Transcript MODERNİZM

MODERNİZM
Modernizmin ilk öncüleri ve mimariyi burjuvaziden ayıran 1897’de
aralarında Otto Wagner ve Josef Olbrich’in de bulunduğu bir grup
mimar ve sanatçı Viyana’da, Viyana Ayrımcıları adını verdikleri bir
grup oluşturdular.
Modernizim kavramı geç V. Yüzyılda ortaya çıkmış Latince’de
“bugüne özgü” anlamına gelen ‘Modermus’ dan gelmektedir.
“biz sanat ve mimarlığın tarihsel gücünü (Academi, National İnstitü V.b.)
resmi kurumların elinden aldık, bu güç şimdi bizimledir, bizim
birliğimizde bulunmaktadır. Bundan böyle artık ne tüccar ne de devlet
ne de bizim dışımızdaki güçlerin desteğine ihtiyacımız vardır. Artık
sanatın kutsal ışığında yıkanmak isteyenler birliğimize katılıp bizim
normlarımızı kabul etmelidir. Müşterinin değişiklik önerileri, özel
siparişleri, direktifleri kabul edilemez. Her şeyin en iyisini biz biliriz .
mimarinin gelecekteki gerçek yolunu biz görüyoruz.”
İşte modern dönem geçmişin bu normatif değerlerinin yıkılması ile
başlamaktadır. Bu dönemde artık pozitif bilimlere olan inanç, dini,
siyaseti, devleti sorgulamakta ve sınamaktadır.
Toplumsal yaşamda, ahlaki değerler, toplumsal kurallar hepsi
sorgulanmaktadır. Her şeyin neden ve sonuçları sorgulanmaya
başlamıştır.
Buna paralel olarak mimaride ise “biçim işlevi izler” anlayışı etkili
olmaya başlamıştır. Bu anlamda fonksiyon “neden” e karşılık ,
gelirken, formda “sonuç” olmaktadır.
20. Yüzyılın ilk yarısında dünyadaki mimari alışkanlıklar tümüyle
değişmiştir. Bu dönemde, değişim sürecinin merkezinde bugün
genellikle “modern hareket” olarak adlandırdığımız tarihsel olguyu
görürüz.
Söz konusu hareketin başlangıcı 1914’den önceki 10 yıla dayanır;
yaratıcı gücünün en yüksek noktasına 20’li yıların sonlarında ulaşmış,
I.Dünya savaşının ardından ise savaş yıllarının getirdiği büyük boşluğu
doldurmak istercesine gecikmiş bir patlama ile yeniden ortaya
çıkmıştır.
Modern hareketin etkileri, hızla yayılarak bu güne gelmiştir;
endüstrileşmiş dünyanın her köşesine ince yüksek ve parlak bloklarla,
beton taşıyıcıların verdiği görüntülerle ve pencere açıklıklarının yarattığı
noktalı dokuyla taşınmıştır
Yüzyılın mimari devrimi işte böyle ortaya çıkmıştır. Bu dünya tarihindeki
en köklü ve evrensel dönüşümdür. Bu büyük süreçte mimari biçim
sorunları aslnda arka plandadır; teknoloji ve endüstrileşme, büyük
ölçekli planlama ve toplumsal ihtiyaçlara yönelik kitlesel üretim gibi
sorunlar mimarlıktan çok inşaat alanın ilgilendiren konulardır.
Artık geçmişin süslü binalarının karşısında son derece pür bir anlayışla
inşa edilmiş binalar yükselmeye başlamıştır. Bu da Pürist anlayışın
doğmasına neden olmuştur. Ancak Pürist yaklaşımın ustaları olan
Mies, Corbusier ve Alto gibi sanatçılar bir tek akımın Modernizmin
savunucuları oldukları halde her birinin kişisel üslupları olmuştur.
-Le Corbusier: (1887-1965)
Sanatçı özellikle Behrens’le birlikte I. Dünya Savaşı yıllarında inşa
edilen ilk konut tasarımlarında etkili olmuştur. Savaş sonrasında
Amédéé Ozenfant’la birlikte yakında doğacağını his ettikleri Kübizme
matematiksel bir içerik kazandırmak üzere Pürizm hareketini
başlatmışlardır.
1920’de mimarlık üzerine yazılar yazmaya başlamış, makaleleri
1923’de basılan “Bir Mimarlığa Doğru” adlı kitapta bir araya
getirilmiştir. Le Corbusier’in mimari başarısının özetlemek gerekirse
Modern mimarlığı tümüyle tersine döndürmüş ve baş aşağı etmiştir.
Kendinden öncekiler deneysel mühendislikten ve endüstriyel
İnşaatdan kaynaklanan kaousu denetim altına almışlar ve bunu klasik
ilkeler göre tasarlmış ve bir çerçeveye oturtmuşlardır. Le Corbusier
ise bu çerçeveyi kırmış ve endüstriyel biçimlerin özgün hatta
yadırgatıcı diline konuşma olanağı tanımıştır
Bunu de yeni düzenleme çizgileri adını verdiği bir yöntem uygulamıştır.
Le Corbusier bu yolla Alberti ve Palladio’nun yapıtlarına temel oluşturan
Rönesans’a özgü bir denetim anlayışını tekrar tasarıma getirmiştir.
Buna göre; mimarlıkta uyumlu ilişkiler ancak mekan biçimleri, duvar
açıklıkları ve yapıdaki diğer tüm öğeler belli oranlar gözetilerek
tasarlandığında kurulabilir, bu oranlar ayrıca yapıda kullanılan diğer
oranlarla da ilişki içinde olmalıdır.
Sanatçı için uyumlu olanın sergilenmesi her zaman önem taşımıştır. II.
Dünya savaşının ilk yılarında “Modulor” adını verdiği bir sistem
kurmuştur. “Modulor” modül (ölçü birimi) ve section d’or (altın kesim)
sözcüklerinden oluşmaktadır.
Modulor; mutlak bir geometriye dayanan ve bir boyutlar bütünü
oluşturan mekan ölçü sistemidir.
1920’lerde yeni bir çağın başladığnı bildiren Le Corbusier , Endüstri
çağının gerektirdiği yeni estetik değerlerin oluşmasına çaba
harcamıştır. Bu estetik değerleri Pürizmin saf, yalın birincil geometrik
formlarda bulmuştur.
Le Corbusier’nin güzelik anlayışı Platon’unkiyle bağdaşır; bu açıdan
kökleri Antikiteye kadar gider: bu anlayış, klasik olarak adlandırılabilir.
Esas olarak üzerinde durulan konu yalınlıktır.
Buna göre Pürizm; her türlü karışıklıktan, dekorasyondan uzak, saflık,
arınmışlık ve yalınlık gibi özellikleri içermektedir ve mimarlıkta esas
olarak birincil soyut gometrik formlarla ifade edilirler (küp, küre, silndir
v.b.).
Bu formlar evrensel formlardır dolayısıyla bu formarla yapılan tasarımlar
da evrensel olacaktır. Böylece Pürizm, Rasyonalizme yol açıyor ve
giderek “Uluslararası Mimarlık” akımını doğuruyordu.
Citrohan Evi (1920)
Villa Savoye (1929-1931)
Marsilya Toplu konut Binası (1945-1952)
(Brütalis bir anlayışla inşaa edilmiştir)
Ronchamp Katedrali
(1950-1953)
(Dışavurumcu bir anlayışla inşa
edilmiş)
-Mies Van Der Rohe
Le Corbusier’in savunduğu Pürist-Rasyonel anlayışı, tasarımcı daha da
ileri götürmüştür. Mekanı, total bir mekan olarak ele almış ve binayı tek
bir dikdörtgen prizmadan oluşan mekan şeklinde ifade edecek şekile
getirmiştir.
Tasarımcı kendi mimarlığını “Az Çoktur (les is more) ile açıklamaktadır.
Ona göre mimari kompozisyonlar, mümkün mertebe yalın, az, saf
elemanlarla yaratılmalıdır.
Tasarımcı eserlerinde dikdörtgen prizmatik formları gayet yalın, saf bir
biçimde kullanmış ve bu konudaki fikrini şöyle açıklamıştır;
“ Biz formal problemlerle uğraşmayı red ediyor, fakat sadece binanın
problemleriye uğraşmayı kabul ediyoruz”
Tasarımcı bu söylemi iel tümdengelim metodunu uyguladığını
vurgulamaktadır.Tamamen saf yalın cam kutular tasarımcının mimari
dilini oluşturmaktadır.
Barselona-Alman
Pavyonu(1929)
Tugendhat Evi (1930)
Sagram Büro Binası (1958)
Lake Shor Dreiv Ap
Berlin National Galeri
-Frank Lloyd Wright:
“İç ve dış mekan diye iki ayrı mekan yoktur.... içinde yaşadığmız mekan
dışarıya çıkabilmeli, dış mekanla serbestçe birleşebilmelidir....”
Tasarımcı, iç mekanı kapalı bir kutu olarak tanımlamakta ve bundan
kurtulunması gerektiğini savunmaktadır. Bu kapalılık ortadan
kalkmadığı sürece, hakiki mekanı doğa ile bütünleştirmeye imkan
yoktur demektedir.
Kutudaki bu kapalılığın en çok dikey elemanların birleşme yeri olan
köşelerde olduğunu savundu ve ilk olarak KÖŞELERİ açmıştır
Diğer bir dış mekan –iç mekan ilişkisini kurma eylemi ise ilişkiyi
güçlendirmek için dikey elemanları iç çekmek olmuştur.
Tasarımcıya göre çatının ayırıcı değil birleştirici bir özelliği vardır.
Bunun için diğer elemanlardan kurtulup serbestce uzanabilmeli ve
mekanı dışarıya taşıya bilmelidir.
Tasarımcı mekanı bu şekilde parçalayarak organik mimariyi
savunmuştur ve organik mimariyi şu şekilde tanımlar;
“Bütünün parçasıyla ilişkisi neyse, parçanın bütünle ilişkisi odur.
Dolayısıyla organiğin esas anlamı bütüncül olarak var olan şeydir”
Şelale Evi (1936)
Robie Evi (1908-1909)
Guggenheim Müzesi (1943-1959) (Dışavurumcu bir anlayışla inşa
edilmiş)