Mustafa Süreyya SEZGİN NE GÜNLERE KALDIK ? Eğri olan doğru, kötü şeydir Eğik tartı gibi, çarpık çekül gibi... İşte adalet yok artık, kalktı gitti.

Download Report

Transcript Mustafa Süreyya SEZGİN NE GÜNLERE KALDIK ? Eğri olan doğru, kötü şeydir Eğik tartı gibi, çarpık çekül gibi... İşte adalet yok artık, kalktı gitti.

Mustafa Süreyya SEZGİN

NE GÜNLERE KALDIK ?

Eğri olan doğru, kötü şeydir Eğik tartı gibi, çarpık çekül gibi...

İşte adalet yok artık, kalktı gitti !

Kötülük yapıyor kadılar; Doğru işler hepten yanpiri...

Çalınmış malları aşırıyor yargıç.

Bir işi düzelten, bozuyor hemen.

Soluk verip canlandırması gereken kişi, Düşkünleri boğuyor soluğunu keserek.

Haremiler hakem oldu; Yoksulluğu ortadan kaldırması gereken, Yoksulluk yaratıyor.

Kenti sel bastı...

Kötülüğe ceza vermesi gerekenler, Suç işliyorlar boyuna.

( Eski Mısır’dan Şiirler )

Dünya kurulduğundan bu yana tıpkı fizik yasaları gibi, sosyal yasalar da insanlığın kaderini belirlemektedir. Zamanın akış süreci boyunca, bir takım koşulların yan yana gelmesi, tarihte benzer sonuçlar doğurmuştur. Bu nedenle insanlar; “ tarih tekerrürden ibarettir.” düşüncesini edinmişlerdir. Yaşanan olaylar arasında bir benzerlik görülmesi, sosyal olayların da bir yasaya bağlı olduğu düşüncesini geliştirmiş ve böylece “sosyoloji” bilimi ortaya çıkmıştır.

Yaşanan olaylardan çıkarılan dersler, halk arasında da özlü sözler olarak yerini bulmuştur. Tıpkı “ Ne ekersen onu biçersin” atasözünde olduğu gibi. Dünya kurulduğundan bu yana, iyi ile kötünün, aydınlıkla karanlığın savaşı başlamış ve günümüzde de hala devam etmektedir. Aydınlık, ışık saçarak gerçeği gören bir gözdür. Olayları bilim , akıl ve hikmetle analiz eder, araştırır, onlara yön verir. Karanlık, durağanlığı sever, hareketten hoşlanmaz, evrime ve gelişme düşüncesine karşıdır. Aydınlık, dokunduğu yerdeki gerçekleri ortaya çıkarır, karanlık bundan rahatsızlık duyar. Aydınlık, bulunduğu küçük bir noktadan geniş bir alana ışık yollar. Geniş alanların hakimi olan karanlık bundan rahatsız olduğu için kendi yarattığı çobanlarının kontrolünde geniş karanlık sürülerini aydınlık üzerine yollar. Çünkü karanlığın varlığını duyurması bir bakıma çıkarlarını sürdürebilmesi aydınlığın olmamasına bağlıdır.

Bu düşünceler beni M.Ö. 1320 yılında Mısır’da yaşanmış olaylara götürdü. O dönemde Mısır’da çok tanrıcı bir inanç vardı. Amon rahipleri halkı dini baskılarla sömürmeye başlamış ve önüne gelen kendince bir tanrı yaratarak din maskesi altında her türlü yolsuzluk ve sömürüyü meşru hale getirmeye çalışmaktaydı. Ülkede bir kaos almış başını gidiyor, din söz konusu olduğu için yönetim de fazla etkin olamıyordu. O dönemde bina ve mabet yapımında çalışan duvarcı ustaları pozitif bilime sahip, astronomi, matematik ve fizik bilen ayrıcalıklı bir gruptu. Amon rahipleri bu gruptan her ne kadar hoşlanmıyorlardıysa da, onların işçiliğine ve ustalığına gereksinim duymaktaydılar. Duvar işçileri de kendi içlerinde örgütlenmiş ve ellerindeki bilgiyi bir savunma aracı olarak gizli tutmaktaydılar.

Çok tanrılı dinlerin kaymağını yiyen rahipler IV. Amenofis’in tahta çıkmasıyla neye uğradıklarını şaşırdılar. Artık, Mısır tahtında çok farklı bir firavun oturmaktaydı. IV. Amenofis M.Ö 1375'te tahta çıktığında yüzyılların getirdiği bir tutuculuk ve gelenekçilik ile karşılaştı. Bu döneme dek toplum yapısı ve halkın kraliyet sarayı ile olan ilişkileri değişmeden gelmişti. Toplum, dış olaylara ve dinsel yeniliklere kesin olarak kapılarını kapalı tutuyordu. IV Amenofis’e gelinceye kadar , firavunların halka benimsettirdiği resmi din, eski ve geleneksel olan her şeye katıksız bir bağlılığı zorunlu kılıyordu. Oysa IV. Amenofis, resmi dini benimsemiyordu. Tarihçi Ernst Gombrich şöyle yazıyor; “Eski geleneğin kutsadığı birçok alışkanlığı kaldırıp,

halkının, garip bir biçimde betimlenmiş sayısız tanrısına saygı göstermek istemedi. Onun için tek bir yüce tanrı vardı, o da Aton'du. Aton'a taptı ve onu güneş biçiminde sembolleştirdi . Öteki tanrıların rahiplerinin etkisinden korunmak için, duvar işçilerini de yanına alarak kendine bugünkü El-Amarna‘ diye bilinen yerde yeni bir şehir kurdurdu ve yeni bir saray yaptırdı.”

.

Böylece IV. Amenofis, mevcut düzenden beslenen Teb şehrinin önde gelenleri ve bu yeni dine karşı çıkan insanlardan uzaklaşmış oldu. IV. Amenofis ve ahalisi Teb şehrinden uzaklaşarak Tell El-Amarna'ya yerleştiler. Burada "Akh-en-aton" adında yeni ve modern bir şehir inşa ettiler. IV. Amenofis de "Amon'un Hoşnutluğu" anlamına gelen adını, Akh-en-aton yani "Aton'a Boyun Eğen" olarak değiştirdi. Amon, çok tanrılı Mısır dininde en büyük toteme verilen isimdi. Aton ise, Amenofis'e göre "göklerin ve yerin yaratıcısı" idi, ki bu sıfatla Allah‘ı kast etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Acaba , günümüzde “onaylama” anlamında kullanılan “Amen” kelimesi, ilk tek tanrılı dinin kurucusu IV. Amenofis’in adından mı kaynaklanmaktadır ?

IV. Amenofis, Mittani kralının kızı “Tadukhepadir” ile evlenmiştir. Çok güzel ve zarif olan bu kadın Mısır’a gelince “güzel geldi” anlamına gelen” Nefertiti” adını almıştır. Nefertiti’nin en az altı çocuğu olmuş, ancak aileyi anlatan heykel ve kabartmalarda yalnızca kızların yer alması, erkek çocuk sahibi olamadığını göstermektedir. Nefertiti, firavunun yanında oldukça güçlü bir kişilk sergilemiş, onunla araba yarışı yapmış, firavunla eşit düzeyde yetkiler kullanmış ve birlikte 17 yıl Mısırı yönetmiştir.

Güzelliklerin ufkunda belirmen ne kadar güzeldir Ey ! Hayatın temelinde yaşayan Aton Sen Doğu göğünün ufkunda doğduğunda Tüm memleketi güzelliğinle doldurursun Uzaklaşsan da ışınların dünya üzerindedir Ne kadar yüksek olursan ol Senin adımlarının izleri gündüzdür Sen, ışınlarını dağıttığın zaman Mısır’ın her iki ülkesi de bayram eder.

Hepsi uyanık ve ayaklarının üzerindedir Çünkü sen onları uyandırmışsındır Onlar tüm organlarını sen de yıkarlar Ve kollarını kaldırıp, seni şafakta selamlarlar Sonra tüm dünyada herkes kendi işini yapar Hayvanlar otlardan zevk alırlar Ağaçlar ve bitkiler çiçeklenir Kuşlar kanatları sana doğru ibadet edercesine kalkık Bataklıklarda uçarlar Sen üzerlerinde oldukça onlar yaşarlar Kadında çocuğu, sen yaratırsın Ananın karnında çocuğa sen hayat verirsin Sen ana rahminde dahi çocuğu besleyensin Ne zaman civciv, kabuğu içinde bağırsa Sen ona hayat vermek için nefes verirsin Ey Tanrım ! Senin ne kadar çok eserlerin vardır.

Sen ebediyetin hakimi ! Senin isteklerin hep iyidir.

Sen yaşamın ta kendisisin ve yaşam sen de yaşar Tanrım sen yaşamsın ve yaşam ancak sen de görülür.

Bu eski Mısır şiirinde söz edilen Nil nehri, doğu ve batı ü lkeleri ve Nil deltasından oluşan tepesi yuvarlak .

ha ç bi ç imi, Aton veya Akhineton haçı adı ile bilinir. Hıristiyanlar, ancak Bizans imparatoru J ü stinyen d ö neminde Akhineton Haçı bi ç imini bırakıp d ü z haç modeline ge ç mişerdir. Bu da ilk kez Ayasofya'da kullanılmıştır. Ayasofya ’ nın yapımı 6. y ü zyıla denk gelir. Akheneton ’ un inandığı dinde erkekler s ü nnet oluyorlardı. Domuz eti yemek g ü nahtı. Tapınağa girmeden ö nce el ve ayaklarla y ü z belirli bir rit ü ele uygun olarak yıkanıyor, yani abdest alınıyordu. Cinsel ilişkiden sonra da g ü n ü m ü zde gus ü l abdesti dediğimiz bi ç imde mutlaka baştan aşağı yıkanmak gerekiyordu.

Bu gelismelerden hosnut olmayan Amon Rahipleri, ü lkenin i ç inde bulunduğu bir ekonomik krizden de .

faydalanarak Akhenaton'un g ü c ü n ü elinden almak istediler. D ü zenlenen bir komplo ile Akhenaton zehirlenerek ö ld ü r ü ld ü . Ondan sonra gelen firavunlar da hep rahiplerin etkisi altında kaldılar. Tekrar çok tanrılı döneme geçildi. Akhenatonla ilgili bütün eserler yok edildi, kurduğu modern şehir kaderine tek edildi. Ancak tek tanrıya inananlar ve özellikle duvarcı ustaları yer altında ve gizli toplantılarla bu inancı ve öğretilerini devam ettirdiler. Akhenaton kurduğu yeni düzendeki ayrık otlarının tam olarak temizlenememiş olmasının bedelini hayatıyla ödemişti .

Akhenaton, ince yapılı hassas duygusal bir kaldırılmış, tekke ve zaviyeler kapatılmış, .

insanmış. Onun bu öyküsünü okuyunca Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsü geldi aklıma. Ankara yeni başkent olarak seçilmiş, hilafet tevhid-i tedrisat uygulanmaya başlanmış, tüm ülkede bayındırlık hizmetleri hızlandırılmış, inanç sistemine laiklik kuralı getirilmiş, kılık kıyafet ve harf devrimi yapılmış, kadınlara hakları verilmiş, yeni başlatılan aydınlanma dönemi için, "Cumhuriyetçilik", "Halkçılık", "Milliyetçilik", "Laiklik”, "Devletçilik" ve "Devrimcilik" ilkeleri benimsenmişti. Ancak ayrık otları temizlenememişti. Esasen peş peşe savaşlardan çıkıldığı için, on üç milyon nüfusla tarlada yeteri kadar mahsul bulunmamaktaydı ve ayrık otları kendilerine barınacak yerler bulabilmişti. Daha sonraki yıllarda tarlaya ekilen Köy Enstitüleri fideleri sökülüp, yerine İmam Hatip okulları dikilecekti. 2000’li yıllarda da “ne ekersen onu biçersin” kuralı işleyecekti.

.

Ancak Akhenaton’un kurmuş olduğu bu yeni din özellikle taş ustaları arasında ezoterik bir öğreti olarak devam etti. Daha sonra II. Ramses döneminde inşaatlarda bir usta olarak çalışan Musa Peygamber tarafından yeniden gündeme getirildi. Kuvvetli bir inanç, eyleme geçtiği zaman bir sel gibi büyüyerek önüne kattığı kitleleri sürükleyebiliyor. Musa Peygamberin de inançlı mücadelesi sonunda, İsrail oğulları Mısır’dan Filistin’e doğru göç ettiler. Böylece semavi dinler için yeni bir dönem açılmış oldu.

Tarih boyunca aydınlanmanın ışık saçan savaşçıları olmuştur. Nerede durağan ve değişime direnen karanlıklar, varsa ve ışıktan rahatsız olmaya başlamışlarsa, bilin ki orada ışık savaşçıları iş başındadır. Akıl hikmet ve bilim ışığının gözlerinin baktığı yerler artık gerçekleri görmeye başlamış ve aydınlık bir dünya için el ele tutuşup kardeş olmuşlardır

AYDINLANMA

Nasıl anlatsam bilmiyorum Düşündükçe şaşırıyorum.

Dün akşam bir haller yaşadım Aydınlanıverdi sonra aklım.

Yarı uykulu yarı uyanık Oda oldukça karanlık Belleğim hafif açık Düşüncelerim dağınık Uzanmışken yatağa Bedenim sıyrılıverdi havaya Hafiflemiştim birden Önümdeydi tüm evren Birden etrafımı ışıklar sardı Duygularım berraktı Bir ses duydum derinden “Hoş geldin meclisimize bedenden” Ben şaşırmış korkmuştum Boşlukta duran bir ruhtum.

“Korkma ey can ! “ dediler Önüme bir sofra serdiler.

“Bu akşam toplandı canlar meclisi Davetliler alacak dersi.” “Korkuyorum sizlerden” dedim Ve istemeden geriledim.

“ Can kendinden korkar mı, Yoksa seni korkutan hocalar mı ?

Biz yalnız sevgi veririz Sevgiyle sizi esirgeriz.” Biraz kendime güvendim; “Ya günah, cennet, cehennem” dedim.

“ Onlar sizin dünyanızda Zaten yaşıyorsunuz bunları aranızda.

Güç akılla kullanılmalı Yanına güzellik katılmalı Düşünürken inanmalı İnanırken düşünmeli.

Sen düşünmezsen kendini Başkası düşünür senin geleceğini.

İnancını güç olarak kullanır sana Korkuların atar ruhuna sopa.

O günah, bu yasak, şu haram Sırtından sağlanır makam Oysa var bir hazinen Akıl ve hikmet düşüncen Tart, ölç, biç, araştır Kitapları karıştır Bak evinde var bir kedin Ona her gün emek verdin Tapıyor mu bu yaratık sana ?

Onu sıkıştırmayı sınasana Nasıl ısıracaktır seni Bir düşün eski kavimleri Tapmıyorlar mıydı kedilere Ve şimdi de ineklere.

İnsan denilen hayvandan Hayvanlar daha doğal inan.

Onlar biliyor yaratanı Var bu evrenin ulu bir mimarı.

Tekbir varlığa tekbir getiriyorlar Onun varlığında yaşıyorlar, Araya aracı koymuyorlar, Yaratanı seviyorlar.

Sen de kır dogmalar düşüncesini Aldın mı bu akşam ki dersini ?” Gönlüm kuş gibi havalandı Bedenim ruhumu karşıladı Silkinerek uyandım Bu sabah aydınlandım.

Mustafa Süreyya SEZGİN

İstanbul, 04.10.2004

[email protected]