Transcript Slayt 1

 Kompleks
bir süreç olan ve paradoksal
öğeler
de
içeren
küreselleşme,
herkesin farklı anlam yüklediği bir
kavram haline gelmiş,
 böylece küreselleşmeyi ekonomik ve
toplumsal sorunların sebebi, sonucu ya
da çözüm yolu olarak gören birçok
yaklaşım geliştirilmiştir (Demir, 2001:74).

Her kesim farklı yönlerden ele alarak
kavramı tanımlamaya, sebep ve
sonuçlarını açıklamaya çalışmıştır.
 Küreselleşme,
kökeni çok eski çağlara
gitmesine rağmen, ileri teknolojik
uygulamalar
sayesinde
bugünkü
kadar yoğun ve hızlı işlememişti.
 Yüzyıl önce de küreselleşme söz
konusuydu; ancak küreselleşmenin
yeni olan yönü nitel ve nicel
boyutlarındaki değişimdir.
Nicelik olarak küreselleşme ticaret, sermaye
akımları, yatırımlar ve insanların ülkeler arasındaki
dolaşımından
meydana
gelen
artışı
ifade
etmektedir.
 Küreselleşmenin bu boyutu bazen transnasyonalizm
veya
karşılıklı
bağımlılık
olarak
da
adlandırılmaktadır.
 Niteliksel olarak küreselleşme, politik, ekonomik ve
sosyal süreçleri kapsar.
 Bugün küreselleşen dünya, en azından entelektüel
düzeyde tek bir dünya görünümündedir. Yine,
teknolojik değişmeler ve hükümet kuralsızlaştırmaları
üretim, ticaret ve finansta transnasyonal ağların
kurulmasına imkân vermekte, böylece “sınırlara tabi
olmayan dünya ekonomisi” ortaya çıkmaktadır .

Bugün küreselleşme olgusunun içinde
yaşanılan tüm dünyayı tek bir bakımdan
değil ama bütünsel bir bakımdan etkilediği
görülmektedir.
 Ancak bu olgu tüm ülkeleri ve tüm insanları
aynı bakımdan, aynı zamanda ve aynı
biçimde etkilememektedir.
 Yani küreselleşmeden bir nesnel olgu gibi
söz etmek aslında onun sahip olduğu
tarihsel, sınıfsal, kültürel ve düşünsel boyutun
ya farkında olmamak ya da farkında olarak
onu yukarıda sözü edilen temellerinden
bilerek koparma anlamına gelebilir.







Küreselleşme olgusu tek bir boyuta sahip
olmadığı gibi, bütün küreyi de aynı
bakımdan ve aynı biçimde
etkilememektedir.
Küreselleşmenin birbiriyle ilişkili üç unsurdan
oluştuğu söylenebilir;
1.piyasaların genişlemesi,
2.devletlere ve kurumlara meydan okuması
3.yeni sosyal ve politik akımların doğuşu.
Bunlar birbirlerini ikame eden teorik
yaklaşımlar olmayıp, küreselleşmenin farklı
yönlerini ifade ederler.






Küreselleşme özünde devletler ve toplumlar
arası bir çerçeveye sahiptir.
Küreselleşme, uluslararası politik ekonomiye
olan etkisi bakımından daha çok şu
yönleriyle ele alınmaktadır:
1. Çok uluslu şirketler ve yatırımlar,
2. uluslararası ticaret ve bölgecilik, küresel
finans ve para, ulusal karar verme, aktörlerin
düşünme modları,
3. küresel sivil toplum ve uluslararası
kurumlar.
Küreselleşmeyi uygarlaşmanın yeni formu
olarak değerlendiren görüşler de vardır.
Buna göre, batılılaşma, modernleşme ve
küreselleşme
kavramları,
uygarlaşma
kavramının değişen yüzleridir




1. Küreselleşmenin bir aldatmaca olduğu, amacının
uluslar arası karporasyonların ve finans kuruluşlarıyla
güçlü devletlerin güçsüz devletlerde pazar bulma
veya onlar üzerinde hegemonik baskılar kurmak
için ortaya atılan bir kavram olduğunu söyleyenler
olduğu gibi
2. ülkeler arası ekonomik, toplumsal ve politik
kariyerlerin kalktığı “Küresel Köy” (Global Village)
şeklinde ifade edilebilecek bir düzeni anlattığı
yönünde görüşler de söz konusudur.
Birinci tür görüş, genellikle sol eğilimli yazarlar
tarafından ve geri kalmış ile gelişmekte olan ülke
aydınları tarafından seslendirilirken,
ikinci görüş daha çok sağ eğilimli ve gelişmiş
ülkelerden
bilim
adamları,
politikacılar
ve
bürokratların dile getirdiği bir yorumdur






Kısaca Küreselleşme ya da global bütünleşme,
global entegrasyon,
ülkeler arasındaki iktisadi, siyasi, sosyal
ilişkilerin yaygınlaşması ve gelişmesi,
ideolojik ayırımlara dayalı kutuplaşmaların
çözülmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve
beklentilerin daha iyi tanınması,
ülkeler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması gibi
farklı görünen ancak birbirleriyle bağlantılı
olguları içerir.
Küreselleşme bir anlamda maddi ve manevi
değerlerin ve bu değerler çerçevesinde
oluşmuş birikimlerin ulusal sınırları aşarak dünya
çapında yayılması anlamına gelir.
Bu değerler iktisadi nitelikli olabildiği gibi siyasi,
sosyal, kültürel Özellikte de olabilir.
Yıllar
Değişiklik Yapan
Ülke
Sayısı
Yasal
Değişiklik
Sayısı
Lehine
DYSY’ın Daha
Az Lehine
1992
43
77
77
0
1993
56
100
99
1
1994
49
110
108
2
1995
63
112
106
6
1996
66
114
98
16
1997
76
150
134
16
1998
60
145
136
9
2000
70
150
147
3
2002
72
246
234
12
2004
103
270
234
36
2007
58
98
74
24
2008
55
110
85
25





İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, A.B.D. ekonomik sosyal ve
siyasi bir uluslararası yapılanmayı hedef almıştır.
A.B.D. öncülüğünde Birleşmiş Milletler sistemi kurulmuştur. IMF,
Dünya Bankası gibi uluslararası iktisadi kuruluşlar ve GATT, dünya
ekonomisinde piyasa kurallarının işlemesini sağlayacak amaç ve
hedeflerle donatılmışlardır.
Bu kuruluşlar, anlaşmalar, ve bunların faaliyetleri çerçevesinde
dünyada hem bir küreselleşme, hem de bir dayanışma ortamı
sağlanmak istenmiştir.
Aynı dönemde İkinci Dünya Savaşından yıkık çıkan Batı Avrupa,
Marshall Planı çerçevesindeki yardımlarla tekrar kalkınmaya
başlamıştır.
Uzak Doğu, Latin Amerika, Okyanusya ülkeleri bağımsızlıklarını
yeni kazanan sömürgelerle beraber dünya pazarlarındaki
yerlerini almışlardır. Bu arada bir taraftan tarım sektöründeki
teknolojik devrim, diğer adıyla yeşil devrim, diğer taraftan çok
uluslu, uluslar üstü şirketlerin sayılarının ve faaliyetlerinin artışı ortak
tedbirler ve birliklerle hızlanmıştır.
Uluslar arası kuruluşlar
uluslar arası seviyede faaliyette bulunan, ticarî amaç
taşımayan ve birden çok devleti ilgilendiren ama
devlet niteliği taşımayan örgütlerdir.
Geniş anlamda,
“hükümetler arası”, ve “hükümetler dışı” kuruluşları
kapsar.
Dar anlamda,
sadece hükümetler arası uluslar arası kuruluşları içine
alır.



Uluslar arası kuruluşların ortak nitelikleri, bir kuruluştan diğerine
değişmekle beraber genel özellikleri aşağıdaki gibidir:
a) Anlaşma: Bütün uluslar arası kuruluşlar bir kurucu anlaşma (temel
belge, kuruluş sözleşmesi) ile kurulur. Bu anlaşmada, kuruluşların
amaçları, ilkeleri, üye oluş şartları, organları, organların yetkileri ve işleyiş
yöntemleri belirtilir.
b) Üyelik: Üyelik genellikle, örgütün kurucu anlaşmasını imzalayan
ülkelere tanınmıştır. Bazı kuruluşlar, başka ülkelerin de katılımına açıktır.
Böyle durumlarda, kurucu anlaşmada, yeni üye kabul şartları ve yöntemi
de belirtilir. Bazı kuruluşlarda üyelik, toprak veya bölgesel ölçütlerle
sınırlıdır. Üyeler için bazen belirli nitelikler (demokratik düzen, insan
haklarına saygı gibi) aranabilmektedir.

c) Kapsam: Uluslar arası kuruluşların kapsamı, uğraştığı konular ve
yayıldığı alan bakımından değişebilmektedir. BM gibi kuruluşlar, siyasi,
ekonomik ve sosyal alanlardaki sorunlarla dünya çapında, çok yönlü
görevler yerine getirmek için kurulmuştur. Bazı kuruluşlar ise, belirli bir
konuda dünya çapında çalışmaktadırlar (kültür, eğitim, sağlık, çalışma,
havacılık, para sorunları vb.). Kıtasal veya bölgesel olarak kurulmuş çok
görevli ve uzmanlaşmış kuruluşlar da vardır.

d) Organlar: Uluslar arası kuruluşların genelde Genel Kurul, Yönetim
Kurulu (Meclis) ve Sekreterlik olmak üzere en az üç organı vardır. Genel
Kurul, bütün üyelerden oluşur, üyelerin eşit hakları olduğu (oy eşitliği)
kabul edilir. Kararları genelde bağlayıcı değil, tavsiye niteliğindedir.
Yönetim Kurulu (Meclis) belirli sayıda üyeden oluşur. Büyük veya önemli
ülkelerin üye olması öngörülebilir. Diğer üyeler, belirli süreler için seçilir.
Bu organın kararları bağlayıcı niteliktedir.

e) Parasal Katkı: Üyeler, kuruluşun giderlerini karşılamak üzere kuruluş
bütçesine, kararlaştırdıkları oranlar içinde parasal katkıda bulunurlar.
 Ekonomik birleşme
çok değişik şekillerde
yer almaktadır. Bunlar
 a. Tercihli Ticaret Anlaşmaları
 b. Serbest Ticaret Bölgesi :
 c. Gümrük Birliği :
 d.Ortak Pazar :
 e. Ekonomik Birlik :

En dar kapsamlı iktisadi işbirliği örneğidir.
Burada anlaşmaya üye olan ülkeler, tek
yanlı veya karşılıklı olarak belirli mallar
üzerindeki gümrük tarifelerinde indirimde
bulunurlar.



üyeleri arasında ticareti kısıtlayan veya engelleyen tarife ve kota gibi
sınırlamaların ortadan kaldırıldığı ve üye ülkelerin birlik dışında kalanlara
karşı ortak bir tarife uygulama yükümlülüğü altında bulunmadıkları
ekonomik birleşme türüdür.
Bölgeye giren ülkelerin mal ve hizmetleri için yaratılan ortak piyasa,
üretim faktörlerinin girişine açık değildir. Bu tür birleşmelerde ekonomi
siyasetlerinin ve kurumlarının ahenkleştirilmesi ve birliği de söz konusu
değildir.
Dünya ekonomisinde serbest ticaret bölgelerine, 1960 yılında Latin
Amerika ülkeleri arasında kurulan Latin Amerikan Serbest Ticaret Bölgesi
LAFTA, yine aynı yıl İngiltere’nin öncülüğünde Batı Avrupa’da
gerçekleştirilen Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi EFTA, EFTA ile AET
arasında 1972-1973 yılları arasında yaratılan Avrupa Ekonomik Alanı
(EFS) örnek olarak verilebilir





Gümrük Birliği,
serbest ticaret bölgelerine göre daha geniş kapsamlı bir
ekonomik birleşme türüdür.
Burada serbest ticaret bölgesindeki şartlara ek olarak
birliğe üye ülkelerin serbest dış ticaret politikası izleme
imkanları sınırlandırılmış olduğundan, gümrük birliği serbest
ticaret bölgesine göre daha ileri bir ekonomik birleşme
derecesindedir.
üye ülkeler arasındaki tarife ve kota sınırlamaları kaldırılarak
yalnızca mal ve hizmetler için ortak bir piyasa yaratılması
öngörülmüştür.




Bu sebeple, daha ileri bir yakınlaşmayı gerektiren üretim faktörlerinin
ülkelerarası hareketliliği ile ekonomik siyasetlerin birleştirilmesi;
ekonomik birleşmelerin bu aşamasında söz konusu değildir.
Viner’e göre birkaç ülkenin bir araya gelerek bir gümrük birliği
oluşturabilesi için, yukarıda belirtilen şartlara ek olarak, gümrük
gelirlerinin tek bir elde toplanarak önceden belirlenmiş ölçütlere göre
paylaşılması da gerekir.
Uluslar arası alanda kurulan ilk gümrük birliği, 1834 yılında Prusya’da
gerçekleştirilen Alman Gümrük Birliği’dir.
Belçika, Hollanda ve Lüksemburg da 1932 yılında Benelüks olarak
bilinen bir bölgesel kuruluş oluşturmuşlar ve 5 Eylül 1944’te kendi
aralarında gümrük birliği kurmayı amaçlayan anlaşma imzalamışlardır.
Fakat gümrük birliği anlaşması ancak 1948 yılında yürürlüğe girebilmiştir.
1 Ekim 1960 tarihinde de Benelüks ülkeleri fiilen gümrük birliği
gerçekleştirmişlerdir. Tarihteki bu örneklerine rağmen gümrük birliklerinin
en önemli ve güncel örneği AET’dir.
Gümrük birliğinden daha ileri bir iktisadi
birleşmedir.
 Çünkü, gümrük birliğinde olduğu gibi üyeler,
aralarındaki ticareti serbestleştirip dışa karşı ortak
tarife uygularlarken, emek ve sermaye gibi üretim
faktörlerinin de bölge içinde serbest dolaşımı da
sağlamaktadırlar.
 AB’nin bugünkü durumu ekonomik birleşmenin bu
aşamasına örnek teşkil eder. Bununla birlikte AB
giderek iktisadi birliğe yönelmektedir.

İktisadi birleşme hareketlerinin en ileri şeklidir. İktisadi
birlikler
 ortak pazarın ötesinde
 ekonomik,
 mali ve
 para politikalarının koordinasyonunu da gerektirir.
 Yani iktisadi birliklerde, üye ülkelerin bireysel makro
ekonomik politika izlemedeki serbestlikleri bir ölçüde, birliğe
devredilir.
 Böyle bir aşamaya geçilmiş olabilmesi için tek bir para ve
bankacılık sistemi, ortak mali politikalar ve tüm birlik çapında
ortak ekonomik politikaları belirleyecek ve uygulayacak
ülkeler üstü bir organın kurulmuş olması gerekir.








Ekonomik birliğin bir diğer şekli de “parasal birlik”tir.
Parasal birlik, üye ülkelerin ulusal paraları arasında sabit kur ilişkisi
kurulmasını öngörmekte, bunun için de ulusal para ve maliye
politikalarının uyumlaştırılmasını
amaçlamaktadır. Özellikle sıkı
ekonomik ve ticari ilişki içinde bulunan ülkeler arasında, bu tür birliklerin
kurulması üyelerin yararına olabilir.
Ancak, iktisadî birlikler parasal birlikten çok daha kapsamlı hareketlerdir.
Çünkü burada söz konusu olan, yalnızca para ve maliye politikalarının
değil,
tüm ekonomik ve sosyal politikaların uyumlulaştırılması ve
bazı yetkilerin birlik düzeyinde bir kuruluşa devredilmesidir.
Fakat bazen, Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi, ekonomik birlik
kurmayı amaçlayan ülkeler bu doğrultuda daha hızlı bir yol almak için
aynı zamanda parasal bir birlik kurmayı da öngörmüş olabilmektedirler.




İngilizce adı “General Agreement on Tariffs and
Trade” kelimelerinin baş harflerinin bir araya
gelmesinden oluşan GATT, “Gümrük Tarifeleri ve
Ticaret Genel Anlaşması” anlamına gelmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dünyada barışı sürekli
kılmak amacıyla, uluslararası ekonomik işbirliğinin tesis
edilmesinin gerekliliği düşüncesi genel kabul
görmüştür.
Bu çerçevede, ülkelerin kalkınma çabalarına
yardımcı olmak, uluslararası likidite ve mali güven gibi
ihtiyaçlara cevap vermek ve uluslararası ticareti
serbestleştirip artırmak amacıyla yeni kurumların
oluşturulması yoluna gidilmiştir.
IMF, Dünya Bankası gibi “Bretton Woods” kurumları bu
çabaların sonucunda ortaya çıkmıştır.







1930’lu yıllarda yaşanan ekonomik bunalımın ardından ülkeler kendi içlerine
kapanmayı, bireysel davranarak büyük bunalımın getirdiği sorunlara yönelmeyi
tercih etmişlerdir.
Bu da dünya ticaretinde işbirliğinden uzaklaşılmasına neden olmuştur. Ülkeler,
kendi sanayilerini korumak ve dış ödemeler dengesi problemlerini çözmek için
gümrük tarifelerini yükseltme yoluna gitmişlerdir.
Ancak aynı dönemde sanayisi yeni yeni gelişmekte olan batılı ülkeler, dış
ticaretteki durgunluktan büyük ölçüde rahatsızlık duymuşlardır . (Pazar alanlarının
daralması)
1945 yılında İkinci dünya savaşının sona ermesinden sonra Amerika Birleşik
Devletlerinin öncülüğünde uluslararası ekonomik, sosyal ve siyasi yapılanma
hedefi çerçevesinde önce
Birleşmiş Milletler Örgütü,
ardından dünya ekonomisinde piyasa koşullarının işleyişini sağlamak üzere
Uluslar arası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (IBRD) kurulmuş,
uluslararası ticaretin serbestleşmesi hedefine yönelik olarak da Gümrük Tarifeleri
ve Ticaret Genel Antlaşması (General Agreement on Tariffs and Trade-GATT)
imzalanmıştır.
Ocak 1948'de yürürlüğe giren GATT,
 dış ticaretin serbestleşmesi hedefi çerçevesinde faaliyet
göstermiştir.
 Dış ticarette rekabetin
 mal kalitesini artıracağı,
 fiyatları düşüreceği, böylece dış ticaretin hacminin artacağı
düşüncesi ile dış ticaretin serbestleşmesinin önündeki engel
olan
 gümrük tarifelerinin düşürülmesi,
 tarife dışı engellerin kaldırılması,
 Karşılaşılabilecek diğer engellerin ve farklı muamelelerin
ortadan kaldırılması
 GATT'ın temel amaçlarıdır.

GATT'ın oluşturulmasından günümüze kadar dört adet
konferans ve dört adet çok taraflı ticaret müzakeresi (Round)
yapılmıştır.
 Bunlar şöyle sıralanabilir:
 1. 1947 Cenevre (İsviçre) (Konferans)
 2. 1949 Annecy (Fransa) (Konferans)
 3. 1951 Torquay (İngiltere) (Konferans)
 4. 1956 Cenevre (İsviçre) (Konferans)
 5. 1960-1961 Cenevre (İsviçre) "Dillian Round"
 6. 1964-1967 Cenevre (İsviçre) "Kennedy Round"
 7. 1973- 1979 Cenevre (İsviçre) "Tokyo Round"
 8. 1986-1993 Punta del Este (Uruguay) "Uruguay Round"





Birinci ilke:
Üye ülkeler arasındaki dış ticaret ayırımcı olmayan bazda
yapılmalıdır.
Bu ilke, "en çok kayrılan ülke" prensibine (the most favoured
nation treatment principle) dayanmaktadır.
Bu kural uyarınca üye ülkelerin biri diğer bir ülkeye
herhangi bir gümrük kolaylığı sağladığı taktirde
bu
kolaylıktan
Anlaşmaya
taraf
ülkelerin
tümü
faydalanabilecektir.





İkinci ilke:
GATT üyesi ülkeler,
sanayilerini sadece gümrük tarifeleri ile koruyacaklar
ve diğer önlemlere başvurmayacaklardır.
Bu ilke, ithal kotalarının yerli sanayiin korunması
maksadıyla kullanımını yasaklamaktadır.
Bu ilkenin istisnaları Genel Anlaşmada belirtilmiştir.
Buna göre, geçici ödemeler dengesi zorluğu çeken
ülkeler bir süre için ithalat kısıtlamalarına
gidebileceklerdir.
 Üçüncü
ilke:
 Üyeler
arasında
ortaya
çıkabilecek
anlaşmazlıklarda GATT arabuluculuk görevi
üstlenecektir.
 Bu şekilde anlaşmazlıkların dünya ticareti
üzerinde olumsuz etki yapacak şekilde
sürüncemede kalmasının önüne geçilmesi
amaçlanmaktadır.
Dördüncü ilke:
 GATT
çerçevesinde
üye
ülkeler
ticareti
serbestleştirmek amacıyla zaman zaman tarife
indirimleri yapacaklar ve
 diğer ticareti kısıtlayıcı önlemleri azaltmak üzere
kendi aralarında görüşmelerde bulunacaklardır.



Uluslararası mali alanda sağlanan işbirliğinin yanı
sıra, uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi yönünde
de benzer bir işbirliğine ihtiyaç duyulması
sonucunda, 50 kadar ülkenin temsilcisi tarafından
“Uluslararası Ticaret Örgütü” (International Trade
Organisation - ITO) adı verilen bir uluslararası
örgütün kurulması amaçlanmıştır.
Öte yandan, ITO’nun kuruluş müzakereleri devam
ederken, belirli mallar üzerinde tarife indirimlerinde
bulunmak ve ITO’nun ülkelerce onaylanmasına
kadar geçecek sürede bu indirimleri uygulamaya
koymak amacıyla, 23 ülke Ekim 1947'de
Cenevre'de “geçici” olarak nitelendirilen Gümrük
Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasını (GATT)
imzalamışlardır. DTÖ’nun kurulamaması üzerine,
“geçici” olma özelliğine rağmen, Gümrük Tarifeleri
ve Ticaret Genel Anlaşması 1948-1994 yılları
arasında uygulana gelmiş ve dünya ticaretinde
genel kabul gören bir çerçeve oluşturmuştur.
 1948
yılından bu yana, uluslararası
kural ve disiplinlerin daha da
iyileştirilmesi ve güçlendirilmesi
amacıyla sekiz çok taraflı müzakere
turu gerçekleştirilmiştir.
 Türkiye GATT’a ne zaman üye
olmuştur?
 1951 yılında İngiltere - Troquay’da
yapılan müzakerelerde, bir çok ülke ile
beraber Türkiye’nin de GATT’a
katılması görüşülmüştür. Türkiye
anlaşmayı 1953 yılında imzalamıştır




Günümüz dünyasında yaygınlık kazanan
ekonomik bütünleşme hareketi, önce, 1950 ve
1960‘lı yıllarda, uluslararası ticaret alanında
etkisini göstermeye başlamıştır. GATT sistemi
içerisinde kodifiye edilen kurallar,
uluslararası mal ticaretini bir disiplin altına
almaya çalışmışlardır.
1970 ve 1980'li yıllarda başlayan mali ve diğer
hizmet piyasalarının, yatırımların entegrasyonu
süreci ise, yine GATT içerisinde belirli kurallara
bağlanmak aşamasındadır.
Bu gelişmeler de küreselleşmeye yeni bir ivme
kazandırmaktadır. 1990'lı ve sonrası yıllarda, bu
sürecin temel belirleyicileri uluslararası sermaye
akımları ve dolaysız yatırımlar olacaktır.
1980'lere
gelindiğinde
küreselleşmenin
önündeki tek engel olarak Doğu ve Batı
Blokları
arasındaki
ideolojik
ayrılık
görülüyordu. Ne var ki
 Gelişmiş batı dünyası 1970'lerin başından
itibaren
istikrarlı
büyüme
sürecinden
uzaklaşmış, düşük büyüme hızı, işsizlik,
istikrarsız fiyatlar gibi olguların etkisinde
olmuştur. Koruma politikalarına rağbet
artmıştır. Neticede
 Bazı alanlarda küreselleşme devam etmekle
beraber diğer bazı temel alanlarda yeni bir
cereyan,
bölgeselleşme,
bölgesel
entegrasyon hareketleri hız kazanmaya
başlamıştır.

Gelişmiş ülkelerin şirketleri eskiden beri menşe ülke dışında
ve özellikle birincil meta sektörlerinde, yatırım yapa
gelmişlerdir.
 70'li
yıllarda
başlayan
iktisadi
krizle
üretimin
küreselleşmesi hızlanmıştır. İktisadi kriz, birçok işkolunda
Fordizmin; üretim hattı üzerinde bir örnek kitle üretiminin;
sağladığı ve ölçek tasarruflarına dayanan etkinlik
kazanımlarının sınırlarına ulaşılması ile izah edilmektedir.
 Ölçek tasarruflarının sınırlarına varılınca Batılı gelişmiş
ülkelerde verim artışı yavaşlamıştır. Verim artışının
yavaşlaması ve Doğu Asya'dan gelen rekabetin
karşısında Batılı gelişmiş ülkelerin sanayicileri, üretimin
örgütlenme tarzını değiştirmekte, sanayiyi yeniden
yapılandırmaktadırlar.
 -Bir
kere, tüketim metalarında mal farklılaştırma
rekabetini şiddetlendirmektedirler. Mal farklılaştırması,
tüketici artığına el koyma ve tekelci karı elde etme
imkanları yaratmaktadır.
olarak, mikro elektronikteki gelişmenin açtığı
otomasyon imkanlarından yararlanarak, ölçmeye
dayanan işlerde insanın algı organları yerine alet
kullanmak
suretiyle
kalite
standartlaştırmasında
(üretimde defolu malların oranını düşürmede) rekabet
etmektedirler.
 -Üçüncü
olarak,
yeni
iletişim
imkanlarından
yararlanarak,
işletmelerde
dikey
entegrasyonu
azaltmak, fason imalat yaptırmak ve az stokla çalışmak
suretiyle maliyetleri düşürmeğe çalışmaktadırlar.
 -Dördüncü olarak, iletişim ve taşımacılık kolaylığı
sayesinde, maliyetleri azaltmak için üretimin bazı
aşamalarını başka ülkelere aktarmaktadırlar. Örneğin,
niteliksiz işgücünün kullanılabildiği sektörlerde sanayiciler,
üretimin bazı aşamalarını düşük ücretle çalışmaya razı
işçilerin bol olduğu gelişmekte olan ülkelere aktararak,
maliyetleri düşürmeğe çalışmaktadırlar.

-İkinci





1985-89 döneminde doğrudan yabancı yatırımların %
80'ini aşan kısmı gelişmiş ülkelere yapıldı.
Gelişmekte olan ülkelerde yapılan doğrudan yabancı
yatırımların büyük kısmı da (son yıllarda) Latin Amerika
- Karayipler bölgesinde ve Güney ile Güneydoğu
Asya bölgesinde yapılmaktadır.
"En az gelişmiş ülkeler" denilen çok fakir ülkeler
grubunda yapılan doğrudan yabancı yatırımların
payı yok denecek kadar azdır (BKZ tablo I).
Latin Amerika - Karayipler bölgesinin doğrudan
yabancı yatırımlardaki payı ve bu yatırımların mutlak
değeri tedricen azalma eğilimindedir.
Bunun bir sebebi, bu bölgenin dış borç ödeme
bunalımıdır. 1986'dan itibaren Doğu, Güney ve
Güneydoğu Asya bölgesi doğrudan yabancı yatırım
kabul eden gelişmekte olan bölgeler içinde Latin
Amerika - Karayipler bölgesini geçti
Milyar dolar
%
ÜLKE
1987
1988
1989
1980-8
1985-89
Almanya
9.2
11.2
13.5
7.4
7.8
A. B. D. *
28.0
13.3
26.5
13.3
26.5
Fransa
9.2
14.5
19.4
6.0
8.0
İngiltere
31.1
37.0
32.0
19.4
20.2
Japonya
19.5
34.2
44.2
8.9
18.8
TOPLAM
97.0
110.2
135.6
69.8
81.3
Gelişmiş
Ülkeler
132.6
155.4
187.1
98.4
9
Azgelişmiş
Ülkeler
2.4
5.9
8.9
1.6
3.2
161.3
196.0
100.0
100.0
Tüm Ülkeler 135.0
Doğrudan yabancı yatırım yapan şirketler ve ülkeleri
1. ÜRETİMDE KÜRESELLEŞME
 1.1. Mahiyeti
 Üretimde küreselleşme, şirketlerin sınır
ötesi sabit sermaye yatırımı, sınır ötesi
iştirak, fason imalat anlaşmaları ve başka
yöntemlerle mal ve hizmet üretim
faaliyetlerini kendi ülkeleri dışında
yaymalarıdır.





Gelişmiş ülkelerin şirketleri eskiden beri menşe
ülke dışında ve özellikle birincil meta
sektörlerinde, yatırım yapa gelmişlerdir. 70'li
yıllarda başlayan iktisadi krizle üretimin
küreselleşmesi hızlanmıştır.
İktisadi kriz, birçok iş kolunda Fordizmin; üretim
hattı üzerinde bir örnek kitle üretiminin;
sağladığı ve ölçek tasarruflarına dayanan
etkinlik kazanımlarının sınırlarına ulaşılması ile
izah edilmektedir.
Ölçek tasarruflarının sınırlarına varılınca Batılı
gelişmiş ülkelerde verim artışı yavaşlamıştır.
Verim artışının yavaşlaması ve Doğu Asya'dan
gelen rekabetin karşısında Batılı gelişmiş
ülkelerin sanayicileri, üretimin örgütlenme tarzını
değiştirmekte,
sanayiyi
yeniden
yapılandırmaktadırlar.