
Yazılı kültür evresinde insanın hatırlama, konuşma,
analitik düşünme, soyutlama süreçleri farklı işler.
Böylece sözlü kültür de incelenebilir. Dolayısıyla
“olayların veya önerilen gerçeklerin soyut, dizimsel,
sınıflandırıcı ve açıklayıcı bir çözümlemesi, okumayazma bilmeden gerçekleşemez. Yazıdan habersiz
birincil sözlü kültürde yaşayan insanlar, pek çok şey
öğrenebilirler, nitekim oldukça bilgiç ve bilgedirler; fakat
“inceleme” yapamazlar” (Ong, 2003: 27).
Sözlü Kültürün Özellikleri
Sözlü kültürün özelliklerini daha somut anlayabilmek
açısından Sovyet psikolog Alexander Luria’nın 1930’ların
başlarında Özbekistan ve Kırgızistan’ın bazı ücra
bölgelerindeki araştırmalarına bakmak gerekir. Çalışma,
İngilizceye ancak yetmişlerde çevrilmiştir.
Bu çalışmanın verileri okuryazar olmayan ya da çok az
okuma-yazma bilen köylülerden elde edilmiştir.
Çalışmada basit deneyler vardır. Örneğin daire, kare,
üçgen gibi soyut ve kategorik isimler köylüler tarafından
kullanılamamıştır. Luria bu şekilleri gösterdiğinde,
köylüler onları gibi sözcüğüyle ilişkilendirerek
adlandırmıştır.
Sözlü Kültürün Özellikleri
Örneğin dikdörtgene kapı gibi, kareye pencere gibi, daire
tabağa benziyor, tekerleğe benziyor gibi ifadeler
kullanmışlardır. Bu geometrik şekiller, köylüler nazarında
tadılamayacağına göre, var da olamazdı. Daire, ancak
somut bir hale bürünebilir, tekerlek, ay olarak karşımıza
çıkabilir (Sanders, 1999: 34).
Bu düşünce biçimi işlevseldir, yani duruma göredir.
Örneğin Luria bir başka deneyinde köylülere, üç aynı
kategoriye ait dört nesneden benzer olanları tek bir grup
altında toplamasını ister. Nesneler, çekiç, testere, kütük
ve el baltasıdır.
Sözlü Kültürün özellikleri
Normalde alet olan çekiç, testere ve el baltasının
bir grupta toplanması gerekmektedir, ancak
köylüler işlevsel düşündükleri için böyle
yapamazlar. Kütüğü diğer nesnelerden ayrı
düşünmemişlerdir çünkü kütük de diğer nesneler
gibi yaşamlarının bir parçasıdır. Kütük olmadan
alet ne işe yarar diye düşünmüşlerdir. Az çok
okuryazar olan köylüler ise kategorik ayrım
yapmaya meyilli olmalarına karşın yine de
duruma göre yapılan ayrım öne çıkmıştır (Ong,
2003: 68-9).
Sözlü Kültürün özellikleri
Luria, okuryazar olmayan köylülerde “eleştirel”
düşüncenin bazı özelliklerini bulmuştur. Buna göre
gerçek deneyimden koparılmış mantıksal çıkarımlarda
bulunmak köylülere göre anlamsızdır. Deneklere şu soru
soruldu: “Kuzeyde karların olduğu yerde bütün ayılar
beyazdır. Novaya Zembla kuzeydedir. Orada ayılar ne
renktir?” Deneklerden birinin verdiği yanıt bütün grubu
tanımlayan tipik bir cevap oldu: “Bilmem. Ben kara ayısı
gördüm. Başka ayı görmedim… her yerin ayısı
başkadır.” (Sanders, 1999: 36). Dolayısıyla bu denek,
yanıtları sadece kendi bildiği dünyada aramaktadır.
Onun için tek gerçek dünya burasıdır, kafasında düşsel
bir dünya yoktur.
Sözlü Kültürün Özellikleri
Mantık yoluyla çıkarımlarda bulunmak yazılı kültürün
başarabileceği bir iştir. Ayının rengi ancak ayı görülünce
anlaşılır. Gerçek yaşamda kutup ayısının rengi
düşünülmez. Ancak az okur-yazar olan bir işçi az da olsa
kategorik düşünmeye geçmiş ve “Sizin sözlerinize
bakılırsa, tüm ayıların beyaz olması gerek” biçiminde
yanıt verebilmiştir. Bir başka soru şöyledir: “Değerli
madenler paslanmaz. Altın, değerli bir madendir.
Paslanır mı paslanmaz mı?” Sorulara verilen yanıtlar
“Acaba değerli madenler paslanır mı, paslanmaz mı?
Altın paslanır mı paslanmaz mı?” ya da “Değerli
madenler paslanır. Değerli altın paslanır.” gibi olmuştur
(Ong, 2003: 69-70).
Sözlü Kültürün özellikleri
Luria’nın araştırmasında en somut nesnenin bile
tanımlanmasına karşı çıkılmıştır. Örneğin “ağaç nedir?”
sorusuna “Ne gerek var ki?” Herkes ağaç nedir bilir,
benim söylememe hacet yok” diye yanıt verilmiştir.
Ayrıca Luria’nın deney yaptığı köylüler kendilerini tahlilde
de zorluk çekmişlerdir. Örneğin birisine huyunu suyunu
sorar; “Sen nasıl bir insansın? İyi niteliklerin, yetersiz
tarafların nedir? Kendini nasıl tarif edersin?” “Buraya UçUrgan’an geldim, çok yoksuldum. Şimdi evliyim,
çocuklarım var.” “Halinden memnun musun, yoksa başka
türlü olmak ister miydin?” “Biraz daha toprağım olsa iyi
olurdu, buğday ekerdim.” “İnsanlar çeşit çeşit. Kimi sinirli,
kiminin de belleği zayıf. Sen nasıl birisin?” “Biz
terbiyeliyiz … kötü olsak kimse bizi saymazdı.”
Sözlü Kültürün Özellikleri
Bu deneyde Luria’nın soruları okuryazar bellekleri içindir.
Sözlü kültürü yaşayan insanlara bu tür çözümlemeli
sorular ve yanıtları, metinsel düşünmeye alışık bizim gibi
insanlar için mantıklı değildir.
Sözlü kültürün diğer özellikleri şunlardır (Baldini, 2000:
10-17; Ong, 2003: 53-66).
a) Kulak en önemli organdır: Sözlü kültürde işitme
duyusu en önemli organken, yazılı kültür ve elektronik
kültürde görme daha önemlidir. Bunun nedeni sözlü
kültürde insanların konuşma ve dinleme temelli iletişim
kurmalarıdır. Buna karşın yazılı ve görsel kültürde
görerek okuma ve izleme görme duyusunu geliştirmiştir.
Sözlü Kültürün Özellikleri
b) Yan cümle yerine ekleme: Sözlü kültürde yan cümle
yerine genellikle “ve” bağlayıcıyla cümleler birbirine eklenir.
Yazılı söylem sözlü söylemden daha ayrıntılı ve sabit
dilbilgisi kuralları geliştirmiştir; çünkü yazıda “anlamın
verilebilmesi” dilin düzenlenişine bağlıdır. Sözlü ortamdaki
canlılık yazıda olmadığı için “anlamın belirlenmesinde”
ifadeler çok önemlidir. Bu nedenle yazılı ifadeler eklemeli
yapıdadır.
c) Çözümleme yerine kümeleme: Bu özellik, belleği
güçlendirmek için kalıplardan yararlanmakla yakından
bağlantılıdır. Söze dayalı düşünce ve anlatım unsurları tek
başına pek bir anlam taşımaz; eş veya karşıt anlamlı
terimler, deyişler ve cümlecikler kümelenince tanımlayıcı
söz niteliği kazanır. “Ulu çınar”, “denizler kaplanı”, “kederli
prenses” gibi kalıplar nesilden nesile aktarılır, bunlar
parçalanmamalıdır, çünkü kalıplar binbir güçlükle
oluşturulmuştur. Kalıpların korunduğu tek yer insan aklıdır.
Sözlü Kültürün Özellikleri
ç) Bol tekrarlı ya da “bereketli”: Düşüncenin sürekliliğe
ihtiyacı vardır. Yazı, zihnin dışında bir sürekliliği sağlar.
Oysa sözlü kültürde sesler ağızdan çıktığı anda
kaybolur. Bu nedenle zihnin, konuşulanlara da fazla
odaklanması gerekir. Konuşan ise ağdalı bir dil ve bol
tekrarlar kullanarak odak noktası olmaya çalışır. Bu,
özellikle kitleye yönelik hitaplar daha çok gözlenen bir
durumdur. Akustik sorunlar gibi nedenler konuşmacıyı
bol tekrar yapmaya yöneltir.
d) Tutucu ve geleneksel: Sözlü kültürde yinelenmeyen
bir kavram, yüksek sesle tekrarlanmayan sesler
unutulduğu için, toplum büyük güçlükle öğrenmiş olduğu
kavramları, kalıpları korumak ister. Bu ise yeni ifadelere,
gelişmelere kapalı tutucu bir toplum anlamına gelir.
Sözlü Kültürün Özellikleri
Aslında sözlü kültürde de özgün yaratıcılık
vardır. Ancak anlatının özgünlüğü, yeni öykü
uydurmaya değil, anlatım süresince dinleyiciyle
kurulan iletişimin niteliğine bağlıdır.
e) Sözlü kültür taşkın ve katılımlıdır: Günümüz
insanı konserde ya da sinemada olabildiğince
sessiz ve sakin tavır takınır. Gösteri bittiğinde
onayını ya da eleştirisini ölçülü bir biçimde dile
getirir. Sözlü kültür insanının ise böyle nesnel
veya mesafeli tavır takınması olanaksızdır.
Onlar, gösteriyle özdeşleşir ve duygularını
coşkunluğuyla gösterirler.
Sözlü Kültürün Özellikleri
f) Mücadeleci eda: Yazı, bilgi sahibini bilinenden
ayırırken, sözlü gelenekte bilgi mücadele alanının
içindedir. Atasözleri, bilmeceler yarışmacı hava içinde
dile getirilir. Söz düelloları yapılır. Dünyanın tüm sözlü
toplumlarında rastlanan karşılıklı yerme oyununa
“taşlama” denir. Aşıkların atışmaları, Karagöz-Hacivat’ın
söz yoluyla birbirlerini yenme mücadeleleri, mücadeleci
edanın örnekleri arasında yer alır. Günümüzde pazar
yerlerindeki pazarlıklar da bu bağlamda
değerlendirilebilir. Sözlü kültürde her türlü sözlü iletişim
doğrudan ağızdan çıkan sesin devinimine bağlı olduğu
için bütün ağırlık insan ilişkilerindedir.
Sözlü Kültürün özellikleri
g) Değişmeyen ortam dengesi: Matbaa kültüründe bir
sözcüğün değişik anlamlarını gösteren sözlüklerle,
anlamını kaybetmiş, eskimiş, bugünle ilgisi olmayan,
anlam değişimine uğramış sözcüklerin anlamsal
uyuşmazlıkları görülebilir. Oysa sözlü kültürde sözlük
yoktur ve anlam uyuşmazlığı çok azdır. Sözcüklerin
anlamı, “anlamın anında onanmasıyla” iç içe geçer.
Sözcükler gerçek yaşam ortamından ayrılamaz. Bu
ortamda jest ve mimikler anlama katkı yapar. Ozanlar,
belleğine her geleni değil, dinleyenin bilmek istediği
geçmişi anlatır. Ozanlar, yeni koşullara, yeni dinleyicilere
uyarlar.