İSMAİL HAKKI TONGUÇ VE KÖY ENSTİTÜLERİNDEN GÜNÜMÜZE EĞİTİM TARTIŞMALARI Doç.Dr. Mustafa ALTINIŞIK Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.

Download Report

Transcript İSMAİL HAKKI TONGUÇ VE KÖY ENSTİTÜLERİNDEN GÜNÜMÜZE EĞİTİM TARTIŞMALARI Doç.Dr. Mustafa ALTINIŞIK Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.

İSMAİL HAKKI TONGUÇ VE
KÖY ENSTİTÜLERİNDEN
GÜNÜMÜZE EĞİTİM
TARTIŞMALARI
Doç.Dr. Mustafa ALTINIŞIK
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi
Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Sunum Planı
• İsmail Hakkı Tonguç’un Yaşam Öyküsü
• İsmail Hakkı Tonguç’un İlkeleri ve
Hedefleri
• Köy Enstitüsü Düşüncesinin Kaynakları ve
Köy Enstitülerinin Kuruluşu
• Köy Enstitülerinin Programları ve Sonu
• Köy Enstitüleri Sisteminden Alacağımız
Dersler ve Günümüzde Eğitim Sistemi
Tartışmaları
İsmail Hakkı Tonguç’un Yaşam Öyküsü
Bulgaristan'ın Silistre iline bağlı Totrakan
ilçesinin bugünkü adı Sokol olan Tatar Atmaca
köyünde 1893 yılında dünyaya geldi
Baba adı: Hacı Veli Oğlu İdris
Anne adı: Vesile
Kendinden küçük bir kız altı erkek kardeşi vardır
Ailesi Kırım kökenlidir ve köyün yoksul ailelerinden sayılırdı
Okul öncesi çocukluğu, diğer köy çocukları gibi tarla ve ev
işleri arasında koşuşturma ile geçti
Bu dönemde aklında kalan, İstanbul’da medresede okuyup
köye dönmüş, ailenin gündelik yaşamında hiçbir işe
yaramayan, iş yapmayı beceremeyen sarıklı molla
amcasıdır
1901 yılında köydeki ilkokula gitmeye başladı
Dört yıllık köy ilkokulunu iyi okudu
Okulu bitirince Silistre’deki rüştiyeye (ortaokula)
gönderilerek öğreniminin sürdürülmesi için diretti
Rüştiyede okuması için, köyün en varlıklı ailelerinden birinin
çocuğu ile birlikte rüştiyede okumak üzere Silistre’ye tanıdık
yaşlı bir kadının evine gönderildi
Silistre Rüştiyesi’nde çoğunluktaki sarıklı hocaların yanı
sıra, Abdülhamit yönetimince sürgün olarak buraya
gönderilmiş özgürlükçü bazı öğretmenler de görev
yapıyorlardı
Rüştiye bitince köyüne döndü
Babası, İstanbul’a okumaya gitmesine razı olmuyordu; bir
sermaye vererek onu yumurtacılık yapmaya zorladı
Sonra Bulgar yönetiminin genel nüfus sayımı
hazırlıklarında, rüştiyeyi bitiren bir arkadaşıyla birlikte
Bulgarca kişisel fişlerin belirli bir ücret karşılığı doldurulması
işini yaptılar
1914 yılı ilkbaharında annesinin verdiği para ve rüştiyedeki
ders kitapları ve birkaç parça çamaşırla İstanbul’da okumak
amacıyla köyünden ayrıldı
Büyük olasılıkla 1914 yılı haziranında İstanbul’a geldi
İstanbul’da ilk iş olarak yardımlarını umduğu, Fatih
medresesinde okuyan hemşerisi mollaları buldu
Hemşerisi mollalardan umudu kesince, babasının başı
sıkışırsa başvurabileceğini söylediği avukatı buldu
Daha sonra, babasından ve İstanbul’da medresede okumuş
amcasından adını duyduğu hemşerileri bir Paşa’yı buldu
“Türkiye’de aracısız, iltimassız iş başarılamaz” ön
yargısından kurtulup kendi işini kendisi görmeye karar verdi
Eğitim Bakanlığı’nın yakınındaki bir kahveye gitti, oturup
kendisi bir dilekçe yazdı
Bakanlığa girdi, Bakanın odasını buldu, kapıdaki hademenin
bir ara oradan ayrılmasını fırsat bilip içeri girdi
Ünlü Maarif Nazırı Şükrü Bey’e “Göçmen çocuğuyum,
affınızı dilerim, istirhamım var” diyerek dilekçesini verdi
Bakan dilekçedeki Silistre sözcüğünden ve sözlerinden
duygulandı
Onu öğretmen olması için kendi memleketi olan Kastamonu
Öğretmen Okulu’na yatılı öğrenci olarak göndereceğini,
beğenmez de sonra kendisine yazarsa İstanbul’a
aldıracağını söyledi
Hemen görevlilere gereken emirleri vererek seksen kuruş
yol parası sağladı
Vapurların Karadeniz’e kalkmadığını öğrenmesi üzerine en
kısa yol olan Adapazarı-Bolu-Gerede yoluyla gitmeye karar
verdi ve binbir zorluklarla beş günde Kastamonu’ya vardı
Kastamonu Öğretmen Okulu’ndaki öğrenciliği 1,5 yıl kadar
sürdü
1916 yılı başlarında Bakan Şükrü Bey’e bir mektup yazarak
kendisini İstanbul’a aldırma sözünü anımsattı ve oraya
naklini istedi
Mayıs 1916’da İstanbul’un yolunu tuttu
İstanbul Öğretmen Okulu’ndan verilen kimlik kartına adı
İsmail Hakkı olarak yazıldı. Nüfus kütüğüne de İstanbul
Öğretmen Okulu’ndayken yazıldı
İstanbul Öğretmen Okulu’nda düzenli ve başarılı bir
öğrencilik yaşamı sürdü; Yabancı Dil dersi Fransızca olduğu
halde kendi kendine Almanca da öğrendi
1918 yılında son sınıfı bitirip diplomasını aldıktan sonra
öğrenimlerini sürdürmeleri amacıyla Almanya’ya
gönderilecek öğrenciler için yaz aylarında açılan Almanca
kursuna alındı
Kurs sonunda 20 arkadaşıyla birlikte 1918’in Eylül ayının
sonuna doğru Almanya’ya gitti
Almanya'nın Karlsruhe kentindeki Ettlingen Öğretmen
Okulu'nda yedi aylık bir programa devam etti
Mayıs 1919 başında Almanya’dan dönerken bavulunda
birçok kitap vardı
Eskişehir Erkek Öğretmen Okulu Resim-Elişleri ve Beden
Eğitimi Öğretmenliğine atandı
Eskişehir Erkek Öğretmen Okulu’nda yapmak istediği her
atılımda bin engelle karşılaştığını yazmıştır
Eskişehir Erkek Öğretmen Okulu öğretmeniyken çok önem
verdiği bir uygulama çevre gezileriydi; öğrencilerle birlikte
Eskişehir yöresini geziyorlar, yakın köylere gidiyorlardı
Temmuz 1921'de Yunan işgalinden
hemen önce bir öğretmen arkadaşı
ile birlikte Eskişehir’den ayrıldı ve
Ankara'ya geldi
Daha sonra yarım kalmış öğrenimini
tamamlamak üzere yeniden
Almanya’ya gönderildi
1921-1922 ders yılı boyunca
Karlsruhe Güzel Sanatlar Yüksek
Okulu’na devam etti. Burada tüm
parasını kitaplara veriyordu
Haziran 1922’de Almanya’dan ayrılarak İstanbul’a döndü
Ekim 1922 başında Konya Erkek Öğretmen Okulu ve Konya
Lisesi Resim-Elişleri ve Beden Eğitimi Öğretmeni olarak
göreve başladı
Resim-Elişleri Dersliği kurdu, bulabildiği ders araç ve
gereçlerini buraya topladı ve Almanya’da öğrendiği ders
yöntemlerini uygulamaya çalıştı
Nisan 1924’te Ankara Erkek Öğretmen Okulu Resim-Elişleri
Öğretmenliği’ne atandı ve kısa süre sonra bu okulun müdür
yardımcılığı görevine getirildi
Ekim 1924’te Adana Öğretmen Okulu’na öğretmen olarak
atandı
Mart 1925’te Bakanlıktan beklemediği bir emir aldı
Almanya, Fransa ve İngiltere’deki mesleki eğitim
kurumlarında İncelemeler yapmak üzere Avrupa’ya
gönderiliyordu
Almanya’da daha önce de ilgilenmiş olduğu deney okulları
ve kır eğitim yurtlarını yakından tanıma olanağı buldu
Bavyera’da Ammer Gölü yakınındaki küçük Schondorf
Köyü’nde 30 hektarlık bir arazide kurulmuş kır eğitim yurdu
özellikle ilgisini çekti
Avrupa’dan dönüşünde Eylül 1925’te yeniden Ankara
Öğretmen Okulu Resim-Elişi ve Beden Eğitimi
Öğretmenliği’ne getirildi
Mart 1926'da öğretimin çağdaşlaştırılması bakımından yeni
ders araç ve gereçlerinin öğretime sokulması amacıyla
Maarif Vekaleti Levazım ve Alatı Dersiye Müzesi (Okul
Müzesi) Müdürlüğü'ne atanarak artık merkezdeki
yöneticilerden biri oldu
Okul Müzesi Müdürlüğünde 1926’da yeni ilkokul
programlarını uygulayacak öğretmenleri yetiştirmek için,
öğretmen okullarında çalışan resim-elişleri öğretmenleriyle
istekli ilkokul öğretmenleri bir “İş İlkesine Dayalı Öğretim
Kursu” açıldı
Bu kurs, daha sonra Köy Enstitülerinin temel ilkesi, sloganı
durumuna gelecek "iş için, iş içinde, işle eğitim" anlayışını
geliştirmesinde önemli olmuştur
1926 yılı sonbaharında İsmail Hakkı’nın özel yaşamında
önemli bir değişiklik oldu; “İş İlkesine Dayalı Öğretim
Kursu”nda tanıdığı ilkokul öğretmeni Nafia Kamil ile
nişanlandı. 26 Ocak 1927'de de evlendiler
1928'de İsmail Hakkı ve eşinin ilk çocukları dünyaya geldi.
Oğlana Engin adını ailenin büyüğü Nafi Atuf koydu
İsmail Hakkı, Temmuz 1927 ayında yeni ilkokul
programlarının uygulanması ile ilgili olarak ilköğretim
müfettişlerinin yetiştirilmeleri için Sivas ve Ankara’da açılan
kursların hocaları arasındadır
1929 yılı içinde Okul Müzesi’nde bazı öğretmenler için
açılan Tahnit Kursu’nu yöneten İsmail Hakkı, katılan
öğretmenleri sık sık topluyor, iş eğitimi, iş yaparak öğrenme
ve öğretme üzerine konferanslar veriyordu
Ekim 1929 başında yeni ders araç ve gereçlerinin alımı için
Avrupa’ya gitti; iki aylık görev gezisinden de daha
öncekilerde olduğu gibi bir yığın kitapla döndü
Kısa bir süre sonra kendisine ek görev olarak Gazi Eğitim
Enstitüsü Resim-Elişi Öğretmenliği verildi
3 Ağustos 1935’te Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan
tarafından İlköğretim Genel Müdürlüğü'ne getirildi
Eğitim Bakanının az nüfuslu köylerde açılacak 3 sınıflı
okullara öğretmen bulmak için askerliklerini çavuş olarak
yapmış olanlardan yararlanma düşüncesi üzerine
incelemelerde bulunmak üzere Nisan 1936 ayında Kayseri,
Yozgat ve Çorum köylerinde bir inceleme gezisine çıktı
İncelemelerinin sonuçlarını Bakan’a anlatmasıyla köklü,
düzenli bir denemeye karar verildi ve Köy Enstitülerine
varan çalışmalar Eğitmen kurslarıyla başlamış oldu
1936’da Eskişehir Çifteler (Mahmudiye) Devlet Çiftliğinde
dört aylık ilk Eğitmen Kursunun açılmasıyla başlayan süreç
İsmail Hakkı Tonguç için çok yoğun bir çalışma temposuyla
geçti, birçok sorunla karşılaştı ve hepsiyle bazen tek başına
mücadele verdi
İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü çalışmalarından dolayı
İsmail Hakkı Tonguç’u takdir etmiştir
Ancak, çok desteklediği Köy Enstitüleri sevdasından
seçimleri kaybetmemek için vazgeçen İsmet İnönü, onu, 25
Eylül 1946'da görevinden alarak Talim Terbiye Kurulu
üyeliğine getirdi
Daha sonra Türkiye'nin değişik yerlerinde sürgün olarak
öğretmenlik yaptı
1954'te kendi isteğiyle emekli oldu
1956'da Avrupa'yı gezdi ve İsviçre'deki Pestalozzi Çocuklar
Köyü'nü inceledi
1958'de hastalandı
23 Haziran 1960'ta yaşama gözlerini yumdu
Ölümünden sonra, adına kitaplar yazıldı; adını taşıyan
okullar açıldı
İsmail Hakkı Tonguç’un İlkeleri ve
Hedefleri
“İş insanın hem mimarı hem miyarıdır”
Çalışma odasında asılı duvar yazısıdır
İş, sadece geçim sağlamak için değil, tüm insani değerleri
yaratmaya yönelik bir etkinliktir
İsmail Hakkı Tonguç’a göre, insanı eğitmek için önce onu
tanımak gerekir
Köy insanını tanımak ise çok zordur, onun yaşamı adeta bir
“sır” gibidir
Köylüyü anlayabilmek için onunla kucak kucağa, nefes
nefese gelmek lazımdır
Onun içtiği suyu içmek, yediği bulguru yemek, yaktığı
tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri
yapabilmek gerekir
İsmail Hakkı Tonguç’a göre, köy meselesi mihaniki surette
“köy kalkınması” değil, manalı ve şuurlu bir şekilde “köyün
içten canlandırılmasıdır”
Köylü insan öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki,
onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca
istismar edemesin; ona esir ve uşak muamelesi yapamasın
İsmail Hakkı Tonguç’a göre, insan kişiliğini yaratan bir eğitim
anlayışının, bir başka söyleyişle tüm eğitim ve öğretim
etkinliklerini kuşatan bütüncül yaklaşımın adı “iş eğitimi”dir
İş eğitiminin kapsamına atölye ve tarım çalışmaları olduğu
kadar, Türkçe, toplumbilim, güzel sanatlar eğitimi gibi
eğitim-öğretim etkinlikleri de girer. Yeter ki bunlar insan
kişiliğini geliştirmeye yarasın
İş eğitimi, bilgi yükleyen, ezberleten, yaratıcılığı körelten,
merkezine programı ve öğretmeni alan geleneksel eğitime
karşı bir tepki özelliği gösterir
İş eğitiminin gerekçeleri arasında; bireyde sorumluluk
duygusu geliştirmek, ona daha çok duyu organını
kullandırarak bilgi ve becerileri daha kalıcı biçimde
öğrenmesini sağlamak, yardımlaşmayı öğretmek, yaşama
azmi ve zevki kazandırmak, daha önce öğrendiği bilgi ve
becerileri pekiştirmek gibi noktalar bulunmaktadır
Eğitimle ilgili iş denilince oyun, spor, meşguliyet,
şekillendirmeler, gözlem, inceleme ve araştırma ile ilgili zihni
çalışma ve etkinlikler de anlaşılmalıdır
İş eğitimi, bireye iş görmek imkânları yaratmak suretiyle onu
iş içinde iş vasıtasıyla eğitmek demektir
İsmail Hakkı Tonguç, iş eğitimini “İş Okulu” adıyla yeni bir
sistemin, bir genel eğitim anlayışının adı olarak
benimsemektedir
Tonguç’un “İş Okulu” anlayışı şu temel ilkelere dayanır
- Gereksinme
- İnsan kişiliğini çok yönlü geliştirme
- Kuram-uygulama bütünlüğü
- Uygun aracın kullanılması
- Katılım ve demokrasi
- Paylaşım
- Değerlendirme
- Yeniden başlama
Bu ilkelere göre Köy Enstitüleri kurulmuş, çalışmalarına bu
ilkeleri temel yapmışlardır
Köy Enstitüsü Düşüncesinin Kaynakları
ve Köy Enstitülerinin Kuruluşu
Köy Enstitüsü düşüncesini besleyen en önemli kaynaklardan
birisi, Ulusal Kurtuluş hareketidir
Temmuz 1921’de Ankara’da, toplanan Maarif Kongresi’nde
Fuat Gündüzalp, “Bugünkü öğretmen okulları ne kadar
düzeltilirse düzeltilsin, bizim köylerimize göre öğretmen
yetiştiremezler. Köyler bambaşka nitelikte öğretmen istiyor.
Bu tip öğretmeni yetiştirmek için başka tür öğretmen okulları
açılmalıdır…” diyerek köylere öğretmen yetiştiren ayrı
öğretmen okullarının açılmasını savunmuştur
Atatürk’ün, 1 Mart 1922 günü, TBMM’de “Türkiye’nin gerçek
sahibi, gerçek üretici olan köylüdür. Milletimiz çiftçidir.
Milletin çiftçilikteki çabalarını çağdaş iktisadi önlemlerle en
üretken duruma getirmeliyiz.” demesi önemlidir
Şubat 1923’te, İzmir İktisat Kongresi, yatılı okulların
geliştirilmesi, tarım ve iş eğitimi konularında kararlar almıştır
18 Mart 1924 günü çıkarılan 442 sayılı Köy Kanunu, köye
ve köylüye kimlik kazandırmış, köy kalkınmasına hukuksal
dayanak hazırlamış ve köylüye kendi okulunu yapma ödevi
vermiştir
1925 yılının Mayıs ayı içinde 20 gün süreyle toplanan Milli
Eğitim Bakanlığı Müfettişleri, öğretmen yetiştirme ve
sağlama konusunda, köy öğretmen okulu açılmasını da
kapsayan öneriler geliştirdiler
Kasım 1925’te TBMM’nde köy eğitimi hakkında Milli Eğitim
Bakanı Şükrü Saraçoğlu, “İlköğretimi bir an önce çözmek
istiyorsak başka tipte bir okul, yani köy okulu adıyla çok az
zaman isteyen ve çok az para ile ortaya çıkarılabilecek bir
tip okul yapmak zorundayız, bu da köy yaşamına uyabilecek
öğretmenler gerektirir.” diyor
İsmail Hakkı Tonguç’un müdürlüğünde Maarif Vekaleti
Levazım ve Alatı Dersiye Müzesi (Okul Müzesi), “iş eğitimi”
denemelerine iyi bir ortam oluşturmuştur
Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin 22 Mart 1926’da
TBMM’nden çıkarmayı başardığı Maarif Teşkilatı Kanunu ile
köy okullarının “köy yaşamı ile sıkı ilişki içinde olması” kuralı
getiriliyor, üç yıllık köy ilkokulları ve köy yatılı okulları
açılması kararlaştırılıyor, köy okullarına öğretmen
yetiştirmek için de köy öğretmen okulları açılması
öngörülüyordu
Prof. Kühne, çağrı üzerine yaptığı incelemeler ile ilgili olarak
bakanlığa verdiği raporda zorunlu ilköğretimin öneminin
büyüklüğüne değiniyor, bunun gerçekleşmesi için öğretmen
yetiştirilmesi, onların eğitiminde iş eğitimine önem verilmesi
üzerinde duruluyor; öğretmen okullarında uygulama bahçe
ve tarlaları olmalı, öğretmenler pratik içinde yetişmeliler
deniyordu
Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, 22 Nisan 1926’da
“Muallim Mekteplerine Muavenet Kanunu”nu meclisten
çıkarttı
Kısaca Yüzde Onlar Yasası diye anılacak bu yasa ile 10-15
il merkezinde çağdaş yapı ve donanımla bölge öğretmen
okulları açılacak ve her ilin Özel İdare bütçesinin yüzde onu
bu işe ayrılacaktı
1927 yılı Nisan ayında bakanlık, köy okullarında öğretmen
açığının artması ve yeni okullar açılmaması karşısında “Köy
Muallimleri Kanun Tasarısı” hazırladı. Ama ne yazık ki bu
tasarı yasalaşmadı
Maarif Teşkilatı Kanunu’nundan yararlanılarak 1926-1927
ders yılında Kayseri-Zencidere ve Denizli’de iki Köy
öğretmen okulu açıldı
Bu okulların uygulama için 30 dönüm tarla, 5 dönüm bağ,
sebze bahçesi, arılık, fenni tavuk kümesleri vardı
Yüzde Onlar Yasasından yararlanılarak da Gazi Eğitim
Enstitüsü kuruldu. Enstitü, 1926-1927 ders yılında Konya’da
Orta Muallim Mektebi adıyla açıldı, 1927-1928 ders yılında
Ankara’ya taşındı. Öğrenim süresi iki yıldı
Gazi Eğitim Enstitüsü’nde İsmail Hakkı Tonguç, 1932-1933
yılında Resim-İş Bölümü’nün kurulmasına katkıda bulunmuş
ve burada önemli denemeler gerçekleştirmiş; iş eğitiminin
kuramsal olarak öğretilmesi yanında, dar çapta
uygulanmasına da ortam hazırlamıştır
İsmail Hakkı Tonguç, daha sonra kurduğu Köy Enstitülerinin
yöneticilerini de Gazi Eğitim Enstitüsü’nde tanıdığı
öğrencileri arasından seçmiştir
Mustafa Necati’nin 1929 yılının ilk saatlerinde henüz 34
yaşında iken, tanısının konulması ve operasyonu gecikmiş
bir apandisit nedeniyle vakitsiz ölümünden sonra bu
okullara önem verilmedi ve “köyler için ayrı öğretmen”
yetiştirmeyi ayrılıkçılık sayan zihniyetin bakanlıkta ağır
basması üzerine, başarılı olunmadığı gerekçesiyle 1933’te
Köy Öğretmen Okulları kapatıldı
1935 yılına gelindiğinde ülke nüfusunun yüzde 80’inin
yaşadığı köylerde okul sayısı yok denecek kadar azdır. Bu
okullara kentlerden bulunup gönderilen az sayıda öğretmen
de köylerde tutunamamakta ve başarılı olamamaktadır
Kurtuluş savaşının ağır yükünü çeken köylüler henüz
demokrasiyi yaşatacak cumhuriyet yurttaşı niteliğine
kavuşamamıştır
Köylüler, uygar toplumun tüm nimetlerinden yoksundurlar
1935’de CHP Büyük Kurultayında köye yönelik çalışmalara
önem verme politikası benimsendi
Atatürk tarafından bu politikayı yürütmek üzere Saffet Arıkan
Milli Eğitim Bakanı olarak görevlendirildi
Milli Eğitim Bakanı Arıkan tarafından da İsmail Hakkı Tonguç
Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğüne atandı
1936 yılının ilk günlerinde Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan,
Müsteşar, Talim Terbiye Kurulu Başkanı ve İlköğretim Genel
Müdürünü bir toplantıya çağırdı
Bu toplantıda Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, az nüfuslu
köylerde açılacak 3 sınıflı okullara öğretmen bulmak için
askerliklerini çavuş olarak yapmış olanlardan yararlanma
düşüncesini açtı
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Nisan 1936
ayında Kayseri, Yozgat ve Çorum köylerinde bir inceleme
gezisine çıkarak önce ciddi bir köy incelemesi yaptı
Tonguç’un incelemelerinin sonuçlarını Bakan’a anlatmasıyla
köklü, düzenli bir denemeye karar verildi
1936’da Eğitmen deneyimi başladı; Eskişehir Çifteler
(Mahmudiye) Devlet Çiftliğinde dört aylık ilk Eğitmen Kursu
açıldı
Eğitmenler, okula aldıkları çocukları kesintisiz üç yıl okutup
onları mezun ettikten sonra yeniden öğrenci alan “geçici”
öğretmenlerdi
Eğitmenler ayrıca, köyde çıkan sağlık sorunlarını
kaymakamlığa iletmek ve köylüye modern tarım tekniklerini
öğretmek, akşam okulları ile yetişkinlere okuma yazma,
hesap ve yurttaşlık öğretmekle de yükümlüydüler
Ankara köylerinde görevlendirilen ilk 84 eğitmen başarılıydı
1937’de Enstitü modelinin ilk temelleri başlatıldı:
- 3238 sayılı Köy Eğitmenleri Kanunu çıkarıldı
- Eğitmen Kursları çoğaltıldı
- 1937-1938 öğretim yılında Eskişehir/Çifteler ve
İzmir/Kızılçullu’da iki Köy Öğretmen Okulu açıldı
- 1938-1939 öğretim yılında Kırklareli/Kepirtepe Köy
Öğretmen Okulu açıldı
- 1939-1940 öğretim yılında Kastamonu/Gölköy Köy
Öğretmen Okulu açıldı
7 Temmuz 1939’da 3704 sayılı
yasa çıkarılarak Eğitmen Kursları
ile yeni kurulan ve kurulacak olan
Köy Öğretmen Okulları için arazi
ve bu kurumlara döner sermaye
sağlandı
17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri
sisteminin yasal düzenlemesi
gerçekleştirildi: Milli Eğitim
Bakanı Hasan Ali Yücel’in üstün
çabalarıyla 3803 sayılı Köy
Enstitüleri Kanunu kabul edildi ve
Köy Öğretmen Okulları, Köy
Enstitülerine dönüştürüldü
Köy Enstitülerinin Programları ve Sonu
Köy Enstitüleri Kanunuyla, köy öğretmeni ve köye yarayan
diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine
elverişli arazisi bulunan yerlerde, Milli Eğitim Bakanlığınca
Köy Enstitülerinin açılması; Köy Enstitülerine, köy okullarını
bitiren yetenekli köylü çocukların seçilerek alınması esasa
bağlandı
Henüz demokrasiyi yaşatacak cumhuriyet yurttaşı niteliğine
kavuşamamış, uygar toplumun tüm nimetlerinden yoksun
köylüyü bilinçlendirip “köyün içten canlandırılması” için
gerekli, köylünün dilinden anlayan yeni bir aydın tipinin
köylünün kendi içinden çıkarılabileceğini gören, kendisi de
bir köylü çocuğu olan İsmail Hakkı Tonguç’tur
İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüsü Sisteminin hem
kuramcısı hem kurucusudur
Köy Enstitüleri Kanunu hükmüne göre, Köy Enstitülerinin
görevi sadece köy öğretmeni yetiştirmekle sınırlı olmayıp
öğretmenle birlikte sağlık görevlileri, teknisyenler vb. meslek
elemanları yetiştirmektir
Hasan Ali Yücel, TBMM’nde yaptığı konuşmasında Köy
Enstitülerinin özelliğini ve daha önceki kuruluşlardan
farklılığını vurgular:
“Biz bu müesseselere köy öğretmen okulu demedik. Çünkü
evvelce bu isimde müesseseler vardı. Bunları ona
bağlamak istemedik. Bunlar yepyeni şeylerdir. Biz Köy
Enstitüsünü sadece içerisinde nazari öğretim yapılan bir
müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları,
demircilik, basit marangozluk gibi ameli birtakım faaliyetler
de bulunduğu için okul adı ile anmadık, enstitü diye
isimlendirmeyi muvafık gördük”
1940-1941 öğretim yılında 10 yeni Köy Enstitüsü daha
açıldı. Bu sayı 1945-1946 öğretim yılına kadar 20’ye,
1948’de 21’e çıkarıldı
Köy Enstitüleri, bölge esasına göre kurulmuştu ve 24 Köy
Enstitüsü kurulması planlanmıştı
Her Köy Enstitüsünün sorumlu olduğu 3-4 il vardı. Köy
Enstitüleri, bu illerin köylerinde eğitmenlerin yetiştirdiği
öğrencilerden seçerek öğrenci alıyor, bu öğrenciler
enstitülerde ilkokulu tamamlayarak enstitü öğrencisi
oluyorlardı
Köy Enstitüsü öğrencileri, üçüncü sınıftan sonra
“öğretmenlik” ve “sağlık” kollarına ayrılıyordu
Köy sağlık memuru ve köy ebesi yetiştiren sağlık kollarının
öğrencisi daha azdı
1942 yılında çıkarılan “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat
Kanunu”nda öğretmenlerin ödevleri belirlenmiş; “okul ve
kurslarla ilgili işler” ve “köy halkını yetiştirmekle ilgili işler”
diye ikiye bölünmüştür
Ulaşılmak istenen hedef, Atatürk'ün halkçılık ilkelerine
uygun olarak, geniş halk kitlelerinin eğitim düzeyini
yükseltmek, böylece reformların yerleşmesi için gerekli
koşulları yaratmak, halkın politik, ekonomik ve kültürel
yaşama aktif olarak katılmasını sağlamak ve aynı zamanda
kendi hakları konusunda bilinçlendirmektir
Köy Enstitülerinin en önemli sorunlarından biri, kendi
yönetici ve öğretmen kadrosunu oluşturamamaktı
Hizmete uygun yüksekokul, ilköğretmen okulu ve her türlü
orta dereceli meslek okulları mezunları öğretmen olarak
atandığı gibi, hiç okuryazar olmayan kişilerden Köy
Enstitülerine yararlı becerisi olanlar da “usta öğretici” olarak
atanıyorlardı
1942-1943 eğitim-öğretim yılında Ankara Hasanoğlan Köy
Enstitüsü’nde, Köy Enstitülerine öğretmen, bölge okullarına
yönetici, gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi ve kesim
müfettişi yetiştirmek üzere, her Köy Enstitüsünün en yetkin
öğrencilerini alıp yetiştiren üç yıl süreli Yüksek Köy
Enstitüsü açıldı
1943 yılında Köy Enstitüleri Öğretim Programı yürürlüğe
konuldu
Bu programa göre, ilkokulu bitiren çocuklar sınavla Köy
Enstitülerine alınır ve karma eğitim uygulanır
Köy Enstitülerinde beş yıl içinde okutulacak derslerin çeşidi
29’dur. Bunların 17’si genel kültür ve meslek dersleri
(haftalık toplam 22 saat), 7’si tarım dersleri (haftalık toplam
11 saat), 5’i de iş dersleri (haftalık toplam 11 saat)’dir
Köy Enstitülerinde eğitim üretim içindir
Köy Enstitülerinin haftalık toplam ders saati sayısı 44 (bazı
ara etkinlikler buna dâhil değildir) iken aynı yıllarda
İlköğretmen okullarının haftalık ders saati toplamı 29-30’dur
Köy Enstitülerinde öğrenciler, bir taraftan güçlü bir tarih
eğitimi yanında tarım, el işi ve güzel sanatlar ile yurttaşlık
bilinci ve ulusal bilinç kazanıyorlardı; diğer taraftan dünya
klasiklerini okuyarak, müzik dinleyerek, tiyatro yaparak
dünya değerleriyle tanışıyorlardı
Köy Enstitüsü programı, çok yönlü eğitimi benimsemişti
Köy Enstitülerinde eğitim yaşamının tümüne sanat, hareket
ve yaratıcılık egemendi
Her öğrencinin bir müzik aleti çalması zorunlu idi
Halk kültürünün tüm malzemesi enstitülere taşınıp
işleniyordu
Köy Enstitülerinde her hafta bir eğlenti düzenlenir, bu
etkinliğe yönetici ve öğretmenler de katılırdı. Bu eğlenti
programları piyes, müzik, gösteri, halk oyunu, orta oyunu
vb. etkinliklerden oluşurdu. Bu etkinlikleri, çevredeki köylüler
ve öğrenci velilerinden konuk olanlar da izlerlerdi
Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim ve öğretim yöntemi,
öğrenciyi merkeze koymuş ve onun etkin kılınmasını temel
almıştı
Ekip çalışmaları ve bireysel etkinlikler, öğrenci kişiliğinin
geliştirilmesi açısından vazgeçilmez koşuldu
İsmail Hakkı Tonguç’a göre; öğrencilerin başarılı iş
görmelerinin, istenen vasıfları kazanabilmelerinin, saptanan
amaçlara kolayca ulaşabilmelerinin ana şartı arkadaşlarıyla
iyi geçinmeleridir
Köy Enstitülerinde öğretmen adayları, devletin az bir
yardımıyla, iş içinde çalışarak hem kendi barınaklarını,
dersliklerini ve diğer gereksinimlerini, çalışma yerlerini
yapmışlar; hem de gereken genel kültür ile meslekî bilgileri
ve tarım çalışmaları yaparak köy için gerekli olan beceriyi
kazanmışlardır
Köy Enstitülerinde bütün derslerde ve çalışmalardaki temel
yöntemin “yaparken öğrenme” ilkesi olduğu söylenebilir
Yaparken öğrenme, yaparak öğrenmeden faklıdır
Yaparken öğrenmede yapılan iş gereksinimden doğar; iş
içinde, işle birlikte, iş aracılığıyla öğrenme esastır;
sonuçta sahip olma vardır
Köy Enstitülerinde yaparken öğrenme sürecinde 700 bina
yapılmış, binlerce dekar boş arazi işlenip ekime açılmış,
binlerce hayvan ve milyonlarca ağaç yetiştirilmiştir
Köy Enstitülerinde eğitimde süreklilik esastı
Günlük, haftalık, aylık, mevsimlik gelişme programları
yapılmaktaydı
Bunlar, her enstitüde işlerin durumuna, öğrencilerin düzey
ve sayısına, öğretmenlerin özelliklerine, iş araçlarının
çeşitlerine, iş alanlarının genişliğine, hayvanların cins ve
sayılarına göre ayarlanmaktaydı
Köy Enstitülerinde işin saati, günü ille de saptanmış değildi
Ancak, her iş bitmeden bırakılmazdı
Karılan harç donup beton yığını olmadan kullanılırdı
Dikilen fidanlar ölmeden gelişip yetişmeleri için çapalanıp
sulanırdı
Olgunlaşan meyveler çürüyüp bozulmadan toplanıp işlenirdi
Ekinler tarlada bırakılmazdı
Köy Enstitülerinde öğrencilere bilgi verilmiyor, bilgiyi öğrenci
alıyordu
Öğrenci bir süreklilik içinde yaşayarak, yaparken, üretirken
öğreniyordu
Köy Enstitülerinde öğrenciler anlıyor, düşünüyor, sorguluyor,
üretiyordu; kendine güven ve mutluluk içindeydiler
Köy Enstitülerinde yaşam, tam “birliktelik, katılım, yetki ve
sorumluluk” eksenlerine oturtulmuştur
Köy Enstitülerinde kararlar, yönetici-öğretici-öğrenci
üçlüsünün katkı ve onayıyla alınır
Okul yöneticileriyle öğrenciler her konuyu tartışabilirler
Köy Enstitüleri bütününün içinde İsmet İnönü’nün büyük
ağırlığı olmuştur
İsmet İnönü’nün desteği, II. Dünya savaşı bitene,
memleketimizde ve dünyada yeni bir güçler dengesi
kurulana kadar sürmüştür
Çok partili döneme girilince İsmet İnönü artık eski gücünü
bulamamış ve gerekli desteği enstitülere verememiştir
1946 yılında yapılan genel seçim sonunda CHP’nin tutucu
kanadı iktidara el koydu
Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç ve ekibi görevden
uzaklaştırıldı
Köy Enstitüleri, 1946’dan sonra istismarcıların ve bazı çıkar
çevrelerinin etkisiyle özgün yapılarından saptırıldı
1947’de İsmail Hakkı Tonguç’un “Enstitülerin Kalbi” dediği
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı, öğrencileri
başka okullara nakledildi
Köy Enstitüsü Öğretim Programı ve Yönetmeliği
değiştirilerek, öğrencilerin yönetime katılması, iş eğitimi gibi
temel ilkeler ve etkinlikler kaldırıldı; mezunlara arazi ve
teçhizat verme uygulamasına son verildi
1948 yılında Eğitmen Kursları’na son verildi, birçok eğitmen
görevden uzaklaştırıldı, bu eğitmenlerin açtığı köy okulları
kapatılarak yıkılmaya terk edildi
1950’den sonra Demokrat Parti iktidarında Köy
Enstitülerindeki kız öğrenciler ayrıldı, sayıları azaltıldı;
Kızılçullu ve Beşikdüzü Köy Enstitülerinde toplandı
Sonra Kızılçullu Köy Enstitüsü, yeri ve binaları Amerikalılara
verilerek kapatıldı, öğrencileri Bolu Kız Öğretmen Okuluna
aktarıldı
Bazı Köy Enstitülerindeki “Sağlık Kolları” kapatıldı
1952 yılında Köy Enstitülerinin öğretim süresi beş yıldan altı
yıla çıkarıldı
1953’te Köy Enstitülerinin programları kökten değiştirildi.
Köy Enstitüleri Programı ile İlköğretmen Okullarının
programları birleştirildi
1954’de Köy Enstitüleri tümden kapatıldı. 6234 sayılı yasa
ile Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulu’na dönüştürüldü
Köy Enstitüleri Sisteminden Alacağımız
Dersler ve Günümüzde Eğitim Sistemi
Tartışmaları
Köy Enstitüleri Sisteminden alacağımız dersler çoktur:
-İnsan en yüce değerdir. Eğitim, bu değeri daha da
geliştirme gücüne sahiptir
- İnsan kişiliğini tam geliştiren ve özgürleştiren çok yönlü
(kültürel, bilimsel, sanatsal vb. yönden) eğitim, en zor
koşullarda bile uygulanabilir.
- Katılımcı ve demokratik eğitim, birçoklarının sandığının
aksine en zor koşullarda ve kırsal toplumda da uygulanabilir,
yaşatılabilir
- Akılcı bir planlama, örgütleme ve yeterli bir motivasyonla,
en güç koşullarda bile eğitim sorununu çözme olanağı
vardır
- Akılcı bir planlama ve programlama ve üretken bir
yaklaşımla nitelikten ödün vermeden eğitimin maliyeti
düşürülebilir
- Eğitimde gerçek başarılar, maddi ve manevi yönden
olumsuz rekabete ve yarışa yol açmadan da
ödüllendirilebilir
- Eğitim, evrensel değer yaratmayı hedeflerken, yerel ve
ulusal değerleri de geliştirebilir
- Yurt sevgisi, yurdu sevilecek duruma getirerek gelişir. Köy
Enstitüleri, insanımıza Anadolu bozkırını yeşerterek onu
daha çok sevmeyi öğretmiştir
- Gerçek bir ahlak anlayışı, insana saygı ve sevgi, lafla değil
iş yaparak kazanılır
Günümüzde, eğitim sistemi hakkında toplum olarak
endişeliyiz
Çoğumuz “Eğitim sistemimiz çocuklarımızı ezberci yapıyor,
sorumluluk kazandırmıyor.” diyoruz
Her kesim kendine göre doğru çözüm önerileri ileri sürüyor
Bu önerilerin hiçbiri üzerinde tam anlamıyla bir fikir birliği
sağlanmış değildir
Çözüm önerilerinin yanında neden ile ilgili görüşler oldukça
az
İngiliz yazar Gilbert Keith Chesterton’un güzel bir sözü
vardır
“Sorun, çözümü görememelerinde değil,
sorunu görememelerinde”
Belki bizim eğitim sistemimiz ile ilgili durum da sorunu
göremememizdir
Sorunu görmek için, sistemin çocuklarımızı neden ezberci
yaptığını, sorumluluk kazandırmadığını sorgulamalıyız
Eğitim sistemimiz ile ilgili sorunu görmek için, işe eğitimin
kabul gören bir tanımından başlayabiliriz
“Eğitim, insan davranışlarını istenen yönde değiştirmek
için düzenlenip uygulanan bir sistemdir”
Egemen güçler, sorgulamayan, araştırmayan, eleştirmeyen,
problem çıkarmayan, verilen işi en iyi şekilde yapan bireyler
ister
Öyleyse, çocuklarımızın ezberci, sorumluluk kazanmamış,
sorgulamayan, araştırmayan, eleştirmeyen, problem
çıkarmayan, verilen işi en iyi şekilde yapan bireyler olarak
yetişmeleri egemen güçler tarafından istenmiş ve uzun
yıllardan beri devam eden sistematik politikalarla mevcut
eğitim sistemi bilinçli olarak oluşturulmuştur
Eğitim sistemi içinde istenen davranışları sergileyen
çocuklara verilen maddi-manevi ödüller ya da istenmeyen
davranışları sergileyen çocuklara verilen cezalar da
zamanla bireyleri sadece ödül beklentisi ya da ceza korkusu
nedeniyle eyleme geçen bireylere dönüştürmüştür
Eğitim sistemi içinde ödül-ceza beklentisi, bireyleri
(öğrencileri), eğitim-eylem sürecinde ya da sonucunda elde
edecekleri doğal hazdan uzaklaştırmaktadır
Bireyleri (öğrencileri) eğitim-eylem sürecinde ödül-ceza
beklentisinden kurtarmak gerekir. Süreç içinde yaşanacak
doğal hazza dikkat çekilmeli ve öğrencilerin bu hazzı
duyacakları bir eğitim sistemi uygulanmalıdır
Köy Enstitüleri Sistemindeki öğrencilerin eğitim süreci içinde
doğal haz duyduklarını bir Köy Enstitüsü kız öğrencisi
Ümmü Altan bir şiirinde çok güzel anlatıyor
Eğitim sistemi içinde ödüller-cezalar, eleştirel düşünme
yetisini kaybetmiş, pasif, itaatkâr birey (öğrenci) modelinin
ortaya çıkmasına da neden olmuştur
Farkında değiliz belki ama bu öğrenci modelini seviyoruz ki
arada eleştirel düşünme yetisi olan öğrencileri uyumsuz, asi
öğrenci olarak görürüz
Eğitimin sadece bilişsel düzeyde gerçekleştiği vurgulayan
bir tanımı da vardır
“Eğitim, fiziksel uyarılmalar sonucu beyinde istenen
biyokimyasal değişiklikler oluşturma sürecidir.”
Bu tanıma göre, sayısal derslerde başarılı olmak zeki
olmakla eşdeğer tutulmakta, başka alanlardaki beceriler göz
ardı edilerek çocuklar çoğu zaman zeki ve zeki olmayan
olarak kategorilere ayrılmaktadır
Bu durum ise belki de farkında olmadan duygusal
örselenmelere neden olmuş ve benlik duygusu düşük,
kendine güvenemeyen bireyler yaratmıştır
Eğitim sistemimiz ile ilgili sorunları doğru olarak
saptayabilirsek, öncelikle bazı tanımları, bazı
düşüncelerimizi, bazı alışkanlıklarımızı ve
şartlanmışlıklarımızı değiştirmeliyiz
İsmail Hakkı Tonguç, Manisa Milli Eğitim Müdürü Rauf İnana
yazdığı bir mektupta “… Bütün bunları yapabilmek için sana
bir çare söyleyeyim: Evvela mevcut bilgileri, alışkanlıkları
terk. Yeniden yeni işe göre aklıselimle hareket…” diye
yazmıştır
Günümüzde eğitim, bireyin kendi potansiyellerini açığa
çıkartıp bunları en iyi şekilde kullanıp geliştirdiği, tüm
gelişim alanlarını içeren yaşamsal bir uğraş olarak
değerlendirilmektedir
Bu değerlendirmeyi benimsiyorsak, bireyi araştırmaya,
sorgulamaya, eleştirel düşünmeye, sosyal sorumluluk
kazandırmaya yönelik eğitim programlarımızı
geliştirmeliyiz
Köy Enstitüleri Sisteminde uygulanmış olan, bireyi
araştırmaya, sorgulamaya, eleştirel düşünmeye, sosyal
sorumluluk kazandırmaya yönelik eğitim programları,
günümüzde çağdaş eğitim programları olarak uygulamaya
konulmaya çalışılmaktadır
Geleneksel eğitim programlarının bilgi temelli, öğrencilere
bilgi depolamak ve bu bilgilerin gelecekte kullanılmasını
sağlamaya yönelik olduğu ifade edilmektedir
Çağdaş eğitim programlarının ise öğrenci temelli, öğrencinin
yeni bilgileri üretmesi, öğrenmeyi öğrenmesi, bilgiye erişimi
öğrenmesine yönelik olması gerektiği ifade edilmektedir
Eğitim, okulla sınırlı değil; insan varlığını sürdürdüğü sürece
devam eden etkinliktir
Bugün yaşam, sürekli ve hızla değişmektedir
Bireyin günümüzdeki hızlı teknik ve toplumsal değişime
ayak uydurması beklenmektedir; kendi kendini yenileme,
kendini aşma becerileri kazanması gerekmektedir
Bu kapsamda eğiticilerin önce kendi kendini yenileme,
kendini aşma becerileri kazanmalarının önemi büyüktür
Eğiticilerin teknik ve toplumsal değişime ayak uydurması;
öncelikle kendi kendilerini yenileme, kendilerini aşma
becerileri kazanmaları gerektiğini İsmail Hakkı Tonguç yıllar
önce ifade etmiştir:
- Öğretmenlik mesleği, devamlı ilerleyiş ve yükseliş isteyen
bir meslektir
- Öğretmenlerin bilgilerini arttırmak, onlara olayları ve
insanları tanıtmak bakımlarından daima başvurulacak vasıta
iyi kitap, iyi yazıdır
- Öğretmenler, iyi ve güzel eserleri seçerek çok
okumalıdırlar
- Öğretmen, okuyan bir fikir adamı olmalıdır. Bu alışkanlığını
idaresindeki öğrencilere de aşılayabilmelidir
- Öğretmenler, hayatta karşılaştıkları önemli olayları bir ders
gibi algılamalılar, bunların üzerinde durarak düşünmeye
alışmalılar, onlardan mana çıkarabilecek bir duruma
gelmeliler ve fırsat çıkar çıkmaz bunlardan öğrencileri
faydalandırmayı bilmelidirler
- Öğretmenin görevi, öğrenci ile mesai arkadaşlığı yapmak,
öğrencinin her türlü mesaisini düzenli olarak takip ederek
yeteneğinin derecesini tespit etmektir
- Öğretmenlerin öğrenci ile serbest konuşmaları ciddiyet,
dürüstlük, onlara gerçekleri duyurmak, çocukların düşünme
yeteneklerini genişletmek gibi asil gayelere yöneltilmiş
olmalıdır
- Öğretmen, idaresine verilen çocuklardan, her birinin
hayatıyla yakından ilgilenmeli, onların konuşma ihtiyacından
başlayarak giyim, yemek, yıkanmak gibi bütün ihtiyaçlarını
daima göz önünde tutmalı, bu bakımlardan onlara faydalı
olmalıdır
- Öğretmen, öğrencileriyle her şeyi konuşabilmeli, onların
dertlerine ortak olmalı, sevinçlerine katılmalı, sık sık
hatırlarını sormalı, hastalıklarıyla ilgilenmeli, aileleri geçim
darlığı çekenlerin özel durumlarını bilmeli, onlardan hiçbir
suretle uzak kalmamalıdır
- Öğretmen, öğrencilerle birlikte, türlü maksatlarla geziler,
seyahatler, eğlentiler tertiplemeli, bunlara kendisi de
katılmalı, çocukları bu münasebetle faydalanılması mümkün
her şeyden faydalandırmalıdır
- Tabiatla, toplumsal hayatla gerçek temaslar olmadıkça
öğrencilerle öğretmen arasındaki bağlantılar pek yapmacık
olarak kalırlar
- Öğretmenler, suni olan her şeyden kaçınmalıdırlar
- Öğretmen, çocuklara hayatta kendi çalışmalarından başka
hiçbir şeye güvenmemek lazım geleceği kanaatini,
zihinlerinden hiç silinmeyecek şekilde benimsetmelidir
- Öğretmenlerin hiç ayrılmayacakları ilkelerden biri, hangi
dersi okuturlarsa okutsunlar, bu dersin konularını çocukların
zati faaliyetlerine dayanan bir iş içinde öğretmektir
- Çocuğu pasif, durgun vaziyette tutan, buna karşı
öğretmeni faal duruma getiren öğretme şekli okullarda asla
yer almamalıdır
ÖZET
• İsmail Hakkı Tonguç, özgürlükçü ve renkli düşün
ortamında yetişmiş, düşüncelerini büyük bir azimle
deneme ve uygulamaya çalışmıştır
• İsmail Hakkı Tonguç’a göre, insan kişiliğini yaratan bir
eğitim anlayışının, bir başka söyleyişle tüm eğitim ve
öğretim etkinliklerini kuşatan bütüncül yaklaşımın adı iş
eğitimidir
• İsmail Hakkı Tonguç’un hedefi, manalı ve şuurlu bir
şekilde “köyün içten canlandırılmasıdır”. Köylü insan
öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir
kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar
edemesin; ona esir ve uşak muamelesi yapamasın
• Köy Enstitülerinin kuruluşu, birçok kişinin olağanüstü
çaba ve çalışmalarıyla gerçekleşmiştir
• Köy Enstitülerinde uygulanan ilke ve yöntemler, dünya
ve ülke eğitim tarihi içerisinde, birçok büyük eğitmenin
çalışmaları, görüşleri sonucu ortaya çıkmış doğrulardır
• Köylünün dilinden anlayan yeni bir aydın tipinin köylünün
kendi içinden çıkarılabileceğini yakalayan, kendisi de bir
köylü çocuğu olan İsmail Hakkı Tonguç’tur
• Köy Enstitülerinde bütün derslerde ve çalışmalardaki
temel yöntemin “yaparken öğrenme” ilkesi olduğu
söylenebilir
• Yaparken öğrenmede yapılan iş gereksinimden doğar; iş
içinde, işle birlikte, iş aracılığıyla öğrenme esastır
• Köy Enstitülerinde öğrenciler anlıyor, düşünüyor,
sorguluyor, üretiyordu; kendine güven ve mutluluk
içindeydiler
• Köy Enstitüleri, II. Dünya savaşı sonrasında
memleketimizde ve dünyada yeni bir güçler dengesi
kurulmasıyla, 1946’dan sonra istismarcıların ve bazı
çıkar çevrelerinin etkisiyle önce özgün yapılarından
saptırılmış ve daha sonra kapatılmıştır
• Köy Enstitüleri Sisteminden alacağımız dersler çoktur
• Günümüzde eğitim sorununu çözmede bu dersler
yardımcı olabilir. Bunun için önce sorunu doğru olarak
belirlemeliyiz. Sonra bazı düşüncelerimizi, bazı
alışkanlıklarımızı ve şartlanmışlıklarımızı değiştirmeliyiz
• Bireyi araştırmaya, sorgulamaya, eleştirel
düşünmeye, sosyal sorumluluk kazandırmaya
yönelik eğitim programlarımızı geliştirmeliyiz.
• Günümüzdeki hızlı teknik ve toplumsal değişime ayak
uydurabilmek için, kendi kendimizi yenileme, kendimizi
aşma becerileri kazanmamız gerekmektedir
• Gençlere son söz: Çok okuyun, anlayın, düşünün,
sorgulayın, üretin
KAYNAKLAR
• Tonguç E., Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç
Yaşamı Öğretisi Eylemi, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler
Derneği Yayınları, Ankara, 2007.
• Altunya N., Köy Enstitüsü Sisteminin Temelleri, Ankara,
2002.
• Aksarı M., Tonguç’a Göre Öğretmen ve Öğrenci Kimdir?,
http://www.anafilya.org/go.php?go=7d865401e0ee8
(erişim 29.03.2009)
• Güven ED., Eğitim Üzerine Yinelenen Eleştiriler,
Alternatif Öneriler. PİVOLKA, 4 (17), 6-8, 2005.
"Çalışmadan rahat yaşamanın
yollarını alışkanlık haline
getirmiş milletler, evvela
haysiyetlerini, sonra
hürriyetlerini, en sonunda da
istikballerini kaybetmeye
mahkumdurlar."
M.Kemal ATATÜRK