pragmatik yaklaşımlar

Download Report

Transcript pragmatik yaklaşımlar

MİMARİ TASARIM KURAM
ve
YÖNTEMLERİ
PRAGMATİK DÜZENLEMELER
HAZIRLAYANLAR:
Sema Nur KURMUT
Begüm GÖNEN
Büşra UÇ
PRAGMATİK YAKLAŞIMLAR
Deneme yanılma yolu ile en yararlı
çözüme ulaşmaktır. Tasarımdan yapım
aşamasına gelinceye kadarki binanın
geçirdiği evrelerde; gereç seçiminden
kullanımına, biçim seçiminden mekânsal
düzenlemelere, bakım ve onarım
masraflarından eldeki kaynakların en
verimli bir biçimde kullanımına ve çevresel
faktörlere uygunluğa kadar olan tüm
aşamalarda –yararlılık- esastır.
İlk yapılar, küçük toplulukları hava
etkilerine, vahşi hayvanlara ve başka
insan topluluklarına karşı korumak gibi
basit bir işlev görüyordu. Değişik yapı
tipleri toplumdaki iş bölümü, yani
işlevsel örgütlenme sonucu ortaya
çıkmıştır. Başka bir deyişle, toplumsal
gelişmenin tanımladığı yeni istekler
mimarlık eylemini yönlendirmektedir.
Broadment, pragmatik düzenin;
toprak, taş, ağaç gövdesi,
yapraklar, kamış, bambu, hayvan
derileri hatta kar gibi mevcut
gerecin yapı biçimi oluşumunda ve
bina başarılı bir şekilde çalışıncaya
kadar deneme-yanılma yolu bir
araya getirilmesine dayalı
olduğunu belirtmektedir.
Bu tasarım yaklaşımı, yeni bir gerecin kullanımında karşı karşıya
kalınan sorunların çözümüne yardımcı olabileceği gibi eski gereçlerin,
geleneksel kullanımlarından daha verimli ve daha etkin kullanımlarına
olanak sağlayacak biçimde de kullanılmasına yardımcıdır.
Pragmatik düzen inşa etmeye en elverişli çözüme ulaşmak için,
neden ile sonuç arasındaki bağıntıyı esas alan bir biçimlendirme
anlayışına dayanır. Bu nedenle biçim, inşa sürecindeki davranışlar aracılığı
ile ve bunların birbirini doğru bir düzen içinde izlemesi yoluyla
düşünülmektedir.
Broadment bina biçimlerinin büyük
bir bölümünün bu şekilde ortaya çıktığını
belirtmektedir. Gereçlerin ve iklimsel
belirleyicilerin bina biçiminin ortaya
çıkışında, yani binanın neye benzeyeceği
konusunda etkili olduğu göz ardı
edilemez. Ancak tamamıyla da belirleyici
RİCHARD ROGERS
‘High Tech mimarinin babası’
1970'de Rogers, İtalyan
mimar Renzo Piano ile
ortaklık kurdu.
Paris'teki Pompidou Center'ı
birlikte yaptılar.
Onun tasarımları, estetik bir
yaklaşımla, teknolojiyi
kullanarak klasik geçmişi
reddeder. Sosyal ve ekolojik
sorunların çözülmesinin
denenmesi gerektiğini
savunur.
Rogers, fonksiyonalist bir
yaklaşımla, bina içinde
fonksiyona önem verir.
POMPİDOU KÜLTÜR MERKEZİ,1977
Fransız Cumhurbaşkanı Pompidou ve
eşi Claude, modern sanatlarla
ilgiliydiler. Başkan görevde kaldığı 7
yılın güçlü bir imgeyle hatırlanması
için bir modern sanatlar müzesi inşa
etmeye karar verdi. Bu tavrı
bağlamında Fransa’da büyük devlet
adamlarının imarcı kimliğini
vurgulamaya yönelik genel
alışkanlığa uygun bir girişimde
bulunmaktaydı. Her ne kadar kişisel
olarak uluslararası yarışmayla seçilen
projeyi onaylamamış olsa da, hiçbir
zaman yapılmasına karşı çıkmadı.
Pompidou’nun öncelikli hedefi çağdaş
sanatı halka tanıtmaktı. Mimarların
tepkisi ise “geleneksel bir müze inşa
etmemeliyiz” oldu. Düşünceleri “fabrika
gibi tanıdık görünen aynı zamanda
merak uyandıran -örneğin bir uzay
gemisi gibi- içeri girip bakmalarını
sağlayacak bir şey yaparak halk ve
modern sanat arasında buzu kırmaktı.
Yapı, modern müzenin
gereksinimlerinden kaynaklanan işlevsel
zorunluluklara yanıt veren bir kurguya
sahiptir.
“Gelecekteki olası
düzenlemelere olanak
verecek bir biçimde iç
mekanı bu duruma engel
teşkil edebilecek
taşıyıcılar, tesisat boruları
gibi elemanlardan
arındırdık. Binanın donatı
elemanlarını dışarıya
alarak cepheyi, binanın
bağırsakları olarak
nitelendirilebilecek metal
çerçeveler, koridorlar ve
çeşitli tesisat borularından
oluşturduk.
Farklı işlevlere sahip donatıları farklı renklere boyamak,
cephenin kurgusu açısından bir avantaj sağladı. Son olarak da
cam bir tüple çevrelenen, içindeyken tüm Paris’in görülebildiği
yürüyen merdiven insanları müzeye çekmek için cazip bir eleman
oldu. Dışarıdan bakıldığında da merdivenin hareketliliği çağdaş
sanatlar müzesinin dinamizmini vurgulaması açısından güçlü bir
simge olarak algılanıyor”.
Müze geniş bir kitleye
hitap edebilmek için
gece saat ona kadar
açık. Selfservis
kütüphane, video shop
ve TV odaları gibi
toplumda her kesimden
insana hitap eden
mekanları barındıran
müzeyi günde 25.000 kişi
ziyaret etmektedir -kültür
merkezi planlama
aşamasında ön görülen
rakam 5000 kişiydi. Bu
haliyle Pompidou Kültür
Merkezi sıradan bir müze
olmanın oldukça ötesine
geçmiş bir konumdadır.
Lloyd
Binası
Lloyd Binası mimari bir dönüm
noktası ve Londra ufuk çizgisinde
en tanınan yerlerinden biridir.
Pritzker Mimarlık Ödülü sahibi bir
mimar olan Richard Rogers
tarafından tasarlanan bina 1978
ile 1986 yılları arasında inşa
edilmiştir. Renzo Piano ve Richard
Rogers tarafından tasarlanan
Pompidou Merkezi, Paris
projesinde olduğu gibi bu projede
de merdivenler, asansörler,
elektrik ve su kabloları gibi servis
sistemleri binanın dış kabuğunda
konumlandırılmış böylelikle son
derece net ve açık bir iç mekân
elde edilmiştir. On iki adet cam
asansörler türünün Büyük
Britanya’daki ilk uygulamasıdır.
Yapıda üç ana kule ve ortada yer
12 Leadenhall Street
adresinde yer alan ilk
Llyod Binası 1928 yılında
inşa edilmiştir.
Lloyd Binası 14 katlı olup, 88
metre yüksekliğindedir (çatıya
kadar). Çatı üzerindeki dekoratif
yapı ile binanın toplam yüksekliği
95.10 metreye ulaşmaktadır.
Modüler bir şekilde tasarlanmış
her kattaki iç mekân duvarlarına
ihtiyaca göre eklemeler veya
çıkarmalar yapmak mümkündür.
RİCHARD ROGERS
Paris'te Piano ile birlikte tasarladıkları Pompidou Center
1977'de tamamlanmasına rağmen hala dünyadaki en
radikal binalardan biri olarak bilinir. High-Tech mimarlık
akımının öncüsü olarak bilinen bu bina, hem tarihi
mekanlarda kamusal alanın yaratılması açısından hem
de mimarlıkta yeni bir dönemin başlangıcı olarak
mimarlık tarihinde önemli bir mafsal noktası olarak kabul
edilir. Bundan yaklaşık 10 yıl sonra inşa edilen Londra'daki
Lloyds binası ise bu akımın doruk noktasındaki bir örnek
olur.
RENZO PİANO
Renzo PİANO
(Cenova 14 Eylül 1937)
1964'te Milano Politeknik Mimarlık Okulu'ndan mezun oldu.
Öğrenciliği sırasında hem tasarımcı Franco Albini'nin
yanında hem de babasının inşaatlarında çalıştı. 1967-70
arası İngiltere ve ABD'ye yaptığı seyahatlerle mesleki
deneyimlerini zenginleştirdi. Bu sırada Jean Prouvé ile
tanıştı, bu dostluk meslek yaşamını derinden etkiledi.
1971'de Piano & Rogers ortaklığını kurarak Richard Rogers
ile birlikte Paris'te Centre Pompidou projesini gerçekleştirdi.
1977'de "l'Atelier Piano & Rice"ı kurdu, inşaat mühendisi
Peter Rice ile birlikte Rice'ın 1993'te ölümüne kadar çeşitli
projeler üretti. Daha sonra, Paris ve Cenova'da büroları
bulunan Renzo Piano Building Workshop'ı kurdu. Burada
halen 100'ü aşkın mimar, mühendis ve çeşitli dallarda
uzman çalışıyor.
Renzo Piano, aralarında RIBA Altın Madalyası (1989), Neutra
Prize (1991), Praemium Imperiale (1995), Erasmus Ödülü
(1995), Pritzker Mimarlık Ödülü'nün de (1998) bulunduğu
çok sayıda uluslararası ödülün sahibi.
Columbus Sergisi Düzenlemesi, Cenova
Eski Liman Konstrüksiyonu
1980'lerin sonlarında Cenova Belediyesi
Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfinin
500. yıldönümü kutlamaları
çerçevesinde Eski Liman'da uluslararası
bir sergi düzenleme kararı aldı. Projenin
amacı şehirle deniz arasında . geçmiş
yüzyıllardan beri savunma duvarları,
gümrük yapıları, trenyolu, gümrük
alanları ve yakın tarihlerde de karayolu
nedeniyle ihmal edilen bağı kurmaktı.
İki ana sorun ele alındı; birincisi, 17.-20.
yüzyıllar arasına tarihlenen iskelelerin
kamuya açık mekânlara
dönüştürülmesiydi. İkincisi ise tarihi
şehirle liman arasında güçlü bir bağ
oluşturmaktı.
Proje, liman boyunca uzanan eski
yapıların restorasyonunu
gerektiriyordu. Örneğin üç katlı,
400 m uzunluktaki bir depo
kütüphane, oditoryum gibi çeşitli
işlevlere kavuşturuldu. Ancak bu
değişimlerin bölgenin özgün
havasını bozmamasına özen
gösterildi.
Galeazza Alessi'nin yapıtı bir
Rönesans binası olan Porta
Siberia şehrin ana girişlerinden
biriydi. Onarıldıktan sonra
günümüzün en önemli Cenovalı
sanatçılarından biri olan
Emanuella Luzzati'ye tahsis
edilmiş bir müzeye dönüştürüldü.
Nasher Heykel Merkezi
Projenin temelinde şehrin
kargaşası içinde bir vaha
yaratma düşüncesi yer
almaktadır. Traverten
taşından duvarlarla
çevrelenmiş ve kazılarak
yol düzeyinden biraz
aşağıya çekilmiş olan
bahçe, arkeolojik bir
peyzajı akla getirmekte ve
kentsel konseptin sertliği
ile zıtlık yaratmaktadır.
Müze, iki katlıdır. Zemin katında üç galeri, bürolar, yönetim kurulu
odası ve mağaza bulunur. Alt kat ışığa duyarlı yapıtlar için
tasarlanmış bir galeri, hizmet mekânları ve oditoryumu barındırır.
Bahçe, oditoryuma doğru kademelenerek uzanır ve bir açık hava
tiyatrosu oluşturur.
Yapı, galeri
pavyonlarını oluşturan
paralel taş duvarlardan
oluşmaktadır. Her
pavyon caddeden
binanın içine ve
bahçeye uzanan
yaklaşık 153 m lik
kesintisiz görüş alanı
sağlayan alçak demir
ve cam cepheler ve
çatıyla örtülüdür. Bu
daraltılmış perspektif
saydamlık etkisi yaratır.
Geleneksel resim galerilerinin tersine proje, heykelin değişken formlarını
ve yüzey dokusunun algılanması amacıyla en üst düzeyde doğal ışık
alacak biçimde tasarlanmıştır. Alüminyum döküm gölgeleme
mekanizması kuzey ışığına olabildiğince çok geçirirken doğrudan güneş
ışığını engeller. Kavramsal olarak cam çatı doğal ışığı süzen ince bir zar,
bir tür deridir.
Beyeler Vakfı Müzesi
Ernst Beyeler'in özel
koleksiyonunu
sergilemek üzere
yapılan müze,
Beyeler'in isteği
doğrultusunda
tarihi Villa Berower'i
çevreleyen ve bir
zamanlar özel bir
park olan arazide,
ağaçların arasında
doğayla
bütünleşecek bir
biçimde
tasarlandı.
Yapı, araziyi saran
duvara paralel uzanan
eşit uzunluktaki dört
taşıyıcı duvardan
oluşmaktadır. Sergi
mekânları, ortaya çıkan
mekânlarla ilişkili olarak
düz sıralar halinde
düzenlenmiştir. Kesitte
ise proje çok daha
dinamik bir görünüm
kazanır. En doğudaki
duvar, ziyaretçileri girişe
yönlendirecek biçimde
kademe kademe
incelerek uzanır.
Yine Ernst Beyeler'in doğrudan gün
ışığı isteği nedeniyle müze saydam
bir sundurma çatı ile örtülmüştür. Bu
çatı belirli bir bakış noktasından sanki
binadan ayrı imiş gibi görülür.
Batı cephesi
cam bir bölme
ile bahçeden
ayrılmıştır; park,
ağaçlar ve göl
sanki müzenin
içine giriyormuş
gibi hissedilir.
San Nicola Stadyumu
Bari'deki San Nicola Stadyumu, İtalya'nın ev sahipliği yaptığı 1990
Dünya Futbol şampiyonası için özel olarak inşa edilmiştir. 1980'lerde
çeşitli stadyumlarda güvenlik önlemlerindeki eksiklerin neden
olduğu kazalar ve holiganizmin yarattığı tehdit, çok küçük gibi
görünen ayrıntıların bile ne denli yaşamsal olduğunu göstermiştir. S.
Nicola Stadyumu'nda, güvenliği artırmak için hepsi yapının
biçimlenişinde doğrudan ve görünür etkileri olan çok sayıda
araştırma ve düzenleme yapılmıştır.
60.000 kişi kapasiteli stadyumda rakip takımların taraftarları birbirlerinden ayrı
yerleştirilmesi; her iki kesim için ayrı giriş ve çıkış kapıları tasarlanması, bunların
açıkça görünür kılınması; acil durumlardaki çıkışlarda bile izleyicilerin
hareketlerinin kısıtlanmaması, görüş alanlarının geniş olması temel alınmıştır.
Bunların uygulanması iki yönde ayırmayı gerektirmiştir. İlki, tribünlerin üst ve alt
sıraları arasındaki yatay ayırımdır. İkincisi, elips biçiminde birbirini izleyen 26
bölümle yaratılan düşey ayırımdır. Bunların her biri içe ve dışa uzanan taç
yapraklar biçimindedir. Her bölümün eğimi izleyicilerin hepsinin oyun alanını ve
acil çıkış kapılarını en geniş açıdan görmelerini sağlar. Betonarme taçyapraklar
şantiyede üretilmiştir. Yarım daire biçimindeki bölümler, strüktüre zarafet ve
hafiflik duygusu katan, izleyicinin genişlik ve huzur algısına katkıda bulunan dört
adet paye ile taşınmaktadırlar. Stadyumun genel formu yapıldığı Puglia
bölgesinin ovaları ve yumuşak eğimli tepeleriyle de uyumludur.