KÜRELERİN MÜZİĞİ Galileo Galilei’nin teleskobunu gökyüzüne çevirişinin ve Johannes Kepler’in gezegen hareketlerinin ilk iki yasasını yazdığı “Yeni Astronomi” kitabının 400.

Download Report

Transcript KÜRELERİN MÜZİĞİ Galileo Galilei’nin teleskobunu gökyüzüne çevirişinin ve Johannes Kepler’in gezegen hareketlerinin ilk iki yasasını yazdığı “Yeni Astronomi” kitabının 400.

KÜRELERİN MÜZİĞİ
Galileo Galilei’nin teleskobunu gökyüzüne çevirişinin ve Johannes Kepler’in gezegen
hareketlerinin ilk iki yasasını yazdığı “Yeni Astronomi” kitabının 400. yılında
*
yani “2009 Uluslararası Astronomi Yılı”nda
(duyulabilecek sesler için ses düğmesini açabilirsiniz)
Sovyetler Birliği, 4 Ekim 1957’de 83 kilo
ağırlığında ve bir basketbol topu büyüklüğündeki
Sputnik-1’i, hemen ardından 3 Kasım 1957’de
Laika (=Havlayıcı) isimli köpeği de Sputnik-2 ile
uzaya gönderince, A.B.D.’leri ile amansız uzay
yarışı başlamıştı.
O yıllarda çocuk olanların, ya da o yıllarda
doğanların yaşamlarında iz bırakacak düşler
kurmaları için çok neden vardı.
Gelecekte İngiltere’de müzikle uğraşacak bir
çocuk da, Türkiye’de düşlerle uğraşacak bir
çocuk da, o yıllarda hep Gemini’lerle,
Apollo’larla, lambalı radyolardan dinledikleri
korkunç ciddi bir sesin: “nine – eight – seven…”
diye geriye doğru sayışlarıyla, oralarda Life,
buralarda Hayat gibi dergilerde yer çekimsiz
ortamda yüzen akvaryum kafalı astronotların
fotoğraflarıyla yatıp kalkacaktı.
** ** **
Arhur C. Clarke ve Mike Oldfield:
Bu “ilk”ler, bu tarifsiz heyecan bilim kurgu yazarı mucit Arhur C. Clarke ile daha da büyülü bir
hale gelecekti.
Soğuk savaşın Laika’sı tepemizde kavrularak ölürken, Clarke: “The Songs of Distant Earth”i,
yani “Uzak Dünya Şarkıları”nı yazacak, ancak o sene bir dergide “Gökyüzünün Öteki Tarafı”
ismiyle basılsa bile, kitap haline 1986’da dönüşebilecekti.
İngiliz ya da Sümerbank kumaşından pantolonlarının paçaları hep kısa gelmeye başlamış
bedenler, beyin kıvrımları hep hayret ve öğrenme aşkıyla yanıp tutuşan farklı meridyenlerdeki
çocuklar, mucit ve bilim-kurgu yazarı Arthur C. Clarke’ı başka bir kitabından: “2001 A Space
Odyssey”den yani “2001 Bir Uzay Destanı”ndan tanıyacaklardı. Aslında “The Sentinel” olarak
1948’de yazılmış olan satırlar kitap olarak insan için küçük, insanlık için büyük bir adımın
atıldığı 1968’de çıkacaktı.
Uzaydan gelmiş yönetmen Stanley Kubrick’in çekeceği ve hala en büyük bilim-kurgu filmi olan
“2001 A Space Odyssey” filmiyle 7’den 77’ye tüm çocuklar iflah olmaz şekilde bir maymunun
fırlattığı kemik gibi, uzayın derinliklerinde kaybolacaklardı.
İngiltere’deki çocuk Mike Oldfield 1973’te henüz 17 yaşındayken bir besteci ve multi-enstrüman
virtüözü olarak “Tubular Bells” albümünü çıkartacak ve daha ilk plağında dünya listelerine “1
Numara”dan giriş yapacaktı. The Exorcist (Şeytan) filminin de müziği olan, günümüze kadar on
altı milyon satan Grammy ödüllü “Tubuler Bells”, NASA tarafından Apolla 11 Misyonu’nun 10.
yılı dolayısıyla Tony Palmer’a yaptırılan “The Space Movie” (Uzay Filmi)’nin de müziği olacaktı.
NASA’nın filminin diğer müzikleri de Oldfield’indi.
Beyaz perdede dört milyon senedir Ay’dan Jüpiter’e radyo sinyalleri gönderen Monolith’i,
HAL 9000’i, uzay gemisinde hibernasyondakileri izlemiş - Dünya’nın gölgesinde Richard
Strauss’un “Also Sprach Zarathustra”sını (Böyle Buyurdu Zerdüşt’ünü) dinlemiş bir çocuk
büyüdüğünde hiç “cıs-tak” şarkılar yapabilir miydi?
Uzay Mekiği “Discovery”, bir zamanların Star Trek hayranı Oldfield’in 1984 albümünün ismiydi.
1990’yılındaki Amarok albümünün 48. dakikasında, bağlı olduğu Virgin Plak Şirketi’nin patronu
Richard Branson’a “Morse Kodları” ile hakaret edip, başka şirkete geçecekti.
Ve Arthur C. Clarke için “2001, A Space Odyssey”in ilk ismi olan “Sentinel” şarkısını yapacaktı.
1986’da Clarke’ın, “Uzay Asansörü”ne de ilham olacak kitabı “Uzak Dünya Şarkıları”nın manyetik
çekim alanına kapılan Oldfield, 1994’de “The Songs of Distant Earth” albümünü yapacaktı.
Şu anda solar sistemin dışında ilerlemekte olan “Voyager” ise 1996’daki Celtik albümünün ismi
olacaktı.
2001’de bir uzay destanı gibi Virtual Reality’i (Sanal Gerçeklik)
müzik dünyasına taşıyacak; onlarca milyon yıl boyunca dünyanın
üç Ay’ı olmuş olabileceği teorisiyle 2002’de VR oyunuyla birlikte
“Tr3s Lunas” albümünü çıkaracaktı.
(2001, A Space Odyssey’den)
Nasıl, “Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı” kitabında dünya dışı yaşam ararken “kanıtın
yokluğu, yokluğun kanıtı değildir” satırlarının yazarı astronom Carl Sagan için “2709
Asteroiti” varsa
Mike Oldfield’in ismi de aynı Küçük Prens’in “B612 Asteroiti” gibi bir
asteroite verilecek,
bir başka çiçek de: “5656Oldfield Asteroiti”ndeki cam fanusunda
sulanmayı bekleyecekti.
(2001, A Space Odyssey’den)
Düş Hekimi ve Ekrem:
Türkiye’de ise ablası ve babasıyla birlikte gittiği Dedeman Sineması’nda, Johann Strauss II’nin Mavi
Tuna’sı eşliğinde, uzayda dönüp duran ve at arabası tekerleğine benzettiği aracı izleyen çocuk da,
onlarca yıl sonra Düş Hekimi olacak, 2001’e bir kala yazdığı ilk kitabında:
“ne Mike Oldfield’i, ne onun Arthur C. Clarke için bestelediği, uzak gezegenleri anlatan öykülerini,
ne de Layka’yı, Gagarin’i, Armstrong’u, Kopernik’i, Galile’yi, Kepler’i, Ali Kuşçu’yu, Muhammed bin
Kesir el-Fergani’yi bilen –
merak bile etmeyip ,yatağında hiç gözleri kapalı yolculuklar yapamadan 41 yaşında myocard
enfarktüsünden küüüt diye giden Ekrem”i anlatacaktı:
(“Düş Hekimi - 1” Kitabından “Ekrem Öldü”: http://www.ergir.com/ekrem_oldu.htm adresindedir)
2008’de Sir Arthur Charles Clarke, Ekrem gibi küüüt diye olmasa da, 91 yaşında myocard
enfarktüsünden, pek çok şey öğretmiş, pek çok düşe öncülük etmiş olarak ölecek, Mike Oldfield de
Uluslararası Astronomi Yılı başlamak üzereyken, gezegenlerin müziğinin albümünü, yani “Music of
The Spheres”i (Kürelerin Müziği) çıkaracaktı. Bu Oldfield’in ilk klasik albümüydü ve daha çıkar
çıkmaz İngiltere Klasikler Listesi’nde “1 Numara”da yer alacaktı.
Bilinmez;
acaba Ekrem’in ömrü yetseydi; bir Pazar akşamı üçlü koltuğunda 5656. kez
ekrandaki pozisyonların tekrarına mı bakardı,
yoksa “Kürelerin Müziği”yle, yatağında gözleri kapalı yolculuklara mı çıkardı?
Evrendeki Kürelerin Müziği:
Albümünün iç kapağında Mike Oldfield’in:
Bu dünyada, her şeyin bir nabzı ya da titreşimi vardır. Bu ses her canlı ya da cansız için
benzersizdir ve kimsenin duyamayacağı bir müzik oluşturur. İnanıyorum ki bunun beraberinde
çok güçlü bir titreşim ve yaşamlarımız üzerinde derin bir etkisi vardır. Bunu alıp daha ileriye
götürseydik, daha büyük şeylere, daha güçlü şeylere uygulamış olsaydık ne olurdu; tüm güneş
sistemi gibi, ya da galaksi gibi desek, bu nasıl bir ses olurdu?
“Musica Universalis” her göksel kitlenin, güneşin, ayın ve yıldızların bir iç
müziği olduğunu söyleyen eski bir teoridir. Bu, güneş sistemindeki
gezegenlerin hareketlerinden kaynaklanan armonik ve matematiksel bir
kavramdır Ortaya çıkan müzik insan kulağınca duyulamaz.
“Kürelerin Müziği” benim bu teoriyi yorumlayışımdır. Her gezegenin, her
yıldızın, tüm evrenin içinde kimsenin duyamayacağı müzik vardır. Bu eğer
salınabilseydi neye benzeyeceğidir – bu “Kürelerin Müziği”dir…
satırları yer almaktaydı.
Haklıydı, ama eksikti;
yatakta gözleri kapalı çıkılmış bir yolculukta akla gelebilip o an anlatılamayanlar daha farklıydı.
İnsanlar hep duyabildikleri sesleri paylaşmaya çalışmıştı. 1972’de “Pioneer 10”, 1973’te “Pioneer 11”
yıldızlararası yoluculuklarına başlamıştı. Her iki uzay aracında da vardıkları galaksilerde bizi
tanıtabilmek için, dünyamızla ve hidrojenin bağ yapısıyla ilgili bilgilerin işlendiği altın tablalar vardı.
Ama her iki uzay aracına da, ışık yıllarınca sürecek yolculuklarında götürecekleri mavi kürenin müziği
konmamıştı.
1977’de bu eksiklik giderilmiş, sonsuzluğa gönderilen,
1981’de Satürn’ün de yanından geçen Voyager -1’e,
içinde Türkçe:
“Sayın Türkçe bilen arkadaşlarımız;
sabah şerifleriniz hayr’olsun…”
selamlamasının da olduğu “elli beş dünya dilinden
selamlama”nın yanı sıra insan algısına mavi görünen
küreden sesler ve müzikler de konmuştu.
satürn
Voyager gerçek medeniyetlere vardığında bu altın plağı bulacaklar için yanına bir pikap ve iğnesi de
konmuş, plağın nasıl çalınacağı dünya dilinden binary kodlar, hidrojen atomundaki proton ve
nötronların döngüsel hareketlerinin ve güneşin on dört elektromanyetik dalga yayma yönünün
grafikleriyle izah edilmişti. Hidrojeni bilen bir medeniyet, hidrojenin bombasını yapmış vahşetin
kozmik mesajını elbette çözebilirdi.
Ama bizim zavallı bedenimizin bildiği “ses” kavramı da zavallıydı ve iki dünya bir araya gelse saniyede
sadece 340 metre yol alacaktı. Voyager -1’in güneş sistemimizi terk ederken hızının saniyede 17000
kilometre olduğu düşünülürse, altın plaktaki “Dünya’nın Mırıltıları” trilyonlarca yıldızın ilkine ancak
74000 dünya senesi sonra varabilecek, o zavallı pikaptan saniyede 340 metre süratle çıkan sesler
dinlenebilecekti.
Arthur C. Clarke’ın “Güneş Rüzgarı”
antolojisinde, güneş yelkenlisini tarif
eden bir öyküsü vardı. Bu fikir bir
bilimkurgu öyküsünün ötesine geçmiş
uzay çalışmalarında güneşin ya da genel
olarak ışığın fotonlarının bir rüzgar gibi
itme gücünden yararlanılarak uzayda
yakıtsız, gezegenlerin manyetik
alanlarından yararlanmadan saniyede
45000 metre yol alınabilmesi için
çalışmalara ağırlık verilmişti.
Bedendeki Kürelerin Müziği:
Cosmos -2 başarılı da olsa, bir gün Cosmos -2001 dünya
limanından uzay okyanusuna yelken açıp kısa sürede
Voyager’ları sollasa da, bildiğimiz ses, işte o zavallı sestir.
Başta Iowa Üniversitesi olmak üzere uzaydan dalga dalga gelen
sesler dinlenmekte, hatta 24.95 dolara %100 pamuktan uzay
siyahı “uzay sesleri tişörtü, hatta ayarlanabilir kasketleri de
satılmaktadır; ama kürelerin asıl müziği bambaşka bir
kavramdır.
Nasıl “Musica Universalis”, her göksel kitlenin, güneşin, ayın ve yıldızların bir iç müziği oluğunu
söyleyen bir teoridir, kanımca her bedensel kitlenin, onu oluşturan organik kürelerin de insanların
duyamayacağı bir iç müziği vardır. Ve bu ilahi müziği dibinizdeki sırt, lambrili odadaki göbekli, konser
salonunda protokoldeki dinleyici duyamasa da binlerce ışık yılı uzakta, evrenin bir taraflarında ilgili
alıcılarla anında duyulabilmektedir.
Ekokardiyografide kalbe insan kulağının duyamayacağı ultrasonik ses dalgaları gönderilir; oysa
bedendeki bütün kürelerin kendilerinin bestelemediği, hastalıkta başka, aşkta başka, ümitte, nefrette,
hüzün de bambaşka olan benzersiz bir müziği vardır.
Foton Yelkenlisi nedir ki; ilk aşamada 450000 metre hedeflense bile ışık rüzgarının takometresiz,
radarsız, ulaşabileceği maksimum hız saniyede sadece 300000 kilometreciktir. Bilseniz de, bilemeseniz
de, duysanız da, duymasanız da içinizdeki kürelerin her şeyi anlatan müziği, zamanı gelince bileceğiniz
ortamlarda foton yelkeni hızında değil – o anda dinlenmektedir.
Yoksa bu hapsinde olduğunuz bedenin mavi görebildiği kürede
duydukların gerçek değil, gerçek en büyük yalanken,
söyledikleriniz de, söyleyemedikleriniz de,
dinledikleriniz de, dinlendikleriniz de zerrelerin değil,
sadece zavallı seslerin hikayesidir.
Halbuki kürelerin bu bedenle bilemeyeceğimiz kavramdaki müziği,
bu minik evrenin her tarafından, o an dinlenebilir.
Senin alyuvarlarının ahengi, o sırada Andromeda Galaksisi’nde küçük bir gece müziği olabilir.
Kepler Uzay Teleskobu’yla gözlerimizi göremediğimiz uzak dünyalara çevirsek bile, önemli
olan - kendi beden steteskopumuzla içimizdeki kürelerin sessiz müziğini dinleyebilmek
ve bu ilahi senfonileri tıp için, aşk için, küresel barış için
en uzaktakilerle aynı anda paylaşabilmektedir…
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
şubat 2009 / ankara
“Bir Dünya Masalı”:
http://www.ergir.com/MASAL.htm
müzikler:
the blue danube (2001, a space odyssey) - lament for atlantis & the chamber (the songs of distant earth)