13-Posta örgütü ve telefon

Download Report

Transcript 13-Posta örgütü ve telefon

OSMANLI’DA MODERN
POSTA ÖRGÜTÜ, TELEFON
Doç. Dr. Serdar Öztürk
Modern Posta Örgütü
Osmanlı’da menzil sisteminin kaldırılıp posta
hizmetlerinin çağdaş anlamıyla yürütüldüğü bir Posta
Nezareti’ne bağlandığı tarih yine Tanzimat sonrasına,
1840’a rastlar. Haber iletimi artık özel kişilerin
yararlanabileceği düzene kavuşmuştu.
Demiryollarının inşası ve denizcilikte kısmen
gelişmelerle birlikte posta hizmetinde ulaşım daha hızlı
ve güvenli olmaya başladı. Ancak karayollarında yine de
at daha fazla kullanılıyordu. Zaten 19. yüzyıla kadar atın
hızını geçecek bir teknoloji yoktu. 19. yüzyılda
demiryollarıyla birlikte atın hızı geçilebildi.
Osmanlı posta sistemindeki bu modernleşme çabalarına
karşın, önemli haberlerin iletişiminden tek bir kişiyi
sorumlu tutma alışkanlığı terkedilmemişti. Hatırlanacağı
gibi eski sistemde bir ulak haberi merkezinden almakta
durmaksızın gideceği yere ulaştırmaktaydı.
Posta dağıtıcıları
1900 başlarında Sirkeci’deki
Büyük Postane
Modern Posta Örgütü
Osmanlı İmparatorluğu’nda demiryollarında, denizyollarında ve
telgrafta yaşanan dış ülkelerin müdahaleleri sorunu burada da
yaşanıyordu. Çoğu yabancı ülke, Osmanlı İmparatorluğu’nda
posta büroları açmış, bu bürolara yarı sömürge durumundaki
Osmanlı çok fazla müdahalede bulanamamıştı. Bu bürolar
Osmanlı aleyhine ve kendi ülkelerinin çıkarlarına hizmet
etmekteydi.
Osmanlı Devleti yabancı postalarla sürekli mücadele etmişti.
Bunun nedeni sadece yabancı posta bürolarından devletin
muzır ve tehlikeli saydığı yayınların, mektupların İmparatorluğa
girişi veya İmparatorluktan çıkışı değildi. Osmanlı Devleti,
1840’ta Posta Nezareti’nin kurulmasından beri yabancı postalar
sorununu bir hukuki sorun olarak görmüş, kendisine ait olan
posta işletme hakkının yabancı postalarca paylaşılmasına karşı
çıkmıştı. Zaten, posta işletme hakkı uzun yıllar boyunca Avrupa
ve Amerika’da da tartışma konusu olmuş ve sonunda bağımsız
bir ülkenin haberleşme konusunda hükümet tekeli kurmasının
egemenlik yönünden zorunlu olduğu sonucuna varılmıştı.
Modern Posta Örgütü
Dolayısıyla Osmanlı Devleti hukuksal anlamda bu konuda
haklıydı, ancak yarı sömürge durumunun getirdiği statü bu
konuda da yeterince başarılı olmasını engelliyordu. Üstelik
yabancı postalarla sadece mektup, gazete, dergi taşınmıyor
aynı zamanda kaçak silah, patlayıcı madde, altın, gümüş ve
değerli madenler, ilaç ve kimyevi maddeler de taşınıyordu.
Böylece hem gelir hem de otorite kaybına yol açıyordu.
Osmanlı, bu kayıpları önlemek için defalarca yabancı
postaneleri kapatmaya çalışsa da başarılı olamamış, ancak
buna karşın örneğin Mısır, topraklarında yabancı postanın
çalışmaması için düzenli posta hizmetlerini oluşturmuş,
gerekli tüm önlemleri almıştı. Ancak yabancı postalarla
savaşımda kendi deniz ticaret filosunu bile kuramayan
Osmanlı Devleti’nin, Nil üzerinde başarılı ve güçlü deniz
filosu kurmuş Mısır gibi başarılı olması mümkün değildi
(Demir, 2005: 111-112).
Modern Posta Örgütü
Deniz taşımacılığı konusunda güçsüz olan Osmanlı Devleti,
ülkenin her yanına mektup götürmek için yabancı postalara
göz yummak zorunda kalmış ve zaman zaman onların
gemilerinden yararlanmıştır.
Bu konuda köklü bir atılım, 1914’te I. Dünya Savaşı’nın
başlamasına kadar mümkün olmamıştır. Savaş koşullarında
yabancı posta büroları kapatılmıştır. Buna karşın bu
dönemde Savaş’ın da etkisiyle postadaki düzensizlik
olağanüstü artmıştır. Gönderilen mektupların ve gazetelerin
yerlerine ulaşmaması veya geç varması, halk katında
olumsuzluklara yol açmıştır.
Neredeyse tüm ailelerden en az bir kişinin silah altına
alındığı genel seferberlik durumunda yakınlarından uzun
zaman haber alamayan kitlelerin düştüğü yılgınlık ve
karamsarlık üzerine bir de iletişim ağının doğurduğu
sorunlar eklendiğinde bu sonuç kaçınılmazdır. Savaş
yıllarında iletişim kesintilerinden sadece sıradan insanlar
değil, cephedeki askerler de etkilendi.
Modern Posta Örgütü
I. Dünya Savaşı’nda sansür uygulaması da görüldü. PTT
Nezareti ayrıca İngiliz ve Fransız memurların görevlerine
son vermiştir. Dönemin basınında bu memurların casus
olabilecekleri yazılıdır (Demir, 2005: 195). Casusluğun
önlenmesi konusunda dil bilen eleman ihtiyacı sorunu
ortaya çıkmıştır. Yeteri derecede dil bilen sansür memuru
bulunmaması savaşın başlarında bile bazı casusluk
olaylarının yaşanmasına yol açmıştır.
Zamanın emniyet müdürlüğü bu olaylara karşı çeşitli
önlemler almıştır. Gizli telgrafları ve düşman casuslarını
bildirenlere ödül vereceği duyurulmuştur. Casusluk
yöntemleri, papazların haberleşmelerinden, asıl metindeki
yazıların arasına limon suyuyla yazılar eklenmesinden,
zarfın üstündeki pulların altına yazılar yazılmasından
oluşmaktaydı. İstanbul’daki bazı yabancıların evlerinde ise
telsiz-telgraf cihazlarıyla casusluk yaptıkları ortaya
çıkarılmıştır.
Modern Posta Örgütü
Bunun dışında Büyükada’da Ruhban Okulu’nda telsiztelgraf alet ve malzemeleri bulunmuştur. Bu olayları
önlemek için mektup ve telgrafların postanelere açık olarak
verilmesi, Türkçe, Arapça, Fransızca ve Almanca
dillerinden başka bir dille mektup, telgraf yazılmaması gibi
yöntemler geliştirilmiştir. Gelgelelim mektupların denetimi
de çoğunlukla Hıristiyan memurlar tarafından yapıldığından
sorunlar tam anlamıyla çözülememişti (Demir, 2005: 196197).
I. Dünya Savaşı’nda kapatılan yabancı posta büroları,
Mondros Mütarekesi’nden sonra kapitülasyonları
genişletilmiş haliyle tekrar yürürlüğe koyan İtilaf devletleri
tarafından faaliyete geçirildi. Mütareke ve işgal döneminde
bu postaneler askeri ve sivil haberleşmede kullanıldı.
Yunanistan dahi işgal ettiği yörelerde postane kurdu. Bu
sorun kökten Lozan Antlaşması ile çözüldü. Antlaşmasının
113. maddesiyle yabancı postaneler kaldırıldı.
Modern Posta Örgütü
Görüldüğü gibi posta örgütünde dış müdahale, değişik
aralıklarla Türkiye’de iletişim tarihinde önemli boyuta ulaşmış
bir konudur. Bu müdahalenin sömürge güçleri tarafından sert
ve emrivaki boyutu olabildiği gibi, Osmanlı’nın teknik ve bilgi
yetersizliğinden kaynaklanan daha yumuşak ancak belki en
az onun kadar etkili bir başka yönü daha vardı: yabancı
uzmanlar, sorumlular, elemanlar çalıştırma.
Örneğin hem II. Abdülhamit’in mutlak saltanat yıllarında, hem
de II. Meşrutiyet’in görece özgürlük döneminde yabancı
uzmanlar getirtilerek posta ve telgraf konusunda çağı
yakalamak, yenilikleri uygulamak isteği her zaman var oldu.
Bunun temel amacı Osmanlı’daki yabancı postanelerine
gereksinim duyulmayacak kadar güçlü ve düzenli işleyen bir
iletişim sistemi yaratılması ve böylece bu koz kullanılarak
haberleşme alanındaki kapitülasyonları kaldırmaktı.
Modern Posta Örgütü
II. Meşrutiyet dönemi ile II. Abdülhamit döneminde
yabancı uzman çalıştırma alanındaki farklılık, ilkinde
Belçikalı Mösyö Sterpin örneğinde olduğu gibi tam yetki
verilmiş kişilerin çalıştırılabilmesiydi. Genel Müdür olarak
çalışan bu kişinin görev başında olduğu dönemde posta
ve telgraf alanında bazı iyileştirmeler olmuş ise de,
bunun ülkenin geneline yayılmadığı görülmektedir.
Nedeni, ulaştırma ve bayındırlık politikalarından ileri
gelir. 19. yüzyıl ortalarından beri bu konuda pek çok
genelge, yönetmelik, emir yayımlanmışsa bile,
karayollarının eski kervan yollarında ve taşlı, tozlu,
bakımsız bir halde kalması engellenememiş; deniz
ticaret filosunun durumu düzeltilememiş; demiryollarının
yabancı egemenliğinde onların çıkarına hizmet edecek
bir statüde işletilmesinin önüne geçilememiştir.
Telefon
Telefon, Osmanlı’ya telgraf gibi bulunuşundan kısa süre
sonra geldi. 1876’da Amerikalı Graham Bell’in icat ettiği
bu teknolojinin Osmanlı’daki gelişimi çok ilginçtir. Telefon
Batı’da daha emekleme devresindeyken, Osmanlı
telgrafçıları bu icatla yakından ilgilenmişlerdir.
Hatta telgraf fabrikasında 1877’de Emil Efendi (Locaine)
isimli birisi telefon makinesini üretmiş ve denemelerinde
başarıyla kullanmıştı. Batı’daki emsallerinden daha
ucuza imal edilen bu makineyle denemeler yapılmasına
ve hat çekilmesine yönelik talepler kabul edilmemiştir. İlk
hat 1881’de çekilmiştir (Demir, 2005: 155).
Telefon
Telgrafa olumlu bakan yönetimin, telefona o kadar
olumlu bakmadığı anlaşılmaktadır. Örneğin 1886’da
padişah emri ile telefon hatlarının çoğu kaldırılmış ve
telleri kopartılmıştır. Bunun nedeni, telefonun yönetimin
iradesi dışında özel iletişime olanak tanımasıdır. II.
Abdülhamit ve çevresindekiler telefonun ‘gizli kapaklı
işler görülmesine uygun’ bir icat olduklarını
düşünmektedirler.
Hatta bu düşünce bazen telgraf hatlarına bile uzanmış,
örneğin İstanbul’da yer altındaki hatların havada çıplak
telli hatta dönüştürüldüğü görülmüştür. Bu nedenle
telefon, Osmanlı’da II. Meşrutiyet’e değin yasaklı bir
medya olmuş, hatta telefon alet ve makinelerinin ülkeye
sokulması dahi yasaklanmıştır. Buna karşın
Osmanlı’daki yabancı şirketler telefonu, demiryolu ve
telgrafın yanında ek bir iletişim aracı olarak savunmuşlar
ve bu doğrultuda ayrıcalık istemişlerdir.
Telefon
Gelgelelim bir iki örneğin dışında bu konuda imtiyaz
aldıkları görülmemiştir. Telefon malzemelerinin ithali ve
tesis kurulmasının yasaklanması uygulaması 1908’de
kadar devam etmiş, ancak Posta ve Telgraf Nezareti
telefonu hükümetin tekelinde kabul ettiği için halka
telefon hattı ruhsatı ya da imtiyazı verilmemiştir (Demir,
2005: 156). Bu tarihten sonra telefon hatları ayrıcalığı
açılan ihaleyle Western Elektric Company adlı
uluslararası bir konsorsiyuma verilmiştir.
Hükümet, kendi kurumlarında telefon bağlantılarının
kurulmasına önem vermiştir. Yine Anadolu ve Rumeli’de
bulunan bazı şehirler, belediye örgütleri aracılığıyla kendi
hatlarını kurmak istemişlerse de bu 1911 yılına kadar
engellenmiştir. Devlete ait telefon kullanım hakkının tüm
halka yayılması bu tarihte mümkün olmuştur. 1911’de
çıkarılan bir yasayla halkın kullanımına yönelik telefon
santralleri kurulma kararı alınmıştır (Demir, 2005: 158).
Telefon
I. Dünya Savaşı yıllarında iletişim alanında önemli
gelişmeler olmuştur. Öncelikle, tüm iletişim medyasına
sansür getirilmiştir. Basın, sinema, tiyatro yanısıra telgraf,
posta ve telefon da bundan nasibini almıştır. Gelgelelim
Savaş sırasında kadınların postanelerde ve telgraf
bürolarında çalışmaları ve yönetimden gizli olarak telgraf ve
telefon hatları çekilmesi gibi uygulamalar da görülmüştür.
Özellikle misyonerler gizli (ya da açık) pek çok telgraf ve
telefon hattına sahiptir. Doğu Anadolu’daki bazı yabancı
okulların kendilerine telefon hattı kurduklarına dair
gazetelerde haberler çıkmıştır. Yabancı okullarla ile kiliseler
arasında telefon ağları kurulmuştur. Normal koşullarda
telgraf ve telefon hatlarının kurulması hükümetin
yetkisindeyken yasal boşluklardan ve yörenin ulaşım
koşullarının bozukluğundan yararlanılarak gerçekleştirilen
bu girişimler engellenememiştir (Demir, 2005: 183). Bu
yıllarda telefon abonesi sayısı 5000’i geçmiştir.
Sonuç: Türkiye’de Kamuoyu ve
İletişim
Kamuoyu, tartışmalı bir konu karşısında tartışma ve
müzakereyle oluşan fikirler demeti olarak tanımlanabilir.
Bazı kitaplarda ‘halkın nabzı’, halkın düşünceleri olarak da
tanımlanan kamuoyunun Türkiye’de iletişim tarihi açısından
önemi birkaç açıdan kaynaklanır. İlki, kamuoyunun ilk defa
Batı’da ortaya çıktığı, hatta Doğu’da hiç görülmediğine dair
iddiadır. İkincisi ise kamuoyunun iletişimle, basınla, iletişim
mekanlarıyla yakın olan ilişkisidir. Bu ikisini açalım.
Kamuoyunun Batı’da ortaya çıktığı ve hatta Doğu’da
kamuoyunun görülmediğine dair varsayımın hem
metodolojik hem de ampirik bağlamda sorgulanması gerekir.
Metodolojik sorgulama, Batılı bilim insanlarınca Batı tarihine
bakılarak üretilmiş bir kavramın varlığı veya yokluğunun,
biraz daha farklı bir tarihsel geçmişe ve toplum
yapılanmasına sahip Doğu gerçeğini değerlendirmeden
incelenmesidir.
Kamuoyu ve İletişim
Batı merkezli bakışı yansıtan açıklamalar, gerçeğin sadece
bir yüzünü gösterir; öteki yüzünde, iktidara karşı eleştirel
tartışmaların iktidarın görece uzağında gerçekleşmesi
anlamında bir kamuoyunun Batı’dan farklı bir bağlamda
Türkiye gibi toplumlarda var olabileceğinin göz ardı edilmesi
bulunur. Daha başka anlatımla, Türkiye’de kamuoyunun
varlığını, Batılı bir gözün bakış açısıyla üretilen kamuoyu
kavramıyla anlamak pek mümkün değildir. Bunun yerine,
karşılaştırmayı bir miktar ülkelerin özgüllükleri çerçevesi
dahilinde yapmak daha tutarlı olsa gerekir.
Buradan ampirik sorgulamaya geçebiliriz. Önce Batı’da
kamuoyunun oluşumu hakkında tarihsel açıklamalara kısaca
değinelim. Batı’da kamuoyunun oluşumu, devlet ile özel
alan arasında bir alanın oluşumu ve bu alanda devletin
görece uzağında ve özel meselelerden uzak tartışmaların
ortaya çıkmasıyla ilişkilendirilmiştir.
Türkiye’de Kamuoyu ve iletişim
Devletin uzağında ve özel alanın dışında görece serbest
tartışmaların gerçekleştiği mekanlar ise kahvehaneler,
salonlar, okuma odaları ve meyhaneler gibi çok işlevli
alanlardır. Bu alanlarda basının da sohbetleri
beslemesiyle önce edebiyat alanında başlayan
tartışmalar zamanla siyasal alana kaymış ve böylece
modern anlamıyla kamuoyu doğmuştur. Kamuoyunun
doğuşu onyedinci yüzyılın sonuna rastlamaktadır.
Osmanlı’ya baktığımızda ise daha önce belirtildiği üzere
kahvehaneler Batı’dan daha önce, onaltıncı yüzyılın
yarısında kurulmuştu. Buna karşın Batı’da ilk
kahvehanenin kurulması için yüzyıl daha beklenecekti.
Osmanlı’da ilk kahvehanenin doğduğu sıralarda Türkçe
matbaa basımcılığı, basın ve dergi yoktu.
Türkiye’de kamuoyu ve iletişim
Buna karşın kahvehanelerde devletin görece uzağında
devlet meselelerine dair sohbetler ile Karagöz, meddah
ve aşık performansları icra edilmekteydi. Basının
olmaması, haberin olmaması demek değildi, haber bir
şekilde İstanbul’da 19. yüzyıla gelindiğinde sayısı 2500’i
geçen kahvehanelerde yoğun bir dolaşıma girmekteydi.
Osmanlı’da basın ve okuma ile kamusal mekan
arasındaki etkileşim ve buradan kamuoyunun daha farklı
bir niteliğe bürünmesi Tanzimat’tan (1839) sonra
gerçekleşti. Tanzimat’tan sonra modern nitelikli ve o
dönemde (halen günümüzde) kıraathane denilen değişik
kahvehane türleri kuruldu. Bu kahvehanelerde daha
seçkin insanlar bir araya geliyor, gazeteleri, dergileri
okuyor ve okunanlar üzerine tartışmalar yapıyordu.
Sayısı fazla olmayan bu kahvehaneler de kamuoyunun
doğuşunda etkili oluyordu.
Türkiye’de Kamuoyu ve İletişim
Osmanlı’da kamusal alanın doğuşunda gazetelerin,
tiyatronun de etkisi olmuştu. ‘Devlet nasıl kurtulur?’
sorusu etrafında buluşan dönemin Osmanlı aydını,
düşüncelerinin geniş toplum kesimlerine aktarmak,
onlara seslenmek için ağdalı dilden uzak, yeni bir dil ve
anlatım geliştirmek zorundaydılar. Hasan Bülent
Kahraman’ın da vurguladığı üzere halkla yeni bir ilişki
geliştirmek için kamusal alan ve alana özgü kamusal
iletişimi oluşturmaya çalışmışlardır. “Gazetelerin
yayınlanması, romanların tefrika edilmesi, tiyatronun
doğması bu kamusal alan-halk/toplum etkileşiminin bir
uzantısıdır” (Kahraman, 2008: 191).
Osmanlı’da kamuoyunun doğuşunda Tanzimat’tan sonra
inşa edilen demiryollarının, telgrafın ve telefonun da payı
olmuştu. Demiryolları sayesinde taşra merkeze
bağlanmış, merkezle ile taşra arasındaki iletişim artmıştı.
Türkiye’de kamuoyu ve iletişim
Taşra, merkezdeki gelişmelerden, merkez taşradaki
gelişmelerden artık daha hızlı haberdar oluyordu.
Böylece kamuoyunun oluşumundaki anahtar öğelerden
daha sağlıklı bilgi ve haber sahibi olma demiryolları
sayesinde kolaylaşıyordu.
Telgrafın Kırım Savaşı’nda imparatorluğa girmesiyle
haberler daha hızlı ve yoğun olarak dağıtıma giriyordu.
Durgun nitelikli bir kamuoyundan daha dinamik bir
kamuoyuna yönelik süreçte telgrafın önemli payı
olmuştu. 1911’den sonra telefonun halk kullanımına
açılmasıyla kamuoyundaki bu dinamiklik daha da
artmıştı.
Türkiye’de kamuoyu ve iletişim
Kamuoyunun doğuşunda Osmanlı’daki okullar ağının
Tanzimat’tan sonraki genişlemesinin de payı vardı. Bu
yıllardaki eğitim reformlarıyla birlikte sayısı ve türleri artan
okullarda Anadolu’dan gelen öğrenciler sosyalleşiyor,
dünya ve Türkiye meselelerini tartışıyor ve hatta kendi
aralarında örgütlenmelere gidiyorlardı. Bunun yanısıra
Anadolu’daki okulların sayıları da artmış, buralara
merkezde yetiştirilen farklı bir zihniyete, dünya görüşüne
sahip öğretmenler gönderilmiştir.
Öğretmenler, merkezde oluşan modern zihniyeti
Anadolu’ya taşıyorlardı. Öğretmenlerin yanısıra doktorlar
da merkez ile taşra arasındaki etkileşimin kurulmasında
anahtar işlevini görüyorlardı. Yeni ortaya çıkan
mühendislerin Anadolu’ya taşıdıkları zihniyet ve subayların
konumlarını da özellikle anmamız gerekir. Özellikle
Abdülhamid döneminde uygulamaya konulan sağlık
politikası ve bu çerçevede açılan sağlık kurumlarına
pozitivist birikimle donanmış genç doktorlar
gönderilmekteydi.
Kamuoyu ve iletişim
Bu birikim modernleşmenin bu taşıcıyı aktörleri aracılığıyla
Anadolu’ya taşınmaya başlamıştı. Yine Mülkiye’den ve diğer
benzeri okullardan mezun olan kaymakam, mal müdürleri gibi
yönetici seçkinlerle taşradaki garnizonlardaki askeri seçkinler
ve halk arasındaki ilişkiler farklı bir taşra ortaya çıkarmaya
başlamıştı (Kahraman, 2008: 140-141).
Toparlamak gerekirse, Osmanlı’da kamuoyunun ilk çekirdeği,
aslında kahvehanelerin kurulmasıyla birlikte ortaya çıkmıştı. O
dönemin gazetecileri, Karagözcüler, meddahlar ve ozanlardı.
Bunun yanı sıra söylenti niteliğinde de olsa haberler buralara
gelmekte ve tartışılmaktaydı. Gelgelelim bu çekirdek nitelikli
kamuoyunun daha dinamik hale gelişi, Tanzimat sonrasına
rastlamaktadır.
Kamuoyu ve İletişim
Bunda telgrafın İmparatorluğa gelmesinin, telefonun
yaygınlaşmasının, kıraathanelerin ortaya çıkışının ve
mahalle kahvehanelerinin sayılarının artmasının payı
vardı. İlave olarak Osmanlı’da okullar ağının
genişlemesinin de payı vardı.
Buna en son eklenecek bir madde, Osmanlı’da ilk
Türkçe gazetelerin çıkmasıdır. Böylece kamuoyu,
yazıdan beslenen ve yazının konuşmaları tetiklediği bir
sürece girmiştir. Bu nedenle Osmanlı’da kamuoyunun
varlığını veya yokluğunu Batı’daki gelişmelerin karşılığını
burada aramaktan değil, Osmanlı’yı kendi özgüllükleri
içerisinden değerlendirerek tartışmak gerekmektedir. Bu
tartışmada varılan netice, Osmanlı’da Batı ile bazı
noktalarda benzeşen ama bazı noktalarda da ayrışan bir
kamuoyunun varlığıdır.
Dersin Sonu
Umarım, sinema tarihi ve radyo-televizyon
tarihi derslerinde hikayenin devamını bu
dersin metodolojisi çerçevesinde
okursunuz.
Tekrar etmemek için bu konulara girilmedi.
Bu derste size genel insanlık ve Türkiye
tarihi çerçevesinde iletişim tarihi bilgisi
verildi.
Hepinize iyi yıllar dilerim!