İbn-i Haldun

Download Report

Transcript İbn-i Haldun

DÜŞÜNCE ADAMLARI VE
DÜŞÜNCELERİ
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
5. DERS
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
1
Ebu Yusuf ( 731-798)
 Ebu Hanife’nin talebesi olan Ebu Yusuf Kûfe’de
doğmuş ve Abbasiler devrinde Bağdat’ta «baş
kadı- kadı’ül kuzzat» olarak görev yapmıştır.
 Harun Reşid’in isteğiyle Kitab-ı Harac isimli bir
eser kaleme almıştır. Bu kitap kamu idaresi için bir
el kitabı özelliği taşımaktadır.
 Vergiyle ilgili bir eser olmasına rağmen kitapta
imamet teorisi işlenmiştir. Çünkü İslam
hukukunda vergi toplamak ve harcamalar
«hukukullah» çerçevesinde ele alınmıştır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
2
Ebu Yusuf ( 731-798)
 Bu eserin konusu, devletin malî kaynakları, bunların nasıl
toplanacağı ve nerelere harcanabileceği ile ilgilidir. Halkın
refah ve emniyetle yönetilebilmeleri için haraç, öşür vb.
vergilerin nasıl alınması gerektiği üzerinde durmaktadır.
 Ebu Yusuf bu kitabın yazılma gayesini şöyle nakleder:
Emirü'l-Mü'minin hazretleri, bütün halkın refah, istirahat,
emniyet ve adalete nail olmaları gibi yüce bir maksatla
haraç, öşür ve saireyi tahsil etmek konusundaki meseleleri
içine alan ve şer'an düstürü'l-amel olmak üzere, Peygamber
Efendimizin hadis-i şeriflerini ve ashab-ı kiram'ın haberlerini
ihtiva eden bir kitabın toplanıp yazılmasını emir ve irade
buyurdular. Bu da Emirü'l-Mü'minin hazretlerinin doğruluk
ve muvaffakiyetlerine açık bir delildir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
3
Ebu Yusuf ( 731-798)
 Ebu Yusuf'un kitabının mukaddimesinde takdim ettiği
yönetimle ilgili tavsiyelerinin diğer siyâsetnâmelerde
işlenen konulardan bariz bir farkı bulunmamaktadır. Bu
öğütlerde ön plana çıkarılan unsur, siyâsetnâmelerin
karakteristik özelliği olan halkın adaletle yönetilmesi
konusudur.
 Ebu Yusuf'un bu tavsiyelerinin diğer bir özelliği, İranHint veya Eski Yunan yönetici veya filozoflarından örnek
vermemesidir. O, öğütlerini ayet ve hadise
dayandırmakta bu iki kaynağın dışında bir çeşitlemeye
gitmemektedir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
4
Ebu Yusuf ( 731-798)
 Ebu Yusuf’un üzerinde önemle durduğu husus,
halifenin adaletle hükmetmesidir.
 «Ey mü'minlerin emiri! Cenab-ı Hakka hamdolsun
ki, sizi sevabı en büyük ve cezası en şiddetli olan,
büyük bir işle vazifelendirdi. Allah-ı Teala bu
ümmet-i Muhammed'in mesele ve işlerinin
görüşülmesini size havale buyurmuştur. Bunun
için, Allah'ın rızasına uygun olarak adalet icra
ederseniz ecir ve sevabınız çok büyük olacağı gibi,
bilakis Allah (c.c.)'ın rızasına aykırı hareketiniz ise
azab-ı elime uğramanıza sebep olacaktır».
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
5
Ebu Yusuf ( 731-798)
 Ebu Yusuf halifeye işlerini vaktinde yapmasını, tehir
etmemesini, reayanın işlerini hakkaniyetle yürütmesinin
yanında süratle görmesini, günde bir saat de olsa adalet icra
etmesini tavsiye eder. Çünkü halkın refah ve saadeti böyle
davranmakla mümkün olmaktadır. Bu dünyada reayanın
saadetine sebep olan idareci kıyamet gününde herkesten
daha ziyade saadete sahip olacaktır.
 «Halife işlerinde heva ve nefsine uymaktan sakınmalı, gazap
ile intikam duygusuna kapılmamalıdır. Ahiret gününde
hesabının şiddetli olmasını istemiyorsa uzak ve yakın
herkese eşit muamele etmeli, Allah'tan korkmalı, hükmünü
ihlas ve samimiyetle icra etmelidir».
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
6
Ebu Yusuf ( 731-798)
 Yönetici halkın çobanıdır ve onlardan sorumludur. Çobanın
sürüsünü terk etmesi veya başka bir işle meşgul olması
sebebiyle sürüde bulunan hayvanlar zayi ve helak olursa,
çoban onları ödemeye mecbur olur. Bu bakımdan
hayvanların helaki çobanın helâkine de sebep olabilir.
Çobanın iyi güdüp gözetmesinden ve korumasından dolayı
sürüde hasıl olacak olan iyi hal ise kendisinin saadetine ve
verdiği emeğe mukabil hak etmiş olduğu ücreti almasına
sebep olacaktır. Bunun gibi Allah (c.c.)'ın halifeyi ahirette
koruyup gözetmesi, onun bu dünyada teb'asını koruyup
gözetmesine
bağlıdır.
Halifenin
halkına
adaletle
hükmetmesi ahirette kurtuluşuna, zulmetmesi ise Cenab-ı
Hakk'ın cezasına uğramasına sebep olacaktır. Bu sebeple
halife halkının ahvalinden haberdar olmalıdır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
7
Ebu Yusuf ( 731-798)
 »Halkın helâkını hazırlayan unsurların başında
yöneticinin zulüm ve düşmanlık etmesi, güvenilir
ve ehil olmayan kişilerden yardım istemesi ve bu
kimselerle istişare etmesi gelmektedir. Halife bu
konulara dikkat etmeli ve halkının sonunu
hazırlamamalıdır. Emir sadece Allah'a hesap
vermekle sorumludur. Allah dışında hiç kimse
ondan hesap soramaz. Bununla birlikte o, işleri
sadece kendi kararlarıyla ve güzel tedbirlerle
halletmelidir».
 Abdullah Duman, Bilge Adamlar, 2005, s. 12.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
8
Ebu Yusuf ( 731-798)
 Ebu Yusuf, tartışmaya girmeden hilafetin ilahi
kaynaklı olması gerektiğini vurgular ve en kötü
idareciye dahi itaat edilmesi gerektiğini
savunur. Ancak kötü idarecilerin görevinden
uzaklaştırılması Allah’a aittir.
Ebu Yusuf’un o dönemdeki amacı Mutezile’ye
karşılık fıkhı, devletin hukuku haline
getirmektir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
9
Farabi( 870-950)
 Farabi İslam dünyasının en önemli Aristoteles
yorumlayıcılarından biridir. Asıl ününü mantık
üzerine yazılarından almıştır ama o aynı zamanda
bir fizikçi, metafizikçi, astronom ve müzisyendir.
Aristoteles mantığını Arapça konuşan dünya için
yorumlayan Farabi hem Aristoteles, hem de
Platon hakkında geniş açıklamalar yazmıştır.
Farabi
ayrıca
yeni
Platonculuk’tan
da
etkilenmiştir. Hatta Avrupa’da Avicenna adıyla
bilinen İbn-i Sina da en yüksek seviyesine ulaşan
Arap yeni Platonculuğu’nun kurucusu sayılır
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
10
Farabi( 870-950)
 Maveraünnehir’in Farab şehrinde doğduğu tahmin edilen
Farabi’nin Türk olduğu iddia edilir. Özellikle Ülken,
düşünürün detaylı bir soy kütüğünü vererek Türk olduğunu
ileri sürer.
 Farabi’nin Şam’da sabahları bahçıvan olarak çalıştığı
geceleri de bekçi lambasında felsefe çalıştığı rivayet edilir.
Bağdat’da yüksek eğitimini alan Farabi kadılık yapmaya
başlamıştır, ancak felsefeye olan merakı onu işinden
uzaklaştırarak zorluklar ve mahrumiyetler içinde de olsa
tefekküre yönlendirmiştir. Farabi öncelikle Nasturi
bilginlerinden olan Metta b. Yunus’tan mantık dersleri almış
ardından Ebubekir b. Saraç’tan gramer öğrenmiştir.
Aristoteles üzerine yazılmış ulaşılabilir bütün eserleri
okuyan Farabi böylece fikirlerinin temellerini de atmıştır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
11
Farabi( 870-950)
 Fakat fikirlerini asıl inşa ettiği yer Harran’dır.
Burada Sabiî felsefesi ve özellikle Sabit b.
Kurra’nın
yazıları
ile
ilgilenen
Farabi
Aristoteles’ten
ayrıldığı
hususları
iyice
belirginleştirmiştir.
Daha
sonra
Samani
hükümdarının talimatıyla Et-Talimü’s Sani adında
bir felsefe ansiklopedisi yazmıştır. Bu eserini
tamamladıktan sonra Farabi Bağdat’a gitmiştir.
Ancak Abbasi devletindeki karışıklıklardan
rahatsız olup Halep’e yerleşmiştir. Burada
hükümdar Seyfü’d Davle’nin himayesinde yaptığı
çalışmaları ile hayatını tamamlamıştır
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
12
Farabi( 870-950)





Fârâbî’nin siyasetten bahsettiği yerde, şu üç kavram yan yana gelir:
Toplum
Fazilet
Saadet
Siyaseti mutlak siyaset ve cahiliye siyaseti olmak üzere ikiye ayırır. Mutlak
siyasete «Fadıl siyaset‟ ismini de verir. Siyaset tabiatı gereği çeşitlidir.
Bundan dolayı, pek çok şeyin müşterek ismidir. Fadıl siyasetle, cahil siyaset
arasında müştereklik yoktur. Fârâbî, Fadıl ya da mutlak siyasetin tek, cahil
siyasetin ise çok olduğunu söyler.
 Fadıl siyaset, idarecinin faziletlere ulaşması için takip edeceği yoldur. Halk
da, bu siyaset şekli ile dünya ve ahirette faziletlere ulaşır. İdare edilenler,
faziletleri ruhlarına sindirirlerse, ahirette saadete ulaşmak için gerekli olan
faziletleri ruhlarına yerleştirecek duruma gelebilirler. Böylece onlar hayatın
lezzetlerinden istifade edecek şekilde iyi bir hayat yaşarlar. Bunun için
Fârâbî, saadetin ne olduğunu araştıran ilme «Medeni ilim (siyaset)‟‟ der
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
13
Farabi( 870-950)
Mükemmel Toplumlar ve Mükemmel Yönetici; Kusurlu
Toplumlar:
 Mükemmel toplumlar büyük, orta ve küçük olmak üzere üç
çeşittir. Büyük toplum; oturulabilir dünyanın bütününde bütün
milletlerin bir araya gelmesidir. Orta toplum; oturulabilir
dünyanın bir parçasında tek bir milletin bir araya gelmesidir.
Küçük toplum; herhangi bir milletin oturduğu topraklar üzerinde
tek bir şehir halkının bir araya gelmesidir.
 Bir köy halkının, mahalle halkının, bir sokakta oturanların,
nihayet bir ev halkının bir araya gelmesi (ki bu sonuncu, en küçük
bir birliktir) kusurlu, eksik bir toplumu meydana getirir. Mahalle
ve köyün her ikisi de şehir için vardır; ancak köyün şehirle ilişkisi,
bir hizmet ilişkisidir. Buna karşılık mahalle şehrin bir parçası
olarak onunla ilişki içindedir. Sokak mahallenin, ev sokağın bir
parçasıdır. Şehir, bir milletin yaşadığı topraklarının bir parçası,
millet üzerinde yaşanan
dünyanın
bütün toplumlarının bir
YRD. DOÇ. DR.
YÜKSEL NİZAMOĞLU
14
Farabi( 870-950)
Mükemmel Toplumlar ve Mükemmel Yönetici; Kusurlu
Toplumlar:
 En üstün iyilik ve en büyük mükemmelliğe ilkin
ancak şehirde ulaşılabilir, şehirden daha eksik
olan bir toplulukta ulaşılamaz.
 Bütün şehirleri kendileriyle mutluluğun elde
edildiği şeyler için, birbirlerine yardım ettikleri bir
millet, erdemli, mükemmel bir millettir. Aynı
şekilde erdemli, mükemmel evrensel devlet de
ancak, içinde bulundurduğu bütün milletler
mutluluğa erişmek için birbirlerine yardım
ettikleri zaman ortaya çıkar.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
15
Farabi( 870-950)
Mükemmel Toplumlar ve Mükemmel Yönetici; Kusurlu
Toplumlar:
 Erdemli, mükemmel şehir bütün organları canlı varlığın
hayatını tam kılmak ve onu bu durumda tutmak için
birbirleriyle yardımlaşan tam ve sağlıklı bir bedene
benzer. Bedendeki organ hiyerarşisinin sağlığı bedenin
sağlığıdır. Bu hiyerarşi içinde önemsiz görev yoktur.
 Faziletli toplum, vaz’edilen hiyerarşi içindeki tabii yerini
bilmesi ve buna göre etkinlik göstermesidir. Amaç,
nihai mutluluğu elde etmektir. Toplumsal hiyerarşinin
tepe noktasını işgal eden kişinin doğuştan sahip olduğu
on iki tabii özelliği kendisinde toplaması gerekir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
16
Farabi( 870-950)
Mükemmel Toplumlar ve Mükemmel Yönetici; Kusurlu
Toplumlar:
 Yöneticinin sahip olması gereken özellikler;
 Bedensel bütünlüğe ve sağlığa sahip olmak,
 Kendisine söylenen her şeyi iyi anlama ve idrak etme yeteneğine
sahip olma,
 Anladığı, gördüğü, duyduğu, idrak ettiği şeyi zihninde saklamak,
 Uyanık ve çok zeki olmalı, bir şeyle ilgili en ufak bir delil gördüğünde
bu delilin işaret ettiği yönde o şeyi kavramalıdır,
 Zihninde bulunan bir şeyi tam bir açıklıkla ifade edebilmesini
sağlayacak güzel konuşma kabiliyetine sahip olmak,
 Bilgi edinmeyi, öğrenmeyi sevmeli, ona kendini vermeli, bu hususta
kararlı olmalıdır,
 Tabiatı gereği doğruluğu ve doğru insanları sevmeli, yalandan ve
yalancıdan nefret etmelidir,
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
17
Farabi( 870-950)
Mükemmel Toplumlar ve Mükemmel Yönetici; Kusurlu
Toplumlar:
 Yemek, içmek ve zevklerinin peşinde koşmayan, onları
arzulamayan biri olmalı, kumardan kaçınmalı,
 Yüksek ruhlu olmalı, şerefi ve ululuğu sevmeli, çirkin
ve aşağılık şeylerden nefret etmelidir,

Gümüş ve altın ve benzeri cinsten dünyevi amaçlı
şeyler onun nazarında değersiz olmalıdır,

Tabiatı gereği adaletli ve adil kişileri sevmeli, baskı
ve zulümden ve bunları yapandan nefret etmeli, insaf
sahibi olmalıdır,
 Yapılması gerekli şeyler konusunda kararlı ve azimli
olmalıdır. Korku ve zaaf göstermemelidir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
18
Farabi( 870-950)
Mükemmel Toplumlar ve Mükemmel Yönetici; Kusurlu
Toplumlar:
 Bütün bu özelliklerin tek bir insanda bir araya gelmesi zordur.
Bundan dolayı bu tabii yaratılıştaki insanlara her çağda ancak bir
defa tesadüf edilir. Eğer erdemli şehirde böyle bir insan bulunur ve o
insan büyüdükten sonra yukarıda zikredilen şartlardan altısını yerine
getirirse yönetici bu insan olacaktır.
 Herhangi bir zamanda böyle bir insana rastlanmazsa, ancak daha
önce bu şehirde birbirini aralıksız takip eden bu türden bir
yöneticiler kuşağı mevcut olmuşsa, bu insanların koydukları
kanunlar, kurallar ve adetler benimsenir ve muhafaza edilir. Bununla
beraber bu şartları ikame edecek filozof yönetimde bulunur.
 Ancak herhangi bir zamanda eğer felsefe, yönetimin bir parçası
olmaktan çıkarsa, bütün diğer şartlar bu yönetimde mevcut olsa
bile, erdemli şehir hükümdarsız kalmış olacak, şehrin yönetimi ile
meşgul olan kişi hükümdar olmayacak, şehrin halkı helak olma
tehlikesiyle baş başa kalacaktır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
19
Farabi( 870-950)
Mükemmel Toplumlar ve Mükemmel Yönetici; Kusurlu
Toplumlar:
 Câhil Şehir:
 Halkı mutluluğu bilmeyen, mutluluktan habersiz olan
şehirdir. Onlar mutluluk konusunda aydınlatılsalar bile onu
ne anlayacaklar, ne de inanacaklardır. Onların bildiği tek iyi
şey, görünüşte iyi oldukları zannedilen bazı şeylerdir ki
bunlar beden sağlığı, zenginlik, şehevi zevkler, insanın kendi
arzularının peşinden koşma serbestliği, saygı ve itibar
görme gibi hayatta gaye oldukları düşünülen şeylerdir. Cahil
şehrin halkına göre bunların her biri bir mutluluk çeşididir
ve en büyük, en tam mutluluk da onların hepsinin
toplamıdır. Onların zıddı olan şeyler yani hastalık, yoksulluk,
zevklerden mahrum olma, arzularının peşinden koşmada
serbest olmama, saygı ve itibar görmeme de kötülüklerdir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
20
Farabi( 870-950)
Mükemmel Toplumlar ve Mükemmel Yönetici; Kusurlu
Toplumlar:
 Bozuk (Fâsık) Şehir:
 Fikirleri erdemli şehrin fikirlerinin aynı olan şehirdir. O,
mutluluğu, aziz ve yüce Allah’ı, ikinci dereceden kutsal
varlıkları erdemli şehrin halkı tarafından bilinmesi ve
inanılması mümkün olan her şeyi bilir. Ancak bu şehrin
insanlarının fiilleri, câhil şehrin insanlarının fiillerinin
aynıdır. Bildiklerini ve inandıklarını uygulamazlar.
 Karakteri Değişmiş Şehir:
 Fikirleri ve fiilleri eskiden erdemli şehrin fikirler ve
fiilleri aynı olan, ancak artık fikir ve fiilleri değişmiş
bulunan ve yerini farklı fikirlere ve fiillere bırakmış olan
şehirdir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
21
Farabi( 870-950)
Mükemmel Toplumlar ve Mükemmel Yönetici; Kusurlu
Toplumlar:
 Doğru Yolu Bulamamış, Yanlış Görüş İçinde Olan
Şehir:

Bu dünyadaki hayattan sonraki mutluluğu
amaçlayan, ancak aziz ve yüce Allah, ikinci
dereceden yüce varlıklar, gerçek mutluluğun
sembolleri ve tasavvurları olarak ele alınsalar bile,
yanlış ve yararsız görüşlere sahip şehirdir. Bu
şehrin asli yöneticisi, gerçekte olmadığı halde,
kendisine vahiy indiğini iddia eden bir adamdır.
Bu konuda sürekli yalan söyler ve halkını kandırır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
22
Farabi( 870-950)
Füsul’ul Medeni

Toplum yönetimi ev yönetimi gibidir. Bir ev yönetiminin nasıl
birbirleriyle bağlantılı unsurları var ise, toplum yönetiminin de
birbirleriyle bağlantılı unsurları vardır. Ev yönetiminin unsurları ne
kadar doğal ise toplum yönetiminin hiyerarşik unsurları da o derece
doğal olmalıdır.
 Bu doğallık tıpkı insan bedeninin kısımları gibidir. İnsan vücudunun
bazısı daha üstün, bazısı daha aşağı, birbirine bitişik ve derecelere
ayrılmış, her birisi belirli bir eylem yapan, bütün eylemleri, insan
bedenindeki amacın tamamlanması için, karşılıklı yardımlaşmada
birleşen belirli sayıda çeşitli kısımlardan meydana geldiği gibi, şehir ve
evin her birisi de, bazısı daha aşağı, bazısı daha üstün, birbirine bitişik
ve farklı derecelere sahip, her birisi bağımsız olarak belirli bir eylemi
yapan, eylemleri, şehrin veya evin amacının tamamlanması için
karşılıklı yardımlaşmada birleşen belirli sayıda farklı kısımlardan
meydana gelir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
23
Farabi( 870-950)
Füsul’ul Medeni
 Faziletli şehirlerde gerçek sultanlar vardır.
Gerçek sultan; kendisiyle şehirleri idare ettiği
sanatındaki amacı ve maksadı, bizzat
kendisine ve diğer şehir halkına gerçek
mutluluğu vermektir. Sultanlığın amacı, şehir
yönetimi ile kazanılan büyüklük, şeref,
hükmetme, emir ve yasaklarının yerine
getirilmesi, itaat edilme, önem verilme ve
övülme değildir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
24
Farabi( 870-950)
Füsul’ul Medeni
 Faziletli şehirlerde toplumsal katmanlar ve idari hiyerarşi
vardır. Faziletli şehirlerde bu katmanları ve hiyerarşiyi
birbirine bağlayan sevgidir.
 Adalet, her şeyden önce, şehir halkının ortak olduğu iyi
şeylerin, onların hepsinin arasında paylaştırılmasında ve
sonra da onlara arasında bölüştürülen bu şeylerin
korunmasıyla olur.
 Bu iyi şeyler güven, servet, şeref, rütbe ve şehir halkının
ortak olması mümkün olan diğer şeylerdir. Çünkü şehir
halkından her birisinin hak ettiğine eşit bir ölçüde, bu iyi
şeylerden birer payı vardır. O halde onun, ondan az veya
çok olması adaletsizliktir. Adalet, daha önce paylaştırılmış
olan iyi şeylerin, şehir halkı için korunmuş olarak bâki
kalmasını sağlayan şeydir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
25
Farabi( 870-950)
Füsul’ul Medeni
 Faziletli yönetim; onunla hükümdarın ondan
başkasıyla elde edebilmesi mümkün olmayan
bir tür fazileti, yani insan tarafından elde
edilebilecek en yüksek fazileti elde edeceği
yönetimdir. Yönetilenler dünyevi hayatlarında ve
ahiret hayatında, ondan başkasıyla elde
edilebilmesi mümkün olmayan faziletleri onunla
elde ederler. Faziletli yönetimin zıddı cahil
yönetim, salt reisinin cahil olması ile meydana
gelmez. Yönetilenlerin de cehalet içinde
bulunması ile oluşur
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
26
Bakıllani (ö. 1013)
 Bağdat’ta doğan Bakıllani, Maliki mezhebine mensup
olup kadılık görevinde de bulunmuştur.
 Yazdığı eserde Şia, Haricilik ve Mutezile’nin
görüşlerini çürütmüştür.
 Bu dönemde Hariciler bağımsız imamlıklar kurarak
birliği bozmuşlardı. Mutezile Kuzey Afrika’da İbadiler
devletini kurmaya çalışmış, Büveyhoğullları ve
Fatımiler gibi Şii devletler de Abbasi hilafetinin
otoritesini sarsmışlardı.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
27
Bağdadi (ö. 1037)
 Eş’ari ekolünden olup Nişabur’da yaşamıştır.
 Usulüd Din adlı eserinde Haricilik, Şia ve
Mutezilenin hilafetle ilgili görüşlerini çürütmeyi
amaçlamıştır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
28
Maverdi (974-1058)
 Tam adı Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habîb elBasrî el-Mâverdî olan âlim 364’te (974) Basra’da
doğdu. Babası gül suyu (mâ’ü’l-verd) işiyle uğraştığı
için Mâverdî lakabıyla tanındı.
 Halife Kâim-Biemrillâh tarafından 1031-1032, 1037 ve
1043-1044 yıllarında Büveyhî emîrleri Ebû Kâlîcâr,
Celâlüddevle ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e halifeye biat
edilmesi, hutbelerde isminin okunması, hilâfete ait cizye
gelirlerine dokunulmaması, kendilerine şeref pâyeleri
verilmesi, aralarındaki çatışmaları durdurmaları gibi
muhtelif konularda diplomatik görevlerle gönderildi,
emîrlerin ikram ve ihsanına mazhar oldu.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
29
Maverdi (974-1058)
 Kadılık maaşı yanında elde ettiği bu tür gelirler sayesinde refah
içinde yaşadı. Elçilikleri sırasında meliklere doğru bildiği
hususlarda yapıcı eleştiriler yöneltmekten çekinmedi. Mesela
1032’de Ebû Kâlîcâr’ın “sultân-ı a‘zam” ve “mâlikü’l-ümem”
unvanlarını almak istemesine, bunların hilâfet makamına lâyık
olduğu gerekçesiyle karşı çıktı.
 Halife, 429 Ramazanında (Haziran 1038) Celâlüddevle’ye
“şehinşah-ı a‘zam/melikü’l-mülûk” (şahlar şahı) ünvanını
verince halkın tepkisini çekti. Gelişmeler üzerine mesele
hakkında fetvâsı istenen âlimler arasında bulunan Mâverdî,
Celâlüddevle’ye yakınlığıyla tanınmasına rağmen bu duruma
karşı çıktı; dinî gayretten kaynaklanan bu tavrı sebebiyle
emîrin bile takdirlerini kazandı
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
30
Maverdi (974-1058)
 Ancak halifenin aynı yıl Mâverdî’yi İslâm tarihinde ilk defa olarak “akda’lkudât” (kadılar kadısı) ünvanıyla ödüllendirmesi ilginçtir. 437’de (1045)
Reîsürrüesâ İbnü’l-Müslime’nin vezirliğe getirilmesinden sonra diplomasi
sahnesinden çekilen Mâverdî, kendisini tamamen tedrîs ve telif
faaliyetlerine verdi. 30 Rebîülevvel 450 (27 Mayıs 1058) tarihinde
Bağdat’ta vefat eden âlimin cenazesi Bâbüharb semtindeki kabristana
defnedildi. Kaynaklarda vakar, hilim, hayâ, tevâzu, ihlâs, ferâset, analitik
zekâ gibi vasıflarla nitelenmiştir.
 el-Ahkâmü’s-sultâniyye. Muhtemelen 437-450 (1045-1058) yılları arasında
yazılan ve mukaddimesindeki ifadelerden İslâm kamu hukukuna dair ilk
müstakil çalışma olduğu izlenimi edinilen kitap, yazarın uygulamalara
tepkisini yansıtmakla birlikte, esasen teorik nitelikli bir ihyâ tasarısıdır.
Genelde anayasa, idare, maliye ve devletler hukuku kapsamına giren bazı
konuları ele alan eser ilki Maximilianus Enger edisyonu (Mawerdii
constitutiones politicae, Bonn 1853) olmak üzere defalarca yayınlanmış ve
çeşitli dillere çevrilmiştir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
31
Maverdi (974-1058)
 Bu kitabı Claude Cahen İslâm hukuk literatürünün “istisnaî bir
terkibi”, M. Henri Laoust “İslâm kamu hukukuna dair eserlerin
(...) mükemmel bir örneği” olarak nitelemektedir. Carra de
Vaux onu Kur’ân hukukunun bir çeşit felsefî nazariyesi şeklinde
vasıflandırmaktadır.
 Eserin sadece küçük bir bölümü siyaset teorisi ile ilgili olup
geri kalan kısmında kamu yönetiminin ve yönetim ilkelerinin
ayrıntılı açıklamalarına yer verilmiş, devletin esas teşkilat ve
idaresiyle ilgili fıkhî hükümler bir arada sunulmuştur. Fakat bu
küçük bölüm son derece önemlidir. Zira bu yönüyle eser İslâm
siyaset tarihinde kapsamlı bir devlet teorisi geliştirme
konusundaki ilk teşebbüs olup günümüze kadar İslâm devlet
anlayışının oluşumunda etkili olmuştur.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
32
Maverdi (974-1058)
 Eser yirmi bölümden meydana gelmektedir. Bunlar sırasıyla, İmamet
(devlet başkanlığı), vezirlik, valilik (el-imâre ale’l-bilâd), cihad
emirliği, iç meseleler (irtidad, bağy, yol kesme), kadılık, mezalim
mahkemeleri, nikâbe, namazlarda imamlık, hac emirliği, zekat, fey
ve ganimet, cizye ve harac, hükümleri değişik bölgeler, toprağın
ihyası ve suların çıkarılması, hima ve irfak, iktâ, divanlar, suçlar ve
hisbedir.
 Mâverdî, eserde her bölümü kendi bütünlüğü içerisinde ele alır ve
inceler. Ele aldığı bölümlerde halife, vezir, vali, kadı, gibi kamu
görevlilerinin nitelikleri, tayini, hak ve yetkileri üzerinde durur.
Meselâ kitabın en önemli bölümü olan imâmeti şu alt bölümler
halinde inceler: Halife tayininin lüzumu, halifede aranan şartlar,
halifenin belirlenmesi, halifeyi seçecek olanlar (ehlü’l-hal ve’l-akd)
ve seçim usulleri, veliaht usulüyle halife tayini, veliaht tayininde
aranan şartlar, halifenin hak ve vazifeleri.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
33
Maverdi (974-1058)
 Mâverdî, devletin varlık gayesini, imametin tanımını
yaparken oldukça net bir şekilde açıklamaktadır. Ona göre
imametin varlık gayesi, “dini korumak ve toplumu siyaset
etmek (idaresini üstlenmek, kamu yararı) tir.
 Mâverdî devleti esasları, toplumsal ve idarî dayanakları
bulunan ve siyasal lider tarafından yönetilen bir
mekanizma olarak algılamakta ve devleti; “ bir bölgede
yaşayan insanların toplum düzenini sağlamak amacıyla
bütün kamu sorumluluklarını yüklendikleri (imamet/
hilafet akdi ile) ve meşru güç kullanma tekeline sahip bir
melik/halifenin itaati altında birleşmeleri ile oluşan bir
birlik” olarak nitelemektedir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
34
Maverdi (974-1058)
 Toplumsal dirlik ve düzenin sırasıyla dinî, siyasî, hukukî,
adlî, güvenlik, iktisadî ve beşerî (psikolojik) olarak
nitelenebilecek altı temeli bulunduğunu belirten
Mâverdî, bunları yaşanan din (din-i mutteba’), güçlü
otorite (sultan-ı kahir), kapsamlı adalet (adl-i şamil),
genel güvenlik (emn-i âmm), maddî refah ve bolluk (hısbü dârr), geniş emel (emel-i fesih= iktisadî gelişme ve
kalkınma projesi) şeklinde sıralayarak her birini açıklar.
 Mâverdî’ye göre rejim (mülk) iki temel üzerinde istikrar
kazanır: Kuruluş ve yönetim. Rejimin kuruluşu da üç
alternatif temele dayanır: Din, kuvvet ve mal/servet.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
35
Maverdi (974-1058)
 Mâverdî istikrarlı bir hükümetin kurulmasının ardından gelen
yönetim sürecinde “ülkenin bayındırlığı”nın, “tebaanın mal ve can
güvenliği”nin, “ordunun idaresi”nin ve “kamu maliyesinin yönetimi”
nin, “yasaların adil bir şekilde uygulanması”nın önem taşıdığını
belirtir.
 Yönetimin belirtilen bu aslî fonksiyonlarını yerine getirirse,
toplumun saygısını, bağlılığını, samimi ilgi ve sevgisini kazanacağını
belirten Mâverdî, devletin belirtilen hak ve vecibelere riayet
etmediği takdirde bundan dolayı sorumlu tutulacağını ve (Allah
katında ve kamu vicdanında) yargılanacağını belirtir.
 Mâverdî, siyasal iktidarı, meşru yollar ile iktidara gelmesi ve hukuk
tarafından belirlenen görev alanında faaliyet göstermesi, halk
tarafından azledilebilme gibi hukukî kriterler ile sınırlamaktadır
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
36
Maverdi (974-1058)
 Mâverdî siyasî düşüncesini, Hulefâ-yi Râşidîn’in saadet asrının
özlemiyle adaleti tesis edecek müstakbel kurtarıcı beklentisi arasında
bocalayan siyasî bunalım döneminde ortaya koymuştur. Bu sebeple ilk
dört halifenin seçim yöntemlerini esas alan bir hilafet nazariyesi
geliştirerek İslâm devletinin birliğini ve bekasını korumaya çalışmıştır.
Mâverdî halifeyi en azından teoride iktidarın kendisine doğrudan Allah
tarafından değil, delegeler vasıtasıyla verildiği seçilmiş, bir takım hukukî
sorumluluklarla çevrili bir icraatçı olarak görmektedir.
 Mâverdî’ye göre siyasal iktidar, nebinin misyonuna bağlı bir liderliği
ifade etmekte, peygambere vekillik ve müslümanlara niyabet (naiplik)
anlamlarını içermektedir. Teorik olarak halifenin sahip olduğu konum
“nübüvvete halef” (hilafetu’n-nübuvve) olmaktır. Onun imama
yüklediği “hilafetü’nübüvve” misyonu dinin korunup yayılması ve İslâm
toplumunun yönetimini içermektedir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
37
Maverdi (974-1058)
 Carl Brockelmann ve Jean Sauvaget, Von Kremer
gibi Şarkiyatçılar, Mâverdî’nin günlük hayatın
gerçeklerinden kopuk, ideal ve hatta ütopik bir
ıslahat
tasarısı
ortaya
koyduğunu
ileri
sürmektedir.
 Mâverdî, devletin hukukî niteliğini adalet fikrine
bağlar. Güçlü devlet ilkesini savunan Mâverdî,
gücün doğurabileceği yanlışlıkları ortadan
kaldırmak için kapsamlı adalet “adlun şâmilun”
ilkesini getirmiştir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
38
İmam Gazali (1058-1111)
 1058’de Tûs’ta dünyaya gelen İmam Gazali, Nişabur’da
öğrenim görmüş ve sufiliğe intisap etmiş ve 1085’de
Selçuklu veziri Nizamülmülk’le çalışmaya başlamıştır. Bu
dönemde ilmi müşavirlik, başkadılık ve Nizamiye
medresesinde hocalık yapmıştır.
 Gazali’nin Bağdat’ta bulunduğu dönemde sultanlar
arasındaki rekabete dahil olduğu iddia edilmiştir. Gazali
daha sonra devlet görevinden ayrılarak Şam’a gitmiş,
Sultan’dan para almamaya ve saraylarına gitmemeye
karar vermiştir.
 Fakat hayatının son döneminde Nişabur’daki Nizamiye
medresesine müderris olmuş ve 1111’de vefat etmiştir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
39
İmam Gazali
 Gazali fıkıh, kelam ve ahlak konularında eserler vermiş
ve eserlerinde mistik yön öne çıkmıştır. Gazali’ye göre
bu dünya geleceğin tohumlarının atıldığı yerdir ve
siyasetin amacı da insanı ahirette mutlu olacak şekilde
hazırlamaktır.
 Sasanilerin yaklaşımı olan «din ile devlet ikizdir» sözü
Müslümanlar tarafından da alınmış ve İmam Gazali
tarafından «Eğer din esas ise, devlet de onun gardiyanı
ve koruyucusudur» şeklinde onaylanmıştır. Yani din,
hem insanın, hem de toplum hayatının temeli, devlet
(sultan) ise dinin koruyucusudur. Bu nedenle devlet
zayıflarsa temel de ortadan kalkar.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
40
İmam Gazali
 İmam Gazali’nin birinci önceliği; anarşiye götüren fitne ve fesadın
ortadan kaldırılmasıdır. Gazali, halife ile sultanın ilişkilerini
düzenlemeyi ve Batınilerce meydana getirilen iç tehdidi ortadan
kaldırmayı amaçlamıştır.
 Gazali kaleme aldığı Nasihatu’l-Mulûk, İhyâu Ulûmi’d-Din ve elİktisâd fi’l-İtikâd adlı eserlerde hilafetin meşruiyeti görüşünü temsil
etse de, Selçukluların İslâmiyet için yaptıkları hizmetin ve sahip
oldukları önemin farkında olduğundan, halife ile sultan arasında bir
uzlaşma arayışına girmiştir.
 Hilafeti meşru olarak görmekle birlikte, halifenin siyasî sahadaki
otoritesini, gerçek güç ve kudret sahibi birisine devredebileceğini
belirten Gazâlî’nin, güç ve kudret sahibinden kastı Selçuklu
Sultanı’nıdır. Gazâlî’nin teorisi, “Sultanların, kendi iktidarlarını
meşrulaştıran halifeleri atamalarını” ifade edecek kadar gerçekçidir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
41
İmam Gazali
 Ayrıca «sultan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Allah’ın
seçtiği kimse olması hasebiyle insanlar sultana itaat
etmelidir. Sultan adil olmalı, âlimlere, fazilet sahibi ve
tecrübeli kimselere önem vermeli, onların bilgilerinden
devlet işlerinde istifade etmelidir”.
 Gazali yöneticinin adil olması gerektiğini, etrafındaki
dalkavuklara yüz vermemesi gerektiğini belirtir.
 İran-Sasani dönemlerinden örnek verir ve hadislere dayanarak
yöneticinin halkın çobanı olduğunu belirterek imamın görev ve
sorumluluklarının ahlaki temellere dayandığını ifade eder.
İktidar Allah’ın herkese ihsan etmediği bir nimet olduğundan
bunun şükrü ancak adil ve tarafsız bir yönetimle mümkün
olabilir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
42
İmam Gazali
 İmamın başarısı ancak yetenekli ve değerli vezirlerle mümkün
olabilir. İmam istişareye önem vermeli, kendi başına karar
vermemelidir.
 Yöneticiler Allah’ın yeryüzündeki gölgesi yani, «Zıllullah»tır ve
bundan dolayı onlara karşı isyan caiz değildir.
 Gazali’ye göre, «zalim ve cahil bir idarecinin bile iktidardan
devrilmesi iç savaşla mümkün olacağından böyle bir hareketten
doğacak fitne zalim idareciden daha kötüdür. Bu nedenle askeri
güce sahip idareciye itaat edilmelidir. Asıl önemli olan iktidarda
kimin olduğu değil, sosyal düzeni kimin sağlayacağıdır. Fiili iktidar
sahipleri imama itaat ettikçe, hutbe ve sikkelerde onun adına izin
verdikçe diğer şartları taşımasa da meşrudurlar. Onun devrilmesinin
doğuracağı zarar orada kalmasından daha çoktur».
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
43
İmam Gazali
 Gazali devrinin gereği olarak imametle saltanatı tartışır ve İmamın
gerçek iktidar sahibi olan Sultanla işbirliği yapabileceğini belirtir.
 Gazali’ye göre Şeriatın icrası için saltanata ihtiyaç vardır. İmamsız hiçbir
hukuki tasarruf geçerli değildir. İmam olmazsa hiçbir hükmün geçerliliği
olmaz. İmamın vermediği yetkiyi kullanan bürokratların hiçbir yetkileri
de yoktur. İmamın yokluğu insanların bütün ilişkilerinin günah olması
için yeterli nedendir.
 Gazali’nin hilafet teorisinde yönetici kadro; halife, sultan ve ulema
arasında hassas bir denge vardır.
 Gazali’nin eserlerinde halkın iktidara karşı bir güvensizliği söz
konusudur. İmam güçlü ve otoriter olmalı, insanlar ondan korkmalıdır.
Çünkü günümüz insanı, utanmaz, terbiyesiz ve merhametsizdir. Eğer
Sultan zayıf olursa iç kargaşa çıkacak, din ve dünya zarar görecektir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
44
İmam Gazali
 Gazali’nin en büyük korkusu fitne ve kargaşadır.
 İran, Yunan ve Hint tarihlerinden örnek verse de asıl dayanağı ayet ve
hadislerdir.
 «Allah nasıl olmuş da Mecusilere dört bin yıl boyunca dünyanın
iktidarını vermiştir? diye sorulsa; çünkü onlar, adaletle yönetmişler,
asla zulüm yapmamışlardır».
 «İnsanların Yüce Allah’a en sevimlisi ve en yakın olanı, adaletli liderdir.
O’nun en çok buğz ettiği ve (dergâh-ı izzetinden) uzak tuttuğu kişi de
zalim liderdir (hadis)»
 Şunu biliniz ki, sizinle Allah (c.c) arasında olan şeylerin affedilmesi
mümkündür. İnsanlara zulüm olan işlere gelince, Allah (c.c) onun
hakkını kıyamete kadar sizden kaldırmaz. Bunun tehlikesi çok büyüktür.
Adaletli ve insaflı sultanlardan başkası bu büyük tehlikeden emin
olamaz. Adaletin ve insafın kıymeti o zaman bilinir.”
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
45
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye 1263 yılında Harran’da birçok hukukçu yetiştirmiş ünlü bir
Hanbelî ailenin ferdi olarak dünyaya geldi. Yaşadığı devir, İslâm dünyası
için batıdan gelen Haçlı Seferleri ve doğudan gelen Moğol istilası
nedeniyle çalkantılı ve sıkıntılı bir dönemdi. İbn Teymiyye’nin ailesi o
henüz çocukken Moğol saldırıları karşısında Harran’ı terk ederek Şam‟a
sığınmıştı.
 İbn Teymiyye gençliğinden itibaren Moğollara karşı savaşa bizzat
katılmış, Şam’ın savunulmasında aktif rol oynamıştır. Bir siyaset
teorisyeni olarak yaşadığı asrın çalkantıları ve pratik mücadele
deneyimi İbn Teymiyye’yi kendinden önceki siyasal kuramcılardan
belirgin biçimde ayırmış, pratik olarak savaşlara katılımı İbn
Teymiyye‟nin siyaset teorisinde gaza ve cihadın kendinden önceki
siyasî kuramcılara nazaran çok daha belirgin bir yer tutmasında etkili
olmuştur.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
46
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 Siyasetle ilgilenen hukukçular (fakih) arasında onun gibi pratik
mücadeleye katılıp savaş tecrübesi edinenlerin sayısı fazla değildir. İbn
Teymiyye‟nin çağdaşı olan fakihler Moğol işgali ilerledikçe başka
kentlere kaçıyorlar veya yeni hâkimler adına hutbe okutmakla
yetiniyorlardı.
 Ulemadan o çağda genel olarak beklenen siyasete karışmaması ve her
kim iktidardaysa onun egemenlik hakkını onaylamasaydı. Bu açıdan
bakıldığında İbn Teymiyye‟nin Moğollara karşı savaşı desteklemesi,
fikirlerini teorik ve pratik olarak geliştirmesine neden olmuştur. Ancak
İbn Teymiyye sadece “kâfir” olarak kabul ettiği Moğollara karşı
mücadele etmemiş, İslâm’ın özüne aykırı olarak kabul ettiği (bidat) bazı
günlük davranışlara örneğin kabir ziyaretlerine, kutsal kabul edilen taş
ve emanetlere, raks ve müzikli ibadetlere karşı da eleştirel bir tutum
takınmıştır. Sivri dili, radikal yaklaşımları ve düşüncelerini sakınmadan
açıklaması nedeniyle Memlûk Sultanları tarafından sık sık hapsedilen
İbn Teymiyye 1328 yılında
Şam
hapishanesinde
ölmüştür.
YRD. DOÇ.
DR. YÜKSEL
NİZAMOĞLU
47
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye, hem kendi dönemi hem de sonraki dönemlerde İslam
toplumlarını etkilemiş sembol bir isimdir. Vehhabiliğin kurucusu olarak
kabul edilen Muhammed b. Abdulvehhab, İbn Teymiyye’nin akaid, fıkıh,
bidat ve hurafelerle mücadele etme konusundaki ilkelerinden
etkilenmiştir.
 Ayrıca onun görüşleri, özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren Kuzey
Afrika’dan Hint Okyanusu’na kadar çeşitli İslam ülkelerinde ıslah, yenilik
ve tecdit hareketlerinin ilham kaynağı olmuştur.
 Bazı araştırmacılara göre de onun fikirleri, İslam toplumlarında yayılan
radikal akımları fikren beslemektedir.
 İbn Teymiyye es-Siyâsetü’ş-Şeriyye’de devlet ile halk veya yönetici ile
halk arasındaki ilişkinin İslam hukukuna dayanan prensiplerini ele
almaktadır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
48
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 el-Hisbe’de bireyin iktisadi faaliyetleri ile devletin müdahalesi
arasındaki ilişki ve bu ilişkide devletin yetkisi konularını işlemektedir. elHilafe’de ise hadis olarak kabul ettiği «nübüvvetten sonra hilafet otuz
senedir, ondan sonra saltanat başlayacaktır» (Ahmed b. Hanbel,1992: I,
116; Ebû Dâvûd, Hülefâ, 4) şeklindeki rivayeti esas alarak Hz.
Peygamber tarafından işaret edilen hilafetü’n-nübüvve’nin bütün
ümmetçe taklit edilmesi gerektiğini düşünmektedir.
 Minhac’da ise, Şia’nın kuramsal siyasetin olmazsa olmazı olarak kabul
ettiği «imamet» doktrinini eleştirir, kendi dönemine gelinceye kadar
oluşan Sünnî siyaset düşüncesi ekseninde, bir yandan kendi görüşlerini
ortaya koyar; diğer yandan İlhanlılarla birlikte siyaseten aktif olmaya
başlayan Şia’nın her türlü iddiasına cevap vermeye çalışır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
49
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye hükümdarı değil toplumu merkeze alır. İbn Teymiyye,
toplumsal bozulmanın tahttan başladığını iddia etmez, tersinden de
tahttın düzelmesiyle toplumun da düzeleceğine dair bir iddiada
bulunmaz. İbn Teymiyye için toplumsal bozulma, bizzat toplumun
kendisinin çürümesinden kaynaklanmaktadır. Her ne kadar bu
çürümede idarecilerin genel olarak sorumluluğu sıradan insanlara göre
daha fazlaysa da; çürümenin engellenmesi hükümdarın iyi niyetli
olmasıyla değil, ancak siyasal bir proje sonucu olabilir.
 İbn Teymiyye’nin reçetesi erdem ve adalet gibi kavramların aslî kaynağı
olduğunu savunduğu şeriatın kendisidir. Bu açıdan, siyaset teorisinin
başyapıtı olan eserinin adını Es-Siyasetü’ş Şeriyye olarak belirlemesi
onun siyaset anlayışını özetlemek bakımından oldukça belirgin bir
mesaj vermektedir. Siyasetnâme‟lerde özellikle de Abdülhamid El
Katib, Nizamü’lmülk gibi yüksek memurların kaleme aldıkları eserlerde
doğrudan şeriata bir gönderme bulunulmazken, İbn Teymiyye‟nin
eserinde şeriatın önemiYRD.özellikle
vurgulanmaktadır.
DOÇ. DR. YÜKSEL
NİZAMOĞLU
50
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye’nin Es-Siyasetü’ş Şeriyye’sinde ise İslâm öncesine ait
hiçbir örnek yer almaz, kullanılan kaynaklar Kuran, Hadis ve Sünnettir.
İbn Teymiyye Hadis aktarımlarında oldukça titizdir. Gazzalī’nin
Nasihat’ül Mülk’ünde kaynak göstermeden verdiği ve bazılarının
gerçekliği tartışmalı Hadis örneklerinin aksine, İbn Teymiyye‟de hadis
aktarımları oldukça sistemli ve kaynakları net olarak belirtilmiş şekilde
verilmektedir.
 Bu tavır o asırlarda bir eserin kanıtlara dayalı (sarih) olup olmadığı
hususunda önemli bir ölçüttü. Nitekim İbn Teymiyye, iddialarını sağlam
olduğu kabul edilen Hadislere dayandırmakla ve tartıştığı rakiplerini bu
yolla zor duruma sokmakla ünlenmişti. Düşmanları bile onun Hadis
bilgisinin genişliğini kabul etmekteydiler. İbn Teymiyye‟nin de İslâm
öncesi felsefe geleneğini tanıdığı, onun İbn Rüşd gibi filozoflara yönelik
eleştirilerinden anlaşılmaktadır. Ama kendisi şahsen İslâm dışı kabul
ettiği hiçbir unsuru eserlerinin dayanak noktası yapmamıştır. Bu tavrı
onu kendinden önce YRD.
yetişmiş
tümNİZAMOĞLU
İslâm düşünürlerinden ayıran 51en
DOÇ. DR. YÜKSEL
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 Eserlerinde ne Sultan-Halife yetki çatışmasına ne de Sultan-Halife
olacak kişilerin özellikleriyle ilgilenmez. Zaten onun çağında Halifeliğin
merkezi olan Bağdat Moğolların eline geçmiş ve artık Halifeler
tamamen sembolik hâle gelmiştir.
 İbn Teymiyye ise Sultan’ın iktidarı nasıl ele geçirdiği ve meşru kıldığı
konusuna eğilmemiştir. Bu olaylar sanki onun için tabiat yasaları gibidir
ve siyasal hayat boşluk tanımadığı için güçlü ve etkin olan siyasal
liderler bir şekilde yönetimi ele geçireceklerdir. İktidarın ele geçirilme
veya nakil şeklini teorize etmek bir bakıma gereksizdir. Buna rağmen
iktidarın meşruluğu tartışılabilir. İktidarı alan kişi meşruluğun
devamlılığı için adalet ve şeriat yolundan ayrılmamalıdır. Yani Sultan’ın
iktidarı hangi yolla ele geçirdiği –seçim, darbe, veraset vb- önemli
değildir. Önemli olan iktidarı aldıktan sonraki uygulamalarıdır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
52
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye de insanoğlunun toplumsal bir canlı olduğunu ve her
toplumun başında –en az- bir İmam (Sultan) olması gerektiğini kural
olarak kabul etmektedir. Hatta Peygamberden aktardığı bir hadiste yola
çıkan üç kişinin bile kendilerine bir önder seçmeleri gerektiğini belirtir
Ancak Sultanların sayısı, kökeni ve mezhebi konusuna eğilmemiştir.
Onun tercih ettiği terimle önder (İmam) yukarıda söz ettiğimiz üzere
belirgin ve merkezî bir figür değildir.
 İmam’dan beklenenler sıradan bir Müslüman’dan beklenenlerle aynıdır.
Her şeyden önce İmam “işinin ehli olmalıdır” tıpkı, müezzinlerin,
hafızların, posta memurlarının, derbentlerin, hazine memurlarının,
askerlerin” vb. olması gerektiği gibi olmalıdır. Bu bakımdan Sultan’ın
sahip olması gereken temel nitelik olan hak ve adalet, İbn Teymiyye için
zaten her Müslümandan beklenecek olan genel bir niteliktir. İbn
Teymiyye’ye göre kamu hizmeti Allah'a yapılan bir ibadettir; bu
nedenle idarecilerin belirlenmesinde dikkatli davranılmalıdır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
53
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye’ye göre idarenin sağlıklı işleyebilmesi için İmam (Sultan)
ile idarecileri arasında bir zıtlık olması gerekir. Örneğin ılımlı kişiliği ile
tanınan birinci Halife Ebubekir devrinde askerî idare sertliği ile tanınan
Halid b. Velid’in elindendir. Ancak Ebubekir yerine yine sert karakterli
Ömer b. Hattab geçtiğinde askerî idare ılımlılığıyla tanınan Ebu
Ubeyde’ye verilmiştir. Yönetimin bu şekilde bir dengeye oturtulması
şarttır. Aksi takdirde iki sert idareci fazla otoriter, iki ılımlı idareci de
gevşek bir yönetime neden olur.
 Ayrıca Sultan daima ulemaya danışmalı (müşavere), kararlarını bu
şekilde almalıdır.
 İbn Teymiyye’nin en fazla önem verdiği konulardan biri idarî tayinler
konusudur ki bunu, soyut olarak tartışılan adalet kavramının kristalize
olduğu bir alan olarak kabul eder. Hükümdar olan kişi hiçbir zaman
yeteneksiz ve tecrübesiz birini, yakını, akrabası, mezhepdaşı, kavimdaşı
vb olduğu için bir göreve tayin etmemelidir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
54
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 Ona göre herhangi bir göreve samimiyeti herkesçe bilinen dindar ama
beceriksiz bir kişi yerine, örnek bir Müslüman olmayan ancak işinin ehli
olan biri atanmalıdır. Özellikle askerî konularda bu husus daha önem
kazanır.
 “Kuvvetli günahkârın kuvveti Müslümanlara, günâhı kendinedir. Ama
zayıf salihin iyi hali kendine zayıflığı Müslümanlaradır.” İslam'dan sapma
olarak nitelendirdiği hiçbir davranışa müsamaha göstermemiş olan İbn
Teymiyye‟nin özellikle askeri alanda oldukça esnek olmasının nedeni
devrinin ortamı düşünüldüğünde daha iyi anlaşılır. Zira Moğol istilası
karşısında İslâm toplumunun, komutanların ve askerlerin inanç
düzeylerini sorgulayacak lüksü kalmamıştır.
 Herhangi bir görevin o işten anlamayan bir taraftara verilmesi, dini
kaygılarla kişilerin haksız mevkilere getirilmesi adalete ve doğal olarak
da şeriata aykırıdır. Böyle bir kimse dine iyilik yapmak isterken aslında
kötülük yapmış olmakta, dini korumak maksadı taşırken ona zarar
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
55
vermektedir.
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye bu tezini bir hadise dayandırarak kanıtlamaya
çalışmaktadır: “Kim daha ehil olanı varken başkasına verirse, Allah ve
Peygamberine hainlik etmiş olur”. Adalet kavramı cezaların (had)
uygulanmasında da önemlidir. Bu konuda İbn Teymiyye Hz.
Peygamber’in “kendi kızı (Fatıma) da hırsızlık yapsa ona da had cezası
uygulanırdı” sözünü aktarır.
 Her ne kadar İbn Teymiyye eserlerinde İslâm öncesi devlet
yönetimlerinden örneklere hiç başvurmasa da, adalet konusunda tıpkı
Gazali gibi evrensel bir bakış açısına sahip olduğu söylenebilir. Bu fikrini
“Allah kâfir de olsa âdil devlete yardım eder, mümin de olsa zâlim
devlete yardım etmez” hadisiyle savunmuştur.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
56
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 Cihad, İbn Teymiyye‟nin siyaset teorisinde en fazla üzerinde durduğu
konulardan biridir. Ona göre İslâm dininin iki temel direği vardır namaz
ve cihad.
 Haçlı Seferleriyle başlayan yeni dönemde cihad yeniden önemli hâle
gelmiştir. XIII. asır ortalarında Horasan'dan Mısır ve Anadolu ‟ya kadar
tüm İslâm toprakları Moğolların saldırısına uğramış; Semerkant,
Buhara, Tebriz, Bağdat gibi İslâm dünyasının en önemli şehirleri
Moğolların eline geçmişti. Tarihsel kayıtlara güvenilecek olursa
Moğollar, bu kentlerden bazılarını tamamen yok etmiştir. Moğollar,
Anadolu'daki Hıristiyan Krallıkları ve Haçlıları da Müslümanlara karşı
mücadele etmeleri konusunda teşvik etmişlerdir. İbn Teymiyye Moğol
istilasını kendi siyaset teorisinin şekillenmesinde kullanmıştır. Ona göre
Moğol istilasının en büyük nedeni Müslümanların gaflet halindeki
durumları ve birlik olmamalarıdır
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
57
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye‟ye göre Müslümanların zayıflığının temel nedenleri
arasında yer alan, adaletsizlik, ehil olmayanların üst mevkilere
getirilmesi gibi pratik bazı sorunlardan yukarıda bahsedildi. Ancak İbn
Teymiyye’ye göre, İslâm ümmetini çürüten asıl mesele şeriattan
uzaklaşılmasıydı. Terk edilen kanunların başında da şer’î cezalar (had)
gelmekteydi. İbn Teymiyye‟ye göre hırsızlık ve fuhuş yapanların, yol
kesenlerin, içki içenlerin, büyücülükle uğraşıp fal bakanların, rüşvet
yiyenlerin vb. cezalandırılması (had) yeterli ve caydırıcı biçimde
uygulanmamaktaydı.
 İdareciler birtakım para cezaları veya doğrudan suçlulardan aldıkları
rüşvetle suçluları serbest bırakmakta ve bu yolla toplumsal bozulmayı
teşvik etmekteydiler. Bu türden suçların affedilmemesi gerektiğini
savunmaktadır. İbn Teymiyye’ye göre ölüm cezası boynun kılıçla
vurulmasıyla gerçekleştirilir. Zira bu ona göre en acısız öldürme
yöntemidir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL İZAMOĞLU
58
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 Birçok Sünni kuramcı gibi İbn Teymiyye de Sultan‟a isyanı hoş
görmemiştir. Kural olarak “Allah yolundan ayrılmış” bir Sultan‟a karşı
isyan İbn Teymiyye için de meşrûdur. Ancak isyanların nasıl bir kaos
ortamı yarattığının farkında olan İbn Teymiyye, hiçbir yazısında bu
türden bir isyanı teşvik etmemiştir. “Zalim bir imamla kırk yıl, sultansız
bir geceden daha iyidir” hadisini bu nedenle aktarır.
 Birçok Sünni kuramcı gibi onun da “yanlış yoldaki yöneticilerin,
ulemanın telkini ve toplumun sabrıyla zaman içerisinde adalet yoluna
çekilmesi gerektiği” fikrini benimsediği görülmektedir.
 İbn Teymiyye kavramlara kendine özgü bir metotla yaklaşır. O, Hz.
Peygamber’den sonra, O’nun risalet dışındaki görevlerini yürüten
kişiler için halife ve emirü’l-müminin ifadelerini, çok istekli
görünmemesine rağmen, ilk dört halife ve Ömer b. Abdulaziz için
kullanmaktadır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL İZAMOĞLU
59
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye eserlerinde ulû’l-emri benzer tanımlarla sunar.
Buna göre ulû’l-emr; ilgili ayet gereği, Allah’ın kendilerine
itaati emrettiği kişilerdir. Bunlara itaat, Allah’a ve Resul’üne
itaate bağlı olarak gereklidir
 İbn Teymiyye, Allah’ın kendilerine itaati emrettiği ulû’l-emri iki
kategoride değerlendirir. Biri umera/yöneticiler, diğeri
ulemâ/alimlerdir. İbn Teymiyye’nin ulû’l-emr anlayışı, itaat
edilmesi emredilen herkestir. Buna göre o, valileri, şefleri,
bürokratları, etki ve yetki sahibi olan herkesi (ehlü’ş-şevke) bu
kapsama dahil eder. Onlar iyi olduğunda halk iyi, kötü
olduklarında halk da kötü olur. Onların her biri Allah’ın
kendilerine emrettiği şeye itaat, yasakladığı şeylerden uzak
durmak zorundadır. Ulû’l- emr, Allah’ın emrettiği her şeyi
emretmek, yasakladığı
her
şeyi İZAMOĞLU
de yasaklamak durumundadır.
YRD. DOÇ.
DR. YÜKSEL
60
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye eserlerinde ulû’l-emri benzer tanımlarla sunar.
Buna göre ulû’l-emr; ilgili ayet gereği, Allah’ın kendilerine
itaati emrettiği kişilerdir. Bunlara itaat, Allah’a ve Resul’üne
itaate bağlı olarak gereklidir
 İbn Teymiyye, Allah’ın kendilerine itaati emrettiği ulû’l-emri iki
kategoride değerlendirir. Biri umera/yöneticiler, diğeri
ulemâ/alimlerdir. İbn Teymiyye’nin ulû’l-emr anlayışı, itaat
edilmesi emredilen herkestir. Buna göre o, valileri, şefleri,
bürokratları, etki ve yetki sahibi olan herkesi (ehlü’ş-şevke) bu
kapsama dahil eder. Onlar iyi olduğunda halk iyi, kötü
olduklarında halk da kötü olur. Onların her biri Allah’ın
kendilerine emrettiği şeye itaat, yasakladığı şeylerden uzak
durmak zorundadır. Ulû’l- emr, Allah’ın emrettiği her şeyi
emretmek, yasakladığı
her
şeyi İZAMOĞLU
de yasaklamak durumundadır.
YRD. DOÇ.
DR. YÜKSEL
61
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 İbn Teymiyye eserlerinde ulû’l-emri benzer tanımlarla sunar.
Buna göre ulû’l-emr; ilgili ayet gereği, Allah’ın kendilerine
itaati emrettiği kişilerdir. Bunlara itaat, Allah’a ve Resul’üne
itaate bağlı olarak gereklidir
 İbn Teymiyye, Allah’ın kendilerine itaati emrettiği ulû’l-emri iki
kategoride değerlendirir. Biri umera/yöneticiler, diğeri
ulemâ/alimlerdir. İbn Teymiyye’nin ulû’l-emr anlayışı, itaat
edilmesi emredilen herkestir. Buna göre o, valileri, şefleri,
bürokratları, etki ve yetki sahibi olan herkesi (ehlü’ş-şevke) bu
kapsama dahil eder. Onlar iyi olduğunda halk iyi, kötü
olduklarında halk da kötü olur. Onların her biri Allah’ın
kendilerine emrettiği şeye itaat, yasakladığı şeylerden uzak
durmak zorundadır. Ulû’l- emr, Allah’ın emrettiği her şeyi
emretmek, yasakladığı
her
şeyi İZAMOĞLU
de yasaklamak durumundadır.
YRD. DOÇ.
DR. YÜKSEL
62
İbn-i Teymiye (1263-1328)
 Hanifi ŞAHİN, «İBN TEYMİYYE’NİN SİYASET ANLAYIŞI», JASS, Volume 6
Issue 3, s. 615-638.
 U. Töre SİVRİOĞLU, «İBN TEYMİYYE’NİN SİYASET, HUKUK ve İKTİSAT
TEORİSİ», Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi – Sayı:20 (2013)
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL İZAMOĞLU
63
İbn-i Haldun (1332-1406)
 İbn Haldun 1332 yılında Tunus’da doğmuştur. Kendisi Mukaddime’de
Hadramî nisbesini kullanmış; bununla birlikte Tunus’ta doğmuş
olması Tunîsî, hayatının büyük kısmını Kuzey Afrika’da geçirmesi
Mağribî nisbeleriyle anılmasına neden olmuştur.
 İbn Haldun, et-Tarif bi İbn Haldun adlı otobiyografik eserinin
başında soyu ile ilgili geniş bilgiye yer verir. Ailesinin kökeninin
İşbiliye’den geldiğini, milâdi 13. yy’ın az öncesinde de Tunus’a
geçtiğini bildirir. Atalarını saydıktan sonra nesebinin Hadramut’ta
Yemen Araplarından, Arap seçkinlerinden bilinen ve sahabeden olan
Vail bin Hucr’a dayandığını ifade eder.
 İbn Haldun öğreniminin başında Kur’an-ı ezberlemiş ve Kur’anî
ilimleri (kıraat, nahiv, siyer, hadis, fıkıh, fıkıh usulü, kelâm) almıştır.
Ayrıca mantık, felsefe ve matematik dersleri almıştır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
64
İbn-i Haldun
 Yaşadığı dönem itibariyle İslam düşüncesinin fıkıh, kelam, tasavvuf ve
felsefe gibi farklı disiplinlerinde önemli ölçüde yetkinliğe ulaşılmış ve
epistemolojik açıdan tüm bu sistemler birbirinden net bir biçimde
ayrılmıştır.
 Bu doğrultuda İbn Haldun tüm bu sistemlere eleştirel açıdan yaklaşmış,
kuramsal ve uygulama açısından eksikliklerini belirleyerek kendi
tarihselci toplum ve devlet kuramını ortaya koymuştur.
 İbn Haldun felsefede Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd ve Nasıreddin Tusi gibi
filozofların oluşturduğu Aristotelesçi gelenekten beslenmekle birlikte
bu geleneğe önemli eleştiriler getirmiştir.
 Uzun bir dönem Malikî Mezhebi Kadılığını yapmış olması da onun fıkıh
alanındaki yetkinliğini göstermektedir. Fakat o sadece bir kuramcı
değildir. Uzun yaşamı boyunca devletin çeşitli kademelerinde
yöneticilik görevinde bulunmuş ve gözlem ve deneyimleri onun
kuramını oluşturmada birincil
olmuştur
YRD. DOÇ. kaynak
DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
65
İbn-i Haldun
 İbn Haldun’un yaşadığı dönem ve kendisinin “Batı” olarak adlandırdığı
bölgede İslam dünyasında ağır bir çöküş ve yıkılış yaşanmıştır. İç
savaşlar, Endülüs’te İslam egemenliğinin yok oluşu, boş inanç ve
hurâfelerin yaygınlaşması ve sonunda her şeyi silip süpüren veba
salgını -ki bu salgın sonucunda İbn Haldun da ailesini ve hocalarının bir
çoğunu kaybetmiştir- İbn Haldun’a önemli ölçüde çöküş psikolojisi
içeren bir eser yazmasına neden olmuştur.
 İbn Haldun’un Doğu İslam dünyasındaki, özellikle Türk dünyasındaki
gelişmeler konusunda bilgisi sınırlı görünmektedir. Kendisi de bu
belirtmek gerektiğini duyumsayarak eserini yazmaktaki amacının ancak
Batı İslam dünyasında kurulan devletlerin tarihiyle sınırlı olduğunu
ifade eder. İbn Haldun’un “Batı” olarak isimlendirdiği bölge, gerçekten
o devirde harabeye dönmüş olan Bağdat, Basra ve Kûfe’den Kuzey
Afrika’ya geçerek Endülüs’e uzanan bölgedir
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
66
İbn-i Haldun
 İbn Haldun’u tarihçi kimliğiyle ortaya koyduğu 7 ciltlik abidevî eseri
“Kitâbü’l-İber ve Divânü’l-Mübtedâ ve’l-Haber fî Ahbâr-ı Mulûki’l-Arab
ve’l-Acem ve’l-Berber ve men Âsârahum Zevi’s- Sultâni’l-Ekber” üç
bölüme ayrılmaktadır.
 Esere ününü kazandıran bölüm (1. cilt) “Mukaddime” adını taşır ve
psikolojik, sosyal ve siyasi pek çok gözlemle yoğrulan bir tarih felsefesi
eşliğinde İbn Haldun’un devlet kuramını içerir. İkinci bölümde (2-5.
ciltler) İbn Haldun’un kendi zamanına kadar olan genel İslam tarihi
aktarılır. Son bölüm (6. ve 7. ciltler) ise kendisinin de ifade ettiği üzere
özel olarak kuzeybatı Afrika tarihini ele alır.
 İbn Haldun’a bir devlet kuramcısı kimliğini kazandıran özgünlüğü ise, bu
eserinin Mukaddime (Giriş) bölümünde ortaya koyduğu biçimiyle
tarihsel olgularla toplumsal yaşam biçimleri arasındaki ilişkiden yola
çıkarak devletin kaynağı, işlevi ve gelişimi üzerine kuramsal görüşleridir
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
67
İbn-i Haldun
 İbni Haldun bugünkü sosyolojik anlayışa uygun olarak toplum
ve devleti birbirinden ayrı varlıklar olarak ele alır. O’na
göre cemiyet, insanların birbirine muhtaç olması gibi, doğal
bir zorunluluktan doğduğu halde, devlet, ferdi diğer fertlerin
saldırı ve zulmünden korumak için kurulmuş bir kurumdur
 Bu durumda toplum düzenini sağlayan hükümlere ve
kanunlara ihtiyaç vardır. İnsan için kendi cinsinden bir
yasakçıya sahip olma ve ona uyma da bir zorunluluk olmuştur.
İbi Haldun’a göre; toplu halde yaşayan arı ve çekirgelerde
hükmetme ve emre uyma özelliği görülürse de, bu tamamen
bir içgüdünün eseridir. İnsanlardaki ise aklın ve onların siyasi
kabiliyetlerinin sonucudur.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
68
İbn-i Haldun
 İbni Haldun; “Mülk” kelimesi ile “Devlet” kelimesini
Mukaddime’de aynı manada kulanmış gibi görülmektedir.
Mülk kelimesi, hükümdarlık, hükümdarlık onuru, hükmetme,
yönetme, yürütme karşılıklarını taşımaktadır.
 İbni Haldun, devletin meydana gelişini bir bakıma idare
edenlerle idare edilenler farklılaşması olarak izah
etmektedir. Devletler, göçebe toplulukların zamanla gelişerek,
zenginleşerek yerleşik hayata yönelmeleri ve kendi başlarına
siyasi bir teşkilat kurmaları sonucu oluşur. “Asabiyye” bağı
kuvvetli, cesur ve savaşçı göçebe cemiyetlerin zengin ve
gevşemiş yerleşik cemiyetleri yenip, onların yerlerine
geçmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
69
İbn-i Haldun
 İbni Haldun’a göre devletin kurulması hükümdarın “Asabiyye”
bağı kuvvetli bir soyun desteğini de gerektirmektedir. Buna
karşın, her “Asabiyye” sahibi devlet kurarak hükümdar olamaz.
Cemiyeti kendisine boyun eğdiren, vergiler toplayan, kendini
saydıran ve sınırları koruyan hükümdar olabilir.
 İbni Haldun, yazılarında, “egemenlik” kavramına değinmekte,
egemenliği içten en üstün otorite, dışarıya karşı da bağımsızlığı
gerektirdiğini, devlet için zorunlu bir uygulama olduğunu
ortaya koymuştur. İbni Haldun; egemenliğin niteliği ile ilgili bu
düşünceleri modern devletin ayırıcı özelliği olarak
savunan Jean Bodin’den 300 yüzyıl önce savunmuştur.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
70
İbn-i Haldun
 bni Haldun’a göre devlet normal olarak birbiri ile rekabet halindeki
değişik kabilelerden birinin diğerine üstün gelmesi ve onları yönetimi
altına alması ile başlar. Başlangıçta bu üstünülk yönetici durumuna
geçen kabiledeki asabiyye bağının diğer kabilelerden çok daha kuvvetli
olmasından ileri gelir. Bu yüzden devlet ilk kuruluş döneminde yabancı
bir kuvvet olup, halkı sırf kuvvet ve baskı üstünlüğüne dayanarak idare
eder.
 İbni Haldun’a göre, devlet başkanlığı bir soyda karar kılıp, hükümdarlık
düzeni içinde birinden diğerine geçmeye başlayınca insanlar devletin
kuruluş safhasını unutur ve onu benimsemeye başlar. Bundan sonra
hükümdarlık; o soydan gelenlerin tabii bir hakkı ve onlara boyun
eğmenin dini bir görev ve inanç olduğu fikri yerleşir. Toplumda bu inanç
yerleştikten sonra,insanlar inançları için savaştıkları gibi devletin ve
yöneticilerinin düşmanları için de savaşırlar.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
71
İbn-i Haldun
 bni Haldun; devletin kuruluşunda, psikolojik bir etkenin de rolüne
işaret eder. İnsan çoğu kere yenilgisinin kuvvet noksanlığı gibi tabii bir
sebebe dayandığını kabul etmez. Yenenin üstün niteliklere sahip
olduğuna yorumlar. Bundan sonra kişi bütün iş ve hareketlerinde
kendisini yeneni örnek alır. Onu kendine model alır. Veya kendisine
üstün gelen kimsenin “Asabiyyet”ten ve kuvvetten önce mezhep ve
mesleğinden ileri geldiği sonucuna varır.
 Yenilgiye uğrayan kabile kendisini yenen soyun giyim ve kuşamlarını
olduğu kadar din, mezhep, örf ve adetlerini de benimser ve ona
benzemeye çalışır. İbni Haldun’un toplumu bu tür analiz yöntemi
günümüzdeki; sosyal psikoloji ve hukuk sosyolojisi yöntemlerine
tamamen uygundur. De Facto (fiili) yönetimden De Jure (Hukukimeşru) yönetmeye geçiş olgusunu 19. yy.ın sosyologları bile bu kadar
açık bir şekilde ifade edememişlerdir, dersek İbni Haldun’u abartmış
sayılmayız.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
72
İbn-i Haldun
 İbni Haldun; devletin iki temel üzerinde kurulduğunu, bunların
“Asabiye” ve ekonomi olduğunu vurgulamaktadır. Bu iki kurucu unsur
devleti yalnızca kurmakla kalmaz, devleti hayatı boyunca etkileyen ve
ondan etkilenen güçleri oluşturmaktadır.
 İbni Haldun’a göre; egemen olan siyasi iktidara da sahiptir. Ancak belirli
bir siyasi iktidara sahip olmak egemenlik kurmak için hükümdarlık
etmek yeterli değildir. İktidar; egemenliğin zorunlu koşuludur, fakat
yeterli koşulu değildir. Belirli bir iktidara sahip olduğu halde
hükümdarlık
düzeyine
erişememiş
örgütlenmelere
tarihte
rastlanılmaktadır.
 İbni Haldun devletin egemenliği ile ilgili açıklamalarını değişik
boyutlarda değerlendirmektedir. Örneğin; egemenlik sahibi mülk ile
yalnızca sınırlı bir coğrafi bölgedeki belirli bir grup üzerindeki siyasi
iktidar ilişkisini karşılaştırarak; “gerçek mülk” ile “sınırlı mülk” ya da
(nakıs mülk) ayrımı ile ifade
etmektedir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
73
İbn-i Haldun-Siyaset Çeşitleri
 Akli Siyaset: Akli siyaset, insanların akılları ile bulunup
koydukları kanunların devleti yönetme türüdür. Bilgiye ve akla
dayanan bir yönetme söz konusudur. Kamu yararına çalışır.
İslami devletler, akıl dışı ilahi emirlerle yönetildiklerinden özel
bir durum gösterirler, bu tip bir yönetim şeklinin dışında
kalırlar. Şeriat hükümleri genel ve özel bütün menfaatleri
gözetmiş ve devlet idaresi için gerekli bütün kaideleri
koymuştur. Akli siyasetin bir başka çeşidi ise,devlet idaresi
cebir ve şiddete dayandığıdır. Kamu yararı hükümdar yararına
çıkarılan kanunlara tabidir. İbni Haldunikinci tip siyaseti, akli
siyasetin kötü bir örneği olduğu halde birçok devletler
tarafından kullanıldığını ifade etmektedir
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
74
İbn-i Haldun-Siyaset Çeşitleri
 Medeni Siyaset: İbni Haldun’a göre, bu tip bir siyaset filozofların
bahsettikleri ideal siyasettir. Gerçekle ilgisi yok gibidir. Medeni
siyasetin esası, insanların idare olmaksızın barış ve huzur içinde
yaşamalarını hedef alır. Bu durum için her ferdin fazilet ve bilgi
sahibi olması gerekir. Gerçekleşmesi uzak bir olasılıktır. Düşünür,
filozofların bu gerçeği açıkca kabul ettiklerini ifade eder.
 Dini Siyaset:Burada ise, Allah’ın elçisinin haber verdiği şer’i
kanunlar dairesinde devletin idare edilmesidir. Dini kurallar insanın
dünyevi ve dini davranışlarını düzenlediği kadar devlet hayatında
tutulması gereken yolu da gösterir. İbni Haldun, İslam hükümdarları
devleti yönetirken, önce şeriat hüküm ve kaidelerine, sonra
filozofların ortaya koydukları etik prensiplere uymaya çalıştıklarını
yazıyor.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
75
İbn-i Haldun
 Devletin faydası, toplumun her sınıfına şefkatle muamele
etmesindedir. Devletin kurulması insanların her türlü saldırıdan
uzak, barış içinde yaşamaları amacına yöneliktir. Düşünürün kendi
deyişi ile “hükümdarlık ve saltanat uyruğa hasıl olan izafi bir vasıf
olup devlet ile sultan ile uyruk arasında manevi bir bağ olduğundan,
uyruk hükümdara, hükümdar uyruğa nisbet edilir.”
 Yani, devletin ve hükümdarın varlık sebebi halkın yararına oluşudur.
Bundan dolayı hükümdar toplumunu koruma, onun menfaatlerini
gözetme, geçimini sağlama ve her sınıfına iyi muamele etmek
zorundadır. Düşünüre göre hükümdar demek, toplumu olan ve
toplumuna hükmü geçen kişi demektir. Bu ilişki yöneten ile
yönetilen arasında dostane ilişkiler gerektirdiğinden, halka
zulmetmek ve siyasi kudreti kötüye kullanmak bizzat devlet
kurumunu sona erdirebilir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
76
İbn-i Haldun
 İbni Haldun, devletin vakti gelmeden sona ermemesi için iktisadi
faaliyetlerden uzak kalmasını, hükümdarın ticari ve iktisadi
faaliyetlerin cazibesine fazla kapılmamasını, toplumunun refahını
düşünmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Sonuç olarak İbni Haldun
devletin ve bilhassa hükümdarın ana vazifesini asabiyyet denen birlik
kudretini daima diri tutması gerektiği yönündedir.
 İbni Haldun, devleti statik (durgun) olarak değil dinamik değişme
halinde değerlendiriyor. Kuruluş, gelişme ve yıkılma safhalarını inceden
inceye gözleyerek sebeplerini araştırıyor.
 O’na göre, devlet bir kere kurulup, hakimiyetini sağlam temellere
oturttuktan sonra, yani kendini meşrulaştırmayı başardıktan sonra
gittikçe kuvvetini ve kudretini geliştirir. Devletin fonksiyonları değişik
sahalara kadar yayılır. Böylece güven ve refah artar. Bu durum bir
taraftan toplumda bilim, sanat, gibi kültürel kıymetlerin yerleşip
gelişmesini sağlarken, öte
yandan bu rahat yaşam koşulları toplumun
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
77
bir kesiminin yozlaşmasına da neden olabilir.
İbn-i Haldun
 İbni Haldun, devletlerin yozlaşıp gerilemesinde ve çökmesinde
hükümdar ailelerinin rol oynadığını belirtiyor.
 Devleti kurucu kuşak ve onu izleyen kuşak; şeref, asalet gibi
değerlerin bilgisine sahiptir. Babanın kazandığı şeref ve asaleti
korumağa ve yaşatmaya çalışır. Üçüncü kuşak, kazanılmış olan şan,
şeref ve asaleti atalarını taklit yoluyla sürdürmeğe çalışır. Sonraki
yerleşik hayatın verdiği, zenginlikten uyuştuğundan, devleti başka
ikinci eller yönetmeye başlar. Dördüncü kuşak ise, atalarının bütün
çabalarını küçümser, asaletin kan yoluyla geçtiğine inanarak
kendisini herkesten üstün tutar. Halkın devlete itaatini yanlış
yorumlayıp onları hor görmeye başlayınca da halk ayaklanır,
neticede ya o soydan birini hükümdar yapar, ya da sevilip sayılan
başka bir soyun başa geçmesine çalışır. Yani İbni Haldun’a
göre;devlet kurucu, sürdürücü, taklitçi ve yıkıcı olmak üzere dört
78
kuşaktan sonra yıkılır. YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
İbn-i Haldun
 Devletin ömrünü uzatan en önemli sebeplerden biri de uzun süre başta
bulunan hükümdar soyuna ve yerleşmiş düzene karşı halkta yönetilme
alışkanlığının yerleşmesidir.
 İbni Haldun’a göre devletlerin diğer çöküş nedenleri şunlar
olabilir:Yerleşik yaşam zamanla hükümdar ailesinde israf ve kötü
yönetim alışkanlıkları oluşturur. Hükümdar halktan uzaklaşmaya işlerini
aracılar vasıtasıyla gördürmeye başlar. Kötü yönetim ve israf, iltimas
sonucu ülkenin iktisadi dengesi bozulur. Masraflarını karşılamıyan
devlet yeni ağır vergiler koymaya, asker sayısını azaltarak tasarruf da
bulunmak gibi yanlış tedbirler almaya başlar. Bu durumda toplum
fakirleşir ve hükümdara olan güven sarsılır. Devletin bu gerileyişi
yönetim mekanizmasını ele geçiren kişilerde iktidar hırsı ve
çatışmalarını körükler. Sarsılmış, zayıflamış merkezi otoritenin sınır
illerini koruyamaması, oralara asker gönderememesi üstüne
bölgelerdeki valiler ve beyler kendibağımsızlıklarını ilan ederler.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
79
Böylece yıpranan devlet ya parçalanma ya da bölünme sonucu yıkılır
İbn-i Haldun
 İbni Haldun; devlet hayatını canlı bir organizmanın yaşantısına
benzetmektedir. İbni Haldun’a göre, devlet, doğan, büyüyen ve ölen
bir organizma kimliğindedir. Canlı varlıklar için zorunlu olan bu yasa
dışında bir yasa yoktur.
 İbni Haldun, ferdi organizmanın yaşama safhaları olarak kabul ettiği
safhaları devlet için de düşünmektedir. Örneğin; İbni Haldun;
zamanındaki doktor ve müneccimlerin normal insan hayatının 120 yıl
olduğunu iddia etmeleri üstüne, devletin de normal yaşam süresinin
120 yılı aşamıyacağını düşünür. İnsan ömrünü her biri 40 yaş olmak
üzere 3 döneme ayırır. Bu dönemler “tezayyüt yaşı” (gelişme), “vakuf
yaşı”, ve “rücu yaşı”dır. İbni Haldun; insan yaşamı ile devlet yaşamı
arasında bazı benzetmeler yaptıktan sonra sonunda devleti üç döneme
ayırır.
Bunlar: 1) Kuruluş dönemi, 2) Yükselme Dönemi, 3) Gerileme ve
Çöküş Dönemi.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
80
İbn-i Haldun
• 1) KURULUŞ DÖNEMİ: Toplumun kuruluş dönemini
kapsamaktadır.
 Kuruluş döneminde, muhalefet edenler sindirilir ve yenilgiye
uğratılır. Bu devre amaca ulaşmak için; karşı koyanları boğma,
devlet ve tahta sahip olma ve önce hükümet sürmüş olanların
elinden devleti çekerek alma dönemidir. Bu dönemde, devlet
örgütlenmesinin bütün şartları tam anlamı ile yerine
getirilemez. Bu dönemde sosyal dayanışma aynı kandan gelme
gibi, bir maddi olguya dayanmaktadır. Daha sonraları bu kabile
diğer aşiretlerden katılmalar sonucunda, kandaşlık özelliğini
yitirmektedir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
81
İbn-i Haldun
• 2) YÜKSELİŞ DÖNEMİ:
 Yerleşik toplumu işgal ederek kuruluş dönemine başlayan göçebe
toplumun bu dönemi uzun süre devam etmemektedir. Göçebe toplum
hazeriliğin yani yerleşik hayatın koşularına göre değişikliğe
uğramaktadır. Yükseliş dönemi, yıkılışa değin bu dönemdedir. İbni
Haldun’a göre bu dönemde toplumu, “istibdat” ve “ferağ” olmak üzere
iki tavır karakterize etmektedir.
 İstibdat dönemi iktidarın tamamı ile bireyselleştiği devredir. İbni
Haldun, etnolojik terminoloji bakımından bu devreye “Medine”
sözcüğünü kullanmıştır. Medine sözcüğü Arapçada “Site” karşılığındadır.
Bu devrede toprağa yerleşme söz konusudur. Toplum göçebelik
karakterini tamamen yitirmiş yerleşik bir kimlik kazanmıştır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
82
İbn-i Haldun
• 2) YÜKSELİŞ DÖNEMİ:
 Baskı devresi her şeyden önce, hükümdarın kavmini baskı altına alarak
devleti kendi başına idare etmeye başladığı dönemdir. Bu dönemde bile
eski asabiyyet tamamı ile çözülmez. Baskı yönetiminin kuruluşuna rağmen,
hükümdarın kandaşları hala bir güç olarak mevcut bulunurlar.
 Burada İbni Haldun’un sözünü ettiği baskı (istibdat) dönemi özel bir dikta
hali olarak anlaşılmamalıdır. Devletin devlet olması için gerekli olan
yönetimin gereğidir. Yani devlet ve hükümdarlık politikası mahiyeti icabı
devleti idare eden hükümdarın şiddet kullanmasını icap ettirmektedir.
 Yükseliş döneminin ikinci aşaması olan ferağ tavrı, taklit yolunun sosyal
yaşantıyı tümüyle etkisi altına aldığı devreyi ifade eder. yani Bedevilik,
Hazeriliğe dönüşmekte başka bir deyimle göçebe toplum, geleneksel
kimliğinden tamamı ile sıyrılarak kendini taklit yoluyla işgal ettiği uygar
toplumun yaşantısına uydurmaktadır.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
83
İbn-i Haldun
• 2) YÜKSELİŞ DÖNEMİ:
• Hükümdarın mutlak iktidarının yerleşmiş bulunduğu bu döneminde,
artık iktidarı pekiştirmekten çok iktidarın nimetlerinden faydalanmak
sözkonusuur. Rahatlık çağı başlamıştır. Rahatlık gösterişe, şatafata
dönük bir rahatlıktır. Hükümdarlar bu devrede para ve servet
toplayarak büyük binalar, köşkler, kaleler, büyük şehirler ve heybetli
heykeller inşa ederler. Kavimlerinin ileri gelenlerinden huzuruna gelen
heyetlere bağışlarda, ihsanlarda bulunurlar. Maiyetinde bulunanların
sayılarını çoğaltır, onlara para verir, derece ve rütbelerini yükseltirler.
Sonuçta; devleti kuran asabiyye çözülür. Devlet yönetiminde yeni
bir “seçkin zümre” oluşur. Hükümdarın gücü doruğuna ulaşır.
Çevresidekilerin şeref ve kuvvetleri artar. Bunlar para ve servet
toplarlar.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
84
İbn-i Haldun
• 3) GERİLEME VE ÇÖKÜŞ DÖNEMİ:
 İbni Haldun gerileme ve çöküş dönemini, hayatın son iki
aşamasını içine alan “müsalemet” (barış) ve “israf” (gereksiz
harcama) olmak üzere iki madde olarak ifade etmektedir.
 Barış (Müsalemet) dönemi:Bu aşamayı ifade eden özellik,
kanaat ve barışçılıktır. Yani pasifliktir. Göçebe toplumun taklit
yoluyla uygarlığa kavuşması, kendisine savaşçılığını
unutturmuş, askeri karakterini yitirmiştir. Bu duruma girmiş
toplumlarda artık ilk çekişmeler başlar. Uç beyleri, merkezi
hükümete kafa tutmaya başlar. İşgal hevesleri belirir. Devletin
sınırları içinde taze asabiyyet sahibi aşiretler harekete
geçebilir. İbni Haldun gerileme olgusunu sadece askeri gücün
çökmesine değil,sosyal
sebeplere de bağlamıştır. Gerileme;
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
85
uygarlık açısından, askeri gücün azalması, iç ve dış güvenliği
İbn-i Haldun
• 3) GERİLEME VE ÇÖKÜŞ DÖNEMİ:
 İsraf (Gereksiz Harcama) Dönemi:Bu dönemde; israf, saçıp-dağıtma
temel davranış biçimi olur. Hükümdarlar ve çevreleri bu dönemde,
kendilerinden önce hükümette bulunanların topladıklarını şehvet,
arzu ve zevkleri uğrunda harcarlar. Askere ayrılan masrafları kendi
arzuları için sarfederler. Hükümdar ordu örgütü ile ilgilenmez. Ordu
teftiş edilmez. Böylece askeri güçlerde bozulmuş olur.
 İsraf döneminde; hanedanın bozulması son demine varmıştır. Saray
mensupları işi tamamen zevk ve eğlenceye vururlar. Bunun sonucu
ise ağır vergiler olur. Yaşam halk için çekilmez hale gelir. Genel
özellikleri verilen bu döneme; İbni Haldun can çekişme dönemi adı
vermektedir.
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
86
İbn-i Haldun
• 3) GERİLEME VE ÇÖKÜŞ DÖNEMİ:
 Düşünüre göre, ölüm bireysel organizmalar için olduğu gibi
toplumsal organizmalar için de geçerlidir. Her doğan canlı
sonunda ölecektir. Bu süreç toplumda ise, bir diğer toplumun
kendi yerini alması biçiminde gerçekleşmektedir. Yani toplum
dışarıdan gelen bir darbe ile son bulacaktır. Düşünüre göre,
yeni bir göçebe toplum bu darbeyi yapacak ve yukarıda ifade
edilmeye çalışılan süreç yeniden yaşanacaktır. İbni Haldun, bu
sürecin müddetini de belirtmiştir, toplumsal organizmalara her
biri 40 yıl süren 3 kuşak yani 120 yıllık bir ömür tanımıştır.
• Cemal Şener, İbn-i Haldun’un Hayatı ve Düşünceleri, 2002,
Aydüşü Yayınları
YRD. DOÇ. DR. YÜKSEL NİZAMOĞLUr
87