Sözlü Tarih giriş - Prof. Dr. Serdar ÖZTÜRK

Download Report

Transcript Sözlü Tarih giriş - Prof. Dr. Serdar ÖZTÜRK

SÖZLÜ TARİH: GİRİŞ

DOÇ. DR. SERDAR ÖZTÜRK

Sözlü Tarih ve Sözlü Tarihin Tarihi

Adı “sözlü tarih” olmasa bile tarih ile söz arasındaki ilişkinin geçmişi çok eskiye dayanır. “Önce söz vardı.” İnsanların bireysel anıları (iletişimsel bellek) ve sözlü gelenek aktarımı (kültürel bellek) uzun yıllar boyunca tarihçilerin yararlandığı temel materyallerdi.

Aslında tarih yazımı sözün kayda geçirilmesiyle başladı.

Heredot,

Heredot Tarihi

Thukyidides farklı ’ni mümkün olduğunca fazla anıları toplayarak yazdı. Gittiği yerlerde insanlarla yaptığı görüşmeleri eserinin temel malzemeleri olarak kullandı.

Heredot’un çağdaşı Thukyidides de Pelopenneses Savaşlarıyla ilgili eserini seyahat ederek, askerlerle ve savaşı yaşayan diğer insanlarla görüşerek hazırladı.

noktalardan bakan tanıkların belleklerinde söylemiştir.

aynı olayın farklı şekilde anlatıldığını

Sözlü Tarihin Tarihi

Tarih ile söz ilişkisi 19. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. Jules Michelet, Fransız Devrimi’ni 1840’larda yazarken yazılı belgelerinde yanında sözlü tarihe başvurdu. Michelet, köy kahvelerine kadar girmiş, çiftçilerin, kasabalıların, kadınların ve hatta çocukların sözlerine kulak vermişti Tarih, 19. yüzyılın ikinci yarısında bilimselleşmeye başladı. Tarih, “nesnelliği” “belgeye dayanmayı” bilimselliğin kıstası yaptı. Belgesiz tarih yazılmayacağı varsayıldı. Böylece, tarih, söz ile bağlarını kopardı. Tarih, iletişimsel belleği bilim dışı kabul etti, öznel diye çöpe attı. İlginç bir şekilde bir kenara atılan iletişimsel bellek, sosyolojinin, antropolojinin, etnolojinin ve folklorun malzemeleri arasına girdi.

Sözlü Tarihin Tarihi

Aslında değişen sadece bundan ibaret değildi. Sıradan insanla yapılan görüşmeler tarihin malzemesi olarak kabul edilmiyorsa geriye “belgelendirilebilenlerin” tarihi kalıyordu. Onlar ise büyük devlet adamlarını, kurumları, önemli komutanları ve kahramanları içeriyordu. Artık tarihin konusu devlete, devlet adamlarına, kurumlara yoğunlaşıyor, sıradan insanın yaşamı, duyguları, zihniyeti, algıları, neler yiyip neler içtikleri tarihin malzemesi olmaktan çıkıyordu (Danacıoğlu, 2001: 131 132).

1920’lerin sonlarına gelindiğinde ise sözlü tarihte bir canlanma görülmeye başlandı (Tosh, 1984: 191). Bu canlanış biraz da pratik bir zorunluluktan kaynaklandı. Amerika’da 1929 Ekonomik Bunalımı toplum katmanlarında büyük sorunlar doğurmuştur.

Sözlü Tarihin Tarihi

Siyasal iktidar ve bazı aydınlar bunalımın toplumun özellikle aşağı kesimleri kesimlerindeki etkisini öğrenmek istiyorlardı. Yanı sıra, Keynezyen iktisat politikaları toplumun her kesimine iş sahaları açılması durumunda bunalımın atlatılabileceği üzerine kuruluydu. Böylece işsiz araştırmacılara, gazetecilere iş sahası yaratma arayışından “Federal Yazarlar Birliği Projesi” ortaya çıktı. Tıpkı işsiz kalan fabrika çalışanlarına çukur açtırmak ve sonra doldurtmak gibi, gazeteci ve araştırmacılara böylece iş temin edildi. Bunlar Amerikan kırsalındaki, fabrikalarındaki kadınların, köylülerin, işçilerin, savaş gazilerinin, zencilerin, Kızılderililerin hayatlarını derlediler. Oluşturulan arşiv Amerikan sosyal tarihinin 19. yüzyıldaki en önemli kaynağıdır. II. Dünya Savaşı’nda ise cephede savaşan askerlerin veya savaş gemilerindeki deniz piyadelerinin “taze bellekleri”ne başvuruldu. Askerlerin anıları sözlü görüşmelerle yazıya döküldü.

Sözlü Tarihin Tarihi

1942 yılında yapılan işi adı konuldu: Sözlü tarih. Araştırmacı Joseph Gould sözlü tarih kavramını ilk kullanan kişiydi. Sözlü tarihin işlevini Gould şöyle açıklıyordu: “Tarihin krallar, kraliçeler, antlaşmalar, görüşmeler, büyük savaşlar ve Sezar, Napolyon, Pontius Pilate, Kolomb gibi mühim zevattan oluştuğunu sanıyoruz, ama bu sadece yüzeysel tarihtir ve büyük ölçüde yanlıştır. Sözlü tarihle, tarihi aşağılara indirecek, yukarılarda inşa edilen tarih yerine kısa gömleklilerin yani halkın işleri, aşkları, deneyimleri hakkında söylediklerini, bu merasimsiz tarihle anlarız”

Sözlü Tarihin Tarihi

Bu sözler sözlü tarihin işlevini etkili bir şekilde ortaya koyar. Sözlü tarih, sıradan öyküleri, sıradan yaşamları, işçilerin, köylülerin, ilkokul mezunu ev kadınlarının deneyimlerini tarihe katar. Tarihin malzemesini sadece devlet adamları, siyasetçiler, büyük kumanlar oluşturmamaktaydı.

Sözlü tarih II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurumsallaşmaya başladı. Bu yönde ilk adım Amerika’da atıldı. Allan Nevis Columbia Üniversitesi’nde 1948’de Sözlü Tarih Araştırma Merkezi’ni kurdu. Ancak merkez, sözlü tarihten beklentileri ters yüz etmekteydi, çünkü yaklaşım seçkinciydi. Sıradan insanlar yerine siyasetçiler, generaller, diplomatlarla görüşmeler yapılıyor, onların anıları derleniyordu. Tarihe aşağıdan değil, yukarıdan bakılmıştı. Beyaz adam ve zenginlerin siyasi tarihini ortaya çıkaran bu akım 1960’lara kadar Amerika’da egemenliğini korudu.

Sözlü Tarihin Tarihi

Avrupa’da sözlü tarihin oluşumunun dinamiği daha eskiye ve daha farklı bir dinamiğe yaslanır. Avrupa’da 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi’yle birlikte İngiltere’de işçi sınıfı üzerinde araştırmalar yapıldı. İşçilerle derinlemesine görüşmeler gerçekleştirildi, sosyologlar işçiler arasında yaşayarak katılımcı gözlemlerde bulundular. İşçi sınıfının tarihi ortaya çıkarılmaya çalışıldı, yoksulluk araştırmaları yapıldı. II. Dünya Savaşı’nda sosyolojik ve tarihsel araştırmalar sözlü tarihi de kapsamına alarak genişledi. Anılarını başka türlü aktarma imkanı olmayan insanların tarihi ancak sözlü tarih sayesinde gün yüzüne çıkarıldı. Kıta Avrupasında ise faşizm, anti-faşizm, Yahudi Soykırımı ve İspanya İç Savaşı’yla ilgili çalışmalar yapıldı.

Sözlü Tarihin Tarihi

Avrupalı ve Amerikalı araştırmacıların ilgisi sadece kendi toplumlarına yönelik değildi. Aynı zamanda Afrika’daki sözlü gelenek daha 19. yüzyıldan başlayarak incelenmeye başlamıştı. Bu çabalar 1950’de tarihçilerin konuya eğilmesiyle yoğunlaştı. Tarihçiler, okuryazarlığın Afrika’da yaygınlaşması, köyden kente göçün artmasıyla sözlü geleneğin yok olacağını bilmekteydiler. Bu nedenle çalışmalarını hızlandırdılar. Afrika’da sözlü geleneğin aktarımının profesyonel kişiler tarafından gerçekleştirildiğini keşfettiler. Belirli yöntemler izlenerek bir anlatının özgün versiyonuna ulaşabileceklerine inandılar (Tosh, 1984: 203-204).

Sözlü Tarihin Tarihi

1960’ların sonlarına gelindiğinde Avrupa ve Amerika’da marjinal gruplar, azınlıklar, göçmenler, zenciler, kadınlar yeni tarih yazımının sözlü materyallerini oluşturmaktaydılar. Tarihçinin dünyasına giren yeni konularla ilgili belge bulmak çok zordu. Hatta bazen sadece sözlü tarih başlıca bilgi toplama yöntemi olabiliyordu. Bu yöntem yalnızca sıradan insanın anılarını derlemek için değil, siyasetçilerin deneyimlerini ortaya koymak için bile zorunlu olabilmekteydi. Çünkü bu yüzyılda yazılı materyaller elektronik iletişimin yaygınlaşması dolayısıyla daha ikincil kalabilmekteydi. Günümüzde bir siyasetçi her türlü iletişimini telefon, video konferans, internet gibi iletiyi uçuran araçlarla gerçekleştirmektedir. Telgraf, mektup ve diğer yazılı materyaller kalıcılık ve kanıt sağladığından daha az yeğlenmektedir. Bu nedenle yazıya sabitlenmeyen, sadece belleklerde kalanların ortaya çıkarılması gerekmektedir.

Sözlü Tarih Nedir?

Sözlü tarihin tarihine ilişkin bu açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi sözlü tarih, belli bir döneme ait kişisel tanıklık ve/veya yaşantıların belleğin derinliklerinden çıkarılıp değerlendirilmesi yoluyla toplumların tarihlerinin inşasına katkıda bulunan bir araştırma yöntemidir. Her türden insani ilişkiler, ev-içi yaşam, anne çocuk ilişkileri, küçük yerlerdeki değişimler, gündelik yaşam, mahalle tarihi bu yöntemlerle incelenebilir. Sözlü tarih, gerektiğinde alternatif tarih olarak da kullanılabilir. İleride daha ayrıntılı açıklayacağımız üzere sözlü tarih bu durumda daha demokratik ve katılımlı bir tarih halini alır. Devlet dışı, sivil, aşağıdan bir tarihtir sözlü tarih.

Sözlü Tarih Nedir?

Sözlü tarih bir yandan yazılı kaynaklarda bulunmayan farklı bilgilere ulaşmanın bir yoludur. Diğer yandan ise yazılı kaynakların iktidarının ötesindeki bilgilere ulaşma potansiyeli olan bir araştırma alanıdır. George Orwell’in

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört

isimli romanı sözlü tarihin taşıdığı potansiyel açısından iyi bir örnektir. Romanla öyle bir dünya tasarlanır ki yazılı hiçbir kaynağa güvenmek mümkün değildir. Tarih, siyasal iktidarların keyfiyetinde sürekli değiştirilir. Bu ortamda daha önceden neler olduğunu, yaşamın daha önce neye benzediğini yazılı kaynaklardan öğrenmek mümkün değildir. Romanın ana karakteri Winston, arşiv dairesinde çalışmaktadır.

Sözlü Tarih Nedir?

Arşivlerdeki yazılı kayıtlar yukarıdan verilen emirlere göre sürekli yenilenmektedir. Winston’a verilen emirlere göre bir yazılı belge icat edildiğinde, eski belge yok edilecektir. Yazılı belgelerin hakikati anlatmaktan uzak olduğu böyle bir dünyada gerçek nasıl öğrenilecektir? Geçmişte neler olduğunu bilen yaşlı belleklerin anlatımları ancak gerçeği ortaya çıkarma potansiyeline sahiptir. Böyle bir dünyada insan belleğinden çıkarılacak anıların dışında hakikati anlatacak başka bir belge yoktur. Sözlü tarih bu ortamda gerçekte bir alternatif tarih, karşı tarih haline gelir.

Sözlü Tarihe Niçin Başvurulur?

Sözlü tarihe başvurulmasının nedenlerini üç grup altında toplayabiliriz. İlk neden yazılı kaynakların kıtlığıdır. Yakın dönem siyaset tarihi bu bakımdan önemlidir. 19. yüzyıldaki siyasi şahsiyetler ciltler dolusu resmi ve özel yazışma bıraktığı halde günümüzdekiler daha çok elektronik iletişimden yararlanmaktadırlar. Mektup yazdıklarında ise kısa yazmaktadırlar (Tosh, 1984: 192) ya da günümüzde olduğu gibi e-mailler göndermektedirler. E maillerde imzanın olmaması, sahte e-mailler ve kağıda dökülmediği sürece tam güvenlikte olmaması gibi sorunlar vardır. Bazı devlet adamları yakın tarihle ilgili hiçbir belge bırakmamışlardır. Tarihçiler, belgelerdeki boşlukları bu kişilerle yaptıkları görüşmelerden ya da yakın çalışma arkadaşlarından ve ahbaplarından yararlanarak doldurmaktadırlar. Aynı durum başka alanlarda daha az tanınmış kişiler için de geçerlidir. 1980’de bu amaçla Britanya Siyasi ve İdari Tarih Sözlü Arşivi kurulmuştur.

Sözlü Tarihe Niçin Başvurulur?

Sözlü tarihe başvurulmasının ikinci nedeni gündelik yaşamın yakın dönem sosyal tarihini bulmaktır. Özel olarak daha alt sınıfların ve özellikle işçi sınıfının aile ve çalışma yaşamları özel bir ilgi konusudur. Bu konular tarihçiler için daha az bilindik konulardır ve genellikle sosyalist, eleştirel ve sol tarihçilerin ilgi alanları içerisine girmektedir. Bu amaçla İngiltere’de

Oral History

(Sözlü Tarih) isimli dergi çıkarılmaktadır. Sözlü tarihle gündelik hayatın yakın dönem tarihinin ortaya çıkarılma şansı vardır.

Sözlü Tarihe Niçin Başvurulur?

Sözlü tarihe başvurulmasının üçüncü nedeni okuryazarlık öncesi toplumların tarihini bulmaktır. Okuryazar toplumlar çoğunlukla okuryazar olmayanların tarihlerini yazmışlardır. Ancak bu yazım çoğunlukla önyargılarla doludur. Afrika, Batılılar tarafından yazılmış bir tarihe sahiptir. Oysa Afrikalıların kendi ağızlarından kendilerini, sömürgeci Batılıları anlatmaları daha önemlidir. Sözlü tarih bu açıdan da önemli fırsatlar sunar.

Sözlü Tarih Alternatif Bir Tarih midir?

Sözlü tarih çalışmalarının temelinde güçlü iki kabul yatar. En bilineni ve apaçık olanı, iletişimsel belleğin tarihin inşasında bir araç olarak kullanılmasıdır. Sözlü tarih, geçmişin yeniden yaratılması için sözlü tarihe başvurur. Paul Thompson’un

Geçmişin Sesi

isimli kitabının başlığı bile sözlü tarihin bu yönüne işaret eder. Gerçekten neler olup bittiğini öğrenmek için diğer materyallerin yanı sıra sözlü tarihe de başvurulmaktadır. Sözlü tarih, geçmişin yeniden oluşturulmasında önemli olanaklar sunar. Söz yanı sıra yazılı kaynaklar ve diğer materyaller de tarihin malzemeleri arasındadır. Dolayısıyla sözlü tarih, yazılı tarihe bir ektir, tarihi zenginleştirmenin yöntemidir. Bu bakış açısından söz tarih, “more history”dir (daha fazla tarihtir) yani diğer kaynakların eksik bıraktığı hususları, ya da diğer kaynaklarla yeterince aydınlatılmayacak konuları ortaya çıkaran yardımcı bir araçtır. Sözlü tarih, profesyonel tarihçilere malzeme sağlayan yan alandır.

Alternatif Bir Tarih mi?

Ne var ki bazı tarihçiler sözlü tarihi profesyonel tarihçilere malzeme sağlayan ek bir tarih olarak görmemektedir. Sözlü tarihi “alternatif bir tarih” olarak görürler. John Tosh’un da vurguladığı gibi bu anlayışı savunanlar sadece sıradan insanlara tarihlerinde vermekle kalmazlar, onlara tarih bilgisinin üretilmesinde birincil rol verirler. Sözlü tarihi akademisyenlerin tarih üretim pratiklerine meydan okuyan demokratik bir seçenek olarak görürler. Böyle bir anlayışın ise önemli politik sonuçları vardır. Örneğin Londra’nın doğusundaki bir Halk Otobiyografisi Grubu, bölge sakinlerine açıktır. Bölgedekiler hayat hikayelerini kaydederler ve bunları yerel bir kitabevinde satışa sunulan broşürler halinde yayımlarlar. Gruba, eğitimli kişiler bilinçli olarak kabul edilmez. Yerel topluluk, geleneksel tarih biliminden bağımsız biçimde kendi toplumsal kimliğini ancak kendilerinin dile getireceğine inanır. Sağlam bir sınıf bilincinin ancak bu sayede geliştirilebileceği savunulur. Aynı şekilde siyahlar, göç, yerleşme, ayrımcılık içeren siyah tarih de böyle bir yol tutmuştur (Tosh, 1984: 196).

Hangisi: Alternatif mi, Daha Fazla Tarih mi? Ya da…

Burada bu iki görüşün hangisinin daha geçerli olduğunu tartışmadan önce, tarihin üretildiği “bağlam”ı öncelikle sorgulamak gerekir. Başka anlatımla belirli koşullarda, belli zamanlarda sözlü tarih gerçekten de bir alternatif tarih haline gelebilir. Ama bazı durumlarda sözlü tarihi daha fazla tarih anlamında kullanmak yararlı olabilir. Bu durumu George Orwell’ın

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört

(2005) romanını inceleyerek daha iyi anlayabiliriz. Bilim kurgu türündeki roman 1948’de yazılmış, 4 ve 8 rakamlarının yerleri değiştirilerek 1984’ün dünyası tasarlanmıştır. Bu dünya üçe bölünmüştür. Orwell’in anlattığı Okyanusya “Büyük Birader”in egemenliği altında bir gözetim toplumu biçiminde örgütlenmiştir.

Orwell’ın Dünyası…

Tele ekran denilen bir alet, insanların bütün eylemlerini izlemekte, dinlemekte ve kaydetmektedir. Günün her anında bu ekrandan propaganda yapılmaktadır. Gözetim her yerdedir, her andadır. Düşünceler üzerindeki denetimi dahi sağlamak üzere Düşünce Polisi kurulmuştur. Roman kahramanı Winston, Doğruluk Bakanlığı’nın arşiv dairesinde çalışmaktadır.

Okyanusya’da her yere parti sloganları asılmıştır: Savaş Barıştır/Özgürlük Köleliktir/Bilgisizlik Kuvvettir (Orwell, 2005: 11).

Doğruluk Bakanlığı haberler, eğlence, eğitim ve güzel sanatlarla ilgilenmektedir. Okyanusya için yeni bir dil yaratılmıştır. Bazı bakanlık isimleri bu dilde anlatılmaya başlanır: Doğrubak, Barışbak gibi.

Orwell’ın Dünyası

Böyle bir dünyada Winston, hiçbir şeyden emin değildir. Hangi yılda yaşamaktadır? Tam olarak nerededir? Belleğinde çocukluğuna dair belli belirsiz anılar vardır. Kime güveneceğini bilmemektedir. Ortalıkta casuslar dolaşabileceği için sohbetlerini güvenle yapabileceği kimseler hakkında endişelidir.

Winston’un Arşiv Dairesi’ndeki görevi tarihi sürekli icat etmektir. Kendisine verilen emre göre eski yazılı arşivleri ortadan kaldırır, yerine yenilerini yazar. Gelgelelim yenilerin her zaman yeni kalması da mümkün değildir, onlar da yok edilebilir ve başka yeni tarih eski tarihin yerini alabilir. Sürekli değiştirilen tarih malzemeleri gerçeklikle bağını kaybetmiştir. Bu, sanki, ünlü Fransız yazarlarından Baudrillard’ın simülasyon ya da kiç ile Foucault’nın “söylem” dünyasını anlatır.

Orwell’ın Dünyası

Simulasyon (simulacrum) bir nesnenin doğaya/gerçeğe dayanmayıp, başka bir nesneyi taklit ederek yaratılmasıdır. Simülasyon nesnesiyle artık gerçek anlaşılamaz, o nesne gerçekle bağını kaybetmiştir.Winston’un dünyasındaki yazılı arşivler (nesneler) de icat edilmiş başka arşive dayandığı için gerçeklikle bağlantıları olmayan taklit nesnelerdir (kiç). Söylem kavramından Winston’un dünyası özetlenirse de benzer şeyler söylenebilir: Gerçekte ne yaşandığı değil de o yaşananları anlatan şeylerden alıntı yapılarak kalıplaşmış bir anlatım oluşturulur.

Orwell’ın Dünyası…

Örneğin oryantalist anlatılar bir söylemdir çünkü ilk gezginler kendi çerçevelerinden Doğu’yu kağıda geçirmişler ve artık o kağıda dökülenler üzerinde bir Doğu imgesi, söylemi oluşmuştur. Artık yeni gezginlerin Doğu’ya gitmesine gerek yoktur çünkü Doğu’ya ilişkin hazır anlatılar zaten mevcuttur. İnsanlar kitaplara başvurarak Doğu’yu inşa etmişlerdir. Winston’un arşivleri de söylemdir, hakikati oradan bulmak mümkün değildir, gerçeklikle bağını kaybetmiş malzemelerdir bunlar. Ve artık bu malzemelerden yararlanılarak yeni “kiç”ler yaratılmaktadır.

Orwell’ın Dünyasında Hakikat

Hakikat nerede saklıdır: Romanda bunun yanıtı şöyle verilir: “Parti, Okyanusya’nın Avrasya ile hiçbir zaman müttefik olmadığını söylüyordu. Oysa, Winston Smith, henüz dört yıl gibi kısa bir süre önce, Okyanusya ile Avrasya’nın müttefik olduğunu biliyordu. Ama bu bilgi nerede saklıydı? Yalnızca kendi bilincinde, bu bile, bir süre sonra yitip gitmeye mahkumdu. Eğer Parti’nin söylediği yalanları herkes onaylıyor, tüm kayıtlar aynı masala anlatıyorsa, o halde, yalan tarihe geçiyor ve gerçek oluyordu. ‘Geçmişi denetleyen’ diyordu Parti sloganı ‘geleceği de denetler’, şu anı denetleyen, geçmişi de denetler’. Oysa geçmiş, yapısı gereği değiştirilebilir olmasına karşın hiçbir zaman değiştirilememiştir. Şimdi gerçek olan şeyler, ezelden ebediyete dek gerçek kalacaktı. Basit bir işti bu: Tek gereken şey, belleğinize karşı sonsuz bir zaferler zincirini kazanmanızdı” (Orwell, 2005: 36).

Orwell’ın Dünyasında Hakikat

Böyle bir dünyada sahici tek kaynak olarak insan belleği kalmıştır. Sözlü tarih hakikati ortaya çıkmanın tek yoludur. İşte böyle bir bağlamda sözlü tarih gerçek bir alternatif tarihtir. Yazılı belgelere güvenilemeyeceği için Okyanusya’da tek gerçek belge insan hafızasıdır. Partinin tarih kitaplarında ‘uçakların parti tarafından icat edildiği’ yalanı yazmaktadır. Oysa Winston, çocukluğunda, yani Parti’den önce uçakların varlığını bilmektedir. Ama hiçbir şeyi kanıtlayamamaktadır, çünkü kanıtlayacak malzeme yoktur (Orwell, 2005: 37).

İcat edilen tarih sadece yazılı belgelerle yapılmaz, söylentilerle ve dedikodularla da yani sözle de icat edilir. Düşünce Polisi’nin casusları insanlar arasında dolaşmakta, tehlikeli olduğunu düşündüğü bireyleri saptamakta ve ortadan kaldırmaktadır.

Orwell’ın Dünyasında Hakikat

Winston bu ortamda, kendilerinden yaşlı insanlardan eskiden dünyanın nasıl olduğunu öğrenmeye çalışır. Winston’un yaptığı iş, aslında sözlü tarihtir. Sözlü tarih bu ortamda artık geçerli tarihtir.

Winston, yaşlı bir insanı konuşturmak için değişik taktikler kullanır. Soru sorma teknikleri yargılayıcı, sorgulayıcı değil, konuşmaya teşvik edicidir. Kısa cümlelerle soru sorar, objektif davranmaya çalışır. Örneğin, “Gençliğinizden bu yana her şey çok değişmiş olmalı” der adamı konuşturmak için. Adam, anlattıklarının savaştan önce olduğunu söyler, Winston “Hangi savaştan önce?” diye sorar, Adam sadece “Büyük savaştan önce” der. Adam fazla konuşmak istemez. Ancak Winston (aslında farklında olmadan) sözlü tarihin ilkelerini uygulayarak adamla konuşmaya çalışır. Ona şöyle der:

Sözlü Tarih O Dünyada Alternatiftir

“Benden çok yaşlısınız. Ben daha doğmadan siz yaşını başını almış bir adamdınız herhalde. Devrimden önceki günleri hatırlıyor olmalısınız. Benim yaşımdakiler bu konuda hiçbir şey bilmiyorlar. Öğrendiklerimizin tümü kitaplardan, ama kitaplarda yazılı olanlar doğru olmayabilir. Bu konuda düşüncenizi öğrenmek isterim.” (Orwell, 2005: 78).

Winston, yukarıda olduğu gibi sorulanda yönlendirici tavırdan kaçınır. Örneğin şöyle bir soru yöneltir karşısındakine: “1925’te bir yetişkindiniz. Hatırladığınız kadarıyla, 1925 yılında yaşantının şimdikinden iyi mi yoksa kötü mü olduğunu söyleyebilir misiniz? Eğer seçemediyseniz o zaman mı, yoksa şimdi mi yaşamak isterdiniz?” (Orwell, 2005: 80).

Alternatiftir… Ancak O dünyada

Bu sorulardaki “yoksa”, “mi, mı, mü” bağlaçları karşısındakini yönlendirmemekte, ona bir seçenek sunmaktadır. Soru şöyle olsaydı yönlendirici olurdu: “O zaman mı yaşamak isterdiniz?”, “Şimdikinden iyi olduğunu söyleyebilir misiniz?”. Tekrar hatırlatmak gerekirse Okyanusya’da sözlü tarih gerçekten bir alternatif bir tarihtir. Bunu yukarıdaki örneklerde ve açıklamalarda vurguladık. Romanın değişik yerlerinde Winston’un başka sözleri böyle totaliter bir dünyada sözlü tarihin niçin alternatif bir tarih olduğunu anlatır. Kız arkadaşı Julia’ya şunları söyler:

“Tek Kanıt Kafamın İçinde…”

“Konu yalnızca birinin öldürülmesi değil. Geçmişin yok edildiğini fark etmiyor musun? Eğer geçmiş yaşıyorsa, ancak şu yuvarlak cam gibi işe yaramaz, unutulmuş nesnelerde yaşıyor. Daha şimdiden Devrim ve Devrim öncesi günler hakkındaki bilgimiz sıfır. Tüm kayıtlar yok edildi ya da değiştirildi, her kitap baştan yazıldı, her resim yeniden boyandı, her heykele, caddeye ve yapıya yeni adlar takıldı, her tarihçe değiştirildi. Ve bu işlem günün her dakikasında aynen sürüp gidiyor. Tarih durdu. Partinin her zaman haklı göründüğü şu andan başka bir şey kalmadı. Ben geçmişin değiştirildiğini biliyorum, ama değişikliği kendim yaptığım zamanda bile, bunu kanıtlamam olanaksız. Bir şey yapıldıktan sonra geride bir kanıt bırakılmıyor. Tek kanıt kendi kafamın içinde, ama anılarımı paylaşan başka bir kişinin bulunduğundan da emin olamıyorum (Orwell, 2005: 28).

Geçmiş Niye Değiştirilir?

Böyle bir dünyada geçmişin değiştirilmesinin iki nedeni vardır. İlki, önleyici niteliktedir. İnsanların şimdi daha iyi durumda olduğuna, atalarından daha iyi yaşadığına inanması gerekmektedir. Ancak Orwell’in dünyasında bundan daha önemli ikinci neden Parti yöneticilerinin yanlış yapmayacağı savıdır. Parti tahminlerinin hep doğru çıktığını göstermek için, bütün söylevlerin, istatistiklerin ve her türlü kayıtın sürekli değiştirilmesi gerekmektedir. Olaylar tersini gösterse bile değiştirilmelidir. Bu nedenle tarih sürekli yazılmaktadır.

Peki Bellekler Nasıl Değiştirilecek?

Geçmişin denetlenmesi sadece kayıtlar üzerinden gerçekleştirilemeyecek kadar kapsamlı bir iştir. Belleklerin de denetlenmesi gerekir, çünkü hatırlama geçmişi yeniden canlandırabilir. Geçmiş, teorik olarak belgelerde ve insan belleğinde saklıdır. Yazılı kayıtların değiştirilmesiyle bellek bir miktar yazılı kayıtlardaki yeni hakikati, gerçek olarak düşünebilir, geçmişi unutabilir. Ancak bellekteki geçmiş tamamen kaybolmaz ve örneğin bir sözlü tarih görüşmesi farklı gerçeklikleri ortaya çıkarabilir. Okyanusya yöneticileri bunu engellemek için bellek eğitimine önem vermektedir. İnsanların anıları düşünce eğitimiyle düzene sokulmaya çalışılır (Orwell, 2005: 174-175).

Sözlü Tarih Günümüzde Alternatif Değil mi?

Orwell’ın geçmişin niçin unutulması ve yenilenmesi gerektiğine yönelik bu görüşü apaçık katı diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir dünyada sözlü tarihin ne denli önemli gösterir. Sözlü tarih, böyle bir dünyada gerçek bir alternatif tarihtir.

Ancak sözlü tarih, demokratik ülke olduğunu iddia eden Amerika gibi ülkeler için de bazı durumlarda alternatif tarih haline gelebilir. 2006 yapımı fotoğraf üzerine kuruludur.

Atalarımızın Bayrakları

(Flags of Our Fathers) filmini dikkatli bir analiz bu durumu anlamaya yardımcı olabilir. Film, II. Dünya Savaşı’nda bir Japon adasının Amerikalı askerler tarafından işgali sırasında ilk bayrağı dikenlere dair bir

Günümüzde de Alternatif Olabilir

Fotoğrafın, Amerikan gazetelerinde boy göstermesi ve onun etrafından bir kamuoyu yaratılması istenmesi özellikle siyasetçiler ve şirketler tarafından istenmektedir. Savaş tahvilleri satılarak savaş finanse edilmeye çalışılmaktadır ve bu fotoğraf Amerikan halkına savaş tahvili satmanın bir aracı olarak sunulmaktadır. Ama soru şudur: Bu fotoğraf gerçekten ilk bayrağı dikenlere mi aittir? Bütün yazılı ve görsel medya, bütün siyasetçiler ve yöneticiler bunun böyle gerçekten de ilk bayrağı dikenlere ait olduğunu söylemektedir. Bu koşullarda fotoğrafa inanmaktan başka çare yoktur. Ancak yıllar sonra olayı yaşayan birkaç tanığın anlattıkları (sözlü tarih) bunun böyle olmadığını gösterir. Fotoğrafın yayınlanması üzerine fotoğrafta hayatta kalan askerlerden 3’ü Amerika’ya çağrılır.

Atalarımızın Bayrakları Filmi Eşliğinde Bir Sorgulama…

Askerler şaşkındır gelişmelerden çünkü asıl ilk bayrağı diken 5 asker ölmüştür. Bu bayraktan sonra başka askerlere başka bayraklar da diktirilmiştir. Sonradan dikilen bayrak ve etrafındaki askerler fotoğrafa alınmıştır. Fotoğraflardan birisi de Amerika’ya çağrılan askerlere aittir. Gerçek bu olmasına karşın o gerçek siyasetçilerin ve ticari sermayenin işitmek istemeyeceği bir gerçektir çünkü onlar için hakikat önemli değildir. Hakikat şimdidir, fotoğraftakidir. Herkesin görmek ve duymak istediği şey budur. Askerlerden birisi fotoğrafla ilgili gerçeği ilgili taraflara anlatmasına karşın dikkate alınmaz. Onlara göre, gerçek bu değilse bile unutulmalı, yerini fotoğraftaki gerçeğe bırakmalıdır. Gazeteler gerçeğin bu olduğunu yazmakta, halk bu fotoğraf etrafındaki gerçeğe umut bağlamaktadır. Öyleyse yapılması gereken, yeni gerçeği herkesin (askerlerin dahil) kabul etmesidir. Böylece savaş tahvilleri satılacak, halkın morali yüksek tutulacak, zafer azmi artacaktır.

İcat Edilen Gerçek!

İcat edilen gerçek, aynı zamanda Amerika gibi gösteri dünyasının hakim olduğu dünyada yeniden canlandırılmalıdır. Bu yüzden bir stadyumun ortasında inşa edilen tepe ve bayrak mizansenleriyle bayrak dikme anı canlandırılır. Patlayan havai fişekler, marş ve çılgınca alkış ve fotoğraf flaşları eşliğinde dikme anı gösteriye dönüştürülür. Ve bu gösteri kitle iletişim araçlarıyla Amerikan halkına iletilir.

Bu filmin bize anlattığı, gerçeğin ileri derecede kapitalist/liberalist ülkelerde de ticari ve siyasi amaçlarla değiştirilebileceğidir. Pekiyi bu durumda sözlü tarihin önemi nedir? Asıl gerçek, olaya tanık olan askerlerin belleklerinde olduğu için o askerlerle yapılacak bir sözlü tarih, alternatif bir tarih haline gelebilir. Nitekim filmde, hayatta kalan bir askerle yapılan sözlü tarih görüşmesi karanlıkta kalan hususları aydınlığa kavuşturmuştur.

Günümüzde…

Kabul etmek gerekir ki günümüzde sözlü tarihin kullanımı daha çok, more history çerçevesinde olmaktadır. Geçmişin aydınlatılmasında yazılı, görsel, işitsel kaynaklar yanı sıra sözlü tarihe de yer verilmektedir. Belgeler, veriler çapraz okumaya tabi tutularak birbirleriyle karşılaştırılır, eksiklikler tamamlanır, yanlışlıklar düzeltilmeye çalışılır.