Ağustos 2011 Bir fotoğraf, akıp giden zaman sürecinde “bir anı” dondurup sabitleyen görüntüdür... O an geçse ve o olay bitse de fotoğraf.
Download ReportTranscript Ağustos 2011 Bir fotoğraf, akıp giden zaman sürecinde “bir anı” dondurup sabitleyen görüntüdür... O an geçse ve o olay bitse de fotoğraf.
Ağustos 2011 Bir fotoğraf, akıp giden zaman sürecinde “bir anı” dondurup sabitleyen görüntüdür... O an geçse ve o olay bitse de fotoğraf kalıcıdır. Fotoğrafın önemi de bu özelliğinden kaynaklanır. Her fotoğraf potansiyel mesaj yüklüdür; kendisine bakıldığında adeta konuşur, bakana bir şeyler anlatmak ister... Fotoğrafı göz değil beyin görür. Bu sebeple bir fotoğrafın mesajı kişiden kişiye değişir. Çünkü, bakan gözler organik olarak birbirine benzese de, gözün bağlı olduğu beyinlerin içi farklıdır. Bazı fotoğrafların (resimlerin) beynimdeki çağrışımlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. “Gördüğümden başkasına Bu resim bize; arıza yapmış veya yakıtı bitmiş bir aracın öküz tarafından çekilişini gösteriyor. Tuhaf bir durum yok. Öküzden iyi çekici mi olur? Hem ekonomik hem de pratik. Ayrıca kırsalda çekiciyi bulmak da bir mesele. inanmam” demek, her zaman doğru sonuç doğurmaz. Başka bir açıdan baktığımızda olayın hiç de yukarıdaki gibi olmadığını görürüz. Meğer; öküz arabayı çekiyor değil, arabanın üstünde yolculuk yapıyormuş. Arada ne kadar büyük fark var. Kendi ülkesinde ANNE, bir başka ülkede Resimde bir Amerikalı kadın askeri görüyoruz. Belli ki ülkesine yeni dönmüş, hava alanında kendisini karşılayan çocuğunu yere çökerek kucaklıyor... Özlediği çocuğunu nasılda göğsüne bastırmış... Yüz ifadesine bakar mısınız? Duygu dolu... Çünkü, o bir anne... CELLAT, bu nasıl bir PARADOKS? Bu anne (asker) birkaç saat önce hiç tanımadığı topraklarda çocukları öldürüyordu... Bir anneyi ülkesinden binlerce kilometre uzağa götürüp çocukları öldürten güç nedir? Paralı askerliğin “maaş”ı mı, yoksa yıkanmış beynindeki cellatlık psikolojisi mi? O nasıl bir sistem içinde yaşıyor ki kolayca cellat olabiliyor? Çocuk beyni beyaz bir sayfa gibidir. ONA NE YAZILIRSA KALICI OLUR. Zamanla bazıları hatırlanmasa da (silindi sanılsa da) bilinç altında izi kalır. Doğduğunda 3-4 kiloluk et parçası olan bebek, anne-babanın günlük telaşları arasında göz açıp kapayıncaya kadar büyür, çocuk olur... Çocuk deyip geçmemeli. O, çevresinde olup bitenleri fotoğraf makinesi gibi kapar, beynine kaydeder. Bu kayıtlar onun kişiliğinin oluşumunda alt yapıyı oluşturur... Dünün o çocuğu delikanlı olduğunda “tavır koyma” dönemi başlamış demektir. O, kişiliğine uygun davranış ve söylemler geliştirir; beğensek de beğenmesek de... “Bu çocuklara da neler oluyor?” dememek için, hepimizin (aile-toplum) “iyi örnek” olacak davranışlarda bulunması gerekiyor. ÇOCUKLARIMIZ ÖZELDE MİLLETİN, GENELDE ÜMMETİN GELECEĞİDİR. DOĞRU YETİŞTİRİLMELİDİR. Yüce Allah, yarattığı insanı geçmiş ve gelecekle ilgili olarak “bilgilendirmek, yapması-yapmaması gerekenleri öğretmek” için Kur’ân’ı indirmiştir. Kur’ân, “okunmak-anlamaya çalışmak- üzerinde tefekkür yapmak” için vardır. Müslüman bunu yaparsa karşılığını hem bu dünyada, hem de ahirette görür. Kur’ân saklanmak için değil okunmak içindir. Bir Müslüman, Kur’ân’ın mesajını doğru anlarsa doğanın maddi sırlarının peşine düşer. Bir diğer ifade ile “ilme” talip olur; okur, araştırır... O, bu yolla bilgi sahibi olurken aynı zamanda ibadet de yapmış olur. Günümüzün en büyük serveti, maddenin sırrını çözerek elde edilen bilgi ve buna dayanarak üretilen teknolojidir. Bunu yapan “kötü niyetlilere” karşı dik durabilir. Milletçe böyle bir talebimiz var mı? Zenginlik, şöhret, güzellik, makam sahibi olmak gibi (herkes de olmayan özellikler) sahibinin egosunu tetikler. EGO, İNSANI ŞIMARTIR. Şımarıklık, diğer insanları küçük görme alışkanlığı (kibir) kazandırır. Cemaatle namaz kılmak, namaz ibadetini yerine getirmenin yanında, insanın egosunu kırması açısından da çok önemlidir. Çünkü, “namaz safı” oluşurken yanınıza kimin duracağına, önünüze kimin geleceğine siz karar veremezsiniz. Orası (protokolün ve hiyerarşinin olmadığı) her çeşit insanın eşitlendiği yerdir... Sadece ehil veya görevli olanın en öne çıktığı (imam olduğu) bu yerde, insanın görevi, dünyaya ait olanı tekbirle arkasında bırakıp, huzurda el bağlamaktır. İmam senden fakir, senden daha az rütbeli, hatta bedensel özürlü olabilir; hiç fark etmez. O sana değil, sen ona tabi olacaksın... Baş secdeye varıp “kibrin sembolü burun” yere değdiğinde, kibir yok olur. Kibirsiz kalbe dua ne de yakışır... Bahçede çalışırken gübre çuvalının altından “çıyan” denilen sürüngen fırladı ve hızlıca kaçmaya başladı. Bu sürüngenin bir başka zamanda “ondan korunmasını bilmeyen küçük torunlarıma zarar vermemesi için” öldürüp duvarın dibine doğru süpürdüm. Torunlarımı çağırıp çıyanı tanımaları için onlara gösterdim ve çalışmaya devam ettim... İNSAN KENDİSİ İÇİN BALIKÇILIK YAPAR, KEDİ NASİBİNİ ALIR. Bir ara çıyan ölüsü gözüme çarptı. O da ne? Karıncalar çıyan ölüsü başına toplanmış, onu parçalıyor ve parça koparan hızlıca uzaklaşıyor... Demek ki karıncaların o günkü rızkı o çıyan imiş ve aracı olarak da ben kullanılmışım. Dünyadaki beslenme zinciri tüm canlılara yetecek şekilde kurulmuştur. Bazıları, bazılarının gıdasını çalarak dengeyi bozmaktadır. Dünyadaki insanların bir kısmı diğerlerinin yiyeceğini çalarak “obez” olurken, yiyeceği çalınanlar açlığa ölüme terk ediliyor. Çalanlar “uyanık olmak” adına bunu yaparken, kendilerini teselli etmek için de “çaldırmasaydı” diyerek mazlumları suçlamakta... Biri başkalarına “yolunacak tavuk” gözüyle bakıyorsa, orada insanlık bitmiştir. Onun gördüklerinin tavuk değil insan olduğunu biliyoruz. Ya kendisi: “Ne çeşit bir hayvan?” Türkiye’de bankalarda yaklaşık 470 milyar liralık mevduat bulunuyor. Bu mevduatın 199 milyar lirası tasarruf, 150 milyar lirası döviz hesabı, geriye kalanlar da resmi ve ticari hesaplara ait… Aynı verilere göre; 1 milyon lira ve üzerinde hesabı bulunanların sayısı ise 28 bin. Bir insan, eninde sonunda öleceğine göre; nasıl oluyor da, kendisine imtihan için verilmiş servete “HEPSİ BENİM” diyebiliyor? (10.03. 2010 Gazeteler) Bankalardaki paraların sadece yarısı için (kırkta birden) zekat payını hesaplayalım, bulunan rakamı her fakir aileye ayda 700 TL olmak üzere bir yıl boyunca dağıtıldığını düşünelim: Yılda 600.000 aile (yaklaşık 2.400.000 kişi) en azından aç kalmamış olur. Yukarıdaki rakama bankaya yatmamış paraları, altınları ve zekata tabi malları da eklersek ülkemizde aç-açık kalmaz; elbette herkes zekatını verirse... SOSYAL DAYANIŞMANIN GEREĞİ DE BUDUR. Elindekini yeterli bulmayıp “oflayıp - puflayanlar” bir vakıf aşevine gidip yemek alan fakirleri izlesinler. ELİNDEKİNE SEVİNEBİLMEK, ONUNLA MUTLU OLABİLMEK. Onların bir kap yemek bulabilmenin sevincini nasıl yaşadıklarını yüzlerinden okusunlar... Bazı insanlar, daha çok tüketebilmek için kendilerinin “BAŞKALARINI ÖLDÜRME HAKKI” olduğuna inanır. Gözüne kestirdiği bir ülkeyi işgal edebilecek “askeri gücü” olduğuna inanan emperyalist ülkeler, hiçbir hukuk ve insan hakkı gözetmeksizin başkalarına saldırıyor, başkalarının birikimlerini yakıp - yıkıyor, yüz binlerce insanı öldürüyor, sakat bırakıyor... Bunun bir örneği yakın zamana kadar SSCB idi. Bugün ise ABD’dir. Topraklarındaki Kızılderilileri azar azar öldürerek yok etmekle işe başlayanlar, Japonya’da nükleer bomba kullanarak kitle halinde öldürmeyi de öğrendiler. ABD, ideoloji adına Vietnam’da, petrol adına Irak’ta, Rusya ve Çin’e yakın asker bulundurma adına da Afganistan’da soykırım yapıyor... İSRAİL ASKERLERİ ÖLDÜRDÜKLERİ BİR FİLİSTİNLİNİN CESEDİ BAŞINDA HATIRA FOTOĞRAFI ÇEKTİRİYOR… Bir devlet (İsrail) kuruluş felsefesini “üstün ırk biziz, diğer ırklar bize hizmet edecektir” inancı üzerine kurarsa, onun askerleri de önüne geleni öldürür... İnsanlığa ait “evrensel değerler” birilerinde yoksa; onlar, sadece öldürmekle kalmaz, cesedine de hayvanca davranır. Çatışma ve felaket bölgelerindeki çocuklar; bizzat kendilerini korumakla yükümlü görevlilerin tecavüz ve kötü muamelesine hedef olmaktadır. (İngiltere’deki “çocuklara yardım kuruluşu”nun hazırladığı rapordan alıntı) “Çocuklara yönelik cinsel tacizin failleri arasında, her türlü insani yardım, barış ya da güvenlik faaliyeti yürüten örgütlerin her kademeden personeli var. Bunlara yerel görevlilerle uluslararası personel de dahil. MAYASI BOZUK OLANLAR, HANGİ KURUMDA ÇALIŞIYOR OLURSA OLSUNLAR, DAİMA BİR “PİSLİK”TİR. Barışı korumakla görevli askerlerden bazıları, aralarında 6 yaşında olan çocukları bile taciz etmektedir. Rapora göre, Fildişi Sahili'nde yaşayan 13 yaşındaki bir kız, BBC'ye verdiği demeçte, evinin yakınındaki bir tarlada, 10 B.M. Barış Görevlisi’nin tecavüzüne uğradığını, tecavüzcülerin kendisini kanlar içinde bırakarak gittiğini anlattı. Taciz ve kötü muamelenin; çocuklar ve ailelerinin başlarına daha kötü şeyler gelmesinden endişe edildiği için ihbar edilmediği, tespit edilen suçluların da cezasız kaldığı görülmüştür...” İran asıllı genç kız, İran dışında yaşadığı ülkede yapılan olimpiyat karşılaşmalarında İran’lı sporcuları desteklemek için tribünlerde... İran bayrağını yeterli bulmamış, saçlarını ve giysilerini de İran bayrağı renkleriyle donatmış... Buna ülke özlemi denilmez de ne denir? BEDENEN UZAKLARDA OLSA DA, RUHEN DOĞDUĞU YERDE YAŞAMAK. Genç kızın kılık kıyafetine bakılırsa İran rejimiyle ters düşen bir “hayat tarzı” olduğu belli. Bu farklılık onun; akrabalarını, doğduğu yerlerin havasını, suyunu, yemeğini, insan davranışlarını (örfünü) özlemesine engel değil... BAZI DEĞERLERİN KIYMETİ KAYBEDİLMEDEN ANLAŞILMAZ. Bazı toplumların kültüründe insan canı “ucuz”dur... Çalışan işçi “iş güvenliği kuralları”na, sürücüler “trafik kuralları”na, besin üretenler “hijyen kuralları”na uymazlar. (Örnekler çoğaltılabilir) CAN, BU KADAR UCUZ MU? Sorulduğunda; kimi “ekonomik sorunları olduğunu”, kimi “ustasından böyle gördüğünü”, kimi “herkesin böyle yaptığını” söyler... Kimse kendi canına ve yakınlarının canlarına karşı “duyarsız” olduğunu söylemez... Bazı insanlar (öldüğünde gömülmek üzere) mezar yeri satın alıyor. Bu satın alma bireysel olduğu gibi, aile mezarlığı şeklinde de olmaktadır. Sanki nerede nasıl öleceklerini biliyorlarmış gibi... Ya resimdeki gibi kendine ölmeden mezar yaptırana ne demeli?.. Bazı davranışlar (bireysel de olsa) SORGULANMALI, Mezarda ne yok ki? Karyola, yatak, yastık, komodin, duvarda tablo ve çiçekler... sahipleri uygun bir biçimde UYARILMALIDIR. (aksi halde yol olur) BİR İNSAN ŞAŞIRMAYA GÖRSÜN YAPMAYACAĞI DELİLİK YOKTUR... Bir sohbet sırasında, orada bulunanlardan biri; “Bu yıl parasızlıktan kurban kesemedim” dedi... Sigara kullanan bu kişiye, “Birlikte bir hesap yapalım” dedim. “Sen geçen bayramdan bu bayrama kadar her gün bir paket sigara içtin. Yani: (365 -10) gün x 4 TL/gün = 1420 TL sigara için harcama yaptın. HANGİ ŞARTLARDA FAKİR SAYILIRIZ? “Bu para ile bir değil tam dört tane kurbanlık koyun alabilirdin” dedim. ÖNCELİKLERİMİZ KADERİMİZDİR. BİTİRİRKEN Ölen insanın bedeni (cesedi) değersiz bir et-kemik yığınıdır... Bir diğer ifade ile, hiçbir ekonomik değeri yoktur ve hemen gömülmezse kokuşmaya başlar... İnsan eti yenilmez, derisinden davul yapılmaz, dişleri süs eşyası olarak kullanılmaz vs. vs... Sadece iç organlarından bazıları “organ naklinde kullanılabilir”. O da; bağışlamışsa, sağlamsa ve doku uyuşmazlığı yoksa. HER İNSANIN (canlı veya cansız) BİR ETİKETİ VARDIR. İnsan canlı iken fonksiyoneldir... O aklıyla, becerileriyle, yardım severliğiyle insanlara faydalı olmuşsa olmuştur... Değilse ölüsü kimseye fayda sağlayamaz. Faydalandıklarıma teşekkürlerimle... Ağustos 2011