FEYZA HEPÇİLİNGİRLER DİKENLİ TERLİKLER        — Kapı mı çaldı hanımım? Duymuyor kulaklarım iyi.

Download Report

Transcript FEYZA HEPÇİLİNGİRLER DİKENLİ TERLİKLER        — Kapı mı çaldı hanımım? Duymuyor kulaklarım iyi.

Slide 1

FEYZA HEPÇİLİNGİRLER

DİKENLİ TERLİKLER


Slide 2












— Kapı mı çaldı hanımım? Duymuyor kulaklarım iyi. Kapıysa bir koşu gidip bakayım,
dedi; ama yanıtlamadı hanım. Temizleyiciden az önce gelmiş paketi açıp bir giysi
uzattı Hatice kadına.
— Hatice Hanım, dedi. Şunun eteklerine basıver biraz. Yalnız dikkat et, yakarsan
ödemeye aylığın yetmez.
Pırıltılı giysinin üstünde uysalca gezdirdi ütüyü Hatice Kadın.
İsmail dokunuyordur bu tür kumaşlara. Avcundan kayıp şırıl şırıl dökülen ipeklerden
karısına giysilik kestiriyordur. Üç metre, beş metre. Çok çok olsun diyordur. Anasına
da öyle “çok”lar vaad ederdi. “Kocaman bir buzdolabı alırım sana anacığım. İstersen
iki tane, istersen üç.” Küçücüktü babasına altın ağızlık alacağını söylerken. Evler
yaptıracaktı, apartmanlarda oturtacaktı anasıyla babasını. Ellerini sıcak sudan soğuk
suya değdirmeyecekti. Bir araba çekecekti evin önüne, “Binin haydi, sizi gezdireyim,”
diyecekti. Kanatları olup dört bir yanda uçuracaktı onları.
İki omzundan tutup kaldırdı giysiyi.
— Oldu mu hanımım?
Olmuştu. Aldı hanım elinden, odasına girdi. Çamaşır sepetinden donları alıp
ütülemeye başladı Hatice Kadın.


Slide 3









On yaşlarında bile çöp gibiydi İsmail. Altı ya da çok çok yedi gösterirdi. Yemek
yemezdi, beğenmezdi, burun kıvırırdı her bir yemeğe. Dışarı çıkmazdı, arkadaşı yoktu.
Çıkmaz sokağa açılan pencerenin içini masa yerine kullanır, okuldan gelir gelmez
köşesine yerleşir, derse başlardı. Komşular, kendi çocuklarına onu gösterirler, “Bak,”
derlerdi, “adam olacak çocuk nasıl belli.” Öğretmenleri de, “Ne yap yap, okut bu
çocuğu Hatice Hanım,” diye üstelerdi hep. “Evini sat, malını sat, okut.” Yargısı
kesinleşmişti giderek. Evi, malı yoktu; ama canını satar okuturdu. Yeter ki okusun,
bıkmasın, yüksünmesin okumaktan.
Babası evdeydi o zaman. Üstüne titrerdi. “Bu çocuk bize Tanrı’nın bir armağanı...”
derdi. “Bak, başka çocuk vermedi. Bunun değerini bilelim, uğurunu anlayalım istedi.”
Yazılı, mühürlü kâğıtlar geldi hep dönem sonlarında. Aferinler, teşekkürler, takdirler...
Ancak okuldan çağırdıkları zaman konuşmaya gitti Hatice Kadın. Koltukları kabardı.
Komşularına anlattı, dedesine, ninesine. “Görün torununuzu, görün övünün.”
Hanım, o ışıltılı giysi sırtında, odadan çıktı. Yerleri süpürüyordu etekleri. Pırıl pırıl
ayakkabılar giymişti. Salona geçti. Güzel süslemişler saçlarını doğrusu. Aldığı parayı
hak etmiş berber. Saçlarının arasına çiçekler sokuşturmuş, büklümleri kıvırıp
tokalamış.
Ütü masasını katladı Hatice Kadın. Çamaşır sepetini topladı, kaldırdı. Hanımın sesine
koştu salona.


Slide 4






— Bir bez al, gel, diyordu. Vazonun girintilerinde toz kalmış. Boş vermeye başladın galiba. Ya ansızın
bir konuk gelirse...
Kibrit çöpünün ucuna toz bezinin bir köşesini takıp incecik kıvrımları temizlemeye koyuldu Hatice
Kadın. Böyle kadife perdeleri vardı oğlunun da. Bir yanında bu perdelerin pembesi, öbür yanda renkli
televizyon, kollarını kavuşturmuş bakıyordu bir resimde. Kara kara bıyıkları gülüyordu. Kocaman bir
adam olmuştu, kocaman.
Hasan Efendi hapse girinceye dek, ev işine gitmemişti Hatice Kadın. Elden düşme, ucuza uydurulmuş
bir küçük el makinesinde dosta, ahbaba dikiş dikmiş, yardımlamıştı kocasını. Tütün fabrikasında
aktarmacılık yapıyordu Hasan Efendi o ara. Zaten evlendiklerinde on beş yaş vardı aralarında,
aktarmacılıkta da hızla yaşlanıyordu. Son zamanlarda belini doğrultamaz olmuştu. O kavga çıkmadan
önce de kızardı Rüstem’e. “Benle uğraşır durur. Soytarı etti beni işçilere. Ayakyolunda bile suratıma
bakıp bakıp gülerler. Maskara mıyım ben?” derdi. Neler yapmamıştı ki o Rüstem namussuzu! Tanrı
günahını bağışlasın. Garibim Hasan Efendi’yi çileden çıkarmak için neler yapmamıştı ki! Tütün
balyasının üstünde azıcık içi geçecek olsa, mintanını balyaya dikilmiş bulurdu. Bir gün arkasına
paçavralardan kocaman bir kuyruk takmış, kadınlar bölümüne göndermişti onu. Ortalarda dolanıp
Rüstem’in istediği kasaları toplamıştı. Yaşlıdır, büyüktür demeden irisi, ufağı bütün kadınlar, kıkırdaya
kıkırdaya gülmüşlerdi. Anlayınca yerlere geçmişti yüzü. Nasıl kızmıştı, o anda öldürebilirdi o oğlanı.


Slide 5







Bir öğle dinlenmesinde ayaklarını uzatmış kestirirken, ayakkabılarının altına zamk sürdürmüştü.
Bütün vardiya işçilerini de saklamıştı balyaların arasına. Uyanıp da adım atmaya kalkınca, yontu gibi
taşlaşmıştı Hasan Efendi. Bütün işçiler gizlendikleri yerden çıkmışlar, kasıklarını tuta tuta gülmüşlerdi.
Kaç kez söylemişti, “Ben senin dengin miyim? Oynama benle, rüsva etme beni,” diye. Dinlemedi. Hiç
dinlemedi.
Son cuma günü yemeğine müshil koydurmuş. Yaşlı adam, başlamış taşınmaya ayakyoluna. Dakikada
bir koşturup gidiyor, daha eli iş tutmadan dar atıyormuş bedenini oraya. İşçilerle birlikte Rüstem,
gülmekten kırılıyormuş, sonunda istedikleri olmuş, pantolona kaçırıvermiş.
Eve gelince korkmuştu durumundan Hatice Kadın. Beti benzi uçmuş, kül gibi olmuştu yüzü. Ölüsü mü
geldi, dirisi mi, belli değil. Arlı adamdı. “Bunun hesabı sorulmalı, nasıl bakacağım yüzüne
arkadaşların?” diyordu, başka şey demiyordu. Kimsesiz Hasan Efendi’nin utancının hesabını soran
çıkar mı? Çenesinden damlıyordu gözyaşları. Oturup diz dize ağlaştılar. “Boş ver efendi,” dedi.
“Çocukla çocuk olma. Yeniyetme onlar. Seni yıldırmak istiyorlar. Yılma, yılmadığını da göster onlara.”
Yumuşadı yeniden, bağışladı, çocukluğuna verdi. Hafta başı yeniden gitti fabrikaya. Elleşmese o
Rüstem olacak, elleşmese, gene bir şey olacağı yok. Ama sen tut, herkesin içinde kulağından yakala
Hasan Efendi’yi, “Geçti mi karın ağrısı moruk?” diye sor. Hasan Efendi’nin de canı burnuna gelmiş
zaten, kaptığı gibi bir demir parçasını, adamın başına indirivermiş. Allahın işi yok, koskoca delikanlı
oracıkta hık demeden ölüvermesin mi?


Slide 6







Hemen içeri aldılar Hasan Efendi’yi. ‘Taammüden’ mi ne demiş
yargıç. Onu deyinceye dek, yıllarca sürdü yargılanması. İsmail’le
birlikte gittiler kaç zaman tutukevine. Sonra, “Getirme çocuğu,” dedi
Hasan Efendi. Bir şey sezinlemiş olmalıydı. Kırgındı babasına İsmail,
anasını hoşnut etmek için gidiyordu; ama isteksizdi. Nasıl
yorumladıysa bu olayı, ne düşündüyse, soğuyuverdi babasından.
Sonra oğluna bakmak, giderini karşılamak onun omuzlarına kalınca...
Güçtü o günler. Liseyi bitiriyordu İsmail. “Az kaldı anacığım,” diyordu.
“Az daha sık dişini. Sonra Hatice Kadın dedirtmeyeceğim sana.
Hanım olacaksın. Hanımlar gibi yaşatacağım seni.”
— Hatice Hanım... diye seslenildi içeriden. Olmadı mı daha? Gel bak
şu odanın durumuna, dağıtmış çocuklar burasını. Gel, toplayıver.


Slide 7









Üstten de bir sildi vazoyu, banyoya girip bezi yıkadı, astı. Kızamıyordu çocuklara
Hatice Kadın. İstedikleri gibi dağıtsınlar... Toplardı, ne işi vardı ki? Büyümeseydi
İsmail, bunların arasında olsaydı, oynasaydı o da bu oyuncaklarla. Hiç oyuncağı
olmamıştı. Oyuncak alacak kadar hiçbir zaman artıramamışlardı parayı. Dikiş diktiği
günlerde oyuncaklarını eliyle yapardı. İlk oyuncağını bir plastik kutunun içine
düğmeleri doldurarak eline vermişti: Çıngırak. Sonra boş makaralardan araba, artmış
kumaş parçalarından adamcıklar.
Babasının hüküm giydiği yıl liseyi bitirdi İsmail. Bir sürü sınavlara girdi. O, Amerika’ya
gönderen sınav hangisiydi, bilse dünyada sokmazdı onu Hatice Kadın.
Gittikten sonra uzun süre ve sık sık mektuplar yazdı. Anasının hatırını tatlı tatlı soran,
babasına da laf olsun diye selam yollayan mektuplar. Bir ev tuttuğunu yazmıştı önce,
sonra bir arkadaşıyla birlikte tatlıcı dükkânı açtıklarını, sonra Amerikalıların baklavayı
çok sevdiğini, sonra okulu bıraktığını, sonra Amerikalı bir kızla evleneceğini, sonra...
sonra...
Giderek azaldı mektuplar. Sarı, uzun, düz saçlı bir kızla çekilmiş renkli resimler çıktı
zarftan arada bir. “Gelinin,” diye yazardı arkasına. Geçen yıla dek iyiydi. Hiçbir şey
göndermemişti çünkü. Dikenli terlikleri göndermemişti daha.


Slide 8








— Biz yemeği dışarıda yiyeceğiz Hatice Hanım, dedi pırıltılı giysi.
Çocukları erken yatır. Senin patatesin dolapta. Çocuklara da biraz
pirzola hazırlayıver.
— Olur hanımım, dedi Hatice Kadın. Hiç meraklanma sen. Dediklerini
aynen yaparım.
Bu eve kapılanıncaya dek neler çekmişti. Pamuk toplamaya gitmişti,
çırçıra, dokuma fabrikasına, evlere gündelik temizliğe. Gücü
tükenmekteydi artık, yaşlanıyordu. Hasan Efendi desen, zor çıkardı
tutukevinden. Belki ömrü yetmezdi cezasını çekmeye.
Kocası aşağıdan telefon edince, ışıltılı giysi, çocuklarını öptü,
çantasını, şalını aldı koluna ve kapıyı çekti. İki çocuk birden ağlamaya
başladı kapanan kapının ardından. “Gelin,” dedi Hatice Kadın. “Size
ne anlatacağım biliyor musunuz? Gelin.” Ellerinden tutup odaya
götürdü. Birini bir dizine, öbürünü öbür dizine oturttu.


Slide 9



— Size İsmail Ağabey’in masalını anlatacağım. Hiç anlatmış mıydım onu?
Bilmiyorsunuz, değil mi? Öyleyse iyi dinleyin. Evvel zaman içinde, kalbur saman
içinde akıllı mı akıllı, uslu mu uslu bir İsmail Ağabey varmış. Günlerden bir gün,
okumak, büyük adam olmak için kalkmış Amerika’ya gitmiş. Anacığı buralarda bir
başına kalmış. Ne yiyip içtiğini, nasıl geçindiğini hiç merak etmemiş oğlan. Anası çok
kez yazdıysa da anlamazdan gelmiş. Hâlâ evi var, odaları, yatakları var sanıyormuş.
Günün birinde annesine bir armağan göndermek aklına gelmiş. Ne de olsa annesi,
onca yük, onca çile çekmiş onu büyütmek için. Bir paket gönderildiğini öğrenince
kadın, almaya gitmiş, ama para istemişler. Çok para. Kadının o kadar parası yokmuş.
Gitmiş, dolaşmış, para istemiş eşinden dostundan. Vermişler. Topladığı borç parayla
paketi almış. Almış almasına; ama bir türlü eli varmazmış açmaya. Oğlu çıkıverecek
içinden, boynuna sarılıverecek, “Anacığım çok özledim seni, çocuklarım sana
babaanne diyemediler, içimde hicran kaldı, aldım getirdim onları,” diyecek sanırmış.
“Bak bak, bu da gelinin, Müslüman oldu, elini öpmek ister. Hepimizin burnunda
tüttün. Anam benim...” Elini uzatır uzatır çekermiş. Bir türlü açamazmış paketi.
Sonunda hanımını çağırmış, çözdürmüş iplerini, paketi açmışlar. İçinden önce
işlemeli bir örtü çıkmış. Çift yatak için, kocaman, renkli ipek işlemeli bir yatak örtüsü.
Kadının kocası yokmuş, her gece bir mindere büzülür yatarmış. Ne yapsın bunca
güzel, bunca pahalı, bunca işlemeli örtüyü. Kızını evlendiren yoksul komşusuna
armağan etmiş onu.


Slide 10







Paketten ikinci olarak ne çıktı dersiniz? Bir garip nesne çıkmış, kadın
bakmış, bir şeye benzetememiş. Hanımına sormuş, “Bu ne?” diye. Neymiş
biliyor musunuz, yumurta çırpmaya yarayan bir araçmış. “Allah Allah” demiş
kadın. “Ben pasta mı yaparım, kek mi yaparım? Neme gerek benim bu?”
Onu da hanımına bırakmış.
Pakette bir şey daha varmış. Kadın demiş ki kendi kendine, “Artık bunu
bana yollamıştır oğlum.” Açmış, çıkarmış, bir çift terlik... Büyüklü küçüklü
boy boy dikenlerle dolu bir çift kırmızı terlik. Şaşırmış, aptallaşmış. “Neden
bunların içi böyle diken dolu?” diye sormuş hanımına. Hanım da, “Bunlar
masaj terliğidir. Romatizmalara, ayak ağrılarına iyi gelir,” diye açıklamış.
Kadının durup romatizmalarını dinleyecek zamanı bile yokmuş ki! Tüylü,
yumuşacık terlikleri olsun istermiş. Sarsın ayağını, ısıtsın. Onlar da işine
yaramamış kadının. O da tuttu bana verdi. Şimdi bende, içerde, dolabımın
üstünde duruyor. Gözümün önünden ayırmıyorum hiç; ama giyemiyorum ben
de. Ayağıma değil, yüreğime batıyor dikenleri. Günün birinde, birinin işine
yarayıncaya dek, hem acılı anayı göreceğim onlarda, hem de gözbebeği
oğlunu.


Slide 11

OLAY ÖRGÜSÜ
 YER
 ZAMAN
 KİŞİLER