Transcript Slayt 1
Kompleks bir süreç olan ve paradoksal öğeler de içeren küreselleşme, herkesin farklı anlam yüklediği bir kavram haline gelmiş, böylece küreselleşmeyi ekonomik ve toplumsal sorunların sebebi, sonucu ya da çözüm yolu olarak gören birçok yaklaşım geliştirilmiştir (Demir, 2001:74). Her kesim farklı yönlerden ele alarak kavramı tanımlamaya, sebep ve sonuçlarını açıklamaya çalışmıştır. Küreselleşme, kökeni çok eski çağlara gitmesine rağmen, ileri teknolojik uygulamalar sayesinde bugünkü kadar yoğun ve hızlı işlememişti. Yüzyıl önce de küreselleşme söz konusuydu; ancak küreselleşmenin yeni olan yönü nitel ve nicel boyutlarındaki değişimdir. Nicelik olarak küreselleşme ticaret, sermaye akımları, yatırımlar ve insanların ülkeler arasındaki dolaşımından meydana gelen artışı ifade etmektedir. Küreselleşmenin bu boyutu bazen transnasyonalizm veya karşılıklı bağımlılık olarak da adlandırılmaktadır. Niteliksel olarak küreselleşme, politik, ekonomik ve sosyal süreçleri kapsar. Bugün küreselleşen dünya, en azından entelektüel düzeyde tek bir dünya görünümündedir. Yine, teknolojik değişmeler ve hükümet kuralsızlaştırmaları üretim, ticaret ve finansta transnasyonal ağların kurulmasına imkân vermekte, böylece “sınırlara tabi olmayan dünya ekonomisi” ortaya çıkmaktadır . Bugün küreselleşme olgusunun içinde yaşanılan tüm dünyayı tek bir bakımdan değil ama bütünsel bir bakımdan etkilediği görülmektedir. Ancak bu olgu tüm ülkeleri ve tüm insanları aynı bakımdan, aynı zamanda ve aynı biçimde etkilememektedir. Yani küreselleşmeden bir nesnel olgu gibi söz etmek aslında onun sahip olduğu tarihsel, sınıfsal, kültürel ve düşünsel boyutun ya farkında olmamak ya da farkında olarak onu yukarıda sözü edilen temellerinden bilerek koparma anlamına gelebilir. Küreselleşme olgusu tek bir boyuta sahip olmadığı gibi, bütün küreyi de aynı bakımdan ve aynı biçimde etkilememektedir. Küreselleşmenin birbiriyle ilişkili üç unsurdan oluştuğu söylenebilir; 1.piyasaların genişlemesi, 2.devletlere ve kurumlara meydan okuması 3.yeni sosyal ve politik akımların doğuşu. Bunlar birbirlerini ikame eden teorik yaklaşımlar olmayıp, küreselleşmenin farklı yönlerini ifade ederler. Küreselleşme özünde devletler ve toplumlar arası bir çerçeveye sahiptir. Küreselleşme, uluslararası politik ekonomiye olan etkisi bakımından daha çok şu yönleriyle ele alınmaktadır: 1. Çok uluslu şirketler ve yatırımlar, 2. uluslararası ticaret ve bölgecilik, küresel finans ve para, ulusal karar verme, aktörlerin düşünme modları, 3. küresel sivil toplum ve uluslararası kurumlar. Küreselleşmeyi uygarlaşmanın yeni formu olarak değerlendiren görüşler de vardır. Buna göre, batılılaşma, modernleşme ve küreselleşme kavramları, uygarlaşma kavramının değişen yüzleridir 1. Küreselleşmenin bir aldatmaca olduğu, amacının uluslar arası karporasyonların ve finans kuruluşlarıyla güçlü devletlerin güçsüz devletlerde pazar bulma veya onlar üzerinde hegemonik baskılar kurmak için ortaya atılan bir kavram olduğunu söyleyenler olduğu gibi 2. ülkeler arası ekonomik, toplumsal ve politik kariyerlerin kalktığı “Küresel Köy” (Global Village) şeklinde ifade edilebilecek bir düzeni anlattığı yönünde görüşler de söz konusudur. Birinci tür görüş, genellikle sol eğilimli yazarlar tarafından ve geri kalmış ile gelişmekte olan ülke aydınları tarafından seslendirilirken, ikinci görüş daha çok sağ eğilimli ve gelişmiş ülkelerden bilim adamları, politikacılar ve bürokratların dile getirdiği bir yorumdur Kısaca Küreselleşme ya da global bütünleşme, global entegrasyon, ülkeler arasındaki iktisadi, siyasi, sosyal ilişkilerin yaygınlaşması ve gelişmesi, ideolojik ayırımlara dayalı kutuplaşmaların çözülmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi tanınması, ülkeler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması gibi farklı görünen ancak birbirleriyle bağlantılı olguları içerir. Küreselleşme bir anlamda maddi ve manevi değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılması anlamına gelir. Bu değerler iktisadi nitelikli olabildiği gibi siyasi, sosyal, kültürel Özellikte de olabilir. Yıllar Değişiklik Yapan Ülke Sayısı Yasal Değişiklik Sayısı Lehine DYSY’ın Daha Az Lehine 1992 43 77 77 0 1993 56 100 99 1 1994 49 110 108 2 1995 63 112 106 6 1996 66 114 98 16 1997 76 150 134 16 1998 60 145 136 9 2000 70 150 147 3 2002 72 246 234 12 2004 103 270 234 36 2007 58 98 74 24 2008 55 110 85 25 İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, A.B.D. ekonomik sosyal ve siyasi bir uluslararası yapılanmayı hedef almıştır. A.B.D. öncülüğünde Birleşmiş Milletler sistemi kurulmuştur. IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası iktisadi kuruluşlar ve GATT, dünya ekonomisinde piyasa kurallarının işlemesini sağlayacak amaç ve hedeflerle donatılmışlardır. Bu kuruluşlar, anlaşmalar, ve bunların faaliyetleri çerçevesinde dünyada hem bir küreselleşme, hem de bir dayanışma ortamı sağlanmak istenmiştir. Aynı dönemde İkinci Dünya Savaşından yıkık çıkan Batı Avrupa, Marshall Planı çerçevesindeki yardımlarla tekrar kalkınmaya başlamıştır. Uzak Doğu, Latin Amerika, Okyanusya ülkeleri bağımsızlıklarını yeni kazanan sömürgelerle beraber dünya pazarlarındaki yerlerini almışlardır. Bu arada bir taraftan tarım sektöründeki teknolojik devrim, diğer adıyla yeşil devrim, diğer taraftan çok uluslu, uluslar üstü şirketlerin sayılarının ve faaliyetlerinin artışı ortak tedbirler ve birliklerle hızlanmıştır. Uluslar arası kuruluşlar uluslar arası seviyede faaliyette bulunan, ticarî amaç taşımayan ve birden çok devleti ilgilendiren ama devlet niteliği taşımayan örgütlerdir. Geniş anlamda, “hükümetler arası”, ve “hükümetler dışı” kuruluşları kapsar. Dar anlamda, sadece hükümetler arası uluslar arası kuruluşları içine alır. Uluslar arası kuruluşların ortak nitelikleri, bir kuruluştan diğerine değişmekle beraber genel özellikleri aşağıdaki gibidir: a) Anlaşma: Bütün uluslar arası kuruluşlar bir kurucu anlaşma (temel belge, kuruluş sözleşmesi) ile kurulur. Bu anlaşmada, kuruluşların amaçları, ilkeleri, üye oluş şartları, organları, organların yetkileri ve işleyiş yöntemleri belirtilir. b) Üyelik: Üyelik genellikle, örgütün kurucu anlaşmasını imzalayan ülkelere tanınmıştır. Bazı kuruluşlar, başka ülkelerin de katılımına açıktır. Böyle durumlarda, kurucu anlaşmada, yeni üye kabul şartları ve yöntemi de belirtilir. Bazı kuruluşlarda üyelik, toprak veya bölgesel ölçütlerle sınırlıdır. Üyeler için bazen belirli nitelikler (demokratik düzen, insan haklarına saygı gibi) aranabilmektedir. c) Kapsam: Uluslar arası kuruluşların kapsamı, uğraştığı konular ve yayıldığı alan bakımından değişebilmektedir. BM gibi kuruluşlar, siyasi, ekonomik ve sosyal alanlardaki sorunlarla dünya çapında, çok yönlü görevler yerine getirmek için kurulmuştur. Bazı kuruluşlar ise, belirli bir konuda dünya çapında çalışmaktadırlar (kültür, eğitim, sağlık, çalışma, havacılık, para sorunları vb.). Kıtasal veya bölgesel olarak kurulmuş çok görevli ve uzmanlaşmış kuruluşlar da vardır. d) Organlar: Uluslar arası kuruluşların genelde Genel Kurul, Yönetim Kurulu (Meclis) ve Sekreterlik olmak üzere en az üç organı vardır. Genel Kurul, bütün üyelerden oluşur, üyelerin eşit hakları olduğu (oy eşitliği) kabul edilir. Kararları genelde bağlayıcı değil, tavsiye niteliğindedir. Yönetim Kurulu (Meclis) belirli sayıda üyeden oluşur. Büyük veya önemli ülkelerin üye olması öngörülebilir. Diğer üyeler, belirli süreler için seçilir. Bu organın kararları bağlayıcı niteliktedir. e) Parasal Katkı: Üyeler, kuruluşun giderlerini karşılamak üzere kuruluş bütçesine, kararlaştırdıkları oranlar içinde parasal katkıda bulunurlar. Ekonomik birleşme çok değişik şekillerde yer almaktadır. Bunlar a. Tercihli Ticaret Anlaşmaları b. Serbest Ticaret Bölgesi : c. Gümrük Birliği : d.Ortak Pazar : e. Ekonomik Birlik : En dar kapsamlı iktisadi işbirliği örneğidir. Burada anlaşmaya üye olan ülkeler, tek yanlı veya karşılıklı olarak belirli mallar üzerindeki gümrük tarifelerinde indirimde bulunurlar. üyeleri arasında ticareti kısıtlayan veya engelleyen tarife ve kota gibi sınırlamaların ortadan kaldırıldığı ve üye ülkelerin birlik dışında kalanlara karşı ortak bir tarife uygulama yükümlülüğü altında bulunmadıkları ekonomik birleşme türüdür. Bölgeye giren ülkelerin mal ve hizmetleri için yaratılan ortak piyasa, üretim faktörlerinin girişine açık değildir. Bu tür birleşmelerde ekonomi siyasetlerinin ve kurumlarının ahenkleştirilmesi ve birliği de söz konusu değildir. Dünya ekonomisinde serbest ticaret bölgelerine, 1960 yılında Latin Amerika ülkeleri arasında kurulan Latin Amerikan Serbest Ticaret Bölgesi LAFTA, yine aynı yıl İngiltere’nin öncülüğünde Batı Avrupa’da gerçekleştirilen Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi EFTA, EFTA ile AET arasında 1972-1973 yılları arasında yaratılan Avrupa Ekonomik Alanı (EFS) örnek olarak verilebilir Gümrük Birliği, serbest ticaret bölgelerine göre daha geniş kapsamlı bir ekonomik birleşme türüdür. Burada serbest ticaret bölgesindeki şartlara ek olarak birliğe üye ülkelerin serbest dış ticaret politikası izleme imkanları sınırlandırılmış olduğundan, gümrük birliği serbest ticaret bölgesine göre daha ileri bir ekonomik birleşme derecesindedir. üye ülkeler arasındaki tarife ve kota sınırlamaları kaldırılarak yalnızca mal ve hizmetler için ortak bir piyasa yaratılması öngörülmüştür. Bu sebeple, daha ileri bir yakınlaşmayı gerektiren üretim faktörlerinin ülkelerarası hareketliliği ile ekonomik siyasetlerin birleştirilmesi; ekonomik birleşmelerin bu aşamasında söz konusu değildir. Viner’e göre birkaç ülkenin bir araya gelerek bir gümrük birliği oluşturabilesi için, yukarıda belirtilen şartlara ek olarak, gümrük gelirlerinin tek bir elde toplanarak önceden belirlenmiş ölçütlere göre paylaşılması da gerekir. Uluslar arası alanda kurulan ilk gümrük birliği, 1834 yılında Prusya’da gerçekleştirilen Alman Gümrük Birliği’dir. Belçika, Hollanda ve Lüksemburg da 1932 yılında Benelüks olarak bilinen bir bölgesel kuruluş oluşturmuşlar ve 5 Eylül 1944’te kendi aralarında gümrük birliği kurmayı amaçlayan anlaşma imzalamışlardır. Fakat gümrük birliği anlaşması ancak 1948 yılında yürürlüğe girebilmiştir. 1 Ekim 1960 tarihinde de Benelüks ülkeleri fiilen gümrük birliği gerçekleştirmişlerdir. Tarihteki bu örneklerine rağmen gümrük birliklerinin en önemli ve güncel örneği AET’dir. Gümrük birliğinden daha ileri bir iktisadi birleşmedir. Çünkü, gümrük birliğinde olduğu gibi üyeler, aralarındaki ticareti serbestleştirip dışa karşı ortak tarife uygularlarken, emek ve sermaye gibi üretim faktörlerinin de bölge içinde serbest dolaşımı da sağlamaktadırlar. AB’nin bugünkü durumu ekonomik birleşmenin bu aşamasına örnek teşkil eder. Bununla birlikte AB giderek iktisadi birliğe yönelmektedir. İktisadi birleşme hareketlerinin en ileri şeklidir. İktisadi birlikler ortak pazarın ötesinde ekonomik, mali ve para politikalarının koordinasyonunu da gerektirir. Yani iktisadi birliklerde, üye ülkelerin bireysel makro ekonomik politika izlemedeki serbestlikleri bir ölçüde, birliğe devredilir. Böyle bir aşamaya geçilmiş olabilmesi için tek bir para ve bankacılık sistemi, ortak mali politikalar ve tüm birlik çapında ortak ekonomik politikaları belirleyecek ve uygulayacak ülkeler üstü bir organın kurulmuş olması gerekir. Ekonomik birliğin bir diğer şekli de “parasal birlik”tir. Parasal birlik, üye ülkelerin ulusal paraları arasında sabit kur ilişkisi kurulmasını öngörmekte, bunun için de ulusal para ve maliye politikalarının uyumlaştırılmasını amaçlamaktadır. Özellikle sıkı ekonomik ve ticari ilişki içinde bulunan ülkeler arasında, bu tür birliklerin kurulması üyelerin yararına olabilir. Ancak, iktisadî birlikler parasal birlikten çok daha kapsamlı hareketlerdir. Çünkü burada söz konusu olan, yalnızca para ve maliye politikalarının değil, tüm ekonomik ve sosyal politikaların uyumlulaştırılması ve bazı yetkilerin birlik düzeyinde bir kuruluşa devredilmesidir. Fakat bazen, Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi, ekonomik birlik kurmayı amaçlayan ülkeler bu doğrultuda daha hızlı bir yol almak için aynı zamanda parasal bir birlik kurmayı da öngörmüş olabilmektedirler. İngilizce adı “General Agreement on Tariffs and Trade” kelimelerinin baş harflerinin bir araya gelmesinden oluşan GATT, “Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması” anlamına gelmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dünyada barışı sürekli kılmak amacıyla, uluslararası ekonomik işbirliğinin tesis edilmesinin gerekliliği düşüncesi genel kabul görmüştür. Bu çerçevede, ülkelerin kalkınma çabalarına yardımcı olmak, uluslararası likidite ve mali güven gibi ihtiyaçlara cevap vermek ve uluslararası ticareti serbestleştirip artırmak amacıyla yeni kurumların oluşturulması yoluna gidilmiştir. IMF, Dünya Bankası gibi “Bretton Woods” kurumları bu çabaların sonucunda ortaya çıkmıştır. 1930’lu yıllarda yaşanan ekonomik bunalımın ardından ülkeler kendi içlerine kapanmayı, bireysel davranarak büyük bunalımın getirdiği sorunlara yönelmeyi tercih etmişlerdir. Bu da dünya ticaretinde işbirliğinden uzaklaşılmasına neden olmuştur. Ülkeler, kendi sanayilerini korumak ve dış ödemeler dengesi problemlerini çözmek için gümrük tarifelerini yükseltme yoluna gitmişlerdir. Ancak aynı dönemde sanayisi yeni yeni gelişmekte olan batılı ülkeler, dış ticaretteki durgunluktan büyük ölçüde rahatsızlık duymuşlardır . (Pazar alanlarının daralması) 1945 yılında İkinci dünya savaşının sona ermesinden sonra Amerika Birleşik Devletlerinin öncülüğünde uluslararası ekonomik, sosyal ve siyasi yapılanma hedefi çerçevesinde önce Birleşmiş Milletler Örgütü, ardından dünya ekonomisinde piyasa koşullarının işleyişini sağlamak üzere Uluslar arası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (IBRD) kurulmuş, uluslararası ticaretin serbestleşmesi hedefine yönelik olarak da Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması (General Agreement on Tariffs and Trade-GATT) imzalanmıştır. Ocak 1948'de yürürlüğe giren GATT, dış ticaretin serbestleşmesi hedefi çerçevesinde faaliyet göstermiştir. Dış ticarette rekabetin mal kalitesini artıracağı, fiyatları düşüreceği, böylece dış ticaretin hacminin artacağı düşüncesi ile dış ticaretin serbestleşmesinin önündeki engel olan gümrük tarifelerinin düşürülmesi, tarife dışı engellerin kaldırılması, Karşılaşılabilecek diğer engellerin ve farklı muamelelerin ortadan kaldırılması GATT'ın temel amaçlarıdır. GATT'ın oluşturulmasından günümüze kadar dört adet konferans ve dört adet çok taraflı ticaret müzakeresi (Round) yapılmıştır. Bunlar şöyle sıralanabilir: 1. 1947 Cenevre (İsviçre) (Konferans) 2. 1949 Annecy (Fransa) (Konferans) 3. 1951 Torquay (İngiltere) (Konferans) 4. 1956 Cenevre (İsviçre) (Konferans) 5. 1960-1961 Cenevre (İsviçre) "Dillian Round" 6. 1964-1967 Cenevre (İsviçre) "Kennedy Round" 7. 1973- 1979 Cenevre (İsviçre) "Tokyo Round" 8. 1986-1993 Punta del Este (Uruguay) "Uruguay Round" Birinci ilke: Üye ülkeler arasındaki dış ticaret ayırımcı olmayan bazda yapılmalıdır. Bu ilke, "en çok kayrılan ülke" prensibine (the most favoured nation treatment principle) dayanmaktadır. Bu kural uyarınca üye ülkelerin biri diğer bir ülkeye herhangi bir gümrük kolaylığı sağladığı taktirde bu kolaylıktan Anlaşmaya taraf ülkelerin tümü faydalanabilecektir. İkinci ilke: GATT üyesi ülkeler, sanayilerini sadece gümrük tarifeleri ile koruyacaklar ve diğer önlemlere başvurmayacaklardır. Bu ilke, ithal kotalarının yerli sanayiin korunması maksadıyla kullanımını yasaklamaktadır. Bu ilkenin istisnaları Genel Anlaşmada belirtilmiştir. Buna göre, geçici ödemeler dengesi zorluğu çeken ülkeler bir süre için ithalat kısıtlamalarına gidebileceklerdir. Üçüncü ilke: Üyeler arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklarda GATT arabuluculuk görevi üstlenecektir. Bu şekilde anlaşmazlıkların dünya ticareti üzerinde olumsuz etki yapacak şekilde sürüncemede kalmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Dördüncü ilke: GATT çerçevesinde üye ülkeler ticareti serbestleştirmek amacıyla zaman zaman tarife indirimleri yapacaklar ve diğer ticareti kısıtlayıcı önlemleri azaltmak üzere kendi aralarında görüşmelerde bulunacaklardır. Uluslararası mali alanda sağlanan işbirliğinin yanı sıra, uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi yönünde de benzer bir işbirliğine ihtiyaç duyulması sonucunda, 50 kadar ülkenin temsilcisi tarafından “Uluslararası Ticaret Örgütü” (International Trade Organisation - ITO) adı verilen bir uluslararası örgütün kurulması amaçlanmıştır. Öte yandan, ITO’nun kuruluş müzakereleri devam ederken, belirli mallar üzerinde tarife indirimlerinde bulunmak ve ITO’nun ülkelerce onaylanmasına kadar geçecek sürede bu indirimleri uygulamaya koymak amacıyla, 23 ülke Ekim 1947'de Cenevre'de “geçici” olarak nitelendirilen Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasını (GATT) imzalamışlardır. DTÖ’nun kurulamaması üzerine, “geçici” olma özelliğine rağmen, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması 1948-1994 yılları arasında uygulana gelmiş ve dünya ticaretinde genel kabul gören bir çerçeve oluşturmuştur. 1948 yılından bu yana, uluslararası kural ve disiplinlerin daha da iyileştirilmesi ve güçlendirilmesi amacıyla sekiz çok taraflı müzakere turu gerçekleştirilmiştir. Türkiye GATT’a ne zaman üye olmuştur? 1951 yılında İngiltere - Troquay’da yapılan müzakerelerde, bir çok ülke ile beraber Türkiye’nin de GATT’a katılması görüşülmüştür. Türkiye anlaşmayı 1953 yılında imzalamıştır Günümüz dünyasında yaygınlık kazanan ekonomik bütünleşme hareketi, önce, 1950 ve 1960‘lı yıllarda, uluslararası ticaret alanında etkisini göstermeye başlamıştır. GATT sistemi içerisinde kodifiye edilen kurallar, uluslararası mal ticaretini bir disiplin altına almaya çalışmışlardır. 1970 ve 1980'li yıllarda başlayan mali ve diğer hizmet piyasalarının, yatırımların entegrasyonu süreci ise, yine GATT içerisinde belirli kurallara bağlanmak aşamasındadır. Bu gelişmeler de küreselleşmeye yeni bir ivme kazandırmaktadır. 1990'lı ve sonrası yıllarda, bu sürecin temel belirleyicileri uluslararası sermaye akımları ve dolaysız yatırımlar olacaktır. 1980'lere gelindiğinde küreselleşmenin önündeki tek engel olarak Doğu ve Batı Blokları arasındaki ideolojik ayrılık görülüyordu. Ne var ki Gelişmiş batı dünyası 1970'lerin başından itibaren istikrarlı büyüme sürecinden uzaklaşmış, düşük büyüme hızı, işsizlik, istikrarsız fiyatlar gibi olguların etkisinde olmuştur. Koruma politikalarına rağbet artmıştır. Neticede Bazı alanlarda küreselleşme devam etmekle beraber diğer bazı temel alanlarda yeni bir cereyan, bölgeselleşme, bölgesel entegrasyon hareketleri hız kazanmaya başlamıştır. Gelişmiş ülkelerin şirketleri eskiden beri menşe ülke dışında ve özellikle birincil meta sektörlerinde, yatırım yapa gelmişlerdir. 70'li yıllarda başlayan iktisadi krizle üretimin küreselleşmesi hızlanmıştır. İktisadi kriz, birçok işkolunda Fordizmin; üretim hattı üzerinde bir örnek kitle üretiminin; sağladığı ve ölçek tasarruflarına dayanan etkinlik kazanımlarının sınırlarına ulaşılması ile izah edilmektedir. Ölçek tasarruflarının sınırlarına varılınca Batılı gelişmiş ülkelerde verim artışı yavaşlamıştır. Verim artışının yavaşlaması ve Doğu Asya'dan gelen rekabetin karşısında Batılı gelişmiş ülkelerin sanayicileri, üretimin örgütlenme tarzını değiştirmekte, sanayiyi yeniden yapılandırmaktadırlar. -Bir kere, tüketim metalarında mal farklılaştırma rekabetini şiddetlendirmektedirler. Mal farklılaştırması, tüketici artığına el koyma ve tekelci karı elde etme imkanları yaratmaktadır. olarak, mikro elektronikteki gelişmenin açtığı otomasyon imkanlarından yararlanarak, ölçmeye dayanan işlerde insanın algı organları yerine alet kullanmak suretiyle kalite standartlaştırmasında (üretimde defolu malların oranını düşürmede) rekabet etmektedirler. -Üçüncü olarak, yeni iletişim imkanlarından yararlanarak, işletmelerde dikey entegrasyonu azaltmak, fason imalat yaptırmak ve az stokla çalışmak suretiyle maliyetleri düşürmeğe çalışmaktadırlar. -Dördüncü olarak, iletişim ve taşımacılık kolaylığı sayesinde, maliyetleri azaltmak için üretimin bazı aşamalarını başka ülkelere aktarmaktadırlar. Örneğin, niteliksiz işgücünün kullanılabildiği sektörlerde sanayiciler, üretimin bazı aşamalarını düşük ücretle çalışmaya razı işçilerin bol olduğu gelişmekte olan ülkelere aktararak, maliyetleri düşürmeğe çalışmaktadırlar. -İkinci 1985-89 döneminde doğrudan yabancı yatırımların % 80'ini aşan kısmı gelişmiş ülkelere yapıldı. Gelişmekte olan ülkelerde yapılan doğrudan yabancı yatırımların büyük kısmı da (son yıllarda) Latin Amerika - Karayipler bölgesinde ve Güney ile Güneydoğu Asya bölgesinde yapılmaktadır. "En az gelişmiş ülkeler" denilen çok fakir ülkeler grubunda yapılan doğrudan yabancı yatırımların payı yok denecek kadar azdır (BKZ tablo I). Latin Amerika - Karayipler bölgesinin doğrudan yabancı yatırımlardaki payı ve bu yatırımların mutlak değeri tedricen azalma eğilimindedir. Bunun bir sebebi, bu bölgenin dış borç ödeme bunalımıdır. 1986'dan itibaren Doğu, Güney ve Güneydoğu Asya bölgesi doğrudan yabancı yatırım kabul eden gelişmekte olan bölgeler içinde Latin Amerika - Karayipler bölgesini geçti Milyar dolar % ÜLKE 1987 1988 1989 1980-8 1985-89 Almanya 9.2 11.2 13.5 7.4 7.8 A. B. D. * 28.0 13.3 26.5 13.3 26.5 Fransa 9.2 14.5 19.4 6.0 8.0 İngiltere 31.1 37.0 32.0 19.4 20.2 Japonya 19.5 34.2 44.2 8.9 18.8 TOPLAM 97.0 110.2 135.6 69.8 81.3 Gelişmiş Ülkeler 132.6 155.4 187.1 98.4 9 Azgelişmiş Ülkeler 2.4 5.9 8.9 1.6 3.2 161.3 196.0 100.0 100.0 Tüm Ülkeler 135.0 Doğrudan yabancı yatırım yapan şirketler ve ülkeleri 1. ÜRETİMDE KÜRESELLEŞME 1.1. Mahiyeti Üretimde küreselleşme, şirketlerin sınır ötesi sabit sermaye yatırımı, sınır ötesi iştirak, fason imalat anlaşmaları ve başka yöntemlerle mal ve hizmet üretim faaliyetlerini kendi ülkeleri dışında yaymalarıdır. Gelişmiş ülkelerin şirketleri eskiden beri menşe ülke dışında ve özellikle birincil meta sektörlerinde, yatırım yapa gelmişlerdir. 70'li yıllarda başlayan iktisadi krizle üretimin küreselleşmesi hızlanmıştır. İktisadi kriz, birçok iş kolunda Fordizmin; üretim hattı üzerinde bir örnek kitle üretiminin; sağladığı ve ölçek tasarruflarına dayanan etkinlik kazanımlarının sınırlarına ulaşılması ile izah edilmektedir. Ölçek tasarruflarının sınırlarına varılınca Batılı gelişmiş ülkelerde verim artışı yavaşlamıştır. Verim artışının yavaşlaması ve Doğu Asya'dan gelen rekabetin karşısında Batılı gelişmiş ülkelerin sanayicileri, üretimin örgütlenme tarzını değiştirmekte, sanayiyi yeniden yapılandırmaktadırlar.