ERMENİ SORUNU VE TÜRKİYE' NİN DURUMU Doğum yılı 1965'den önce olan birçoğumuzun rahatlıkla hatırlayacağı bir terör olayları zinciri, ne yazık ki uzun bir süre gündemimizi.

Download Report

Transcript ERMENİ SORUNU VE TÜRKİYE' NİN DURUMU Doğum yılı 1965'den önce olan birçoğumuzun rahatlıkla hatırlayacağı bir terör olayları zinciri, ne yazık ki uzun bir süre gündemimizi.

ERMENİ SORUNU VE
TÜRKİYE' NİN
DURUMU
Doğum yılı 1965'den önce olan birçoğumuzun
rahatlıkla hatırlayacağı bir terör olayları zinciri, ne
yazık ki uzun bir süre gündemimizi meşgul etmiştir.
1970'li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti, köklerini
aldığı Osmanlı İmparatorluğu zamanından kalmış
ve eski bir takım olayların intikamını alıyormuş
izlenimi veren bir Ermeni sorunu ile meşgul
edilmiştir.
Bu dönemde direkt olarak, Fransa, Kanada,
Avusturya, ABD gibi dış ülkelerdeki üst düzey
elçilik görevlilerimizi hedef alan ve büyük ölçüde
başarılı olan vahşi bir terör kampanyası ile
yüzyüze geldiğimiz henüz unutulmamıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin çeşitli ülkelerdeki
diplomatlarını hedef alan bu terör olayı nereden
kaynaklanmaktadır?
İddia edilen, daha doğrusu Ermeniler'in iddiası şudur:
1. Dünya savaşı yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu,
Orta ve Doğu Anadolu'da yerleşik Ermeni nüfusu,
yaşadıkları yerden kopararak zorunlu göçe ( tehcir )
tabi tutmuş ve bir ırkın bilinçli olarak yokedilmesini
hedeflemiştir. Yani, Ermeniler üzerinde soykırım
uygulamıştır. Türkiye bu Soykırımı kabul etmeli ve
tazminat ödemelidir.
Aslında Ermeniler, bu işten sorumlu tuttukları Enver
ve Talat Paşaları, Berlin ve Tiflis'te yaptıkları
suikastlerle öldürmüşlerdir. Buna rağmen egoları
tatmin olmamış olacak ki, elli yıl sonra tekrar ortaya
çıkıp kan dökmeye başlamışlardır.
Bugün, sonu gelmiş görünen bu terör olaylarının
arkasındaki gerçeği, ne acıdır ki yüksek öğrenim
görmüş aydınlarımızın dahi bir çoğu bilmemekte
veya öğrenmek için gayret göstermemektedir.
Bir sorunu irdelerken veya anlatmaya çalışırken onu
iyi tanımlamak ve değer yargılarımızı önceden
saptamak gerekir.
O halde nedir Ermeni sorunu?
Asırlarca bir arada yaşamış, iyi komşuluk ilişkileri
geliştirmiş, birbirinden kız alıp vermiş, bu iki toplum
nasıl olmuş da birbirinin canına kasteden düşmanlar
haline gelmiştir?
Bugün Ermeni sorunu diye karşımıza çıkan olaylar
zinciri aslında asırlardır aynı toprakların üzerinde
barış içinde yaşayan iki toplumun, bu topraklardan
çıkar sağlamayı umanlar tarafından birbirine
düşman edilmesidir.
Yüzeyde görünen şey, gerçek köklerine inilmeden
yalnızca 1. dünya savaşı sırasında, Orta ve Doğu
Anadoluda oturan bir kısım Ermeni nüfusun,
Osmanlı İmparatorluğu tarafından Irak ve Suriye
çöllerine doğru zorunlu göçe tabi tutulması ve bu
sırada bu nüfusun büyük oranda zayiat vermesinin
sorumlulularının aranmasıdır
Olaylar biraz ciddi şekilde irdelendiğinde ise,
günümüzde yaşadığımız bir çok olumsuzluğu
kolaylıkla anlamamızı sağlayacak başka faktörlerin
bulunduğunu görmekteyiz. Bunun için daha geniş
açıdan ve tarihi faktörleri ortaya koyarak durumu
incelememiz gerekir.
Anadolu'nun tarihi coğrafyasına kısaca göz
gezdirirsek şunu görürüz:
Balkanlar, Anadolu, Ortadoğu, Kafkaslar ve
komşu denizlerin genel görünümü
Anadolu, insanın “Ben insanım!” dediği ve ayakları
üstünde çevresini dolaşmaya başladığı andan
itibaren, çok sayıda insan topluluğunun yaşadığı ve
gelip geçtiği bir coğrafya teşkil eder. İlk çağların
bilinen dünyasında, üç ana kıta arasında tam bir
geçiş köprüsü durumundaki Anadolu'da bir yandan
yerleşik yaşayan toplumlar, bir yandan gelip
geçenler, diğer taraftan da gelip yerleşenlerle
çağlar boyunca çok zengin bir insan mozayığı
ortaya çıkmıştır.
Bu mozayık içinde, Ermeniler, başlangıçta Van Gölü
çevresinde, Urartular'a kadar ancak takip edilebilen
bir geçmişte ve sonrasında, sayıları bir ikiyi
geçmeyen ve çok uzun yaşamayan küçük
krallıkların dışında, genel olarak o coğrafyada
hakim toplulukların idaresinde yaşayarak yer
almışlardır.
Tarih kitapları böyle yazıyor.
Antik dönemde Ermenilerin yaşam alanları
Türkler, anadolu coğrafyasında 1071 yılındaki
Malazgirt savaşından sonra kendilerini göstermeye
başlarlar.
Türkler kendilerinden önce Anadoluya gelmiş ve
yerli halkı ( Frigler, Klikyalılar, Likyalılar vs gibi) büyük
oranda kendi potasında eritip ortadan kaldıran
Roma ve, sonrasında Bizans İmparatorlukları'nın
aksine asimilasyona girişmemiş ve farklı dinlere
oldukça hoşgörü ile yaklaşmıştır.
1200'lü yılların sonunda Osmanlı Devleti kurulup
Anadolu'da birlik sağlandıktan sonra da bu anlayış
devam ettirilmiştir.
İşte bu nedenledir ki Osmanlı İmparatorluğunda
birçok farklı ırk ve kavmin insanı birbiri ile rahat
komşuluklar geliştirip büyüme olanağı bulmuştur.
Ermeniler de bu ortam içerisinde, diğer bütün Anadolu
yaşayanları gibi rahat ve görece güvenli bir ortamda
hayatlarını devam ettirip çoğalmışlardır. Bu çoğalma
sonrasında Anadolu'nun iç kısımları, Güney Anadolu,
Kafkasya ve kısmen de Hazar denizinin kuzey batı
kıyılarında, İran içlerinde, kuzey Mezopotamya ve
Lübnan'da nüfuslarını artırmışlardır.
Üstelik, müslüman olmayan toplumları askerlik ve askeri
yükümlülüklerden muaf tutan Osmanlı idaresinde, tarım,
ticaret ve sanatla uğraşarak hem ekonomik, hem de
kültürel zenginlik yaratma olanaklarına kavuşmuşlardır.
Bu rahat ve güvenceli yaşam, batıda sanayi
devrimi diye adlandırılan büyük değişimin
gerçekleşmesine kadar sürmüştür.
Durup dururken bu sanayi devrimi de nereden
çıktı şimdi?
Aslında olayların başlangıcı, Barut, Matbaa ve
Pusuladan sonra Top ve Yelken'e dayanmaktadır.
Yükseliş dönemindeki şanlı Osmanlı ordusu, daha
sonra
Avrupalı'nın
geliştirdiği,
gemilerde
kullanılabilen küçük, kıvrak ve etkili toplarla, uzaklara
gidebilmeyi sağlayan pusula ve yelken teknolojisine
ayak uyduramadığından önce denizlerde sonra da
karada hakimiyeti kaptırmıştır.
Herşeyin büyüğüne meraklıyız ya, top'u da büyük yaparsak her şeyi
hallederiz sanmışız.
Orta çağın bitmesinden sonra Reform ve Rönesansı
yaşayan Avrupa ülkeleri önce coğrafi keşiflerle
bilinen dünyanın sınırlarını çok genişlettiler sonra
da gerçekleştirilen bilimsel keşifler sayesinde,
zamanın tek hakim gücü olan Osmanlı'nın önüne
geçtiler.
Yazık ki Osmanlı bu bilimsel gelişmeleri takip
edemeyerek, kendisi gerçekleştiremeyerek hem
ekonomik, hem de askeri alanda gerilemeye başladı.
Zamanla Osmanlı'nın yenilebilir olduğu ortaya çıkmaya
başladı.
Türk askerdir. Asker millettir. Öyle, sanat, ticaret ilim, bilim gibi asil
olmayan şeylerle uğraşmaz. Bunları bırakın ahaliy-i adi' den olan
kefere yapsın. Şanlı tarihimiz zaferlerle doludur. Daha da doldururz.
Sanayi devrimi ile güçlenmeye başlayan Avrupa
ülkeleri,
keşfetikleri
yeni
coğrafyalarda
sömürgeciliği başlattılar.
Afrika bu sömürgecilikten her türlü kaynağının
sömürülmesi ile en büyük yarayı alırken, Güney Asya
ve Güney Amerika toprakları paylaşılarak talan edildi.
Kuzeyde kurulan Amerika Devleti de sömürgecilikte
başı çekenler arasında yer aldı.
İnsan doğası gereği, böyle hazır yemeye ve kolay
kazanmaya bir kere başladımı bir daha durmak
bilmez ve iştahı giderek artar. Toplumlar da
böyledir. Sömürgeciliğe bir kere başlayan ve bir
asalak gibi başkalarının zenginliklerini kendi
ülkelerine taşıyan bu ülkeler sürekli yeni yerler
peşinde olmuşlardır ve buna devam etmektedirler.
Almanya bu sömürgecilik işinde diğer devletlerden
biraz geç kaldığı için, özellikle Afrika'nın çok
zengin kaynakları olan bölgeleri başta İngiltere
olmak üzere, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika gibi
ülkeler tarafından sömürülürken, Almanya'ya
yüzölçümü büyük fakat verimsiz alanlar kalmıştı.
Bu nedenle Almanlar, hem sömürgelerindeki yerel
halka çok zalim, katı ve saldırgan davranmışlar,
hem de bir süre sonra başkasının sömürgesine
dokunmama kuralını çiğnemeye başlamışlardır.
İşte 1. Dünya savaşının ve hatta 2. sinin temelinde
yatan bu paylaşım kavgasıdır.
İyi de bütün bunların bizimle ne ilgisi
var?
İŞTE ALMANYA
Sömürgecilikte geri kaldığını anlayan Almanya, gözünü
hem staretejik olarak çok iyi bir konumda olan, hem de
zengin doğal kaynaklara sahip Anadolu'ya ve kısmen de
Mezopotamya'ya çevirir.
Alaman bizim dostumuz, feda olsun postumuz!!!
Önce dostane yaklaşımlar sergiler
Osmanlı ordusunun
modernizasyonunda görevler alırlar. İdari yapılanmada
yardımlar ederler.
Sonra gerçek niyetlerini çok güzel ortaya koyan, fakat bizim
yöneticilerimizin bunu nedense bir türlü kabul etmedikleri
Bağdat demiryolu işi gündeme gelir.
Bağdat demiryolunun yapımı, işletilmesi yanında,
geçiş güzergahını yapımcılar belirlemek koşuluyla,
demiryolunun her iki tarafındaki 20' şer km
genişliğinde bir şerit içinde kalan bölgenin yer üstü
ve yer altı zenginliklerinin kullanım imtiyazı da
Almanlar'a bırakılmıştır.
İNGİLTERE
Bu durum İngiltere'nin hiç işine gelmez. Çünkü
doğu Akdeniz bölgesinde hakimiyeti kaybetme
korkusu yanında, Orta Doğu'nun Alman etkinliğine
geçmesi iki bakımdan son derecede sakıncalıdır:
1- Orta Doğu'daki petrol kaynakları
2- O dönem İngiliz hakimiyeti altında bulunan
Hindistan'ın ve dahi Mısır'ın kontrolünün
zorlaşması
Ekonomik gelişme için gerekli hammadeleri,
madenleri, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri bulmak,
üretilen malları yeni pazarlara sunabilmek için
diğerlerinin olduğu gibi İngiltere'nin de İran,
Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu üzerinde planları
olması kaçınılmazdır.
Orta Doğu'yu Almanlara kaptırmak istemeyen İngiltere,
Arapları kendi özgürlüklerini kazanma bahanesi ile
Osmanlı'ya karşı kışkırtırlar. Dindaşımız olan Araplar
da bu kışkırtmaya dünden razıdırlar ve isyan etmekte
gecikmezler.
( meşhur Arabistan'lı Lavrance hikayesini herkes
bilmektedir )
Ayrıca Ermeniler de Doğu Anadolu ve Kafkasya için
anahtar rolündedirler. Karadeniz üzerinden hakimiyet
sağlamak için yerel müttefiklere gereksinim vardır.
Ermenilerin yaşam alanlarının, bu bölgelerin transit
yolları üzerinde olması, İngilter'nin seçimini çok hızlı
yapmasına neden olmuştur.
Sırada
Rusya var.
Kuzey Asya ve Doğu Avrupa'nın soğuk toprakları üzerinde
oturan Rusya'nın sıcak denizlere açılma isteği çok eskiden
beri bilinmektedir. Afganistan, Hindistan ve Pakistan
üzerinden Hint okyanusuna açılma girişimleri defalarca
engellenen
Rusya'nın
bu
isteğini
en
kolay
gerçekleştireceği yol Anadolu' dur.
Güçlü Osmanlı ordularının yenilebileceği
ortaya çıkmıştır ama yine de ortamı
hazırlayıp işi kolaylaştırmak gerekir. Küçük
Kaynarca antlaşması ile (1774), Osmanlı
topraklarında yaşayan Hıristiyanların dini
haklarını kontrol ve koruma imtiyazını ele
alan Rusya kendi topraklarında yaşayan
Ermeniler'e farklı, Osmanlı Ermenileri'ne
farklı davranarak istediği kararsız ortamı
hazırlamaya girişir.
Alman'ı, İngiliz'i, Rus'u başlar da Fransız'ı durur mu?
İşte karşınızda
FRANSA.
O yıllarda sanayi devriminin patlama yarattığı en
büyük iş kolu tekstildir. Tekstilin beslenme
kaynağı ise pamuk. Dünya pamuk alanlarının
büyük bir kısmı Amerika ve İngiltere'nin elindedir
(%92.4). Fransa bu bakımdan sıkışmıştır ve yeni
pamuk ekimi yaptırabileceği verimli topraklara
gereksinim duymaktadır.
Böyle bir gereksinimi karşılamak için, Çukurova,
Harran ovası ve Mezopotamya' dan daha elverişli bir
yer düşünülebilir mi?
Fransa'nın, kapütülasyonlarla birkaç yüzyıl boyunca
Osmanlı' dan koparmış olduğu ayrıcalıklara
rağmen, Onlar istiyor diye Osmanlı bu toprakları
verecek değildir. Bu nedenle içerden birilerini
zamanı geldiğinde bu işleri kolaylaştırmak için
hazırlamak gerekir. Bu duruma en uygun olanlar da
kuşkusuz Ermenilerdir. Çünkü ticaretle uğraşarak
batı ile temas kurmuş, yabancı dil bilen bireyleri
vardır.
Ve son aktör. Büyük yıldız.
Amerika
Kapitalizmin emperyalizme dönüş gösterdiği 18 ve
19. yüzyılda, Kuzey Amerika'da kurulan Birleşik
Devletler de önce büyük bir kapitalist, sonra da
emperyalist güç olarak ortaya çıkmaktadır. Bugün
olduğu gibi, o günde dünyanın heryerinde gözü
olan bu emperyalist güç, yoğun enerji rezervleri
ve zengin maden yatakları dolayısıyla Hazar
bölgesini ve Orta Doğu'yu yakından izlemektedir.
Amerika'nın Türkler'e karşı olan düşüncesini ise
Truman seçilmeden önce yaptığı bir konuşmasında
açıkça dile getirmiştir:
“Yer yüzünden silmek istediğim iki millet vardır.
Bunlar İspanyollar ve Türklerdir.”
Amerika, bu düşüncelerini gerçekleştirmek üzere,
diğer ülkelerin izlediği bir yolu daha da abartarak
ve akıllaca uygulamaya koymuştur. İlk adımda:
Anadolu'ya misyonerler göndermiştir.
Bu misyonerler, gayet masum bir şekilde yalnızca
kendi
dinlerini
yaymak
amacı
güder
görünmüşlerdir. Öbür yayılmacıların misyonerleri
gibi, önce Müslümanları Hıristiyan yapmak
istemişler fakat bunun zor olduğunu görünce
mevcut Hristiyanları daha kolay kontrol
edebilecekleri kendi mezheplerine döndürmeye
çalışmışlardır.
Misyonerler hiçbir zaman kendi başlarına ve tekil
çalışmamışlardır. Yalnızmış gibi görünmelerine,
tanrı adamı rolü oynamalarına rağmen son derece
örgütlü çalışan ve Osmanlı'yı içerden kemiren
sistemin parçası olarak görev yapmışlardır.
Daha sonra çıkarılacak bölgesel isyanlarda
kullanılan
silahların
kiliselerde
depolanıp
saklanmasını sağlamışlardır.
Misyoner teşkilatları, basit propagandalarla yetinmeyip
okullar kurmuşlardır.
(ikinci adım)
1914 yılına gelindiğinde bu Amerikan misyonerlerinin
Anadolu'da kurduğu okul sayısı 400'ün üzerindedir.
Robert Kolej bunların ilkidir.
Aslında okul yapımına ilk olarak Fransızlar
başlamıştır. Osmanlı topraklarında ilk kurulan
okul Saint Benoit dır.
Bu okul yaparak içerden fethetme işi henüz bitmedi.
Günümüzde de devam ediyor. Acaba bugün Amerika'nın
yüksek himayelerinde olan bir saygın büyüğümüze ait
olduğu söylenen, Türki Cumhuriyetlerde de hızla
çoğalan okulların ne amaçlarla kurulduğunu merak
eden var mı?
Günümüz için bir soru: Acaba gerçeği bilselerdi, kaç
vatansever Türk ailesi çocuklarını bu okullara
gönderirdi?
Bu okullar dil öğretme ve emperyalist kültürü
yerleştirmenin
yanında,
vakti
geldiğinde
Osmanlı'nın parçalanma ateşini yakacak bölgesel
isyanların yönetim kadrolarını yetiştirmiştir.
Bulgaristan'ı Osmanlı'dan koparan kadro işte bu
Robert Kolejde eğitilmiştir. Daha sonra Ermeniler
de bu yoldan geçecektir.
Şimdi genel tabloya bir bakalım.
İşlenmemiş yeraltı, yerüstü zenginlikleri, madenleri,
zengin doğal kaynakları ile, dünya fosil enerji
kaynaklarının büyük bir kısmını içeren jeopolitik
cazibe ve üç kıtanın birleşim yerini merkezinde
barındıran staretejik bir Osmanlı toprağı.
Balkanlar, Anadolu, Ortadoğu, Kafkaslar ve
komşu denizlerin genel görünümü
Bunu paylaşmak için sabırsızlanan İngiltere,
Fransa, Almanya, Rusya ve Amerika.
İçerden işbirlikçiler ; Batıda Bulgarlar ve diğerleri,
güneyde Araplar, kuzeyde, doğuda ve içimizde
Ermeniler.
Amerika'nın planları daha uzun vadelidir ve
günümüze
dayanmakta
hatta
aşmaktadır.
Yağmacılara daha sonra İtalya ve Yunanistan
eklenmiştir ama onlar yardımcı rollerdedir..
İşte bütün bu emperyalist planları görebilen, bunlara
dur diyebilmek için varını yoğunu ortaya koyan ve
sonunda kısa bir süre de olsa dur diyebilen bir tek
insan vardır.
MUSTAFA KEMAL
Görüldüğü gibi aslında emperyalizmin Anadolu'yu
sömürge yapmak için planları günümüzden en az
150-200 yıl öncesine dayanmaktadır ve daha önce
sinsice yürütülen bu plan 1. Dünya savaşından
sonra Sevr Antlaşması ile tam yürürlüğe konmak
istenmiş, ancak Kurtuluş savaşı ile geçici olarak
durdurulmuştur.
Amerika'nın Anadolu ile ilk ilgilenmesi 1830 larda olmuştur.
Bu emperyalist yayılım ve Anadolu'nun sömürge
yapılması planlarında Ermeniler'e taşeron rolü
verilmiştir. Günlük yaşantısını barış içinde komşu
olduğu insanlarla
sürdüren Ermeni toplumu,
başlangıçta bu olayda rol almazken, çeşitli
misyoner okullarında veya yurt dışında eğitilmiş
Ermeni militanlar, çeteler kurarak Türkler'e
saldırmışlar, kendi insanlarını da destek vermeye
zorlamışlardır.
1. Dünya savaşından önce Osmanlı ile savaşan
Rusların etkisi ile, onlarla işbirliği yapıp
Osmanlı'yı arkadan vuran bu çetelerin, bir sonraki
aşamada, temel taktiği daha önce Bulgaristanda
uygulanıp başarı kazanan insanlık dışı bir
yöntemdir.
Buna göre, silahlı Ermeni çeteler, savaş nedeniyle
genç erkekleri askerde olup savunmasız kalmış
Türk köylerine saldırıp, Türkleri vahşice
katlediyorlar. Sonra, Türk kuvvetleri geldiğinde
dağlara kaçıp, kendi köylerini bilinçli olarak
savunmasız bırakıyorlar. Yakınları öldürülen ve
işkence
gören
Türkler,
idarenin
tüm
engellemelerine karşın doğal olarak savunmasız
Ermenilerden
intikam alıyorlar. Batıdaki
destekçiler hemen feryadı basıyor:
“Türkler Ermenileri kesiyor.”
Son perdede, zaten Osmalı'yı borçlandırıp elini
kolunun bağlamış olan, emperyalistler, yorgun
Osmanlı'ya Ermeniler'e daha rahat imkanlar ve
kolaylıklar sağlaması için baskıya başlıyor.
Bunun sonucunda Osmanlı kontrolunun tümüyle
ortadan kalktığı bu bölgelerde tıpkı Bulgaristan'da
olduğu gibi, yerli Türk nüfusu kısmen yok ederek,
kısmen de göçe zorlayarak, toplum içinde Türk
yoğunluğu azaltılıp, bağımsız devlet kurmak
amaçlanıyor.
Bu gelişmeler karşısında, Bulgaristan olaylarından
ders alan Osmanlı, ordularını arkadan vuran,
düşmanla işbirliği yapan Ermeni çetelerinin lojistik
destek aldığı yerleşik Ermeni nüfusu, bu lojistik
desteği kesmek için, zorunlu göçe tabi tutar.
İşte bugün Ermeni soykırımı diye önümüze çıkarılan
olay, bu zorunlu göç sırasında yaşanan
olumsuzluklardır.
Soykırım iddiasında olanlar, birbuçuk milyon
Ermeni'nin bilinçli olarak bu göç sırasında
öldürüldüğünü söylerler. Ancak kayıtlara göre,
zorunlu göçe tabi tutulan bölgelerde, ogünlerde
yaşayan Ermeni nüfus bir milyonu biraz
geçmektedir. Kaldı ki, göç ettirilenlerin önemli bir
kısmı da yeni ikamet bölgelerine ulaşmışlardır.
Bunların çoğu daha sonra Avrupa ve Amerika'ya
gidip yerleşmiştir. Bugün Ermenistan dışındaki
Ermeni nüfusun büyük oranda kökeni bu
Ermenilerdir.
Türkiye'de Cumhuriyet'in kurulması ile olayların
bittiği zannedilmiştir. Ancak, 1915'den sonra
Anadolu'dan Avrupa ülkeleri ve Amerika'ya giden
Ermeniler'den bir çoğunun çocukları, 1960' ların
sonlarına doğru, o ülkelerin siyeset, sanat ve
ekonomisinde söz sahibi konumlara gelmeye
başlamışlardır.
Anadolu'yu sömürgeleştirme planlarından asla
vazgeçmeyen, yalnızca erteleyen emperyalistler,
sandıklarda sakladıkları eski planlarını yeniden ortaya
çıkarmışlardır. Kendi topraklarında yetişen Ermeni
çocuklarını hem siyaset alanında hem de terörde
kullanmakta gecikmemişlerdir.
O yıllara kadar Türkiye'yi oyalayan Kıbrıs sorununa,
1974 de kesin olarak “Dur!” denince, Ermeni
meselesi yeniden hortlatılarak, ASALA ile
karşımıza çıkarılmıştır. Türk diplomatlarını
hunharca öldürebilen bu örgüt, bugüne kadar
hakkında gerçek bilgi elde edilemeyen, geride
hiçbir iz bırakmayan, çok iyi eğitilmiş profesyonel
elemanlardan meydana gelmiştir.
İşlediği cinayetlerin ardından, Asala'nın Türkiye'den
istedikleri üç başlıkda toplanabilir:
1-Aslında Ermeniler'e ait olan ve bugün Türkiye'nin
işgali altındaki topraklar ( Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'nun büyük bir kısmı) geri verilmelidir.
2-Türkiye, soykırımı ve bundan doğan sorumluluğu
kabul etmelidir.
3-Şu an Türkiye'de yaşayan Ermeniler, soysal ve
kültürel baskı altındadır. Bu sona erdirilmelidir.
Ermenilerin Türkiye’den istediği topraklar, PKK’nın
istedikleri ile örtüşmektedir.
Bu terör örgütü, cinayetler işler ve dünya
kamuoyunun dikkatini çekecek eylemler koyarken,
yavaş yavaş gelişen siyasi ve ekonomik Ermeni
gücü bugün çeşitli parlamentolarda bu sözde
soykırımı tanıyan yasalar çıkarmaya çalışmakta ve
anıtlar açmaktadır.
Benzetilecek olursa, Ermeni sorunu Türkiye için
sivrisinek, gerideki emperyalist sömürgeci
devletler ise bataklığın kendisidir. Bataklığı
kurutamayacağımıza göre sivrisinekle uğraşmanın
bir sonuç vermeyeceği ortadadır. Bugün sivrisinek
yarın başka bir zararlı musallat olur.
Soykırımı kabul eden yasa çıkarmakta bugün
Fransız parlamentosu başı çekmektedir. 18.01.2001
tarihinde Fransız Ulusal Meclisinde yapılan
toplantıda söz alan üyelerin hemen tümünün ortak
fikri şu cümlede yoğunlaşmaktadır:
Türkiye'yi kendi inkar politikası içinde cesaretlendirmek
zavallılıktır. Türkiye AB'e girmek istiyorsa daha düzgün
olmalı ve kanlı ellerini yıkamalıdır. Türkiye bugününü
olduğu gibi tarihini de, bizim insan ve vatandaş hakları
anlayışımıza uygun olarak ortaya koyması gerektiğini
anlamalıdır. Soykırımı kabul etmekle, Türkiye yücelecektir
ve etmelidir.
Bugün parlamentosunda bunları konuşan Fransa,
Çukorova ve Güneydoğu Anadolu'yu işgal etmek
için getirdiği lejyoner tümenlerine Ermenileri asker
yazan ve onların uyguladığı vahşeti seyredip, çekip
gitmek zorunda kaldığı zaman da kendi
lejyonerlerini yüz üstü bırakan Fransa değildir
sanırsınız.
Aslında Ermenileri bu kadar seven, onları
bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşturmak için var
güçle destekleyen bu emperyalistlerin, Ermeniler
hakkındaki gerçek düşüncesi farklıdır:
Doğu Aadolu'da kurulacak bir Ermeni Devleti,
İngilizler'in işine gelirken, Ruslar'a ters düşüyordu.
Çukorava'da kurulacak bir Ermeni Devleti
Fransızlar'ın kontrolünde olacağı için İngilizler
tarafından istenmiyordu. Almanlar ise rekabet içinde
oldukları diğer sömürgeci ülkelerin kuklası olacak ve
Anadolu'da Alman yayılmacılığını engelleyecek bir
Ermenistan istemiyorlardı.
İşin özünde yatan hiç bir zaman Ermeniler veya
başka bir kavmin özgürlüğü değildir. Aslaolan
Osmanlı topraklarında olduğu gibi, bugünün
Anadolusu’nun parçalanmasıdır. Bunu ben
aydınım, ben vatanseverim, ben milliyetçiyim
diyen herkesin bilmesi gerekir. Bu emperyalist
devletler rahat sömürebilmek için, ancak kendi
güdümlerinde, güçsüz bir Ermenistan veya başka
bir devletin kurulmasına izin verirler. Türkiye'nin
güçlenmesini asla istemezler.
Avrupa ve Amerika'da Türklere karşı
yüksek sesle söylenen bazı
düşüncelerden örnekler
Bugün Türkler'in ayakları altında ezilip inleyen
Hıristiyanlar vakti gelince onları yargılayıp
cezalandıracaktır. Türk Ordusu Şeytan'ın
Ordusudur.
Martin Luther
İnsanlar arasında Türkler, anlayış bakımından
sonuncudur. İnançtan ötesini kavrayamazlar ve
anlamaya da çalışmazlar.
L.Cahun
Bir Türk bir Hıristiyana karşı gerçek bir dostluğa
yetenekli değildir.
Paul Rycaut
Türkler, Hıristiyanlığın, sanat ve bilimin doğal, ezeli
ve yeminli düşmanıdır. Bu nedenle onları
Avrupa'dan kovmak gerektir. Ancak önce taksim
konusunda anlaşılmalıdır.
Jean Louis Carra
Oradan Türkler geçti: Her şey harabe ve matem.
Victor Hugo
Avrupa' da, Asya' da ve hatta Afrika' da herhangi bir
ülkeye yerleşen Türk hakimiyetini her zaman, o
ülkenin refahının azalması ve kültür seviyesinin
alçalması izlemiştir. Bunun aksini gösteren tek bir
örnek yoktur. Türk galip geldiği her yeri harabeye
çevirmiştir.
Georges Clemanceau
Türkler Avrupa' dan atılmalıdır. Amerika'lı senatör
Lodge'un dediği gibi İstanbul Türkler'den tamamen
alınmalı, bir veba tohumu olan, harplerin
yaratıcısı, komşuları için bir küfür olan Türkler
Avrupa' dan silinmelidir.
Lord Curzon
Ermenilere yapılacak yardım, 1453'te Müslümanlar
tarafından alındıktan sonra bile bir Hıristiyan
şehri olarak kalan İstanbul'un Türklerden
temizlenmesi için yardımcı olacaktır.
Lord Byrce
Geleceğin Avrupa'sında Türkler asla yer
alamayacaklardır.
Lord Owen
Fanatik ve cahil insanlar. Barbar millet. Türkler her
zaman Türk kalacaklardır ve
Avrupalılaşamayacaklardır. Parlamentoları var
diye Türkler'e zaaf göstermeyelim. Ne tip insan
olduklarını unutmayalım.
Lord Salisbury
Türkiye'ye gerçek söylenmiyor. Türkiye'nin
adaylığını kabul edelim diyenlerin gerçek eğilimi,
Türkiye'nin AB'ne asla üye olamayacağı
yönündedir.
Avrupalı yöneticilerin büyük bir kısmı Türkiye'nin
bu projede yeri olmadığını biliyorlar ve biraraya
geldiklerinde bunu dile getiriyorlar.
Valerie Giscard d'Estaing
Avrupa'nın geleceğinde ne olursa olsun Türkiye'nin
yeri yoktur. Bu ülkenin globalleşmenin temel
prensiplerine sahip olmadığını ve uluslararası
kardeşliği içine sindirmediğini de görmeliyiz.
Türkiye'nin birliğe girmesine asla izin
verilmemelidir. Aydınlanma Türkiye'ye ulaşmadı,
ulaşmayacaktır.
Helmuth Schmidt
Sonuç Olarak:
Bugün karşımıza çıkarılan olaylar, aslında birbiri ile
barış içinde iyi komşuluk ilişkileri ile yaşayan iki
milletin, başlangıçta Rusya, daha sonra da Fransa,
Amerika ve kısmen de İngiltere ile Almanya'nın
karışması neticesinde birbirine düşman edilişidir. Bu
düşmalığı yaratanlar, sömürgeci devletlerin kışkırttığı
ve eğittiği, Ermeni komitacılar olmuştur. Her iki
milletin masum insanları bundan çok zarar görmüştür.
Bugün parlamentolarından,
( gerçekte olmayan ve aslında
kendilerinin yaratmış olduğu acıları soykırım gibi gösteren iddilara
verdikleri isim olan ) Ermeni soykırımının kabul edilmesi
yönünde yasalar geçiren devletlerin hiç biri ne
Ermenileri ne de Türkleri düşündüklerinden bunu
yapmaktadırlar. Tek düşünceleri, Sevr'i yeniden ortaya
çıkarmak ve Anadolu'yu parçalamaktır.
Aslında burada dikkat edilmesi gereken en önemli
ülke, çok uzun vadeli planlar yapan Amerika' dır.
Başlangıçta gönderdiği misyonerler ve onların açtığı
okullar vasıtasıyla bize düşman militanlar yetiştirmeyi
başarmıştır. Daha sonra bu taktik yeterli gelmeyince
hem o okullar vasıtasıyla, hem de başka yollarla kendi
kültürünü bize enjekte ederek toplumumuzu
yozlaştırmıştır. Marshall yardımı adı altında satın
aldığı Mehmetçik kanı yetmediği için, daha sonra
ortaya Staretejik Ortaklık kavramı atılmıştır.
Çeşitli kalkınma hamleleri adı altında önemli düzeyde
borçlandırılan Türkiye, IMF politikaları ile ekonomik
açıdan bağımlı hale getirilmiştir. ( Niye ki ne ? )
Bunun birtek amacı vardır: 21. yy da müdahale
edilmesi planlanan Ortadoğu'da buna karşı çıkabilecek
tek ülke olan Atatürk Türkiyesi'ni, karşı koyamayacak
duruma düşürmek.
Çok ince politikalarla kazasız belasız atlattığımız 2.
Dünya savaşından sonra, bizi bir daha 1. Dünya
savaşındaki tuzağa düşüremeyeceklerini anlayanlar,
memleketi sağcı-solcu, faşist-komünist diye kamplara
bölüp oyalamış ve gerçek niyetlerini görmemizi
engellemişlerdir. Aynı taktik şimdilerde laik-antilaik
şeklinde uygulanmaktadır ve ne yazık ki içimizdeki
bazı iyi niyetli aymazlar ve kötü niyetli satılmışlar bu
yangını körüklemektedir.
1974' ten 1985' e kadar bizi oyalayan Ermeni terörü,
bu tarihten sonra yerini başka bir taşerona bırakmış ve
bu yeni terör örgütü, uygulanan ekonomik politikaların
da yardımı ile, bizi onbeş yıl gibi bir sürede, planı
yapan emperyalistlerin tabiri ile desansibilize etmeyi
başarmıştır.
Şimdi artık, ben aydınım, ben vatanseverim ben
milliyetçiyim diyen herkesin Irak'a demokrasi
getirdiğini söyleyenlerin asıl hedefinin ne olduğunu
net olarak görüp Batı taklitçiliğini ve günümüzde
yükseliş gösteren Arap taklitçiliğini bir yana bırakıp
Atatürk çizgisini yakalayabilmek için kolları sıvaması
gerekir. Yoksa birkaç yıl içerisinde çocuklarımızın
köle, topraklarımızın sömürge olduğunu görmemiz
işten bile değildir.
İşte Alman şansölyesi'nin söylediği noktaya gelmiş
bulunuyoruz.
Aydınlanma Türkiye'ye ulaşmadı,
ulaşmayacaktır.
Yanlış! Aydınlanma, Türkiye'ye 1923 de geldi. Fakat
ne yazık ki devam ettiremedik. Bugün geldiğimiz bu
tehlikeli noktada uyanıp aydınlanma meşalesini
yeniden yakamazsak Sevr'i cebinden çıkaranlara dur
dememiz mümkün olmaz. Bu meşaleyi yeniden
yakmanın tek yolu, bazılarının arkasına saklandığı
özgürlük ve eşitlik maskeleri ile dönülmek istenen
ortaçağ karanlığı değil çağdaş eğitimdir.
Hangi limana gideceğini
bilmeyen gemiye rüzgarın faydası
olmaz.
Diger byEFSaNE PPS Sunumlar icin TIKLAYIN